Cuma Nisan 19, 2024

Soslandırılmış başkanlığa da geleceksizleştirme saldırılarına da H-A-Y-I-R

“Referandum sürecinde en çok durmam gereken şey 18 yaş meselesidir. Seçme hakkı olan yaş grubuna seçilme hakkını da vermek en büyük reformdur. Bu bizim gençlerimize ufuk getirecek!”

Bu sözler Pakistan dönüşünde uçakta gazetecilere açıklamada bulunan R. T. Erdoğan’a ait. 16 Nisan referandumunda oylanacak olan ve var olan faşist sistemi daha da boyutlandıracak anayasa değişikliğinin gençlere getireceği “en büyük reform” buymuş. Artık 18 yaşında meclise seçilebilecekmişiz!

15 yıllık hükümeti boyunca gençliğin esas sorunlarının hiçbirini çözmeyen (zaten çözemez!) Erdoğan–AKP’nin, gençliği referandumda arkasında yedekleyebilmek için “büyük umut” diye sunduğu düzenleme; seçilme yaşını 26’dan 18’e indirmek! Erdoğan’ın ve şefi olduğu AKP’nin referandum çalışmalarında anayasa değişikliğine ekledikleri bu maddeyi ballandıra ballandıra anlattıklarına sıkça şahit oluyoruz. “İstikrar”, “milli güvenlik”, “koalisyonlar dönemi kapanacak” vb. şeklindeki klasik söylemlerine ek olarak anayasa değişikliğine kitleleri ikna edebilmek için kullanabildikleri nadir söylemden biri de bu. Erdoğan ve Binali Yıldırım neredeyse günde 2-3 kereyi bulan konuşmalarının önemli bir bölümünü düzenlenmenin bu maddesine ayırıyorlar.

Erdoğan ve AKP’nin referandumda sonucu lehlerine çevirebilmek için    gençliğe ayrı bir önem verdikleri aşikar. Nitekim yaptıkları çalışmalarda kullandıkları söylemler de bunu gösteriyor. Zira gençliğin gerek oy potansiyeli gerekse de enerjisi ile sahadaki çalışmaları ivmelendirme potansiyeli herkesin malumu. Bu anayasa düzenlemesine “seçilme yaşının 18’e düşürülmesi”nin eklenmesinin nedeni de bu potansiyelden faydalanmaktır. Bu maddenin değişikliğe eklenmesinin diğer bir nedeni de “Evet”çi cephenin elinde neredeyse başka hiçbir argüman bulunmamasıdır. Faşist sistemi daha da tahakküm edecek bu değişikliğin nedenlerini kitlelere anlatamıyorlar. Sözkonusu madde ile de değişikliği soslayıp, hem ellerinde kullanabilecekleri bir argüman yaratmak hem de tartışmalarda, meselenin özünü kitlelerden saklamayı, dikkatleri özden kaçırmayı amaçlıyorlar.

Bu değişiklik maddesine çeşitli çevrelerden tepkiler yükseldiğine şahit olduk/oluyoruz. Daha çok sistemin kurucu partisi CHP ve diğer bazı sistem içi “hayır”cılardan yükseliyor bu itirazlar. Bu itirazların minvali daha çok “bu yaşta daha işi–gücü yokken gelip nasıl vekillik yapacak?” ya da “askerlik işi ne olacak?” vb. şeklinde. Ancak işin özünün bu olmadığı açık. Zaten sistem partilerinin itirazı da ancak bu kadar olur!

TC tarihi boyunca göstermelik bir kurumdan ibaret olan parlamentonun özellikle OHAL sürecinden sonra iyice etkisiz kılınmış olduğu tartışma götürmez. Başkanlık sistemi ile bu etkisiz-silik hal yasallaştırılmak isteniyor. Yani bu silik halde 18 yaşında da olsa bir gencin, halk gençliğini temsil edemeyeceği zaten şimdi de faşist devletin parlamentosunun böyle bir işlevin bulunmadığı ayrı bir tartışma konusu. Şu an mecliste bulunan HDP dışındaki parlamento gruplarının (AKP, CHP, MHP)  herhangi bir vekilinin, herhangi bir halk katmanını temsil edemeyeceği, zaten böyle bir dertlerinin de, işlevlerinin bulunmadığı aşikardır. HDP dışındakilerin parlamentoda gerçek anlamda  (CHP’nin çıkışları sahtedir) gençliğin taleplerini dillendiremeyecekleri ortadadır. Ancak burada belli oranda yapmaya çalışan HDP’nin bugün uğradığı saldırılar, eş başkanlarının tutuklanması toplam 12 vekilinin hala zindanlarda olması, binlerce üyesinin gözaltına alınıp, birçoğunun tutuklanması vb. parlamentodan bir sonuç çıkmayacağını bize gösteriyor.

