Cuma Nisan 19, 2024

Taksim iradesi ne için ve kime karşı? Devlete mi devrimcilere mi?

Olağanüstü hal koşullarında devletin yoğun abluka ve kuşatmasına, engelleme ve tehditlerine rağmen Taksim iradesini sergilemek kuşkusuz devrimci bir çıkıştır. Faşist diktatörlüğün hem de ’77 katliamının 40. yılında Taksim Meydanını emekçilere kapatmasına karşı bir duruş sergilemek ve meydan okumak bugünkü politik iklim içinde oldukça değerli ve anlamlıdır. Eşitsiz güç dengelerine rağmen Taksim iradesi göstermek bedel ödeme cüreti ve kararlılığının da bir göstergesi olmuştur.

Bu zeminden hareket ederek 1 Mayıs günü Taksim için Gayrettepe’de diğer devrimci, ilerici güçlerle bir araya gelindi. Bu sırada düşmanla burun buruna iken eyleme dair son hazırlıklar yapılmakta iken 15 kişilik bir grubun Partizan kitlesine saldırısı gerçekleşti. Kendisini “gerçek”, “hakiki” Partizan olarak gören bu grup mensupları, henüz toplanma aşamasındayken saldırıya geçmiş ve şiddet pratiğine yönelmiştir. Tüm kurumların gözü önünde cereyan eden bu saldırıya herhangi bir karşı saldırıda bulunmadan pankartlara sahip çıkarak ve saldıranları sakinleştirmeye çalışarak yanıt verilmiştir. Diğer kurumların araya girmesi de bu grubu durduramamıştır. Nihayetinde şiddet pratiği, düşmanın gaz bombalı saldırısıyla kesilmiştir.

Açık ki söz konusu saldırı, devrimci güçlerin dikkatini bu noktaya çekmiş düşman da bunu fırsata çevirmiştir. 30 bini aşkın gücü ile Taksim’i işçi sınıfı ve emekçilere yasaklamak için hazırlık yapan faşist devlete, devrimci, ilerici güçler meydan okumuş ve bu yasağı tanımayacaklarını ilan etmiştir. Bir araya gelişin amacı tam da budur! Yapılan hazırlık ve planlamalar buna dairdir. Politik hedef ve çıkış bunun üzerinden örgütlenmiştir. Öyleyse bu tablo içinde bir soru ortaya çıkıyor.

Alana herhangi bir pankart veya flama ile gelmeyen bu grubun amacı nedir?

Bahsini ettiğimiz grup, toplanma alanının etrafında birkaç tur atmış ve Partizan kitlesinin alana gelmesini, pankart açmasını beklemiştir. Pankart açılır açılmaz da kapatılması gerektiğini deklare ederek saldırıya geçmiştir.

Açık ki bu grup, altına imza attıkları Taksim iradesini büyütme kaygısı ve politik yaklaşımı ile hareket etmemiştir. Sürecin bu çizgi tarafından, faşist diktatörlüğün Taksim yasağında simgeleşen; işçi sınıfı ve emekçi yığınlara dönük tutumunu protesto etmek veya kırmak yaklaşımıyla ele alınmadığı da açıktır. Zira, öyle olsaydı kendi görüşlerini ifade eden bir pankart ve hazırlık içinde olunurdu. Devrimci güçlerle yapılan toplantılara bu kesim de katılmış, imzacı olmuş ancak 1 Mayıs günü hazırlığını Bakırköy Meydanına dönük yapmıştır. Elbette bu da yapılabilirdir. Bakırköy’e gitmek de bir tercihtir. Ne var ki Taksim’de olunacağına dair kamuoyuna yapılan açıklamanın altına imza atıldıktan sonra beklenen burada olunmasıdır. Haksızlık etmeyelim, bu grup Taksim için Gayrettepe’ye gelmiştir. Ancak görünen o ki Taksim ısrarı ve iradesini büyütmek için değil. Motivasyonlarının, kurum içi tartışmalar olduğu buradaki gündemin, işçi sınıfı ve emekçi yığınların böylesine önemli tarihsel bir gününün önüne geçtiği anlaşılıyor. Alanda düşmanla karşı karşıya gelinmişken,  devrimci, ilerici güçlerin yaptığı hazırlık ve toplamın güvenliği kurumumuza pankart açtırılmaması pahasına göz ardı edilmiştir. Düşmanın gözü önünde tüm kurumlar ve güçleri tehlikeye atacak bir pratiğe girmekten imtina etmemişlerdir. Kurumların ve bizim herhangi bir provokasyon zeminine mahal vermemek adına müdahalelerimize rağmen ısrarla bu tutum sürdürülmüştür.

