Cuma Mart 29, 2024

“Süreç kendini yenilenmeyenleri affetmez!”

Dünyada ve Türkiye'de emperyalist-kapitalist sistemin neden olduğu ekonomik politik krizler sıcak savaş şekline bürünmüş; yoksulluk, ölüm, göç, katliamlar dünyanın olağanı haline gelmiş durumdadır. Durum buyken Hindistan, Filipinler gibi birkaç coğrafyadaki Maoist partiler dışında komünizm hayaletinin dolaştığını söyleyebilecek durumda değiliz. Çoğu yerde komünist partiler artık sadece isim olarak mevcuttur. Elbette ki halklar yaşadıkları zulme sessiz kalmıyorlar. Dünyanın dört bir yanında ezilenler ayakta! Fakat bu isyanlar ya kendiliğinden gelişip zaman içinde sistem tarafından etkisizleşiyor ya da başta dini cihatçı örgütler olmak üzere ulusal, kültürel hareketlerin önderliğinde silahlı ya da barışçıl şekilde yaşanıyor. Yani ezilenler tepkilerini göstermekten, canlarını feda etmekten kaçınmamakta ama bu 19. yy. sonu ve 20. yy'ın son çeyreğine kadarki dönemde olduğu gibi komünist ideolojiyle olmamaktadır. En genel haliyle bunun nedeninin komünist partilerin Marksizm'i kendi ülke koşullarına uyarlama ve geçen zamanda ortaya çıkan çelişkilere gör kendini yenileme, konumlandırma yeteneğini göstermemeleri bahsi geçen coğrafyalarda kök salamamalarına, yabancılaşmalarına yol açmıştır.

Bu yabancılaşmaya rağmen başta SSCB'nin ve Çin'in revizyonistleşmesi ve SSCB'nin uzun bir sosyal emperyalistlik döneminden sonra çöküşü, kolektifimizin de çeşitli defalar saptadığı gibi “tasfiyecilik rüzgarlarının” esmesini getirmiştir. Bu rüzgar, halk içinde kök salmayan, ideolojisini yerelleştirip politikasını somut koşulların somut tahliline göre yapamayan KP'lerin bazılarının çatısını uçurdu, bazılarının evini tamamen yıktı, bazıları kapıdan pencereden her tarafından hasar gördü.

Tasfiyecilik rüzgarının etkilerine erken dönemden dikkat çeken kolektifimizin yeterli bir ideolojik-politik-örgütsel hazırlık yapmamış olduğu, sınıf mücadelesindeki yeri ve etki gücüyle ortadadır. Sınıf çelişkilerinin ulaştığı boyutla KP'nin buna cevap olabilme yeteneği arasındaki açı farkı, varlığı sınıf mücadelesine bağlı olan KP'ler için sürekli bir kriz nedenidir. Bu krizlerin tek çözüm yolu aradaki açı farkını kapatmaktır. Yani, sınıf çelişkilerine cevap olabilme yeteneğini kazanmaktır. Buradaki temel mesele, bir KP'nin bahsi geçen açı farkının kökenlerini çözümleyebilmesi, yaşanan krizin yapısal mı yoksa geçici-tekil sorunlar nedeniyle mi çıktığının belirlenmesidir. Eski hatalara tekrar düşmemenin tek yolu budur!

“Gerçeğin gözüne bakmak” zorunluluktur!

Genel olarak krizler mevcut çelişkiler arasında bozulmuş olan dengenin tekrar yeni koşullarda kurulabilmesi imkanını da içinde taşıyan patlamalar olarak tanımlayabiliriz. Krizler, mevcut durumun sürdürülemezliğinin kanıtıdır. Her kriz, çelişkilerin artık yeni bir evreye sıçrayacak olgunluğa geldiğini de gösterir.

Krizler, süreçlere müdahil olamama, yönetememe, karmaşa gibi çeşitli emarelerle kendini gösterir. Bir KP açısından bu aşamadan sonra önemli olan krize girmiş olmak değil bu krizi nedenleriyle birlikte çözümleyip kendini yenileyebilme olanağı olarak kullanabilmesidir. Krizler, bazen kangrenleşmiş sorunların köklü çözümü için önemli fırsatlar olarak ortaya çıkarlar.

Bu nedenle KP'lerin yaşadığı krizler karşısında paniğe kapılıp moral bozmak yerine krizlere ortaya çıkaran çelişkilere, krizlerin niteliğine objektif olarak yoğunlaşmaları, bunun için gerekli mekanizmaları yaratmaları ve krizi KP'nin ileriye doğru bir sıçrama tahtası olarak kullanabilmesi büyük önem taşır.

