Cuma Nisan 19, 2024

Tarih çarpıtıcılığı ve yalan üzerine teori inşaa etmek

Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu, sağından “sol”una bütün siyasal kesimlerin tavır almasını gündeme getirdi.

Kürdistan’ı sömürgeleştiren ve işgal eden egemen ulus egemen sınıflarının bu referanduma karşı çıkışlarını, tehditleri ezelden beri bilinen olmasına karşın, kendini sol’da görenlerin bir çoğunun -Marx’ın deyimiyle-; “egemen ulus burjuvazisinin önyargılarına yankı olmalarına” ne demeli?

Burada, Güney Kürdistan’da yapılan “Bağımsızlık Referandumu”na, egemen ulus egemenleri ile aynı ağızı kullanan sosyal şovenistlerin hepsini eleştirmenin pek bir anlamı yok. Bunlar Marksis-Leninist-Maoistler tarafından bilinen küçük burjuva anlayışlar. Uluslararası sosyal şovenizmin Türkiye versiyonu.

Özellikle Kürt Ulusal Sorunu konusunda, ülkemizde İbrahim Kaypakkaya’nın Aralık 1971’de yazdığı, “Türkiye’de Ulusal Sorun”1 eseri, hala güncelliğini koruyor. Bu eser, TDH’ne çok şey öğretmesine karşın, bazıları, egemen ulus burjuvazisinin “yankıları olmakta” hala diretiyorlar. Bu eser sosyal şovenizmin panzehiri olarak yerini korumaya devam ediyor.

28.09.2017 günü itiabren Özgür Üniversite ve BirGün gazetesinin internet sitesinde, Fikret Başkaya (FB)’nın, “ ‘Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etmesi’ meselesine dair kısa not”2 başlıklı bir makalesi yayınlandı ve sosyal medyada da dolaşıma sokuldu.

FB, bu yazısında, “Oysa sorunun asıl tartışılması gereken yönü savsaklandı” diyerek, şöyle devam ediyor:

“Ulusların kendi kaderini tayin etmesi meselesi ilk defa ABD başkanı W. Wilson tarafından Birinci emperyalist savaşın son günlerinde (8 Ocak 1918) ortaya atıldı. ‘Wilson prensipleri’ olarak biliniyor.”

FB, bu alıntının devamında, “halklar hep ezildi” gibi sözler söylese de, o burada, bilmediğinden değil, bilerek bir şeyi çarpıtıyor. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH) ilk defa Wilson tarafından gündeme getilmedi. İlk defa ulusal sorunlar Marksist tarzda Marx ve Engesl tarafından dile getirilmiş ve I. Enternasyonal’de tartışılmıştır. Daha sonra ise II. Enternasyonal tarafından 1896 yılında Londra’da yapılan “İşçi Partileri ve Sendikalar Sosyalist Enternasyonal Kongresinde karar altına almıştır.

Karar aynen şöyle:

“Kongre, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını tam olarak desteklediğini beyan eder.”3

FB, bilerek yalan söylüyor ve komünistlerin bu kararını görmezden gelip, Wilson’un 1918’de söylediklerini kale alıyor. Ve UKKTH Wilson’a mal etmeye çalışıyor.

Evet “Wilson Prensipleri”4 olarak adlandırılan 14 madde var. Ancak, bununla Komünistlerin savunduğu UKKTH hem aynı şeyler değil ve hem de ilk defa Wilson tarafından gündeme getirilmiş değil. Enternasyonal’in 1896 londra Kongre’sinden sonra, Bolşevikler 1913 yılında, yani Wilson prensiplerinden 5 yıl önce kendi parti programlarına bunu koyuyorlar. Ayrıca RSDİP içinde daha 1903 yılında UKKTH tartışılır ve Plehanov, 1902 yılında, UKKTH savunmanın “zorunlu” olduğunu yazmıştır. UKKTH sorununu götürüp Wilson’a bağlayanlar, tarihi troçkizm usulü çarpıtabilme yolunu deniyor.