Öyleyse burada devrimci, ilerici güçlerin oradaki varlığı ve güvenliği, daha geniş bir yaklaşımla Taksim yasağına yönelik irade ve duruşun bu grup mensupları ve temsil ettikleri çizgi tarafından dikkate alınmadığını söylemek yanlış olmaz. Öyleyse söz konusu grubun, çizginin pratiğine yöne veren ideolojik yaklaşım nedir?

Devrimci kaygılar mı iktidar hırsı mı?

Bu soruya yanıt ararken öncelikle devrimci bir çizginin hangi politik yaklaşımlar ve kaygılarla hareket etmesi gerektiğine bakmak doğru olacaktır.

Bizler, kendini işçi sınıfının öncü ve önder müfrezesi olarak addeden ve bu çizgide-uğurda mücadele eden bir geleneğin sürdürücüleriyiz. Kendini emekçi yığınların özgür, eşit ve bağımsız bir dünya mücadelesine adayan devrimcileriz. Kolektifimizin temel ideolojik, politik tespitleri ve güzergâhında, halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm mücadelesini sürdürüyoruz. Bugün OHAL altında zulüm, baskı, gözaltı ve tutuklamalar eşliğinde azgınca sömürülen işçi sınıfı ve emekçi halkımızın kurtuluşu için çaba gösteriyoruz. Dünyaya bakışımızın temelinde tam da yığınların yaşadığı korkunç yoksulluk ve yoksunluk; açlık ve sefalet, acı ve zulüm vardır. Devrimciler olarak, halkımızın özlem ve umutlarının geleceğe dair inanç ve kararlılığının bir parçası olmaya, onlarla nefes alıp vermeye çalışıyoruz. Devrimci bir çizginin, kendini emekçi halkımızın direnişinin ve mücadelesinin bir parçası ve politik düzlemde öncü gücü olarak gören bir geleneğin sorumluluğu ile hareket ediyoruz.

Kaypakkaya yoldaşın bize bıraktığı mirası sürdürmeye ve büyütmeye çalışıyoruz. Kendi gündemlerimiz içinde hapsolmadan, yığınların bizden beklentisini, daima mücadele ve gündemimizin tam da merkezine alma yaklaşımı ile hareket etmenin iddiasındayız. Açık ki, sözünü ettiğimiz bu yaklaşımın dışına taşan her pratik ve duruş, devrimci iddiamızın zayıflaması, emekçi halkımızdan uzaklaşılması anlamına gelecektir.

Öyleyse devrimciler her şeyden önce geniş emekçi yığınların geleceğine sahip çıktıkları için sorumlu olmak durumundadır. Her çelişkiye bu sorumlulukla yaklaşmak durumundadır.

Aksi durumda, kendi iktidar hırsları, dar grupsal çıkarları ile hareket edenler ise bahsi edilen kaygılarla giderek arasına mesafe koyar. Son birkaç yıldır, tüm enerjilerini kurum içinde devam eden tartışmalara vakfedenler, dahası bunu kitleye açanlar, bununla da yetinmeyip kurumlarımızı basarak gasp edenler açık ki devrimcilerin halk karşısındaki sorumlu duruşundan adım adım uzaklaşmaktadır. Geleneğimizin defalarca mahkûm ettiği şiddet pratiğini sergilemekten çekinmeyenler, ilkeler ve hukuk temelinde tartışılması gereken ve çözülebilecek sorunları çıkmaza sokanlar, sürekli kriz üreterek devrimcilere uyguladıkları şiddeti süreklileştiren ve buna türlü mazeret üretenlerin, emekçiler karşısındaki devrimci kaygılardan son sürat uzaklaştığı bir gerçektir.