Zira TC’nin yapısı bunu gerektiriyor. Yani mesele 18 yaşında bir genç de olsa ya da meclisteki bütün milletvekilleri 18 yaşında da olsa parlamentodan gençliğin esas sorunlarına bir çözüm çıkmayacağı ve de şu anda mecliste bulunan partilerden HDP dışındakilerin bu esas sorunları, gençliğin taleplerini orada dillendiremeyecekleri gerçeğidir.

Bu “18 yaş” düzenlemesi ile gençliğin hangi sorununa çözüm gelecekmiş? Hiçbirine! Aksine bu anayasa değişikliğinin tümden geçmesi durumunda, zaten OHAL, KHK’lar ile iyice tırpanlanan,  gençliğin çok güdük olan kazanımları daha da tırpanlanacak ve de kalıcı hale getirilip yasallaştırılacaktır. Zaten sınırlı sayıda olan demokratik örgütlenmelerin önüne geçilecektir. Gençliğin sokaklarda kendi taleplerini dillendirmesinin, fiili-meşru mücadelesinin önündeki engeller daha da büyüyecektir. Bunun işaretlerini de bugün başkanlığın “OHAL”inde üniversitede akademisyenlerin açığa alınmasını, ihraç edilmesini protesto eden gençlere polis-ÖGB- sivil faşist çetelerin saldırılarından görüyoruz.

Ayrıca halk gençliğinin esas problemlerinden birinin işsizlik olduğu da bir gerçektir. Rakamlarla oynamada uzmanlaşmış TÜİK’in kasım döneminde açıkladığı rakamlara göre “Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2016 yılının kasım döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 590 bin kişi artarak 3 milyon 715 bin kişi oldu.15-24 yaş grubundakilerin işsizlik artışı % 3.5 artarak % 22.6’ya yükseldi.” (Birgün, 25.02.2017, Gençlik Geleceksizlik Çıkamazında, Burcu Cansu) Görüldüğü üzere, şu an TÜİK’in rakamlarına göre her 5 gençten 1’i işsiz. Bu tablo bile yeteri kadar açık.

Ya da bugün başkanlık sistemini getirmeye çalışanların düzenlemesi olan 4+4+4 sisteminin marifetlerine bakalım. 4+4+4 düzenlenmesine geçilmeden önce MEB verilerine göre açık öğretim lisesinde 940 bin öğrenci bulunuyorken 4+4+4 sonrasında hızlı bir artış yaşandı ve 2015-16 eğitim-öğretim yılında açık öğretim lisesinde öğrenci sayısı 1 milyon 536 bin 135’e çıktı… AKP hükümetinin TEOG sistemi ile istemediği halde meslek lisesi ya da imam hatip lisesine otomatik kaydı yapılan öğrencilerin, bu okullarda okumak yerine açık liseye kayıt yaptırmaları nedeni ile rakam kısa sürede yükseldi… Aynı şekilde 4+4+4 ile birlikte örgün eğitimdeki kız çocuklarının sayısında ciddi düşüş yaşandı. 2013-14 yılında %  96.61 olan kız çocuklarının okullaşma oranı, 2015’te % 96.57’ye, 2016’ da ise % 95.22’ye düştü…

2015’te Türkiye’de 18-24 yaş arası yaklaşık 3.2 milyon genç, ekonomik yetersizlikler yüzünden okulunu terk etmek zorunda kaldı. Türkiye’de 18-24 yaş arası 9 milyonluk genç nüfusun % 36.42’si liseye ulaşmadan eğitimini bırakmak zorunda kalıyor. Kız öğrencilerde % 37.6, erkek öğrencilerde % 35 olan eğitimi bırakma oranı ile Türkiye açık ara Avrupa birincisi oldu. (agy). Sırf bu rakamlara bakarak bile 4+4+4’ün eğitimdeki yıkımı nasıl büyüttüğünü görürüz.

Diğer yandan erken yaşta evlilik konusunda da TÜİK’in verileri çarpıcı bir tabloyu ortaya koyuyor. 2015’te toplam 602 bin 982 resmi evlilikten 31 bin 337’sinde 16-17 yaşındaki kız çocukları evlendirildi. Resmi evliliklerin % 5.2 olan bu rakamın gerçekte çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. (agy)

Gençliğe dönük saldırılara son dönemde üniversitelerdeki saldırıları da ekleyebiliriz. Onlarca muhalif akademisyen üniversitelerden ihraç edildi. Birçok devrimci-demokrat öğrenci ya okuldan atıldı ya da uzaklaştırma dahil disiplin cezası verildi. Diğer yandan KHK’larla üniversitelerde göstermelik de olsa yapılan rektörlük seçimleri kaldırıldı. Üniversitelerde devrimci-demokrat-yurtsever öğrencilerin yapmak istediği hemen hemen her siyasi etkinlik gerek polis –ÖGB gerekse de faşist güruhların saldırıları ile karşılaştı. Öte yandan öz yönetim direnişlerinde kahramanca direnen Kürt gençleri, faşist ordu-polis güçlerinin top tank atışlarıyla toplu katliamlarıyla, sokak infazları ile katledildi.