FB5, neden UKKTH’na “Wilson prensipleri” olarak lanse ediyor. Neden buna gerek duyuyor ve onu buna iten ideolojik neden ne?

Birincisi marksizm karşıtı olması, ikincisi ise sosyal şovenizmdir. Ezilen ulusların kendi kaderine tayin hakkına karşı çıkmasıdır. Bu hakkın, ayrı bir devlet kurmakta dahil kendi kaderini özgürce belirlemesi olduğunu inkar etmektir. FB’nin “kurnazlığı”, UKKTH’nı emperyalist ABD başkanına bağlayarak, ezilen ulusların kendi kaderine tayin etmesine karşı çıkma gerekçesinin “yaratmış” oluyor. Yani, bu ilkeyi emperyalist burjuvazi savunuyormuş gibi göstermeye çalışarak, MLM’lerin bu doğru düşüncesine saldırıyor. Oysa, I. Paylaşım savaşı sırasında ABD emperyalizmi hakim bir güç değildi. İngiltere’nin gerilemesini ve kendisinin öne çıkarak pazarlara egemen olmak istiyordu. Bu nedenle, UKKTH savunuyormuş pozisyonuna girdi.

ABD emperyalizmin niyeti ne olursa olsun, UKKTH hiç bir şekilde, savunulması ona bağlanamaz. Bu sorun, ezilen bir ulus sorunu ve proletaryanın ezilen ulus soruna yaklaşımı ve daha ötesi, buradan hareketle uluslararası işçi sınıfının birliğinin savunulmasıdır.

Sınıf bilinçli proletarya, ezilen ulus burjuvazisinin ulusal demokratik haklarını savunur, onun ezen ulus egemenleri tarafından baskı altında tutlmasına karşı çıkar, ama aynı zamanda ezilen ulus burjuvazisinin kendisinin bütün halkın temsilcisi göstermesine ve ezilen ulus milliyetçiliğini sınıf mücadelenin önüne koymasına karşı çıkar ve eleştirir.

Troçki’nin hedefinde hep Markist-Leninistler vardı. İşçi sınıfı hareketinin tarihini çarpıtmaya ve kendini öne çıkarmayı severdi. FB’de troçkinin izinden giderek, yalan söylemekte bir beis görmüyor.

Ayrıca, O devam ediyor:

“Ulusların kendi kaderini tayin etmesi ilkesinin bir destekçisi de Lenin ve III. Enternasyonaldi...” ve o azındaki troçkist baklayı çıkarıyor:

“Fakat Komünist Enternasyonal ve Sovyetler Birliği hızla enternasyonalist ilkelerden ve sosyalist perspektiften uzaklaştı. III. Enternasyonal Sovyet Devletinin çıkarlarını korumanın, Sovyetler Birliği Diplomasisinin bir aracı haline getirldi.”

Birinci inkarcılığın ve yok saymacılığın bir diğeri de Sovyetler Birliği ve III. Enternasyonal’in duruşudur. Troçkist ve burjuva çizginin, “sol” culuk adı altında piyasaya sürülmesidir.

Marx ve Engels’in takipçisi Lenin, UKKTH’nı, “ezilen ulus burjuvazisinin özgürleşecek” diye savunmamazlık etmiyor, evet, burjuvazi özgürleşecektir. Bir ulusun bir başka ulus tarafından ezilmesi, baskı altına alınması ve ulusal haklarının gasp edilmesi karşı çıkılması gereken bir durumdur ve bu proletaryanın sınıf çıkarlarına uygundur. İşçilerin birliğinin güçlendirilmesine hizmet eder.

UKKTH’ına karşı çıkan birisi de Rosa Lüxemburg idi. Ve UKKTH’nın komünist partisinin programında olmasını eleştirir ve Lenin ise, Lüxemburg’un bu tavrını; “despotizm yararına oportünist bir tavır” olarak değerlendirir.

