Pazar Mayıs 19, 2024

Tesadüflerle gezi'de gezdik

Tesadüflerin bu kadarı, nasıl bir günün içine sığar! Bu hepimizi nasıl güzelce “şaşkına çevirir”, bu şaşkınlık insanın yüreğinde “sevgi” denen o güzel duyguyu nasıl körükler!

-Ya tabular yıkıldı Türkiye’de ya! Saltanat devrildi. HDP’ye daha çok oy gelirdi ama, CHP’liler manevi geleneklerinden kopmaya cesaret edemediler. Ondan da kopsalar, umutlarının yıkılmasından korktular. HDP’yi görmeleri gerekiyor önce bir. Adımlarına güvenmeleri gerekiyor. Galiba tarih böyle birşey.

-Nasıldı o günler, anlatın canlı canlı duyma şansını yakalamışken?

Ben nasıl bir heyecanla soruyorum, onlar nasıl bir heyecanla anlatıyor! Bu tesadüfe inanamıyoruz hepimiz!

-Bütün Türkiye’nin değişeceğine öyle inanıyorduk ki, gaz mı atıyorlar, okuldan mı atılacağız…hiç umurumuzda değildi artık. Rektörlüğün önüne gidip, hepimiz birden sınava girmeyeceğimizi, sınavın ertelenmesini bile talep edebildik. Ama sonra bitti!! Yine eski hayatımıza döndük. Boşa mı gitti hepsi bilmiyorum ki! Nasıl düşünmek lazım, nasıl birşey kurması lazım insanın zihninde?

-Öyle deme ya! Bu kartopu hikayesi gibi birşey. 80’lerde insanlık biçilmiş, sonra ardı arkası gelmemiş. Gezi tam KARTOPUYDU KARTOPU. Ya biz bile sokaktan eve girmek istemiyorduk. Bütün o dönemin biriken kartopu HDP’de cisimleşti. Fizikte böyledir, kimya da böyledir, e matematik hayda hayda böyledir! Ha kara çok ısı gelir erir, hava çok soğur kar donar; o ayrı birşey, onu göreceğiz. Ama yokolmaz, bundan eminim. Neye dönüşür, kestirmek zor galiba!

-Ya evet aslında, anneler bile çocuklarına; “süt alın yanınıza, gaz yerseniz…” demeyi öğrendiler. Biz okulda öğrendiklerimizi, yaralanan olursa nasıl uygulayacağımızın derdindeydik. Ben kendimi tanıyamıyordum, nasıl değiştim, umudun peşinde koşmak ne güzeldi. Ama ne güzeldi, rüya gibiydi, bitti!

Anlatıyorlar, anlatıyorlar, tekrar tekrar anlamaya çalışıyorlar yaşananları, ucu bucağı gelmiyor…Serde gencecik olmak da var!

Almanya’nın Giessen şehrine Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un ayak bastığı gün, Emrah Serbeste ayak bastı(kendisi bunu henüz duymamıştı sanırım, duysaydı, okuma salonunda patlattığı şeyler dışında, daha neler patlatırdı bilemiyorum). Adını, yazdığını duymuştum ama; ne televizyonda izlemiştim onu, ne senaryosunu yazdığı diziye bakmıştım. Friedrich-Ebert-Stiftung’un organize ettiği okuma günlerine katılacağını duyunca, cup! Gezi sözcülerinden birisi olarak adı geçen, yazan “canlı tanık” görmenin heyecanındaydık hepimiz, bütün gelenler!!! Selma Wels bütün bunları çevirmeseydi, biz bu sahnenin tanıklığını yapamayacaktık.

Bu kadar “kıdemli” insanın da var olduğu bir mekanda, bu kadar “renkli-çok” satirler parçalana bilmesine, Türkiye’nin kendine has “kabadayılığına” hasret kalmışız! Gezi sürecinde değişen dil, acılarla bile dalga geçen üretimler, bunun hep bir ağızdan sahiplenilmesi, uzakta yaşanan bir rüya gibiydi bizim için! Emrah’ın konuşması da, bu dilin kendisi ve fazlasıydı.

Bakın sonra daha neler neler oldu! Yaşamda iyi ki tesadüf denen şeyler var. Ya olmasaydı! Tesadüfsüz bir hayat mümkün değil ama, bu kadarı! Okuma bitti, sorular soruldu, onlarda bitti. Herkes dışarıya çıkıp açık havada sohbet etmeye başladı. Emrah’da oraya bir masa attı, kitapları orada imzaladı.

Etraf toparlanırken, ellerinin altındakileri mutfağa götüren, masaları bir ucundan tutan gençler; bu topraktan olmadıklarını ışıldattılar hemen. Acayip sıcak, meraklı, herkesle langır lungur diyaloğa giren; “uzaydan mı geldi bunlar” dedirtecek kadar değişik-güzel-candan göründüler gözüme. Civcivler geziyordu adeta aramızda!

Aaaa!!! İzmir’den Erasmus Projesi kapsamında gelmişler buralara! Gezi Direnişi döneminde, İzmir ayağındalarmış!!! Ama İzmir’deyken tanışmamışlar, burada bulmuşlar birbirlerini! Emrah Serbes’in geleceğini üniversite kantininde asılı bir ilanda görmüş bir tanesi, yabaneller , diğerlerine de haber vermiş; daha önce hiç bulunmadıkları, neresi olduğunu bile bilmedikleri bir adrese savuruvermişler kendilerini!

