Perşembe Nisan 25, 2024

Şehrin Işıkları

Şehrin gri havasından akşamın karanlığına yürüyorken, herkes, bir telaşla kaçan trenin arkasından koşar gibi, tempoyla, koşturuyor. Şehir o kadar hızlı akıyor ki; insanlar zamanın ve süreçlerinde aynı hızda aktığını zannediyor. Elleriyle dokundukları, gördükleri ve duydukları her şey bir sonraki gün biçim değiştiriyor, aldıkları kokular değişiyor. Gazeteler bir gün önce yazdıklarını ertesi gün hatırlatamıyorlar bile. Aynı rutinlikte bir süre hatırlatılan şey ne kadar hayati olursa olsun gına getiriyor şehir insanına, Aynı şeye bakmasında aynı şeyi duymasında ve hatta aynı şeyi hissetmesinde ne hissederse hissetsin. Şehir insanı şekli belli, kokusu belli, tadı belli, sesi belli şeylere o kadar alışmış ki; ne kendi iç seslerini duyabiliyor nede iç sesini dillendirenleri. Her şey burjuvanın felsefinde, hâkim olan ideolojisinde anlamını bulurken ve her şey donmuş bir nesneye sıkıştırılmışken ben zamanı bir anlığına durdurmaya karar veriyorum. Herkes olduğu yerde çakılı kalıyor.

Sesler durdu. Adımlar sustu. Gülücükler, ağlayışlar, konuşmalar yudumlanan su, akan dere, dalgalanan deniz, yazı yazan kalem, çiçek satan el, sayfası çevrilen kitap, gazete, uzaklaşan sevda, kavuşma, özlem, tutsaklık, acil yapılması gerekenler, basıma hazırlanan haber, bulutlar, parkta oynayan çocuk, kuytulardaki öpüşmeler, telefondaki mesaj sesi, çay kaşığı, rüzgâr, merakla beklenen buluşma, kaygılar, nargilenin dumanı ile ardından gelen öksürük sesi, otobüsler taksiler aklınıza gelecek her şey zamanın o an’ında asılı kaldı.

Önce açık ve net olarak bakamadıklarıma bakıyorum. Yüzlere… Sonra biçimlere… Sonra koşmaya başlıyorum zindanlara doğru. Kapılarını açıyorum. Yoldaşlarımıza dokunuyorum. Onlarda hareket edebiliyorlar artık. Onlarda diğer zindanlara, onlarda diğer zindanlara… Bu böyle sürüp gidiyor böyle. Sonra tüm dünyanın annelerini uyandırmaya başlıyoruz. Dünyayı en iyi kavrayan kadınlar, hakkı ödenmemiş elleriyle çocukları uyandırıp karınlarını doyuruyorlar gözyaşlarıyla. Dokundukça iyilere güzelleşiyor dünya. Gökyüzüne dokunuyor Afganistanlı bir çocuk, güneş açıyor,  esiyor rüzgâr, yağmur yağıyor bir başka yerde. Suya dokunuyor bir başkası dalgalarda beliriyor bir gülümseme ve kahkaha. Masmavi.

Sonra toplanıyoruz meydanlarda, Yakıyoruz yönetenlerin konaklarını ve saraylarını, ateşe veriyoruz. İşte o yanan sarayın ateşine atıyoruz bize mal ettikleri tüm kötülüklerini. Sonra yüksek katlı binaları yıkıyoruz. Sonra bankaları ve paralarını. Üreten tüm ellere dokunuyoruz. Hala tamam değiliz. Ağaçlara ve hayvanlara dokunmaya başlıyoruz.

Arabaları fabrikalara taşıyoruz. Silahları kızgın alevlerde eritiyoruz. Otoyollara ağaçlar ve çiçekler dikiyoruz. Kışlaların duvarlarını yıkıyoruz. Cephedeki her askerin elindekini alıp, bir karanfil, bir ekmek,  birde yeni doğan bebeğin resmini bırakıyoruz.

Sonra antrepolarda saklanan yiyecekleri dağıtıyoruz ihtiyaca göre. Çöllerin ortasından geçen büyük su kanalları inşa ediyoruz. Ulaşıyoruz Afrika’nın susuzluğuna.