Lenin, UKKTH neden desteklenmesi gerektiğini şöyle açıklar:

“... birincisi, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını tanımak, çünkü burjuva demokratik devrim gerçekleşmemiştir. Çünkü işçi sınıfı demokrasisi tutarlı olarak, ciddiyetle ve içtenlikle (...) ulusların eşit hakları için savaşır, ve ikincisi, belirli bir devlet içinde, tarihinin geçirdiği bütün değişimler boyunca, burjuvazinin birey olarak devletlerin sınırlarında meydana getirdiği değişiklikler ne olursa olsun, bütün ulusların proleterlerinin sınıf savaşımında en sıkı ve bölünmez bir ittifakı gerçekleştirmek için savaşım verir.”6

Komünistler, kapitalizme, uluslara ve ulusal devletlere karşı. Bu sayılanlara karşı olmak, sorunu çözmüyor. Neyi ne zaman ortadan kaldırılması gerektiğini bilmek gerekiyor.

Karşı olmak yetmiyor. Çünkü ortada toplumsal-tarihsel bir gerçek var. Kapitalizmin yarattığı uluslar var, ulusal devletler var ve çok uluslu devletler var. Çok uluslu develtler içinde egemen ulusular, sömürge ve azınlık uluslar üzerinde egemenlik kurarak, onların devlet kurma hakları da dahil kendi özgürlüklerini özgürce tayin etmeleri üzerinde baskı oluşturmaları gereçeği var. Ve bu çelişmeden kaynaklı ezilen ulusların egemen ulus egemenlerine karşı ulusal özgürlüğük savaşları var. FB’nin makale içinde bir çok doğruları tekrarlaması, onun, egemen ulus despotizmini gizlediği gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.

Devlete karşı olmakla devletler ortadan kalkmıyor. Uluslara karşı olmakla uluslar ortadan kalkmıyor. Ve günümüzde Kürt ulusu gibi bir çok ulus baskı altında tutulmaktadır ve bunlar eizlen ulsulardır. Bunlar, toplumsal tarihin belli süreçlerinde ortaya çıkmış ve yine belli süreci içinde de ortadan kalkacaklardır.

Bütün bur gerçekler ortadayken, “biz devletlere karşıyız” demek, ezen ulus egemen sınıflarıyla, ezilen uluslar karşısında aynı bulvarda yer almak demektir. FB vb. sosyal şovenizmi kendilerine bayrak edinmiş olanlar, Kürtlerin bağımsızlık referandumuna karşı çıkmalarının arkasındaki gerçek, ezen ulus egemenlerine tanıdıkları hakkı, ezilen ulus burjuvazisine tanımamalarıdır.

“Uluslal toplulukların, devletlerin çoktan zamanı geçti”tartışmaları yeni değil, 1866 yılında da I. Enternasyonal’de bu tür görüş getirenler ve baskı altında tutulan ulusların bağımsızlığına karşı çıkanlar vardı. Marx, bu tür sosyal şoven anlayışları o zaman eleştirmiştir.

“Devletlere, ulusal toplulukların ayrılmasına”, yani UKKTH karşı çıkarken, gerekçe olarak “işçi enternasyonalizmini” koyanlar, içinde bulunulan durumu kavrayamadıkları gibi, tarihsel olguları da reddetme durumuna düşüyorlar. UKKTH kayıtsız şartsız savunmak, işçi sınıfının enternasyonal birliğini güçlendiren ve geliştiren bir olgudur. Tersi, ise, işçilerin enternasyonal birliğine zarar verir.

Marx ve Engels’in İrlanda ve Polonya sorunlarına nasıl baktıkları bilinen bir gerçek. Burada tekrar etmeye gerek yok. Ancak, Marx ve Engels’in tavrı, FB için bir şey ifade etmeye bilir, ama Marksist-Leninist-Maoistler için çok şey ifade ediyor. Evet, Marksizm orada donup kalmadı, ancak, emperyalizm ve proleter devrimler çağında da hala ulus-devlet ve buna bağlı olarak ezilen ulus sorunu varlığını korumaktadır ve sınıf bilinçli proletarya, bu soruna karşı egemen ulus cephesinden değil, ezilen ulusun haksızlığa uğramasına ve devlet kurma hakkına sahip çıkmak ve savunmak durumundadır. Proleter enternasyonalizm bunu gerektirir.