Hukukumuz, kurum içinde tartışmaların hangi zeminlerde, nasıl yürütülmesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Hukuku tanımadan “ben söylüyorsam doğrudur”, “sadece ben varım, sizi yok edeceğim!” mantığıyla geleneğimizin geçmişte eleştirdiği, ideolojik zeminde tartışarak burjuva ideolojisinin devrimci saflardaki karşılığı olarak tespit ettiği, hakaret, linç, dedikodu ve şiddet pratiğini sürekli üretmek açık ki, dünyaya geniş emekçi yığınların çıkarları penceresinden bakma eyleminden vazgeçildiğinin göstergesidir.

Aksi halde faşist devletin 30 bin kişilik bir güçle kapattığı meydanı zorlama iradesi gösterenlere hem de düşmanın gözü önünde tüm devrimci, ilerici güçleri tehlikeye atarak saldırmak anlaşılır değildir!

39959

Berlin’e Savaşı Öldürmek İçin Gitmek

„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;Bizler, kadınlar olmasaydık,1945’inİlkbaharı da olmazdıYaşanmazdı”(Nonna Aleksandrovna)[1]

Berlin’e Savaşı Öldürmek,Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...

 II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir şey vardı. Sovyet kadınları...

TKP/ML-MK:8 Mart emekçi kadınların örgütlenmiş isyanıdır!

8 Mart 1857’de Amerika’da Kadın işçilerin temel hakları için mücadele ederken 129’nun yanarak katledilmesiyle temel buldu Dünya emekçi Kadınlar günü. Proleter kadınların kapitalizme karşı açtığı isyan bayrağının kızıl rengi bugün kadın hakları mücadelesinin hala temel itim gücü olmaya devam ediyor. 1857 ile rengini alan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü, bugün kadınların sınıfsal sorunları yanında ezilen cinsiyet olmasından kaynaklı sorunlarla birlikte daha geniş anlama bürünen bir toplumsal mücadele karakteri kazanmıştır.

Son kavga sınıf kavgasıdır! İsmail Cem Özkan

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” Köroğlu

Sınıf kavgasında taraflar meydana çıkıp er kavgası yapmamaktadır… Köroğlu değimi ile tüfek icat oldu. Bir tüfeğin sınıf lehine kullanılması ve sınıfı için sermaye birikimi aracı olduktan sonra savaşlar meydanlara çıkıp, daha karmaşık ilişkilerin olduğu bir alana kaydı. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar sonucu birçok insan haberi dahi olmadan, ne için öldüklerini bilmeden toplu katliamların, soykırımların kurbanı oldu.

Koçgiri'nin Onurlu Direnişi‏

Bilinmelidir ki, 1921’de Koçgiri, 1930’da Zilan ve 1937-38’de Dersim’de yaşananlar, resmi belgelerde tahrif edilerek gösterilmeye çalışıldığı gibi asla isyan değil, birer katliamdır. Hatta Dersim 1937-38 bir soykırım girişimidir.

Gelo ew ki ye / Jı wé da te ye /

Çı bejnik le ye / We ki reyhan e /

Navé wî Alîşer e / Him mér e him reyber e /

Li çiya ye Koçgîriyê zulfîkare

Kürt Ulusu Duygusal Bağlarının Olmadığı; Zoraki ‘Yaşama Birliğine’ Son Veriyor.

İsteyerek, gönüllü birlikteliği taşımayan, zoraki, tek taraflı ve baskıya dayalı bir evlilik mutlak ki, bir gün isyana başkaldırıya dönüşerek, kendi bağımsızlığını, özgürlüğünü isteyecektir. İstenen şu; bireyin, kadının, toplumun ve bir ulusun kendi iradesiyle her konuda kendisinin özgürce karar vermesidir. Kürt ulusu hiçbir zaman eşit şartlarda bir birliktelik yaşamadı. Türk ulusu her yönlü (sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve yaşamsal ) bir imtiyaza, hâkimiyete sahipti, halen de öyle. Evlenip boşanmada olduğu gibi tüm toplumsal sorunlarda da Türk ulusu ezici üstünlüğe sahiptir.