Emrah’ın, Gezi dönemiyle ilgili “Deliduman” kitabını, bütün Geziciler bilirmiş zaten, biz cahil kalmışız! Kitabı; “Gezi, Che’nin resmini kullanmak gibi marka yapıldı. İçini boşaltıyorlar sürekli. Emrah, arkada kalan, görünmeyen hikayeleri yazmış. Son 50 sayfasında Gezi’yi anlatıyor. Tüketmemiş Gezi’yi, markalaştırmamış, severek okuduk” diye değerlendirdi hepsi.

Saat 23’e gelmesine rağmen, düştük yollara hep beraber. Onlar bilmedikleri sokakların yabancılığında, ben yıllardır burada öğrendiklerimin tanışlığında; ama, bana herşeyin ama herşeyin yasaklığının yabancılığında!

“Bu ülke ne kadar özgür ya! Osmanlı ucu nereye deymişse, Ortaçağ karanlığında kalmış o topraklar. Tamam matematik vs.birşeylerde keşifler yapmışlar, ama yağmacılığı elden bırakmamışlar. Hamur mu bozuk diye tanımlanır bu, nasıl tanımlarsa insan tam yerini bulur; iyi bir tanım bulmak lazım buna.  Bu saatte, sokakta, şu konuştuklarımızı sesli sesli konuşamazdık Türkiye’de. Ben orada işletmeci olup, büroda kapitalizmi oynayacağım. Dışarıya çıkıp insanların açlığını izleyeceğim. Bu tiyatroyu nasıl kaldırır kişiliğim bilmiyorum. Almanya’da olmaz, ama okul bitince İspanya’da yaşarım belki”.

“Sen dede misin?” deyiverdim 22 yaşındaki bu gence! Çok tarih okumuş belli. Bir matematik hatası yapmaktan da çekinceli. Tertemiz, gelecekten kaygılı! Çocukların ağzından çıkan her cümle, gökyüzünde azıcık görünen yıldızları pırıl pırıl yapıyor gözümde. Ne kadar ölçüp-biçip konuşmaya dikkat ediyorlar; “galiba, belki böyledir ama, bilmiyorum ama, ne dersin-nasıl düşünmek gerekir ki tarihi….”. Sarfettikleri her satırı, başka bir ülkede olmanın yeniliğinde süzgeçten geçirme-kıyaslama kaygıları uçsuz bucaksız akıyor. Bu kaygılarına nasıl çığlıklarla seviniyorum!!

19 Aralık 2000’de henüz 7-8 yaşlarındalarmış hepsi, duymamışlar hiç! Duyunca, bu eksik bilgilerinden dolayı nasıl hayıflandılar. Gezi dönemini yaşayanları canlı canlı görmenin benim için ifade ettiklerini anlattım onlara. “Biz de aynısını hissettik” dedi Dede. “Ben buraya geldiğimde depresyon lafının anlamını öğrendim. Başka bir ülkede olmanın ne demek olduğunu. Zaman geçince, Türkiye’den farkları gördükçe; orada olmak-burada kalmak….allak-bullak bir insanlık hali bu ya! İnsanın kendisini çok iyi analiz etmesi gerekiyor. Yoksa ucunu bucağını yakalayamaz insan. Herkesle de paylaşılamıyor. Herkes aynı şeyi yaşasa da, ilginç bir yalnızlık var burada, aitsizlik-paylaşımsızlık, çözümlemekten kaçma…”.

“Hiçkimsen yok mu burada, hiç?” sorusunu sorarken gözleri nasıl kocaman oluyor! “Hiçkimsesizlik”te birbirlerini “birisi” yapmayı yeni yeni öğreniyorlar hayatlarında! Bu keşfin ilginç telaşındalar.

“Biz işte sürgündeyiz, muhtemelen geri gidebilmek hiç gerçekleşmeyecek” cümlesini duyunca, yüzlerinin ifadesi yapyalın oluveriyor. “Exil” kelimesini, ölçüp-biçip; sosyolojik kökenini bulmaya koyuluveriyorlar. ‘Almanca tam öğrenemeyiz ama, bu kelimeyi bir daha unutmayız kesin’de mutabakat sağlıyorlar sonunda

Geceyi beraber deviriyoruz onlarla. Hepimiz uzaklarda Gezi kokukusunda. Nasıl bir sevgi duyuveriyoruz birbirimize. Tesadüfün böylesine, hepimiz kendi gerçekliğimiz içerisinde ayrı-aynı büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Bunu birbirimize defalarca belirtiyoruz.

Sımsıkı ama sımsıkı kucaklaşıyoruz! Ertesi günlerde “kapitalizmin hızı içerisinde” buluşma planları yapmadan! Bu akşam rüya gibi, bir Gezi okuması, arkasından ucu bucağı gelmeyen bağlantılı sohbetlerimizle böyle zihinlerimizde kalsın istiyoruz.

Buluşma zamanımızı; 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden 70 yıl sonra, Giessen sokaklarında düşenleri, bir gece-tam saat 24’te gerçekleştirilecek Sokak Tiyatrosu olarak belirleyiverip, ayrılıyoruz…

İyi ki herşey sadece bizim ve başkalarının elinde değil! Kendimizi dozunda bırakmayı bildiğimiz ölçüde, tesadüflerin de yeşerttiği hayat anlarımız, bütün anlarımızı özgürleştirmeye devam ediyor galiba!

72730

Ganime Gûlmez

Ganime Gülmez sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Ganime Gûlmez

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Sayfalar