Perşembe Nisan 25, 2024

“Süreç kendini yenilenmeyenleri affetmez!”

Dünyada ve Türkiye'de emperyalist-kapitalist sistemin neden olduğu ekonomik politik krizler sıcak savaş şekline bürünmüş; yoksulluk, ölüm, göç, katliamlar dünyanın olağanı haline gelmiş durumdadır. Durum buyken Hindistan, Filipinler gibi birkaç coğrafyadaki Maoist partiler dışında komünizm hayaletinin dolaştığını söyleyebilecek durumda değiliz. Çoğu yerde komünist partiler artık sadece isim olarak mevcuttur. Elbette ki halklar yaşadıkları zulme sessiz kalmıyorlar. Dünyanın dört bir yanında ezilenler ayakta! Fakat bu isyanlar ya kendiliğinden gelişip zaman içinde sistem tarafından etkisizleşiyor ya da başta dini cihatçı örgütler olmak üzere ulusal, kültürel hareketlerin önderliğinde silahlı ya da barışçıl şekilde yaşanıyor. Yani ezilenler tepkilerini göstermekten, canlarını feda etmekten kaçınmamakta ama bu 19. yy. sonu ve 20. yy'ın son çeyreğine kadarki dönemde olduğu gibi komünist ideolojiyle olmamaktadır. En genel haliyle bunun nedeninin komünist partilerin Marksizm'i kendi ülke koşullarına uyarlama ve geçen zamanda ortaya çıkan çelişkilere gör kendini yenileme, konumlandırma yeteneğini göstermemeleri bahsi geçen coğrafyalarda kök salamamalarına, yabancılaşmalarına yol açmıştır.

Bu yabancılaşmaya rağmen başta SSCB'nin ve Çin'in revizyonistleşmesi ve SSCB'nin uzun bir sosyal emperyalistlik döneminden sonra çöküşü, kolektifimizin de çeşitli defalar saptadığı gibi “tasfiyecilik rüzgarlarının” esmesini getirmiştir. Bu rüzgar, halk içinde kök salmayan, ideolojisini yerelleştirip politikasını somut koşulların somut tahliline göre yapamayan KP'lerin bazılarının çatısını uçurdu, bazılarının evini tamamen yıktı, bazıları kapıdan pencereden her tarafından hasar gördü.

Tasfiyecilik rüzgarının etkilerine erken dönemden dikkat çeken kolektifimizin yeterli bir ideolojik-politik-örgütsel hazırlık yapmamış olduğu, sınıf mücadelesindeki yeri ve etki gücüyle ortadadır. Sınıf çelişkilerinin ulaştığı boyutla KP'nin buna cevap olabilme yeteneği arasındaki açı farkı, varlığı sınıf mücadelesine bağlı olan KP'ler için sürekli bir kriz nedenidir. Bu krizlerin tek çözüm yolu aradaki açı farkını kapatmaktır. Yani, sınıf çelişkilerine cevap olabilme yeteneğini kazanmaktır. Buradaki temel mesele, bir KP'nin bahsi geçen açı farkının kökenlerini çözümleyebilmesi, yaşanan krizin yapısal mı yoksa geçici-tekil sorunlar nedeniyle mi çıktığının belirlenmesidir. Eski hatalara tekrar düşmemenin tek yolu budur!

“Gerçeğin gözüne bakmak” zorunluluktur!

Genel olarak krizler mevcut çelişkiler arasında bozulmuş olan dengenin tekrar yeni koşullarda kurulabilmesi imkanını da içinde taşıyan patlamalar olarak tanımlayabiliriz. Krizler, mevcut durumun sürdürülemezliğinin kanıtıdır. Her kriz, çelişkilerin artık yeni bir evreye sıçrayacak olgunluğa geldiğini de gösterir.

Krizler, süreçlere müdahil olamama, yönetememe, karmaşa gibi çeşitli emarelerle kendini gösterir. Bir KP açısından bu aşamadan sonra önemli olan krize girmiş olmak değil bu krizi nedenleriyle birlikte çözümleyip kendini yenileyebilme olanağı olarak kullanabilmesidir. Krizler, bazen kangrenleşmiş sorunların köklü çözümü için önemli fırsatlar olarak ortaya çıkarlar.