Ey Ahmet Hakan! – Kadir Amaç

Gazeteci ve haber spikeri kamuoyunu doğru bilgilendirmeye dayalı bir informasi mesleğidir! Gazeteci ve haber spikeri olan insanlar; billim adamı değildir, düşünür değildir, siyaset bilimci değildir, toplum bilimci değildir, din bilimci değildir, tarihçi değildir ve hasılı kelam jurnalcilikten başka hiç bir şey değildir!

Davutoğlu Duran Kalkan'dan korkmuyor! Teslim Töre

Basına yansıdığı kadarı ile Duran Kalkan savaşı boyutlandıracaklarını, her tarafı savaş alanına çev...ireceklerini, bu savaşla “2016 baharı Kürd'ün baharı olacaktır” diyor. Buna karşın Davutoğlu da “bizi kimse korkutamaz” ve “biz her yerde olacağız” diye yanıt veriyor. Şu savaşın Türkiye'de ne hale geldiğini ya da getirildiğini görüyor musunuz? Çok korkunç trajedi komedi bir durum. Savaşan iki güçten birisi olan PKK adına Duran Kalkan savaşla Kürtlere “baharı” getireceğini, “2016”yı “Kürtlerin baharı” yapacağını söylüyor, Duran Kalkan'ın bu açıklamasına karşın savaşın diğer tarafı olan T.

Türk Sermaye Devletinin Demokratik Kürt Ulusal Direnişine Çarpan Emperyal Hayalleri

Türkiye Emperyalist mi?

3-      Türk sermaye devleti, özellikle son on yıldır yeni arayışlar peşindedir. Daha önce de yeni nüfuz alanları elde etme çabaları olsada, son on yıllık süreçte bu çaba, milli gelirdeki yükselişle koşut gitmektedir.

4-      Kapitalizmin karakteristik özelliği, büyümek ve bunun içinde yeni pazar alanları, yeni nüfuz (egemenlik) alanları elde etmektir. Bu, savaş ve işgalle olduğu gibi, sermaye ihracıyla da olmaktadır. 

Drudiler ve annelerimizin başörtüleri

Bugün Diyarbakır'a gidiyorum, sonra da Şırnak ve ilçelerine gideceğim. Yüksekova'daki göç haberleri doğruysa gidip orayı da görmek istiyorum. Katılmak isteyen olursa Diyarbakır'da buluşup ortak bir program yapabiliriz. 

 İçimde soğuk bir ürpertiyle gidiyorum, çünkü Devlet ve PKK arasındaki savaş bugün daha kaç can alacak, yarın kaç ocak sönecek, bilmiyorum!

Sizin Olsun Perinçekçi Maoizminiz

Kovulmak .

Kaç kişiye aynı şeyi yaptınız .

Kartalyalıların yaşamamı istediği utancı yaşamayacam .

Kaçınılmazsa tanını çıkaracaksın .

Her onurlu insan gibi .

- De...  diyemeyecekseniz.

Beybiyi kötü eden nedenler .

Pratiğimiz teorimiz .

-E... inandığımız kadardır .

Maktul mini etkiliydi ve tek başına dışarı  çıkmıştı .

Herkesin bir partili olduğu memlekette .

Hiç kimsede Geziden tutun Cerattepe kadar hiç bir yerde tuttuğu  partinin flamasıyla sokağa çıkmazken .

Kışın Masalın Atına Biner Giderdik-Fadıl Öztürk

Dünyanın her yıl, üç ay sınavına girdiği, zamanın bir zalim halidir, kış. Taş uyur, gül susar, ağaç damarlarındaki suyla idare etmek için, fazlalıklarından arınmak için döker yaprağını. Toprak elini ayağını çeker hayattan. Saysan sayılacak gündür, üç ay. Sövsen sesin dolanıp seni bulacak kadar mesafededir. Saat saat geçer, gün gün, ay ay geçer, ama canlıların hayatına atılmış pusu gibidir, kış. Yoksulların bir türlü kaçamadığı, kapılarını örtseler bile, bacalarından giren ve onların iliklerine işleyen soğuktur kış. En çok onlar çekerler güneşli günlerin hasretini.

Sayfalar