Tüm yapıları yıkıyoruz. Yerlerine ne ihtiyaç duyuluyorsa yapıyoruz yeniden şeffaf camlardan. Kimse kimseden saklanmıyor artık. Kimse olduğu şeyden utanmıyor, utanacak ne varsa yaktık burjuvanın sarayında. Saklayacak bir düşünce, bir ses, bir renk kalmıyor yeryüzünde. Meta da daraltılan hayat gerçek sınırlarını aşmakta, zamanın en küçük parçasında yaşamakta…

En küçük parçadan uzaklaşıyor düşüncelerim. Adımlarım başlangıç noktasında, akıyor gerçek hayat burjuvanın çarkında, zincirler çarpıyor birbirine, çınlıyor. Çınlıyor. Çınlıyor…

*

Şehir insanı devinimin içinde parçalanıp benliğini yitirirken, Nietzsche’ in mezarının başucunda ağıtlar yakmakta. Dünyayı değiştirme cesaretinden doğan devrimciler, filozoflar, şairler, yazarlar pazarlarda hergün satılmakta. Şehrin ışıklarıyla körleşen teoiri karanlıkta olanları anlayamamakta. Gelişen, gelişmeyenin, gelişenin önündeki engel olduğunu anlamamakta. Bunu karanlıkta kalanların tercihi, suçu, günahı sanmakta. Saatin içindeki çark, çark olduğunu kavrayınca, saatin saat olduğunu anlayacağını zannetmekte. Bütünle parçayı, soyutla somutu, gerçekle sahteyi küçük çarkın özgülünde ispatlamakta. Kendi içinde olan tutarlılığı diyalektik kanun yapmakta.

Şehir insanının yanılgısı burada başlamaktadır ülkemizde. Üretim ilişkilerinin varlığıyla açığa çıkan hızı, tarihten ve sıfatların niteliğinden koparırsak alacağımız sonuçta düşündüğümüz fikir olacaktır zaten. iki kere iki dört eder soyutta. Mekanik harekatlerin içinde olan kişi toplumsal yasaları da o mekanik hareleketle yorumlayarak anlamaya çalışmaktadır. Katı cansız nesnelerle çevrili olması akışkan değişken hareket eden iten çeken kuvvetlerin yarattığı,  üretim biçimlerini, üretim ilişkilerini, araçlarını, onların arasındaki ilişkileri, kültürü sanatı vb. Her şeyi de kaba bir nesne ile ölçmeye çalışırsa elde edeceği sonuçta kaba ve hatalı olacaktır. Bu kişilerin yöntemi şuna benzer:

Eline bir çubuk alıp tarlayı ölçen adam gibi olur. Her ölçüm sonucunda birbirine yakın sonuçlar elde edemez. yüzeyin fiziksel olarak değişebileceğini unutur çünkü. tepe olan yer düz olduğunda iki nokta arasında elde ettiği sonuçlar o kadar farklı olurki kendisi de inanamaz. Bu aletle bir   değilde bir köy bir kasaba ,şehir, ülke, dünya ölçüldüğünü düşünün. Mülkiyet kavgaları yüzünden  kan gövdeyi götürürdü.

Diyelimki daha hassas bir alet verdik aynı kişiye. Aleti kullanmayı bilse bile yine doğru ölçemeyecektir. Neden?

Iki nokta arasındaki yatay mesafeyi mi? eğik mesafeyi mi? ölçmesi gerektiğini bilemeyecektir.

Sorun burada da bitmez sürüp gider… Doğal olarak bilimsel bir konuda çalışılıyorsa bunun eğitimini de alması gerekecektir.  Bilimsel konularda eğitimi okullar sağlar. Peki konu insan ve toplumsal yasaları ise bunun eğitimini kim ne nasıl sağlayacaktır?

Yani anda durup ufkum sınırları içerisinde canlandırdığım dünyayı ne,nasıl sağlayacaktır?

Yada sınıfsız toplumu hangi araçlar sağlayacaktır?

Bunun cevabını çoğu kimse bilmekle beraber  önemini kavramaktan uzaktırlar. Komunist partinin sadece bir araç olduğunu zannetmek onu durağanlaştırır. O bir okul, bir öğrenci, bir öğretmendir. Hareketin içinde gelişir. Yetkinleşir. Tarlayı ölçmek için kulladığımız çubuğun zaman içerisinde amacına uygun haldeki gelişmiş alete dönüşmesi gibidir. Gelişmeye de devam edecektir. Peki bu gelişmeyi ne sağlamıştır?

-bir ihtiyacın olması(keyfi değil,zorunlu)

Bir sorun olduğunun bilince çıkarılması gerekir. Ölçme konusunda sorunumuz nelerdi?

- doğru bir ölçme aleti kullanmamamız

-doğru bir teknik kullanmamamız

-hangi yüzeyi hesaplayacağımızı bilmememiz

-çalıştığımız yüzey ile elde etmek istediğimiz sonuç arasındaki bağlantıyı kavramamış olmamız

Ne yapmamız gerekiyor?