Suruç’ta, 10 Ekim’de Ankara’da onlarca devrimci-demokrat–yurtsever genç katledildi. Devrimci, demokrat ve yurtsever binlerce genç gözaltına alındı, yüzlercesi tutuklandı. Sosyal medya paylaşımlarından dahi birçok gence soruşturma açıldı, birçoğu tutuklandı.

Gençliğe dönük daha birçok saldırıyı sayabiliriz. Ancak bu saydıklarımız bile gençliğin nasıl bir geleceksizleştirme-örgütsüzleştirme saldırısı altında olduğunu göstermeye yetiyor. Ne bu sistem ne de AKP–Erdoğan’ın Başkanlık Sistemi bu sorunları çözemez. Aksine başkanlık sistemi tüm bu saldırıların boyutunu büyütecektir. Yani her ne kadar bu değişikliği “18 yaş” düzenlemesi ile soslasalar da gençliğin yararına hiçbir şey getirmeyecektir. Tam tersi elinde az da olsa bulunan demokratik olanı, belli başlı bazı kazanımları tırpanlanacaktır.

Bizim Hayır’ımız OHAL’in kalıcılaştırılmasına, faşist terörün tırmandırılmasına Hayır’dır! Bizim Hayır’ımız gençliğin, faşizmin OHAL’ine de bu haline de karşı mücadeleyi güçlendirmek, halk gençliğinin tüm bu saldırı furyasına karşı, birleşik mücadelesini örmek içindir. Bugün referandum çalışması süreci bize tüm bu imkanları sağlıyor. Ancak bunun için Gezi gençliği gibi yaratıcı ve dinamik 6-8 Ekim Kobane Serhildanı gençliği gibi ortak, özyönetim direnişinde tüm imkansızlıklara rağmen kahramanca mücadele eden gençlik gibi cüretli, Aliboğazı şehitlerimiz gibi davaya bağlı ve fedakar olmamız gerekiyor. Tüm bunları yapabilirsek faşizme karşı mücadelemizi büyütürüz ve en sonunda da kazanan biz oluruz.

42702

Sürecin hasasiyetine hasasiyetle cevap vermek gerekiyor

Yaklaşık 30 yıldan beridir Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin seslendirilmesini üstlenerek öncülük eden Kürt siyasal hareketin siyasal konumunda olan siyasal güçleri, son barış sürecinin heyecanıyla atağa kalktıklarından beri, ağızlarından hiç düşürmedikleri süreç ve bu sürecin ortaya koyduğu ‘’süreç çok hassastır’’ söylemidir. 

Yaşamı degistirmek için tüm renkleriyle örgütlenmek[1]

“İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe insan değildir.”[2]

Yaşamı, tüm renkleriyle, hep beraber, “11 Tez”in ısrarlı yaratıcı/ yıkıcılığıyla birlikte, el ele, omuz omuza örgütlemek insan olmanın ve kalmanın “olmazsa olmazı” olsa da, sürdürülemez kapitalizmin yıkım ve yoksulluk dünyasında hiç de kolay değildir…

KAPİTALİST VAHŞET

Seçim mi Devrim mi ?


Bu coğrafyada halklar düzenin yüz yıldır sahnelediği seçim oyununa katılmakla baltayı bilinçsizce hep kendi ayaklarına indirdiler. Bu 30 Mart yerel seçiminde de halk diğer seçimlerde olduğu gibi yine kendisine biçilen militan figüranlık rolünü oynadı. Yorucu bir seçim kampanyasını sırtlayarak Meclis partilerine pek çok belediye başkanlığı ve il meclis üyelikleri kazandırdı.

Sokaklar babam kokuyordu

Babamı hiç tanımadım, kokusunu da bilmem. Kulaklarımda çınlayan ne bir sesi ne de duvarımızda asılı bir resmi vardı. Olsaydı hep bakardım… Tam beş yaşındaydım. Bunların yokluğuyla bir gün sordum anneme. “Beni kaçırdı, köyden alıp getirdi buralara. Gerçi İzmir çok güzel ama…” dedi. Sustu, gözlerini tavana dikti, sonra da, “Benim için çoktan öldü baban,” dedi. ‘Benim için neden ölmedi?’ diye geçirdim aklımdan, hayıflandım. Biraz da gönül koydum. Babasızlık çok zormuş, insan büyüdükçe bunu daha iyi anlıyor. Örneğin sokaklarda hiç kavga etmedim, kavgadan kaçtım hep.

