Cuma Mart 29, 2024

Taksim iradesi ne için ve kime karşı? Devlete mi devrimcilere mi?

Olağanüstü hal koşullarında devletin yoğun abluka ve kuşatmasına, engelleme ve tehditlerine rağmen Taksim iradesini sergilemek kuşkusuz devrimci bir çıkıştır. Faşist diktatörlüğün hem de ’77 katliamının 40. yılında Taksim Meydanını emekçilere kapatmasına karşı bir duruş sergilemek ve meydan okumak bugünkü politik iklim içinde oldukça değerli ve anlamlıdır. Eşitsiz güç dengelerine rağmen Taksim iradesi göstermek bedel ödeme cüreti ve kararlılığının da bir göstergesi olmuştur.

Bu zeminden hareket ederek 1 Mayıs günü Taksim için Gayrettepe’de diğer devrimci, ilerici güçlerle bir araya gelindi. Bu sırada düşmanla burun buruna iken eyleme dair son hazırlıklar yapılmakta iken 15 kişilik bir grubun Partizan kitlesine saldırısı gerçekleşti. Kendisini “gerçek”, “hakiki” Partizan olarak gören bu grup mensupları, henüz toplanma aşamasındayken saldırıya geçmiş ve şiddet pratiğine yönelmiştir. Tüm kurumların gözü önünde cereyan eden bu saldırıya herhangi bir karşı saldırıda bulunmadan pankartlara sahip çıkarak ve saldıranları sakinleştirmeye çalışarak yanıt verilmiştir. Diğer kurumların araya girmesi de bu grubu durduramamıştır. Nihayetinde şiddet pratiği, düşmanın gaz bombalı saldırısıyla kesilmiştir.

Açık ki söz konusu saldırı, devrimci güçlerin dikkatini bu noktaya çekmiş düşman da bunu fırsata çevirmiştir. 30 bini aşkın gücü ile Taksim’i işçi sınıfı ve emekçilere yasaklamak için hazırlık yapan faşist devlete, devrimci, ilerici güçler meydan okumuş ve bu yasağı tanımayacaklarını ilan etmiştir. Bir araya gelişin amacı tam da budur! Yapılan hazırlık ve planlamalar buna dairdir. Politik hedef ve çıkış bunun üzerinden örgütlenmiştir. Öyleyse bu tablo içinde bir soru ortaya çıkıyor.

Alana herhangi bir pankart veya flama ile gelmeyen bu grubun amacı nedir?

Bahsini ettiğimiz grup, toplanma alanının etrafında birkaç tur atmış ve Partizan kitlesinin alana gelmesini, pankart açmasını beklemiştir. Pankart açılır açılmaz da kapatılması gerektiğini deklare ederek saldırıya geçmiştir.

Açık ki bu grup, altına imza attıkları Taksim iradesini büyütme kaygısı ve politik yaklaşımı ile hareket etmemiştir. Sürecin bu çizgi tarafından, faşist diktatörlüğün Taksim yasağında simgeleşen; işçi sınıfı ve emekçi yığınlara dönük tutumunu protesto etmek veya kırmak yaklaşımıyla ele alınmadığı da açıktır. Zira, öyle olsaydı kendi görüşlerini ifade eden bir pankart ve hazırlık içinde olunurdu. Devrimci güçlerle yapılan toplantılara bu kesim de katılmış, imzacı olmuş ancak 1 Mayıs günü hazırlığını Bakırköy Meydanına dönük yapmıştır. Elbette bu da yapılabilirdir. Bakırköy’e gitmek de bir tercihtir. Ne var ki Taksim’de olunacağına dair kamuoyuna yapılan açıklamanın altına imza atıldıktan sonra beklenen burada olunmasıdır. Haksızlık etmeyelim, bu grup Taksim için Gayrettepe’ye gelmiştir. Ancak görünen o ki Taksim ısrarı ve iradesini büyütmek için değil. Motivasyonlarının, kurum içi tartışmalar olduğu buradaki gündemin, işçi sınıfı ve emekçi yığınların böylesine önemli tarihsel bir gününün önüne geçtiği anlaşılıyor. Alanda düşmanla karşı karşıya gelinmişken,  devrimci, ilerici güçlerin yaptığı hazırlık ve toplamın güvenliği kurumumuza pankart açtırılmaması pahasına göz ardı edilmiştir. Düşmanın gözü önünde tüm kurumlar ve güçleri tehlikeye atacak bir pratiğe girmekten imtina etmemişlerdir. Kurumların ve bizim herhangi bir provokasyon zeminine mahal vermemek adına müdahalelerimize rağmen ısrarla bu tutum sürdürülmüştür.

Öyleyse burada devrimci, ilerici güçlerin oradaki varlığı ve güvenliği, daha geniş bir yaklaşımla Taksim yasağına yönelik irade ve duruşun bu grup mensupları ve temsil ettikleri çizgi tarafından dikkate alınmadığını söylemek yanlış olmaz. Öyleyse söz konusu grubun, çizginin pratiğine yöne veren ideolojik yaklaşım nedir?

Devrimci kaygılar mı iktidar hırsı mı?