Bu nedenle KP'lerin yaşadığı krizler karşısında paniğe kapılıp moral bozmak yerine krizlere ortaya çıkaran çelişkilere, krizlerin niteliğine objektif olarak yoğunlaşmaları, bunun için gerekli mekanizmaları yaratmaları ve krizi KP'nin ileriye doğru bir sıçrama tahtası olarak kullanabilmesi büyük önem taşır.

Ezilen halklar için iktidar savaşımında örgütten başka bir silah yoktur. Bu nedenle KP'lerin yaşadıkları krizlere, hiçbir dolaylı yola sapmadan, “gerçeğin gözlerinin içine bakma” cesaretini göstererek yaklaşmaları hayati zorunluluktur. Kriz dönemleri, çözümün yavaştan alınmasını gerekli müdahalelerde eksik kalınmasının ertelemeci yaklaşımın gelişmesi kaldırılamaz. Bu dönemler devrimci kadroların-militanların tüm yeteneklerini, yaratıcılıklarını, ataklıklarını sonuna kadar kullanmaları gereken dönemlerdir. Stalin'in “her şeyi kadrolar belirler” şiarının her zaman bilincinde olunması gereklidir. “Kim yapacak?” sorusunun cevabı her zamankinden daha fazla “ben-biz” olarak gür sesle verilmelidir.

“Eğer bir siyasal parti, hastalığa doğru ad koymak, hastalığı doğru teşhis etmek ve tedavi çaresini aramak cesaretini göstermiyorsa, o, saygıdeğer bir Parti olamaz.” (Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, s. 141)

Yaşanan hastalıklar krizlerin nedenlerini doğru adlandırmaya ve tedavi edemeyen bir parti saygıyı değer olamaz, çünkü kendi sorunlarına dürüst yaklaşmayan bir parti, sınıf mücadelesinin sorunlarına vakıf olabilme özelliğine sahip olamaz. Sınıf mücadelesinde etkin rol oynayamaz. Zaman geçtikçe güç kaybeder, tarih sahnesinden silinir.

Partilerin yaşadıkları krizlere dair Lenin ve Mao'da çok sayıda yol gösterici örnek bulabiliriz. Bolşevik parti içinde Lenin sayısız krizle uğraşmıştır. 1905 yılında yaşanan parti krizinde görüldüğü gibi parti komitelerine başvurmuş, tüm partiyi sorumluluklarını yerine getirmeyen MK'ya karşı tüzüğün verdiği haklara dayanarak harekete geçirmiştir. (Lenin, S.E., c.3, Parti kongresi isimli makale ve dipnotlara bakılabilir.) Lenin, krizlerin Marksistçe çözümü için harekete geçen devrimci kadrolara yönelik “isyan güzledir” der. (Bir Adım ileri iki Adım Geri, s. 238)

İ. Kaypakkaya'nın önderimiz olması bizler için her zaman övünç kaynağı olmuştur. Bunun başlıca sebebi Kaypakkaya yoldaşın hiç çekinmeden o dönemin tüm otoritelerinin yerlerinden öfkeyle fırlamalarına aldırmadan, hatta TİİKP'nin ölüm tehditlerine rağmen komünist bir kadronun isyanının güzelliğine dayanarak ideolojik-politik-örgütsel olarak mevcut hastalıklı, reformist, revizyonist zeminden kopuş gerçekleştirmiştir. Bu kopuşun, dönemin diğer devrimci çıkışlarından farkı Marksizm'i bu topraklara özgüllemede gösterdiği başarıdır. Kemalizm, Kürt sorunu, Halk Savaşı başlıklarında zamanın fersah fersah ilerisinde belirlemeler yapmıştır. Önderlik budur! Yani yaşanan toplumsal sorunları çözümleyebilmek, gösterebilmek, ileriye doğru koşar adımlar atabilmektir.

Açıktır ki, önderlik belirli dogmalara takılarak bu dogmaları bürokratik bir yapı kurup kutsallaştırarak yapılamaz. Kaypakkaya'nın isyanı da bunlara karşı olmuştur.

Komünist hayaletinin bu topraklarda dolaşması için

Yaşadığımız coğrafyada başta Kürt sorun olmak üzere kadın sorunu, işçi-emekçilerin örgütlenmesi, ekolojik problemler, yarı-sömürgelikle bağlantılı bağımsızlık meselesi, tarım sorunu, dost örgütlerle ilişkiler, dinci hareketlerin gelişmesi, muhafazakar kesimlerin devletin ideolojik hegemonyasında bulunmaları, Alevilik ve diğer inanç ve azınlıkların sorunları, Ortadoğu'daki gelişmeler gibi temel meselelerin “somut koşulların somut tahlili” ilkesiyle ele alınıp iktidar savaşına bağlanabilmesi görevi önümüzde duruyor.