-Bir sorun olduğunun farkına varacagız(tekrar tekrar deneyerek)

-doğru bir ölçme için aleti veya aletleri geliştireceğiz.

-yüzeyin şekli ile dünyanın şekli arasındaki bağlantının(yüzeyin genişliğine göre düz,küre,geoid) kavranmasını sağlayacağız.

-sonra hesaplamalar ve  yapılan hesapların zemine uygulanarak kontrol edilmesi gerekiyor.

Devrim içinde bu ve buna benzer bir düşünme tarzı gerekir. Çünkü o da bilimdir. Komunist bir partiye ihtiyaç olmadığını söyleyen her kimse dünyayı adımlarıyla ölçmeye çalışan ahmağa benzer. Komünist Parti bir savaş aygıtıdır. Sınıf savaşımında ezilenlerin yeğane silahıdır.

*

Şehir insanın bir diger sıkıntısı ise şeylere verilen isimlerin şeylerin niteliğini anlatmadığını anlamamasıdır. Kent deyince yada kır deyince neyi nitelediğini tam olarak bilememesidir. Aynı Işçi Sınıfından bahzederken, tek bir şeyden bahsediyor ve o tek şeyin tek bir nitelikten oluştuğunu zannetmesi gibidir. Yani makina başına geçmesiyle işçi unvanını aldığını zannediyor. işçilerin ayaklanmamasının yeğane sebepleri olarak, eğitimsizlikle, kültürel gerilikle, dinsel inançla  vb. Sebeple açıklıyor.(Aslında maddi yaşam koşullarının iyi olduğunu söylemiş oluyor, burjuvayı bir anlamla hayranlıkla kutsuyor) Peki neyi kaçırıyor ? Onun mülkiyet ile olan ilişkisini yok sayıyor. Şehirlere göçerken yanında bir tapu taşıdığını unutuyor. Köyde bıraktığı toprağı  elden çıktı zannediyor. Makinanın yada masanın başına geçince de proleterleşeceğini zannediyor. Bu hata kırdaki toprağın parçalanmasını, merkezi bir yapıya kavuşamamasını, kırda büyük bir sermayenin oluşamamasını da sağlıyor. En basit anlamıyla ne köylüsü ‘kapitalist çiftçiye’ dönüşebiliyor ne de işçisi proleterleşiyor. Ağalar ya devlette somutlanıyor(türkiyede tarım arazilerinin yüzde 11’i devlete aittir. köylü devlet-ağanın kiracısıdır da.)yada kompradora göbekten bağlı tarım ağasında yada hayvan ticareti yapan tefeci bozuntusunda. Ama bizim şehirli insanımız ‘biçim değiştiren ağayı’ göremediği gibi yerine de şehrin ışıklarından görebileceği mesafedeki küçük işletmeleri, feodalizmin çözülmesi olarak sunuyor. şehir insanı tüm şehirleri kendi şehri gibi zannediyor. İstatistikleri de kafasına göre yorumluyor. Feodal niteliği kendi halinde doğal koşulllarda çözülecek  zannediyor. Neden böyle oluyor? kendi de mülkiyet ilişkisi içinde küçük  burjuva düşünce sınırının kenarında dönüp  dolanıyor da ondan. İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleri şehirli küçük burjuvalar için ağır bir yük olduğu için ‘eskimiş’, ‘günü geçmiş’, oluyor. Alacalı bulacalı teorik soslarla kendi küçük burjuva düşüncesini süsleyip devrimin suyunu kendi tarlasına baglayıp, yolunu da kendi arsasından geçirmeye çalışıyor. Mülkiyetinden bakıyor, kendi sınıf çıkarını savunuyor. Aynı emperyalist devletlerin geri olan ülkelerin halklarına baktığı gibi bakıyor. Mao Zedung’un o büyük sözünü unutuyor: ’Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.’ Üretim ilişkileri içinde bu geçerlidir. Komprator burjuvanın şişmesiyle gelişmesini, gittiği arabanın hızından dolayı görüp seçemiyor.

       Ne söyleyelim şehrin ışıkları adamı kör ediyor. kör olduğu içinde kendi ile mülkiyet arasındaki ilişkiyi seçemiyor. Ağır gelen bedenini kaldıramadığı için  kıra bahane uyduruyor. ’Eskimiş’, ’günü geçmiş’ bahaneler ısıtılıp ısıtılıp işte bunun için piyasaya sürülüyor.

Yaşasın Marksizm-Leninizm-Maoizm

Yaşaşın Demokratik Halk Devrimi

Yaşasın Halk Savaşı

İyi Çalışmalar

Taner Özcan

92573

Taner özcan

Taner Özcan sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır

Son Haberler

Sayfalar

Taner özcan

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Sayfalar