Perşembe Nisan 25, 2024

Tanrıların zulmü

Gerçek tanrılar yıkıldığında ruhani tanrılarda ölecektir. 

7 Haziran genel seçimleri nedeniyle saray sotarıları seçim meydanlarında “din” afyonuna daha fazla sarılmaya başladılar. Bir ellerinde din kitabı, bir ellerinde ise kanlı kılıç ile kitlelerin karşısına çıkıyorlar. Tanrının,  kullarının uymasını istediği eza ve cefa kurallarını ezilenlere veriyorlar, sefanın saltanatını ise kendisine alıyorlar. Buna karşı gelenleri ise tanrının zulüm kılıcıyla boyunlarının vurulacağını ilan ediyorlar. Tanrı kendileri, kullar ise işçi ve emekçiler oluyor.

Sınıflı toplumlardan beri, tanrı ve ezilenler arasında hep sorun yaşanmıştır. Kapitalist toplumla bilikte ezilenler ile tanrılar arasındaki çelişme daha da büyümüştür. Tanrı (sermaye sahipleri) daha fazla sömürü, daha fazla kar, kendisine daha fazla boyun eğilmesini ve biat edilmesini istemiştir. Ancak  ne sömürüde bir sınır olmuş ne de biat etmenin sonu gelmiştir. İşçi sınıfı, tanrının zulmünden bir türlü kendini kurtaramamıştır.

Günümüzün tanrıları ise burjuva sınıfıdır. Elinde kuran, incil, tevrat ya da başka din kitaplarını ezilenlere karşı sallayanlar hiç eksik olmamıştır. Sıkıştıklarında, ezilenler baş kaldırdığında, hemen tanrının kurallarını hatırlatmışlar, uymadıkları zamanda onlara cehennemden cehenenem beğendirmişlerdir. Ve ezilenlere uygulanan ezanın ise asla sınırı olmamış. Sermaye büyüdükçe eziyet artmış ve sömürü katlanarak taşınmaz bir yük olmuştur. Ancak günümüzün tanrıları sermaye sahipleri, yine de doymak nedir bilmemişlerdir.

Sermayenin büyüme isteğinin bir sınırı olmadığı için, ezilenler üzerinde uygulanan eziyetinde bittiği bir sınır da olmamıştır. 

Tanrı (sermaye), hiç bir zaman azla yetinmemiş, işçiye, hep azla yetinmesini, ama daha fazla tanrı için çalışmasını öğütlemiştir. Çile çektikçe daha fazla tanrıya yaklaşabileceğini öğütlenen yoksullar ise, her çileden sonra çilelerin katlanarak büyüdüğünü görmekten bitap düşerek, gerçekleri görmez olmuşlardır.

Burjuvazi, bu dünyayı kendisine almış, olmayan öbür dünyanın cennetini ise yoksullara vermiştir. Burjuvazinin işçi sınıfına verdiği tek şey bu olmuştur. Yaşamı üreten işçiler olmasına karşın burjuvazi işçiyi en alt seviyede yaşamaya mahkum etmiş ve bunun tanrının bir buyruğu olduğunu ise eklemekten geri kalmamıştır. 

Bütün diktatörler ve burjuvazinin siyasal temsilcileri, kitleleri uyutmak ve baskılamak için din yalanına sarılmışlardır. Erdoğan elinde kuran, ağzında ise zulüm salyalarını kitleler üzerine saçarken, diktatörlüğünü daha da pekiştirmekten, sermayesini daha da büyütmekten başka bir düşüncesi olmamıştır. Tek istediği, kullarının kendisine boyun eğmesidir. Kulları, yani, işçi ve emekçiler ona boyun eğdikçe, onun zulüm saltanatı daha güçlenecek, sermayesi ise Wall Street’lerden Riyad'ın dinsel motifli ölüm çukurlu saraycıklarına kadar bir ahtabot gibi her yanı saracaktır. Çünkü o tanrıdır, işçi sınıfı ise onun sermayesini büyüten bir üretim aracıdır.

Sınıflı toplumun tanrıları, ezilenlere, çileli bir yaşam ve ölüm buyurmuş ve uygulamıştır. Tanrıların, kendi aralarındaki egemenlik ve nüfuz alanı için savaştıklarını da yine, işçileri ve emekçileri ölüm meydanlarına sürerek birbirlerine kırdırmışlardır. Afganistan, Irak, Süriye, Yemen, Libya ve dünyanın daha bir çok ülkesinde, tanrılar bir birleriyle tepişirken, ölenler emekçiler olmuştur.

Tanrının bütün buyrukları; yasaklarla, çile çekmekle, biat etmekle, efendiye baş kaldırmamakla, her kötü gününe şükretmekle, daha fazla çalışmakla, azla yetinmesini bilmekle, nefsini tutmakla, bir yanağına tokat yiyince öbür yanağını uzatmakla, zenginin malında gözünün olmamasıyla yüklüdür. Bütün tanrılar, istisnasız bu buyruklarla ezilenlerin üstüne bir kabus gibi çökmüştür. 

Tanrı ve kutsal kitaplar adına hareket edilen her yerde baskılar artarak sürmüş, sömürü, işçinin, yoksulun sırtında biriktikçe özgürlük ve yaşam alanını daralmıştır. Tanrı adı ve onun kutsal kitapları, kitleler üzerinde keskin bir kılıç misali sallandıkça, yasaklamalar artmış, insanın insanca yaşamasının önü tıkanmıştır. Burjuvaziye ve onun devletine daha fazla boyuğ eğilmesi sağlanmıştır. Tanrı kitleler üzerinde bir zulüm sopası olarak gezdirildikçe, kadınlar üzerindeki baskı artarak devam etmiştir.

Ruhani din afyonuyla uyutulan işçi sınıfı ve emekçiler, gerçek tanrıların sömürü ve baskılarını yaşamlarının her anında karşılarında bulmuştur. Bu, polis kurşunu, mahkeme kapıları, hapishane hücreleri, asker katliamı, bürokrasi oyalaması, işyeri patronu ve devlet olarak onun karşısına dikilmiştir. 
İşçiler ve tüm yoksullar, tanrıların buyruğuna uyduğu sürece bunlardan kurtulamadığını da görür. Ellerini açıp göğe baktığında, tanrı yerine gökyüzü gerçeğini, yere bakınca ise tanrıların karanlık gerçek dünyasıyla gözgöze gelir.

 Burjuvazinin tanrısıyla, işçilerin ve tüm ezilenlerin tanrısı asla birbiriyle barışık yaşamamıştır. Varoldukları günden beri keskin sınıf çatışmalarından geçmişlerdir. Burjuvazinin tanrısı zulüm ve sömürü olurken, işçi ve emekçilerin tanrısı sınırsız, sınıfsız ve insanın insanı sömürmediği bir gerçeklik özlemi ve umudu olmuştur.

İşçi sınıfı ve emekçiler, gerçek tanrının burjuvazi olduğunu, burjuvazinin yeryüzü cennetinde, kendisinin ise yeryüzü cehenneminde yaşadığını anladığında, tanrıların zülmünden kendisini de insanlığıda kurtaracaktır. 28 / 05 / 2015


49506

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

Sayfalar