Ezilen halklar için iktidar savaşımında örgütten başka bir silah yoktur. Bu nedenle KP'lerin yaşadıkları krizlere, hiçbir dolaylı yola sapmadan, “gerçeğin gözlerinin içine bakma” cesaretini göstererek yaklaşmaları hayati zorunluluktur. Kriz dönemleri, çözümün yavaştan alınmasını gerekli müdahalelerde eksik kalınmasının ertelemeci yaklaşımın gelişmesi kaldırılamaz. Bu dönemler devrimci kadroların-militanların tüm yeteneklerini, yaratıcılıklarını, ataklıklarını sonuna kadar kullanmaları gereken dönemlerdir. Stalin'in “her şeyi kadrolar belirler” şiarının her zaman bilincinde olunması gereklidir. “Kim yapacak?” sorusunun cevabı her zamankinden daha fazla “ben-biz” olarak gür sesle verilmelidir.

“Eğer bir siyasal parti, hastalığa doğru ad koymak, hastalığı doğru teşhis etmek ve tedavi çaresini aramak cesaretini göstermiyorsa, o, saygıdeğer bir Parti olamaz.” (Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, s. 141)

Yaşanan hastalıklar krizlerin nedenlerini doğru adlandırmaya ve tedavi edemeyen bir parti saygıyı değer olamaz, çünkü kendi sorunlarına dürüst yaklaşmayan bir parti, sınıf mücadelesinin sorunlarına vakıf olabilme özelliğine sahip olamaz. Sınıf mücadelesinde etkin rol oynayamaz. Zaman geçtikçe güç kaybeder, tarih sahnesinden silinir.

Partilerin yaşadıkları krizlere dair Lenin ve Mao'da çok sayıda yol gösterici örnek bulabiliriz. Bolşevik parti içinde Lenin sayısız krizle uğraşmıştır. 1905 yılında yaşanan parti krizinde görüldüğü gibi parti komitelerine başvurmuş, tüm partiyi sorumluluklarını yerine getirmeyen MK'ya karşı tüzüğün verdiği haklara dayanarak harekete geçirmiştir. (Lenin, S.E., c.3, Parti kongresi isimli makale ve dipnotlara bakılabilir.) Lenin, krizlerin Marksistçe çözümü için harekete geçen devrimci kadrolara yönelik “isyan güzledir” der. (Bir Adım ileri iki Adım Geri, s. 238)

İ. Kaypakkaya'nın önderimiz olması bizler için her zaman övünç kaynağı olmuştur. Bunun başlıca sebebi Kaypakkaya yoldaşın hiç çekinmeden o dönemin tüm otoritelerinin yerlerinden öfkeyle fırlamalarına aldırmadan, hatta TİİKP'nin ölüm tehditlerine rağmen komünist bir kadronun isyanının güzelliğine dayanarak ideolojik-politik-örgütsel olarak mevcut hastalıklı, reformist, revizyonist zeminden kopuş gerçekleştirmiştir. Bu kopuşun, dönemin diğer devrimci çıkışlarından farkı Marksizm'i bu topraklara özgüllemede gösterdiği başarıdır. Kemalizm, Kürt sorunu, Halk Savaşı başlıklarında zamanın fersah fersah ilerisinde belirlemeler yapmıştır. Önderlik budur! Yani yaşanan toplumsal sorunları çözümleyebilmek, gösterebilmek, ileriye doğru koşar adımlar atabilmektir.

Açıktır ki, önderlik belirli dogmalara takılarak bu dogmaları bürokratik bir yapı kurup kutsallaştırarak yapılamaz. Kaypakkaya'nın isyanı da bunlara karşı olmuştur.

Komünist hayaletinin bu topraklarda dolaşması için

Yaşadığımız coğrafyada başta Kürt sorun olmak üzere kadın sorunu, işçi-emekçilerin örgütlenmesi, ekolojik problemler, yarı-sömürgelikle bağlantılı bağımsızlık meselesi, tarım sorunu, dost örgütlerle ilişkiler, dinci hareketlerin gelişmesi, muhafazakar kesimlerin devletin ideolojik hegemonyasında bulunmaları, Alevilik ve diğer inanç ve azınlıkların sorunları, Ortadoğu'daki gelişmeler gibi temel meselelerin “somut koşulların somut tahlili” ilkesiyle ele alınıp iktidar savaşına bağlanabilmesi görevi önümüzde duruyor.