Kaybedecek tek bir saniyenin bile olmadığı bu koşullarda tüm devrimci kadroların yapılacak-yapması gereken işlerde kararlarının net olması, krizi doğuran çelişkilerin yeni sürece uygun olarak çözümlenebilmesine yoğunlaşması kısmi-palyatif adımlara değil bütünsel çözümlemelere odaklanması komünizmin bu topraklarda sadece sınırlı kesimler içinde değil tüm ezilenler içinde bir hayalet olarak dolaşabilmesi için Marksizm'i özgülleştirilebilmesine yönelmesi gereklidir. Sınıf mücadelesine yanıt olamamaktan kaynaklanan krizlerin çözümü ancak sınıf mücadelesine göre kendini ideolojik-politik-örgütsel olarak yenilemekten geçmektedir.

Bu yenileme, azmi ve isteği yaşamın, mücadelenin ta kendisidir. Son yıllarda başta Gezi İsyanı olmak üzere ortaya çıkan kitle hareketlerinin yönlendirilememesi “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” şiarını edinmemiz için belirleyici neden olmalıdır. Kaypakkaya gibi bir öndere sahip olan bir partinin gelişmekten, dogmatik/bürokratik zeminden kopmaktan korkması için bir neden yoktur. Yaşanılan yenilenme sancısıdır. Ve açıkça ortaya çıkmıştır ki, “süreç kendini yenilemeyenleri affetmeyecektir!”

 

Bakırköy Kadın Hapishanesi’nden Tutsak Partizan Hiyem Yolcu

46821

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

TKP/ML- TİKKO Gerillalarından Bombalı Pankart

Yerel  kaynaklardan  öğrendiğimiz  bilgilere göre,  10 Nisan2014 günü TKP/ML’ye bağlı TİKKO gerillaları Ovacık’ta yol kapatma eylemi yaparak bombalı pankart astı.

Değişimlere Direnen İdeal İnadımı

Aradan otuz yıl geçmişti, ben daha ülkedeyken tanıdığım kadim bir dost diye bildiğim Hasan’a misafirliğe gitmiştim. Hal hatır faslından sonra kardeşi olan Hüseyin’in durumunu sormuştum. Aldığım cevap ise, ‘’Annesi ve babası bir olan bir ilişki içinde değiliz maalesef’’ olmuştu.

Çocukluğumdan beri anne ve babası bir diye bildiğim bu kadim dostumun söyledikleri kafamı epey karıştırmasına yetmişti bile. Hasan bana dönerek ‘’Yok yok zannettiğin gibi değil ya da düşündüğün anlamda baba veya annemiz bir değil anlamında söylemedim’’ diye tekrar aynı vurguyu yapmıştı.

Eleştirinin sefaleti

Halkın Günlüğü gazetesinin 16–28 Şubat 2014 tarihli 77 sayısında “Eleştirinin Eleştirisi!” başlıklı bir yazı yayımlandı.

Munzur’dan İstanbul'a Yaralı Kartal: Ali Uçar!

Yıl 1974 Haziran’ıydı. Seni İstanbul- Kazlıçeşme’de tanıdım. Daha çok gençtin, 16 yaşındaydın. Dersim-Ovacik Cakperi köyünde yoksul ama Munzur suyu kadar temiz bir Anne-Baba'dan gelmeydin. Okullar yaz tatiline girmiş sen ve abin Musa Uçar okul paranızı ve ailenize maddi yardımda bulunmak için Kazlıçeşme deri fabrikalarında çalışacaktınız. Okullar açıldığında ise geri Dersim’e dönerek eğitiminizi sürdürecektiniz. Ama öyle olmadı. Partimizle tanıştın. Eğitimini yarıda bıraktın. Zeytinburnu’nda işçi sınıfı içerisinde örgütlendin, örgütledin.

