Çarşamba Nisan 24, 2024

TKP/ML-GYDK ;Ateş altında geçen 45 yıl! Dünya Proletaryasının Türkiye Taburu Partimiz TKP/ML'ye San ve Şeref olsun!

24 Nisan 1972 Partimiz TKP/ML'nin kuruluş tarihidir. Sınıfı devrimci Marksizm'le yani devrimci Maoizm'le buluşturmanın da nirengi noktasıdır 1972 Nisanı. Mustafa Suphi sonrası ilk komünist meşaledir 1972 Nisan'ında yakılan; bir deniz feneridir sınıf ve komşularına yol gösteren; bir Öncüdür tüm kesinliği ve keskinliğiyle egemen akım Kemalizmle köklü kopuşun sihirli anahtarını veren; bir kardeşlik abidesidir Kürt ulusal sorununda tabulara meydan okuyan; ve bir savaşçı parti gerçeğidir uzun süreli ve dağınık halk-gerilla savaşı çığlığını kırlardan şehirlere dalgalar halinde yayan; ve de ideolojik bir dik duruştur Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung'un teorisiyle çizilmiş yolu izleyerek soluklanan.Ve elbette 45 yıldır tarihin sınavını başarıyla veren böylesine yüce bir partinin mimarı, partimizin kurucu-kuramcısı-düşünce kazıbilimcisi ve katledilişinin 44. yılında 20 Mayıs'ta anacağımız önderimiz İbrahim Kaypakkaya'ydı. Onun bize bıraktığı miras bugün halk demokrasisi, bağımsızlık, sosyalizm ve altın çağa giden uzun ve zorlu yolda dayanağımız, pusulamız ve faşist iktidarı alt etmenin gerçek anahtarı olmayı büyük bir ehemmiyetle sürdürüyor. Bunca uzun zamanda evrensel tasfiyeciliğin ve noe-liberalizmin etkisi altında anlı-şanlı gerilla örgütleri dağılıp giderken, onlarca devrimci parti ve örgüt sınıf mücadelesinin kenarında kalırken, bir çoğu bitap düşüp yarı yolda kalakalırken, partimiz bu süreçte hiç sarsılmadan, ağlamadan ve sızlamadan, tersliklerden, yenilgilerden ve yanılgılardan korkmadan ideolojik saflığını korumasını bilmiş ve devrim yolunda milim sapmadan halk savaşındaki ısrarını sürdürmüştür. Gerek evrensel tasfiyecilik ve gerekse parti içi tasfiyeciliğe karşı ideolojik ve politik kararlılığını korumasını bilmiş ve daha da önemlisi içten hançerlenmelerle güçten düşürülmesine karşın kendisini yeniden üreterek bugünlere gelmesini bilmiştir. Hem de “ateş nehrinden” geçerek.

Partimizin kuruluşunun 45. yılında kapitalist-emperyalist sistem krizin kaosu içinde yolunu şaşırmış halde. Sistem kendi gelişmesinin iç sınırlarına gelip dayanmış durumda. Öte yandan tüm bir kapitalist gelişme, kapitalizmin çelişme ve uzlaşmazlıklarının artan bir yeniden üretim süreci olarak sistemi güçten düşürerek onun önceki üretim biçimleri gibi tarihsel yani geçici bir üretim biçimi olduğunun bütün kanıtlarını bolca sunmuş bulunuyor. Ne ki, bundan, onun bugünden yarına yıkılacağı gibi bir yanılgıya kapılmamak gerektiği de apaçık olsa gerektir. Onu yıkıp yok edecek olan bir güç, bir kale olmadan da, bu işin kendiliğinden bir süreçle yerine getirilemeyeceği de tarihin bir hükmüdür. İşte bu kale, emekle-sermaye arasındaki bu uzlaşmazlığı, sermayenin her gün her saat ana rahminde yeniden ürettiği bu çelişmeyi çözmede dayanacağımız kale, sınıfın en ileri, en bilinçli kesimi olarak öncüdür, komünist partilerdir. İşte enternasyonal taburun Türkiye kolu partimiz TKP/ML, kapitalist-emperyalist sistemin bir dalına dönüşmüş olan ülkemizdeki yarı-sömürge, yarı-feodal sistemi, sistemin Türkiye halkasındaki bu dalı halk savaşıyla kesip, yerine demokratik halk iktidarını kurma mücadelesinin 45. yılında.