FB, çözümü sunuyor:

“1. Devletten kurtulmak; 2. paradan kurtulmak; 3. herkese ait yaşam araçlarına (üretim araçlarına) birileri tarafından el konulmasına son vermek...”

Bunlara katılmamak el değil. Komünistler du bu görüşleri savunuyor. Ancak, komünistler ile FB’yi ayıran sorun,içinde yaşanılan somut koşullar. O, içinde yaşadığımız toplumsal koşulları yok sayıyor. Anarşist bir mantıkla, hepsinden kurtulalım diyor. Ama nasıl kurtulunacağını ise es geçiyor.

Bunlar yeni düşünceler değil. Yaklaşık iki yüz yıldır anarşist ve bir yüzyıldır da troçkist görüşler var. Ancak, somut gerçeklikten kopuk soyut teoriler, gerçeklerin değiştirilmesine yetmiyor.

Lenin, ulusal ayrıcalıklara karşı proletaryanın tavrını şöyle açıklıyor:

“Her türlü feodal boyunduruğu kırmak, uluslara karşı her türlü baskıya, uluslardan biri ya da dillerden biri için her türlü ayrıcalığa karşı çıkmak, demokratik bir güç olarak proletaryanın mutlak görevidir, ulusal kavgalarla karartılan ve geciktirilen proleter sınıf savaşımının mutlak çıkarınadır. Ama kesin olarak sınırlandırılmış olan ve sınırları belli tarihsel bir alana yerleştirilmiş bulunan çevrenin ötesinde burjuva milliyetçiliğine yardım etmek, proletaryaya ihanet ve burjuvazinin saflarına geçmek olur.”7

Ayrıca, UKKTH konusunda bilinçli olarak çarpıtılan bir sorun ise, ulusların kendi kaderinin tayin hakkı yerine “halkların kendi kaderini tayin hakkı” konmaya çalışılıyor. Bunu FB’de adı geçen makalesinde yapıyor. Bu her ikisi aynı şeyler değildir. Bu konuda R. Lüxemburg’da yanılgı içindeydi. Ezilen ulus sorun ile halkların kaderini tayin aynı şeyler değildir. Halkların kendi kaderini tayin etmesi, burjuva iktidarını yıkarak, proletarya önderliğinde kendi siyasal iktidarını kurmasıdır. 1917 Sovyet Devrimi, Çin Devrimi ve diğer devrimler böyledir.

Komünistler hiç bir zaman ve hiç bir yerde, UKKTH proletarya önderliğindeki demokratik devrimleri ve sosyalist devrimleri karşı karşıya koymamışlardır. Biri burjuva hakkıdır, ikinicisi ise proletarya ve emekçilerin (ezilen halkların) sosyal kurtuluş mücadelesi içindedir.

Ulusal sorunun gerçek çözümü proletarya önderliğindeki devrimlerle olacaktır. 1917 Ekim Devrimi bunu kanıtlamıştır. Buna karşın, yukarıda söylediklerimiz hala geçerliğini koruyan birer toplumsal olgulardır. Bunlar ne reddedilebilir ne de görmezden gelinebilir.

Yazıyı, Kaypakkaya’nın Leninden aldığı bir alıntıyla alıntıyla noktalayalım:

“Bütün uluslar için tam hak eşitliği: ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı; bütün ülkelerin işçilerinin (ve ezilen halkların) birleşmesi.”8

1 İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayımcılık, 1992

2 http://ozguruniversite.org/2017/09/27/uluslarin-kendi-kaderini-tayin-etmesi-meselesine-dair-kisa-not-fikret-baskaya/

3 Lenin, UKKTH, sf. 95, Altıncı baskı, Sol Yayınları

4 Bkz. Wikipedia.org.

5 FB, Kemalizm ile ilgili yazdığı kitaplarda, Kaypakkaya’dan hiç söz etmez. Sanki ilk defa kendisi bu tür bir düşünce getiriyormuş izlemini vermeye çalışır. Anarşizmin tarihsel oluguları yoksayan top yeküncülüğü, troçkizmin teorik oynaklılığı ve bulanıklığı aynı

yerde buluşmuş.