Sürecin hasasiyetine hasasiyetle cevap vermek gerekiyor

Yaklaşık 30 yıldan beridir Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin seslendirilmesini üstlenerek öncülük eden Kürt siyasal hareketin siyasal konumunda olan siyasal güçleri, son barış sürecinin heyecanıyla atağa kalktıklarından beri, ağızlarından hiç düşürmedikleri süreç ve bu sürecin ortaya koyduğu ‘’süreç çok hassastır’’ söylemidir. 

Yaşamı degistirmek için tüm renkleriyle örgütlenmek[1]

“İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe insan değildir.”[2]

Yaşamı, tüm renkleriyle, hep beraber, “11 Tez”in ısrarlı yaratıcı/ yıkıcılığıyla birlikte, el ele, omuz omuza örgütlemek insan olmanın ve kalmanın “olmazsa olmazı” olsa da, sürdürülemez kapitalizmin yıkım ve yoksulluk dünyasında hiç de kolay değildir…

KAPİTALİST VAHŞET

Seçim mi Devrim mi ?


Bu coğrafyada halklar düzenin yüz yıldır sahnelediği seçim oyununa katılmakla baltayı bilinçsizce hep kendi ayaklarına indirdiler. Bu 30 Mart yerel seçiminde de halk diğer seçimlerde olduğu gibi yine kendisine biçilen militan figüranlık rolünü oynadı. Yorucu bir seçim kampanyasını sırtlayarak Meclis partilerine pek çok belediye başkanlığı ve il meclis üyelikleri kazandırdı.

Sokaklar babam kokuyordu

Babamı hiç tanımadım, kokusunu da bilmem. Kulaklarımda çınlayan ne bir sesi ne de duvarımızda asılı bir resmi vardı. Olsaydı hep bakardım… Tam beş yaşındaydım. Bunların yokluğuyla bir gün sordum anneme. “Beni kaçırdı, köyden alıp getirdi buralara. Gerçi İzmir çok güzel ama…” dedi. Sustu, gözlerini tavana dikti, sonra da, “Benim için çoktan öldü baban,” dedi. ‘Benim için neden ölmedi?’ diye geçirdim aklımdan, hayıflandım. Biraz da gönül koydum. Babasızlık çok zormuş, insan büyüdükçe bunu daha iyi anlıyor. Örneğin sokaklarda hiç kavga etmedim, kavgadan kaçtım hep.

KESSAB ( GÜZEL EV ) SALDIRISI, 1915'İN DEVAMIDIR !

Suriye'de savaş bütün vahşeti ile devam ediyor.İktidarda bulunan Esad güçleri ile,muhalif güçler arasında,savaşın bilançosu her geçen gün daha da artmaktadır.Türkiye,Ürdün,Lübnan ve Avrupa ülkelerine göç eden Suriye'lilerin sayısı artık milyonları geçmiştir.Mülteci olabilmek için yollarda ölüm haberleri günlük haberlerin artık olağan bir parçası haline geldi.Ölü,sakat,yaralı kalanlar ile evsiz ve hastalıktan ölüm eşiğinde bekleyen Suriye halkının acısı her geçen gün artmakta ve na zaman sona ereceği belli değildir.

Yerel Seçimlerden Kaos Çıktı

Seçimleri herkes kendi sınıfsal penceresinde değerlendirmeye devam ediyor ve edecektir. Bazıları bu seçimlerden büyük anlamlar yükledikleri için, büyük beklentiler içine girdiler ve sonuçlar ortaya çıktığında hayal kırıklıkları yaşadılar. Ayrıca, seçimlerin sonuçları seçim öncesinden belliydi. AKP % 40’ın altına düşmeyecekti. Bütün veriler ve kamuoyu yoklamaları bu doğrultudaydı. AKP ve Erdoğan’da bunu bildiği için rahat davranıyordu.

Saflar çoktan seçildi,kazanan sokaklar ve alanlar olacak!

Başta AKP olmak üzere birçok çevre tarafından “milat” (Tayyip, 25.03.14) olarak gösterilen, yerelden öte “genel” anlamı yüklenen 30 Mart seçimleri; yakın dönemde hemen her tarafça girişilen tahkimatın son durumunu yansıtan verileriyle geride kalmış, üçlü sandık sürecinin ilk aşaması tamamlanmıştır. 30 Mart bir milat değildir ama üreteceği sonuçlardan kaynaklı, kritik bir viraj olma niteliğiyle, kayda değer etkilerde bulunacaktır.

Sayfalar