Anın tarihsel durumu apaçık bir biçimde tanıtlamıştır ki, sistem, 2008 krizinin derin ve sarsıcı etkilerinden, kaos ve keşmekeşinden kendisini esas olarak ve bütünüyle kurtaramamıştır. Kolektif olarak patlak veren sistemin tüm çelişmeleri, uygulayıcılarının elinde yalnızca ve parçalı olarak göreli olarak çözülmüşlerdir; elbette ki bu da “pozitif çözüm” değil, “negatif çözüm” olmuştur. Ve öyle ki, bu çözüm, gönenç dönemlerinin ufukta bir gözüküp bir kaybolması ve akabindeki durgunluk ve sonrası kriz safhasına daha uzun süre çakılıp kalmasının temeli olmasa da bu temelin gübresi olmuştur. Sermayenin gelişmesi ve genişlemesi süreci onun her yerinden zincire vurulma sürecinden başka bir şey değildir. Ayak bağlarından, güç alanlarını genişletmenin önündeki frenleyici engellerinden kurtulma savaşında bir yandan kapitalist köpek balıkları arasındaki çelişmeler ve uzlaşmazlıklar keskinleşirken, bir yandan da sermayenin emeğe olan saldırısı derinlik ve genişlik kazanmaktadır. Ve dahası halklar, inançlar, uluslar ve mazlum milletler arasında çelişme ve çatışmalar, milliyetçi ve dinci boğazlaşmalar sistemin çıkarları bakış açısında kışkırtılarak yeni güç alanları, yeni sürüm alanları, yeni enerji ve ham madde yatakları ele geçirilmeye ve böylece de kronik hale gelmiş olan krizin bertaraf edilmesi umulmaktadır. Sonuç: açlık, sefalet, yıkım, kitlesel göç, işsizlik ve ölüm. İşte Orta Doğu, Kürdistan, Türkiye; işte Afganistan, Ukrayna, Kuzey Afrika'da yaşanan vahşet ve barbarlık ve Asya-Pasifikte ısınan sular.

Bölgemizin ateşle sarsılması bundandır, savaşlar, zoraki göçler, tahribat ve barbarlık bundandır. Partimizin kuruluşunun bu 45. yılında bölgemiz çelişme ve çatışmaların ağırlık merkezi haline getirildi. Güç alanını genişletmeden yaşayamayan, emperyalist haydutlar bölgemizin 1916 yılında dizayn edilen haritasını yeniden kalıba dökmek istiyorlar, hem de askeri araçlar yoluyla ve hem de vekalet savaşları üzerinden. Bunu başarabilirler mi; bunu amaçlarına uygun olarak dizayn edebilirler mi?

Tarih göstermiştir ki, emperyalist haydutlar ve yerli ortağı gerici ve faşist güçler dilediklerini istedikleri gibi yaşama geçirememişlerdir. Bunun için Orta Doğu, Kürt coğrafyası, Irak ve Suriye ilk akla gelebilecek canlı örnekler olarak duruyor karşımızda. Besleyip büyüttükleri kucak köpekleri cihatçı çeteler üzerinden, İŞİD, ÖSO, El Nusra gibi Orta Çağ küfü dini gerici güçler üzerinden verdikleri vekalet savaşları bölgedeki dinamik güçlerin frenleyici engellerine çarpmada gecikmedi. Bu çeteler ve bölgenin faşist devletleri üzerinden tasarlanan amaçlar umulan sonuçları vermedi. Rojava devrimi, kadın tugaylarıyla, dinamizmi ve öz güveniyle, haklı ve meşru direniş çizgisiyle, selefi cihatçı dini çetelerin art arda gelen gerici dalgalarının üzerinde kırıldığı kaya oldu. Öte yandan ABD, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve de İsrail bir yanda; Rusya, İran, Suriye eksenine oturmuş olan cepheleşme, (elbette ki, İngiltere, Fransa, Çin vb., emperyalist güçlerin de bu saflaşmanın çeşitli basamaklarında yer aldıklarını unutmadan) nüfuz ve etki alanını genişletme, bölgeyi kendine göre şekillendirmeden başka bir şey değildir. Bölgede her şey hareket halindedir ve her şey kaygan bir zemin üzerindedir. Ve her şey kendi karşıtına dönüşme eğiliminin etmenlerini kuvvetle bağrında taşımaktadır. Ve de her şey yıkılışının unsurlarıyla eyerli durmaktadır.