Kaybedecek tek bir saniyenin bile olmadığı bu koşullarda tüm devrimci kadroların yapılacak-yapması gereken işlerde kararlarının net olması, krizi doğuran çelişkilerin yeni sürece uygun olarak çözümlenebilmesine yoğunlaşması kısmi-palyatif adımlara değil bütünsel çözümlemelere odaklanması komünizmin bu topraklarda sadece sınırlı kesimler içinde değil tüm ezilenler içinde bir hayalet olarak dolaşabilmesi için Marksizm'i özgülleştirilebilmesine yönelmesi gereklidir. Sınıf mücadelesine yanıt olamamaktan kaynaklanan krizlerin çözümü ancak sınıf mücadelesine göre kendini ideolojik-politik-örgütsel olarak yenilemekten geçmektedir.

Bu yenileme, azmi ve isteği yaşamın, mücadelenin ta kendisidir. Son yıllarda başta Gezi İsyanı olmak üzere ortaya çıkan kitle hareketlerinin yönlendirilememesi “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” şiarını edinmemiz için belirleyici neden olmalıdır. Kaypakkaya gibi bir öndere sahip olan bir partinin gelişmekten, dogmatik/bürokratik zeminden kopmaktan korkması için bir neden yoktur. Yaşanılan yenilenme sancısıdır. Ve açıkça ortaya çıkmıştır ki, “süreç kendini yenilemeyenleri affetmeyecektir!”

 

Bakırköy Kadın Hapishanesi’nden Tutsak Partizan Hiyem Yolcu

46765

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Evet, haklısın Saygı Öztürk! “Aliboğazı’na girmesi de, çıkması da zor”

Kemalizm’in iflah olmaz, faşizmin “sol kanadı”nın yayın temsilcisi Sözcü gazetesinin Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, gazetenin dünkü sayısındaki köşesinde, Dersim’de 6 gün süren ve TSK’nın 2 askerin yaşamını yitirdiğini söylediği (ama bölge halkının anlatımı TC ordusunun kaybının daha fazla olduğu) Aliboğazı operasyonunu yazdı. Havsalası gerillanın 6 günlük direnişini pek almayan Öztürk, yazısında aynı zamanda bir gerçeğe işaret etti: “Güvenlik güçleri teröristlere en büyük kayıpları burada verdirir ama şehitler de buralarda olur. Aliboğazı’na, Kutuderesi’ne girmesi de, çıkması da zor.”

Diz çökmeyenlerin, faşizme siper olanların direnişini yükselteceğiz! Aliboğazı şehitleri ölümsüzdür!

28 Kasım günü üç halk savaşçısı Dersim’de Çemişgezek, Pulur ve Xozat ilçeleri arasında bulunan Aliboğazı Vadisi’nde TC’nin kolluk kuvvetleri ile girdikleri çatışmada ölümsüzleştiler. İki askerin de öldüğü çatışmada, Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) gerillaları Hakan (Ersin Erel)Aşkın (Hasan Karakoç) ve Tuncay (Murat Mut), faşizmin kendilerine doğrulttuğu silahlara karşı MLM bilimini rehber edinerek direndiler.

“Örgütlüysek Her Şeyiz Değilsek Hiçbir Şey” de; Bu Nasıl Olacak?

Halk gençliğini, genç kadınları, liseli gençliği, LGBTİ+’ları, değişik inançlara mensup kitleleri ya da daha genel bir ifade ile geniş halk yığınlarını maruz kaldıkları, sömürü, baskı, şiddet, asimile etme, yok sayma ve imha etme politikasına karşı mücadelesinde örgüt, tarihsel önemde bir rol oynar.

Sitemin çarkları arasında can çekişen yığınların mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. Zira mevcut sistem, varlığını sürdürdükçe dizginsiz bir sömürü, zincirlerinden boşanmış azgın bir şiddet sarmalında soluksuz kalmaya mahkûm kalacaktır.

Gelişimin diyalektik adı: MEHMET DEMİRDAĞ

Gelişimin diyalektiğini anlamak, kavramak için komünist önder Mehmet Demirdağ yoldaşın yaşamına, devrim ve parti sorunları karşısındaki duruşuna, devrimi ve Parti’yi örgütleme tarzına bakmak gerekir. O adım adım ilerleyerek büyümenin ve gelişimin zirvesidir. Küçük bir taş parçasının mücadele içinde parça parça büyüyerek granit kayalara ve oradan Dağlaşmaya varmasının adıdır. Toplumlar ve devrimler tarihinde özgürlüğü en güçlü düzeyde istemenin ve bunun savaşımını örgütlemenin öncülüğünü yapmaktır Demirdağ. Onu sıra dışı ve “özel” yapan onlarca özelliğin senteze varmasıdır.