Bu soruya yanıt ararken öncelikle devrimci bir çizginin hangi politik yaklaşımlar ve kaygılarla hareket etmesi gerektiğine bakmak doğru olacaktır.

Bizler, kendini işçi sınıfının öncü ve önder müfrezesi olarak addeden ve bu çizgide-uğurda mücadele eden bir geleneğin sürdürücüleriyiz. Kendini emekçi yığınların özgür, eşit ve bağımsız bir dünya mücadelesine adayan devrimcileriz. Kolektifimizin temel ideolojik, politik tespitleri ve güzergâhında, halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm mücadelesini sürdürüyoruz. Bugün OHAL altında zulüm, baskı, gözaltı ve tutuklamalar eşliğinde azgınca sömürülen işçi sınıfı ve emekçi halkımızın kurtuluşu için çaba gösteriyoruz. Dünyaya bakışımızın temelinde tam da yığınların yaşadığı korkunç yoksulluk ve yoksunluk; açlık ve sefalet, acı ve zulüm vardır. Devrimciler olarak, halkımızın özlem ve umutlarının geleceğe dair inanç ve kararlılığının bir parçası olmaya, onlarla nefes alıp vermeye çalışıyoruz. Devrimci bir çizginin, kendini emekçi halkımızın direnişinin ve mücadelesinin bir parçası ve politik düzlemde öncü gücü olarak gören bir geleneğin sorumluluğu ile hareket ediyoruz.

Kaypakkaya yoldaşın bize bıraktığı mirası sürdürmeye ve büyütmeye çalışıyoruz. Kendi gündemlerimiz içinde hapsolmadan, yığınların bizden beklentisini, daima mücadele ve gündemimizin tam da merkezine alma yaklaşımı ile hareket etmenin iddiasındayız. Açık ki, sözünü ettiğimiz bu yaklaşımın dışına taşan her pratik ve duruş, devrimci iddiamızın zayıflaması, emekçi halkımızdan uzaklaşılması anlamına gelecektir.

Öyleyse devrimciler her şeyden önce geniş emekçi yığınların geleceğine sahip çıktıkları için sorumlu olmak durumundadır. Her çelişkiye bu sorumlulukla yaklaşmak durumundadır.

Aksi durumda, kendi iktidar hırsları, dar grupsal çıkarları ile hareket edenler ise bahsi edilen kaygılarla giderek arasına mesafe koyar. Son birkaç yıldır, tüm enerjilerini kurum içinde devam eden tartışmalara vakfedenler, dahası bunu kitleye açanlar, bununla da yetinmeyip kurumlarımızı basarak gasp edenler açık ki devrimcilerin halk karşısındaki sorumlu duruşundan adım adım uzaklaşmaktadır. Geleneğimizin defalarca mahkûm ettiği şiddet pratiğini sergilemekten çekinmeyenler, ilkeler ve hukuk temelinde tartışılması gereken ve çözülebilecek sorunları çıkmaza sokanlar, sürekli kriz üreterek devrimcilere uyguladıkları şiddeti süreklileştiren ve buna türlü mazeret üretenlerin, emekçiler karşısındaki devrimci kaygılardan son sürat uzaklaştığı bir gerçektir.

Hukukumuz, kurum içinde tartışmaların hangi zeminlerde, nasıl yürütülmesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Hukuku tanımadan “ben söylüyorsam doğrudur”, “sadece ben varım, sizi yok edeceğim!” mantığıyla geleneğimizin geçmişte eleştirdiği, ideolojik zeminde tartışarak burjuva ideolojisinin devrimci saflardaki karşılığı olarak tespit ettiği, hakaret, linç, dedikodu ve şiddet pratiğini sürekli üretmek açık ki, dünyaya geniş emekçi yığınların çıkarları penceresinden bakma eyleminden vazgeçildiğinin göstergesidir.

Aksi halde faşist devletin 30 bin kişilik bir güçle kapattığı meydanı zorlama iradesi gösterenlere hem de düşmanın gözü önünde tüm devrimci, ilerici güçleri tehlikeye atarak saldırmak anlaşılır değildir!

39931

KDP,PKK...Tez,antitez ...sentez?

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde KDP bir tezdir.Emperyalizm ve sömürgecilikle mücadelede yarı-modern bir başlangıç.Kurulduğu dönemdeki emperyalizmin ve işbirlikçisi yerel sömürgeciliğin ittifaklı çullanmışlığından kaynaklı parçacı bir tez.Toplumsal gelişmenin düzeyine bağlı olarak aşiretler/aileler ittifakı temelinde politika örgütleyen bir tez.Parçacılığı o kadar belirgindir ki, Doğu Kürdistan’da Süleyman Muini ve Kuzey Kürdistan’da Saitler komplolarındaki rollerini gözardı edebilmemizi,  ne Barzani ailesine ne de yüzyıllık direnişlerine duyduğumuz saygı sağlaya

“Postmodern zamanlar"da din (ve islam)

“de omnibus dubitandum est.”[2]

 

“Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü” Sempozyumu’nun Ankara ayağındaki “Dini- Eleştirel Olarak Anlayabilmek” oturumunda öncelikle bir saptamamı sizinle paylaşmama izin verin.