KESSAB ( GÜZEL EV ) SALDIRISI, 1915'İN DEVAMIDIR !

Suriye'de savaş bütün vahşeti ile devam ediyor.İktidarda bulunan Esad güçleri ile,muhalif güçler arasında,savaşın bilançosu her geçen gün daha da artmaktadır.Türkiye,Ürdün,Lübnan ve Avrupa ülkelerine göç eden Suriye'lilerin sayısı artık milyonları geçmiştir.Mülteci olabilmek için yollarda ölüm haberleri günlük haberlerin artık olağan bir parçası haline geldi.Ölü,sakat,yaralı kalanlar ile evsiz ve hastalıktan ölüm eşiğinde bekleyen Suriye halkının acısı her geçen gün artmakta ve na zaman sona ereceği belli değildir.

Yerel Seçimlerden Kaos Çıktı

Seçimleri herkes kendi sınıfsal penceresinde değerlendirmeye devam ediyor ve edecektir. Bazıları bu seçimlerden büyük anlamlar yükledikleri için, büyük beklentiler içine girdiler ve sonuçlar ortaya çıktığında hayal kırıklıkları yaşadılar. Ayrıca, seçimlerin sonuçları seçim öncesinden belliydi. AKP % 40’ın altına düşmeyecekti. Bütün veriler ve kamuoyu yoklamaları bu doğrultudaydı. AKP ve Erdoğan’da bunu bildiği için rahat davranıyordu.

Saflar çoktan seçildi,kazanan sokaklar ve alanlar olacak!

Başta AKP olmak üzere birçok çevre tarafından “milat” (Tayyip, 25.03.14) olarak gösterilen, yerelden öte “genel” anlamı yüklenen 30 Mart seçimleri; yakın dönemde hemen her tarafça girişilen tahkimatın son durumunu yansıtan verileriyle geride kalmış, üçlü sandık sürecinin ilk aşaması tamamlanmıştır. 30 Mart bir milat değildir ama üreteceği sonuçlardan kaynaklı, kritik bir viraj olma niteliğiyle, kayda değer etkilerde bulunacaktır.

Hırsızlar Kazanınca Demokrasi Kayıpta

Demokratik bir ortamda en doğal hak olan seçme ve seçilme hakkını kullanmak isteyen, yani demokratik, laik, hukuk ve adalet kurallarının uygulandığı, toplumsal barışın sağlandığı, eşitlikçi, özgürlükçü, sosyal bir devlet ve yönetim arzu eden insanlar, ne yazık ki, bir kez daha hırsızlar karşısında yenilgiye uğradı.

Türkiye' de Seçimleri Proletarya Köylü Kazandı.

İster seçim kağıdında gözükelim isterse de gözükmeyelim. 

En çok parti katılımlı bir seçim yaşadık. 

Lakin ki .....

Gönül isterdi ki oklar karşısında  tüfekler zafer kazanmasın. 

Selam olsun neo liberal politikalarla ortaya çıkan proletarya köylüye.

Selam olsun neo liberal politikaların üretimi içerisinde yaşarken yeniden sanayi ve statükocu üretimin proletarya köylüsü olabilme özlemi çekenlere.

Selam olsun neo liberal politikaların içerisinde yaşayan proletarya köylünün zaferine.

Selam olsun.....

Evet bir seçim daha bitti.

Halkın Günlüğünde Malumun İlanı

Darısı şimdi olmasa da gelecekte herkesin başına.

Bir kez daha Dadaistçe yazmak.  

Ortak yaşamlardır hayatı değiştirecek olan.

Nasıl yaşıyorsan öyle .......

Nefes al, nefes ver. Nefes al, nefes ver.

1 ) Bu memlekette  yönetenlerin yönetememe hakları olamaz ( mı  )  yahu ?

Türkiye işçi sınıfının güncel hâli

“Senden yana olanların da, sana karşı olanların da; bir değeri yok seni anlamadıkça.”[2]

31 Ocak 2014’de Paris’te gözlerini kapatan sürgündaşım ve yoldaşım devrimci sendikacı Mehmet Ertürk’ün[3] anısı önünde saygıyla eğilerek, Türkiye bağlamında işçi sınıfının -güncel- hâline değineceğim konuşmama, İsveçli yönetmen Ingard Bergman’ın, “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir,” saptamasına katılmadığımı belirterek başlamak istiyorum.

Sayfalar