Ya Türkiye ve Kürt coğrafyası? Evet, faşist Türk hakim sınıfları için burası aşil topuğudur; zurnanın zırt dediği yerdir. Devletin dümenindeki Tayyip ve AKP, Rojava denilince kırmızı görmüş boğaya dönüyor. Barış sürecinin ya da Dolmabahçe mutabakatının rafa kaldırılmasıyla birlikte “Birleşik Kürdistan”a açılan kapıyı kapatmak, yani Kobani ile Afrin hattının birleştirilmesini engellemek için Rusya'yla al gülüm ver gülüm hesabıyla El Bab'a kadar inerek ve oradan Menbiç'e uzanan bu koridoru kesmek istedi. ABD ve ne de Rusya daha fazla ilerlemesine izin vermedi: Kunduracı çizmeden yukarı çıkma! Böylece Fırat Kalkanı harekatı kendi içine büzülerek boş kubbede hoş bir seda oldu. Yalnızca bu değildi. Rojava devriminin rüzgarını arkasına alan Kürt ulusal güçlerinin içte ve dışta kazandığı zeminin altını boşaltmak ve PKK'nın Türkiyeli devrimci güçlerle girdiği ittifakın yarattığı dinamizmin arkasına aldığı rüzgarı tersine çevirmek gibi bir rotayla yöneldi. Bunun için de üç karta oynadı ve oynuyor: Türk milliyetçiliği, Kürt düşmanlığı ve dini gericilik. Bu üç kartla tarihsel bir yön değişikliğine yönelen devlet, tam geliştirilmiş bir imha ve inkarla özellikle de mazlum Kürt emekçisine, Kürt meşru temsilcilerine ve ulusal güçlere ve de tüm ilerici, devrimci kesime, işçi ve emekçiye, kendisinden olmayan her kesime yönelmiş durumda. Bunun için de vahşi bir devlet terörü çizgisinde amaçlarına ulaşmak için devleti tek elden yönetmek, gücü tek elde merkezileştirmek ve böylece safları yeni bir mücadele ve savaş çizgisinde yeniden kalıba dökmek istemektedir. Hemen yanı başımızda sınırlar yeniden kalıba dökülürken faşist devlet de hem bu bölünmenin içteki muhtemel sonuçlarından duyduğu endişe ve hem de bölüşümde sofradan pay elde edebilir miyim hesabı içindedir. Askeri araçlar üzerinden yapılacak olan paylaşım da gücün tek elde merkezileştirilmesini ve böylece de başta Kürt ulusal güçleri olmak üzere en ufak bir muhalefeti anında ezmeyi, nefes almayı bile yasaklamayı, işçi ve emekçiye karşı tam kapsamlı saldırıyı, dünyayı onlara dar etmeyi işin merkezine oturtan bir yön değişikliğini gerektiriyor. Şimdilerde yapılan budur. Kurulan tuzak da budur. Partimiz TKP/ML, tarihin akışının yarattığı bu yeni dönemi, tarihsel sorumluluklarımızın, tarihsel fırsatların ve tarihsel görevlerimizin düğümlendiği bir dönem olarak görür, asıl ve temel olan demokratik halk devrimi görevlerimize kuvvetle sarılarak, demokratik devrim için sınıf savaşımını, Kürt ulusal sorunundaki devrimci programımızla birleştirme ekseninde, Kürt ulusal güçleri ve diğer devrimci güçlerle siyasal içeriği ve hedefleri berrakça çizilmiş bir ittifakın bir blokun ve bir anlaşmanın tarihsel önem ve anlamına, güncel zorunluluğuna ısrarla işaret eder. Partimiz bilmektedir ki, girilen bu yeni dönem, ulusal sorundaki Leninist tezlerin sınandığı pratik ilişkiler alanıdır da.