Sempozyumun pratik örgütlenmesi sürecinde, kendini sosyalist/ komünist olarak niteleyen kimi çevrelerin, “dinin tartışılması”na bir hayli soğuk ve mesafeli yaklaştıklarına şahit oldum.

“Cujus regio , ejus religio !” [*] [1]

“Kralların kutsal olduğu, antropolojik ve tarihsel bir malumun ilamıdır; ne ki onlar öyle doğmazlar; ancak hükmettikleri eliyle kutsallaştırılırlar.”[2]

“Din” ile “iktidar” ilişkilerini, konu başlığındaki “iktidar” kavramının farklı yorumları çerçevesinde farklı biçimlerde ele almak mümkün, kuşkusuz: günlük yaşamın kılcal damarlarına nüfuz etmiş gündelik iktidar ilişkilerinin din tarafından tahkim ediliş tarzı; bizatihî dinsel iktidar (ve hiyerarşi) biçimleri ya da siyasal iktidar ile din ilişkileri.

Biz Seni Bekledik Zeki Yoldaş. Dört Gözle, Büyük Umut ve Heyecanla Bekledik/Hasan Aksu

 

Yetmişli yılların başı ve ortalarında Zeki yoldaşı sıkıyönetim mahkemelerinde dik duruşlarıyla, faşizmi yargılayışlarıyla tanıdık. Partili ideolojik, siyasal, savunusunu faşizmi yargılarken izledik. Faşizmi kendi kalelerinde yargılarlarken ülkemizde Partizan hareketinin tanınmasında, kavranmasında önemli etkileri oldu. Zeki yoldaş ve diğer yoldaşları şahsen tanımazdık belki ama onların çabaları, örnek tavırları bizleri Kaypakkaya çizgisinde buluşturmuştu.

 

İşaretlesiniz de Fişleseniz de Biz Aleviyiz!

İktidarın asimilasyon politikaları her yeni günde, bir  önceki günü aratır şekilde ve değişik yöntemlerle, değişik rollere soyundurulmuş Hızır Paşalar ve piyonlarla devam ediyor..

Ben İstanbul Surlarinin Dibinde Şehit Düsecegim

           Türkiye Devrimci Hareketi 1980'li yıllarda tartıştığı konuların başında Kürt Sorunu ile SSCB'nin  halen sosyalist mi ?, emperyalist mi ? diye üzerinde şiddetli tartışmaların  yürütüldüğü bir süreçten  geçerek bugünlere geldi.

“ ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?”

“Düşmanlarımızın en güçlüsü içinizdedir.”[1]

 

“… ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?” sorusunun yanıtı; onların “6N 1K”sına dair tahlili “olmazsa olmaz” kılar.

“5N 1K değil miydi?” denecek olursa…  Hayır, sadece “Ne?”, “Ne zaman?”, “Nerede?”, “Nasıl?”, “Neden?”, “Kim?” sorularıyla yetinemeyiz; bunlara “6N”yi yani “Nereden?” sorusunu da eklemeliyiz…

Konuya bu kadar geniş perspektifte eğilme ihtiyacı, liberallerin “önem”inden değil, onların manipülasyon güçlerini teşhir etmenin ve okuyucuya saygının gereği.

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)[1]

 

“Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz.”[2]

Søren Kiergegaard’ın, “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye dönük anlarız,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesi, sürdürülemez kapitalizm koşullarında çürümenin diyalektiğinden bağışık ele alınamaz.

“Çürümenin Diyalektiği”ne gelince onu da Hilmi Yavuz’un, ‘Yara Şiirleri’ndeki dizelerinden şöyle aktarabiliriz:

“her şey akıyor

her şey akıyor, panta rei ve irin

akıyor kalbimize, senin ve benim;

yazdıkları taş levha üstüne, kirle

Mücadele boyu bir yasam : Schafik Jorge Handal [*]

“Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız Ve şimdi olduğumuz yerde Ve ayaktayız Diyorlar ki elbette doğru Kim katılmak istemez onlara.”[1]

Kentin merkezindeki küçücük meydanda kurulan derme çatma kürsüden, çevresinden kendisine laf atanlara, soru soranlara söz yetiştirirken, esprileriyle çevresindekileri kahkahalara boğarken, ona “gerilla komutanı” demeye bin şahit isterdi. Ama öyleydi işte…

Şefik Handal… Ya da El Salvador’daki adıyla Schafik Jorge Handal… 

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda - 2

 

Elimdeki egemenliği son kırıntısına kadar korumak, sürdürmek isteğini arzusunu daha da hırsla taşımaktayım.

Şimdi bazı hemcinslerim beni eleştirecekler, yargılayacaklar, belki de bu ne saçmalama, yolunu şaşırmış ya da olamaz diyecekler. Varsın desinler. Çünkü gerçekler görülmedikçe, kavranmadıkça bu sorunlarımız daha da artarak devam edecektir. İktidara karşı savaş halindeyken kendi iç dünyamızdaki benzer iktidar zaafını farkında olarak ya da olmayarak süregelen tutsaklık devam edecektir.

Sayfalar