Em hamu Kurd'ın! Em hamu Hadep'in!

On beş yıldan bu yana iktidarda bulunan AKP'nin yeni hedefi Erdoğan'ı Türkiye'nin yeni kralı, yeni başkanı yapmaktır. AKP, bugüne varana kadar hedeflerine adım adım ilerlerken aydınların, yazarların, ilericilerin, askeri vesayete karşı olanların da desteğini alırken insanları kandırabilmiştir. Ama öbür tarafta onu çok iyi tanıyan yol arkadaşları, kurmayları terk etmiş ve tek başına kalmıştır.

Patriyarkal sistemin kadınlara yönelik her türlü saldırısı politiktir! Korkmuyoruz/Susmuyoruz!

Kadınların rengi, dili, inancı, yaşadığı coğrafya ne olursa olsun, maruz kaldıkları her türlü şiddetin kaynağı bugün olduğu gibi, her dönem patriyarkal sistem olmuştur. Egemenler kendi çıkarları gereği, kadının toplumsal görevini anne/ eş olarak sınırlayıp, yaşamın her alanında kadının emeğini ve bedenini en katmerlisinden sömürüp kârlarını katlarken, aynı zamanda kadın üzerinden korkutulmuş/ susturulmuş/ biat eden bir toplum yaratmaya da çalışmaktadırlar.

Tasfiyecilik ile mücadele doğru çizgiyi oturtma mücadelesidir

Lenin, Tasfiyecilik Üzerine adlı makalesinde, tasfiyeciliği sınıf mücadelesinin ideolojik olarak yadsınması şeklinde tanımlarken, bir devrimci örgüt için ise tasfiyeciliğin “yasadışı bir sosyal-demokrat partinin gerekirliliğini yadsımak” anlamı taşıdığı ifade eder.

Çalışma tarzı üzerine -1-

Görünümde kronikleşmiş her sorunumuzun, çalışma tarzımızdaki hatalı yaklaşımların süreklileşmesiyle doğrudan bir ilgisi bulunmaktadır. Tespit düzleminde defalarca kez belirtilen sorunlarımız üzerine yine yazılar kaleme almanın can sıkıcı bir yanı bulunsa da bunun önemli bir gereklilik olduğu da açıktır.

Örgütün işlev kazanması

Korku çemberini kıracağız

Ülkemizde zulüm kol geziyor,toplu katliam,işkence,kadına , çocuğa tecavüz yasalarla resmileştiriliyor. Biz hala kör,sağır ve dilsiz yaşamayı tercih ediyoruz. Kaderciliğe boyun eğme,korkuyla uyuyup,hergün ölüm haberleriyle kalkmak günlük yaşamımızın sıradan bir parçası olmuş , acı olanı ölümleri kanıksamış gibiyiz. Şunu söylemeliyim ki,özgürlüğün ve demokrasinin en büyük düşmanı,faşizm tarafından yaşatıldığımız katliam ve zülümlere karşı sessiz kalmamızdır. Kendi özgürlüğümüzden vaz geçerek,kölece yaşamaya tercih etmemizdir.

Sıra İzmir belediyesine de gelecek! Çetin Çetin

15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek tüm muhalif kesimlere açıkça savaş açan RTE ve AKP hükümeti denetimi altına aldıkları yargı vasıtasıyla tüm muhalif kesimlere karşı gözaltı ve tutuklama saldırısı başlattı. Öyle ki 6 milyon oy alarak parlamentoda 3. parti konumundaki HDP’nin eşbaşkanlarının içinde bulunduğu 11 milletvekili tutuklanarak çeşitli hapishanelere konuldu. Öyle bir kin, öyle bir düşmanlık güdülüyor ki eşbaşkanlar ve milletvekilleri aile ve yakınlarından çok uzak yerlerdeki hapishanelere konularak aile ve çevrelerine de zulüm ediliyor.

Ölü paradigma ve ulus-devlet

“Osmanlı talancı bir imparatorluktu; ekonomik artığın üretiminden (köleci Roma, kapitalist Britanya gibi) ziyade, esas olarak vergi ve gasp yoluyla el konulmasına dayanıyordu; tutsak aldığı halkların yaşamları, üretim sistemleri pek umurunda değildi, esas olarak parazit bir yapısı vardı.” (Ergin Yıldızoğlu; http://globalpolitikultur.blogspot.com.tr/2007/11/pax-ottomana-ve-dier-masallar.html).

Sayfalar