Türkiye ve Orta Doğu başta olmak üzere arz yuvarlağı ateşle sarsılıyor, en çok acıyı da işçi ve emekçiler, mazlumlar, sermayenin sefalete ittiği milyonlarca kitle çekmektedir. Dünyanın emekçi halkları ve sınıfın titanları bu barbarlığa, köleleştirme ve yağmalamaya, geniş bir çoğunluğun zararına küçük bir azınlığın zenginleşmesine daha fazla katlanmayacaklardır.

Dünya proletaryası ve onun Türkiye taburu partimiz TKP/ML, yarım asra yakın denenmiş komünist kimliğiyle, bunca yıldır “ateş altında” sınavından geçmiş devrimci pratiğiyle Türkiye'deki yarı-sömürge, yarı-feodal statüyü, emeğin köleleştirilmesine dayalı bu düzeni uzun süreli ve dağınık halk gerilla savaşıyla alt edip, yeni topluma açılan tek kapıyı fethetme cüret ve cesaretine yeterince ve kuvvetle muktedir yegane komünist partisidir.

45. KURULUŞ YILINDA YAŞASIN PARTİMİZ TKP/ML!

Nisan 2017

TKP/ML- GYDK

41608

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

Komünizm

Burada, komünizmi incelemeyeceğiz, ama, kısaca, olacak olanları, Marx ve Engels’in söylem ve öngörülerinin ışığında, içinde yaşadığımız koşulları da dikkate alarak, komünizmin bir ütopya olmaktan çıkıp gerçek olacağını yinelemek istiyoruz.

İçinde yaşadığımız emperyalist-kapitalist kaos sisteminin, bireylere umutsuzluk verdiği bir koşulda, kaybedecekleri hiç bir şeyi olmayan milyonlarca işçinin komünizmin ilkelerini yaşama geçirmelerinin de kaçınılmaz olduğunu söyleminin ütopya olmadığı, işçilerin kendi yaşamları ve üretimleri kadar gerçektir.

Teslim olmayacağız!

Sanatçısına ,yazarına,siyasetçisine,aydınına düşman bir devlet yeryüzünde hangisidir denildiğinde,kuşkusuz ilk akla gelen TC devleti olacaktır..Bu düşmanlık ve zulüm 1915 ile başlamış artarak bu güne gelmiştir.Kendinden olmayanı ayrı düşüneni hiç tereddütsüz öldürmüştür.Bir gece evlerinden alınan müzikolog olan Gomidas Vartabed,Özgürlük Savaşımı gazetesi yazarı Nerses Papazyan,mizah dergisi yazarı Krikor Torosyan,Emek gazetesi yazarı Sarkis Parseğyan,Vatanın sesi yazarı Levon Larents...gibi sayıları yüzlere varan basın emekçileri ölüm yolculuklarında dağbaşlarında vahşice öldürülenlerden sa

Sana Gelen Ölüm Bana Gelsin,

"Artık tribünden sahaya in ve siyasi bir harekette yer al," diye yazıyor bazı okurlar bana. Aslında tribünde değilim, sahaya atlamak için kenarda heyecanlı bir bekleyiş içindeyim. Ateşin ve zulmün kol gezdiği o sahada her türlü zulme ve cefaya göğüs germeye çalışarak tarihi görevimi yerine getirmek istiyorum. 

Evet, haklısın Saygı Öztürk! “Aliboğazı’na girmesi de, çıkması da zor”

Kemalizm’in iflah olmaz, faşizmin “sol kanadı”nın yayın temsilcisi Sözcü gazetesinin Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, gazetenin dünkü sayısındaki köşesinde, Dersim’de 6 gün süren ve TSK’nın 2 askerin yaşamını yitirdiğini söylediği (ama bölge halkının anlatımı TC ordusunun kaybının daha fazla olduğu) Aliboğazı operasyonunu yazdı. Havsalası gerillanın 6 günlük direnişini pek almayan Öztürk, yazısında aynı zamanda bir gerçeğe işaret etti: “Güvenlik güçleri teröristlere en büyük kayıpları burada verdirir ama şehitler de buralarda olur. Aliboğazı’na, Kutuderesi’ne girmesi de, çıkması da zor.”

Diz çökmeyenlerin, faşizme siper olanların direnişini yükselteceğiz! Aliboğazı şehitleri ölümsüzdür!