6 Lenin, UKKTH, sf. 99

7 Lenin, UKKTH, sf. 33)

8 İ. Kaypakkaya, Seçma Yazılar, sf. 264

42145

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

TKP/ML TİKKKO savaşçısı Sefagül Aslan,18 Mayıs’ı anmak direnişi tüm Kürdistan’a ve Türkiye’ye yaymaktır’

TİKKO savaşçısı Sefagül Aslan: “Benim Kaypakkaya yoldaşın yolundan gidişimin nedeni Kürdistan topraklarının derininde, halkın yüreğinde oluşundadır”

TKP/ML TİKKKO savaşçısı Sefagül Aslan, “18 Mayıs ölümün, yaşamın, direnişin, kararlılığın, cüretin, ısrarın, ölümlerden yeniden doğuşun simgesi olmuştur” dedi.
Aslan, İbrahim Kaypakkaya’yı, Haki Karer’i, Dörtler (Necmi Ferhat, Eşref ve Mahmut) gibi devrimci öncülerin ölümsüzleşmelerinin yıldönümünde andığını ifade etti.

Dünyayı kurbağa gözüyle değil, Kaypakkaya gözüyle görmeliyiz

Madem başaramadık? Neden olmamız gereken yerde değiliz? Yaşadığımız deneyimler diyor ki,  hiçbir şey bizimle başlamadı, bizimle de bitmedi. Böyle düşünmek hem bencillik hem de metafizik bir bakış acısıdır. İnsanoğlu tabiatı gereği bencil-egoisttir. Edinilen erkin özelliği doğru kavranmazsa; Erk’i insanları egemenliğine alma yolu benimsenir ki, bu da birçok yanlışa, sekterliğe yol açar.
  

TKP/ML - TİKKO ROJAVA KOMUTANLIĞI

18 Mayıs karanlığı parçalama günüdür

18 mayıs, karanlıkları parçalama özgürlük ateşini her tarafa yayma günüdür. Özgürlük idealini ve kurtuluş düşünü can bedeli bir mücadeleyle sonsuza dek yaşatma günüdür. Karanlığın en koyu anında özgürlüğe ve kurtuluşa sahip çıkmanın adı, direnişi büyütmenin günüdür.

 
18 Mayıs şehitleri özgürlük düşüyle yürümenin gerçek yoludur. Onların aydınlık yolunda kararlılıkla savaşılırsa sömürü merkezleri parçalanır ve zulmün kaleleri yıkılır. Onların ideallerine sahip çıkıldıkça emperyalizm-feodalizm ve her türden gericilik alt edilir.

TKP/ML-MK: “Şehitlerimizi, iradelerinden öğrenerek anacağız”

“Ülkemiz devrim mücadelesinin devrimci önderlerinden Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Yusuf Aslan'ı, Amed zindanında direniş meşalesi olan Dörtleri, komünist önder İbrahim Kaypakkaya'yı katledilişinin 43. yılında andığımız Mayıs günlerinde ölümsüzlüğe uğurladık yoldaşlarımızı. Bir kez daha Mayıs ayı muştuladı zaferi, bir kez daha haykırdı direnişi, baş eğmezliği, teslim olmamayı…

Türk-Kürt ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımız!

YDG “Kaypakkaya yoldaş: Ölümsüzlüğünün 43. yıldönümünde halkımızın bağrında umut, zalimlerin zihninde korku olmaya devam ediyor!

 “İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve Dörtlerin 18 Mayıs ölümsüzlüğü, Kürt ulusunun ve ezilen tüm kesimlerin kader ve kurtuluş birlikteliğinin simgesel değeridir. Türk devletinin ortak mücadele ve birlikte hareket etme iradesine yönelik bu denli saldırmasının temelinde de bu öz yatmaktadır. Onun için 18 Mayıs’ta Kaypakkaya yoldaşı anarken ortak mücadele ve en geniş bileşenle Kaypakkaya yoldaşı sahiplenme temel çıkışımız olmaktadır” ifadelerine yer verdi. Açıklamada şu ifadeler yer alıyor:

“Fiili saldırılar artarak devam ediyor”

"Kaypakkaya, devrimin kutup yıldızı, direnişimizin meşalesidir!"

"Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın faşist cellâtlar tarafından Amed Zindanı’nda katledilmesinin üzerinden 43 yıl geçti. Faşist diktatörlük, önder yoldaşı fiziken imha ederek ondan duyduğu büyük korkuyu ilan etmiş ve böylece onun düşüncelerini yok edebileceğini düşünmüştür.

"Güleç yüzlü yiğit komünist şehit düştü" Osman Oğuz

Kapkara, zapzayıf bir adamdı, dışarıdan bakınca. Ama koca cüsseli olanı bile öyle bir sarardı ki karşılaştığında… Hani, “Ne çelikten irade kardeşim!” dersin ya bazılarına, öyle biri işte. Dosta candan güler, gülmek diye buna denir; düşmana ser verir, sır vermez.

İslamcı faşist diktatörlüğün korkusu

Adı resmileşmemiş, ama fiiliyatta TC artık islamcı faşist bir diktatörlüktür. Egemen sınıflar arasında bu konuda bir anlaşmazlık var. Ancak, gelişmeler bunun resmi bir hal alacağıdır.

Mussolini, Hitler ve Franco, faşizmi açıktan savundukları gibi, Erdoğan ve arkasındaki sermaye ise, açıktan “islamcı” bir iktidarı savunuyorlar. Meclis Başkanları bunu açıktan dile getirdiği, Erdoğan ve diğerleri ise teyit etti. Teyit etmelerine de gerek yok, 14 yıllık savunu ve uygulamaları islamcılığı bütünüyle yerleştirmek ve Suudi Arabistan benzeri Selefi iktidar kurmaktır.

79-ԵՐՈՐԴ ՏԱՐԵԼԻՑԻՆ ԱՆԻԾՈՒՄ ԵՆՔ ՏԵՐՍԻՄԻ ՑԵՂԱՍՊԱՆՈՒԹՅՈՒՆԸ:

79.YILINDA DERSİM TERTELESİNİ LANETLİYORUZ !

Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Alevi, Ezidi halklarına mensup farklı etnik ve inanç sahibi toplulukların bir arada yaşadığı coğrafyamızda yüzyıllardır hiçbir zaman kan, gözyaşı ve acı eksik olmamıştır. Zulüm, bugün bile mazlum halkların kanları ile sulanan topraklarda en koyu ve vahşi şekilde devam etmektedir.

Parti biziz /Halil Ahmet

Belki biz olmayacagiz ama bu celik aldigi suyu asla unutmayacak,Ibrahim kaypakkaya.

Sorunlari cözme tarzimiz olaylara olgulara bakis tarzimiz ve bunlar arasindaki iliskiyi ele alisimiz nasil olmalidir.

Dogaldirki yazinin basligindanda anlasilacagi gibi parti biziz .Biz partiyiz ve dogal olarak partinin ele alinisi ve degerlendirilmesi parti onderligi ve cizgisinden bagimsiz olarak ele alinip degerlendirilemez.

Faşizme Karşı Direniş, Serhildan!

Faşist Kemalist Diktatörlük başta Kürt ulusu olmak üzere parolası mücadele ve direniş olan tüm halk kesimlerine azgınca saldırmaya devam ediyor. Hâkim sınıf kliği AKP sistemli baskı ve sömürü politikasına, katliam, gözaltı ve tutuklama terörüne geride bıraktığımız iki seçimle (7 Haziran-1 Kasım) birlikte hız kazandırmış, Kürt ulusuna, işçi ve emekçilere, kadınlara, çocuklara, LGBTİ’lere, doğaya ve yaşama karşı teyakkuza geçerek yeni bir saldırı dalgası başlatmıştır.

Sayfalar