28 Kasım günü üç halk savaşçısı Dersim’de Çemişgezek, Pulur ve Xozat ilçeleri arasında bulunan Aliboğazı Vadisi’nde TC’nin kolluk kuvvetleri ile girdikleri çatışmada ölümsüzleştiler. İki askerin de öldüğü çatışmada, Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) gerillaları Hakan (Ersin Erel)Aşkın (Hasan Karakoç) ve Tuncay (Murat Mut), faşizmin kendilerine doğrulttuğu silahlara karşı MLM bilimini rehber edinerek direndiler.

“Örgütlüysek Her Şeyiz Değilsek Hiçbir Şey” de; Bu Nasıl Olacak?

Halk gençliğini, genç kadınları, liseli gençliği, LGBTİ+’ları, değişik inançlara mensup kitleleri ya da daha genel bir ifade ile geniş halk yığınlarını maruz kaldıkları, sömürü, baskı, şiddet, asimile etme, yok sayma ve imha etme politikasına karşı mücadelesinde örgüt, tarihsel önemde bir rol oynar.

Sitemin çarkları arasında can çekişen yığınların mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. Zira mevcut sistem, varlığını sürdürdükçe dizginsiz bir sömürü, zincirlerinden boşanmış azgın bir şiddet sarmalında soluksuz kalmaya mahkûm kalacaktır.

Gelişimin diyalektik adı: MEHMET DEMİRDAĞ

Gelişimin diyalektiğini anlamak, kavramak için komünist önder Mehmet Demirdağ yoldaşın yaşamına, devrim ve parti sorunları karşısındaki duruşuna, devrimi ve Parti’yi örgütleme tarzına bakmak gerekir. O adım adım ilerleyerek büyümenin ve gelişimin zirvesidir. Küçük bir taş parçasının mücadele içinde parça parça büyüyerek granit kayalara ve oradan Dağlaşmaya varmasının adıdır. Toplumlar ve devrimler tarihinde özgürlüğü en güçlü düzeyde istemenin ve bunun savaşımını örgütlemenin öncülüğünü yapmaktır Demirdağ. Onu sıra dışı ve “özel” yapan onlarca özelliğin senteze varmasıdır.

Em hamu Kurd'ın! Em hamu Hadep'in!

On beş yıldan bu yana iktidarda bulunan AKP'nin yeni hedefi Erdoğan'ı Türkiye'nin yeni kralı, yeni başkanı yapmaktır. AKP, bugüne varana kadar hedeflerine adım adım ilerlerken aydınların, yazarların, ilericilerin, askeri vesayete karşı olanların da desteğini alırken insanları kandırabilmiştir. Ama öbür tarafta onu çok iyi tanıyan yol arkadaşları, kurmayları terk etmiş ve tek başına kalmıştır.

Patriyarkal sistemin kadınlara yönelik her türlü saldırısı politiktir! Korkmuyoruz/Susmuyoruz!

Kadınların rengi, dili, inancı, yaşadığı coğrafya ne olursa olsun, maruz kaldıkları her türlü şiddetin kaynağı bugün olduğu gibi, her dönem patriyarkal sistem olmuştur. Egemenler kendi çıkarları gereği, kadının toplumsal görevini anne/ eş olarak sınırlayıp, yaşamın her alanında kadının emeğini ve bedenini en katmerlisinden sömürüp kârlarını katlarken, aynı zamanda kadın üzerinden korkutulmuş/ susturulmuş/ biat eden bir toplum yaratmaya da çalışmaktadırlar.

Tasfiyecilik ile mücadele doğru çizgiyi oturtma mücadelesidir

Lenin, Tasfiyecilik Üzerine adlı makalesinde, tasfiyeciliği sınıf mücadelesinin ideolojik olarak yadsınması şeklinde tanımlarken, bir devrimci örgüt için ise tasfiyeciliğin “yasadışı bir sosyal-demokrat partinin gerekirliliğini yadsımak” anlamı taşıdığı ifade eder.

Çalışma tarzı üzerine -1-

Görünümde kronikleşmiş her sorunumuzun, çalışma tarzımızdaki hatalı yaklaşımların süreklileşmesiyle doğrudan bir ilgisi bulunmaktadır. Tespit düzleminde defalarca kez belirtilen sorunlarımız üzerine yine yazılar kaleme almanın can sıkıcı bir yanı bulunsa da bunun önemli bir gereklilik olduğu da açıktır.

Örgütün işlev kazanması

Sayfalar