Perşembe Mart 28, 2024

TKP/ML-TİKKO Gerillaları ile röportaj: “Partimiz ilkeleri üzerinden yükselerek, düşmandan hesap sormaya devam edecektir!” -2-

“Temel meselemiz ideolojiktir, devrimciliğe dairdir!”

- Son olarak “Ortada bir yıldır merkezi bir önderlik yoktu” dediniz. Biraz daha açar mısınız?

- PMK içinde yaşanan kriz ve bu krizin darbeci/tasfiyeci pratikle bastırılması ve tüm partiye mal edilmesi ile birlikte sorun daha da boyutlandı. Sağ oportünist darbeci/tasfiyeci ve irade gaspçısı PMK üyeleri, bir yandan “irademiz var” dediler diğer yandan iradenin toplanmaması için (PMK toplantısı) ayak dirediler, bundan ısrarla kaçındılar. Böylelikle gerçekte partiyi önderliksiz bıraktılar. Üstelik de bunu “biz önderliğiz, partinin bir önderliğe ihtiyacı var” diyerek yaptılar. Bu durumda partililerin “madem ki bir iradeniz var o zaman tüm PMK üyelerinin katılımıyla bir toplantı yapın ve partimizin önüne bir yönelim koyun” çağrılarını ısrarla yanıtsız bıraktılar. İrade ve yetkili olmadığı halde partiyi 2 yılı aşkın bir süre “yönettiler”.

Var olan bu duruma tepki gösteren PMK’nın bir üyesi bu dönemde istifa etti, diğer MK üyelerine de istifa çağrısı yaptı ve parti iradesine tabi olduğunu deklare etti. Bu gelişme, Eylül 2016 tarihinden itibaren 8. Konferansın 8. PMK’ya vermiş olduğu karar alma yetkisinin de tüzük gereği ortadan kalkması demekti. Diğer bir ifadeyle bu tarihten itibaren parti, tüzüğü gereği hukuken de önderliksiz kalmış oldu. Bu kuşkusuz iyi bir şey değildi ve ama maalesef gerçekti. Bu gerçekliğin sorumlusu partimiz değildir. Sağ oportünist, darbeci/tasfiyeci ve irade gaspçısı azınlık durumundaki MK üyeleridir. Dolayısıyla bu tarihten itibaren azınlık MK üyelerinin de istifa etmesi, partinin yeni bir önderlik seçerek, vakit geçirmeksizin parti iradesinin toplanmasına yönelmesi gerekiyordu. Ancak bunun yerine artık yetkileri tüzük gereği de fiilen ortadan kalkan ve yine tüzük gereği MK üyesi olmayan bu kişiler, kendilerini parti iradesine dayattılar.

Böyle bir dayatma, parti iradesini bölme ve tasfiye etme hamlesiydi. Hatta bu yetkisiz ve iradesiz tasfiyeci kişilikler, kamuoyuna ve halkımıza yönelik parti adına PMK imzalı açıklamalar yapma, politik tavır takınma suçlarını bile işlemekten çekinmediler. Diğer bir ifade ile taraftarlarımıza, militanlarımıza ve halkımıza yalan söylediler. Sanki bir PMK varmış ve bütün partinin iradesini temsil diyormuş gibi davrandılar. Bu darbeci/tasfiyecilik, devrimciliğin en temel kuralını, dürüst olmayı ve halka yalan söylememeyi, sayısız kez çiğnemekten utanmadılar.

Sanırım konuyu takip edenlerin en çok sorduğu ve anlamaya çalıştığı sorunun başında partinin niye bu duruma geldiği ya da ideolojik, politik, örgütsel ve askeri farklılıkların görünürde olmamasına rağmen niye böyle bir sorunun varolduğu gelmektedir. İlkini yukarıda kısmen açmaya çalıştım. PMK’nın kendi durumunu partiden gizleyen gerçekliği asıl olarak partimizin ilk olarak hesaplaşması gereken başlıktır. Bunu, aynı zamanda partimizin kendi ideolojik-politik duruşu ve zaaflarına yönelik bir hesaplaşma olarak görmek gerekir.

Biz 8. Oturum’da merkezi iradenin aldığı kararları takip ediyor, buradaki yönelimi sürdürüyoruz. Bu anlamda 8. Oturum’dan bu yana partimizde 8. Oturum yöneliminin yaşama geçirilmesi konusunda süregelen bir iki çizgi mücadelesi vardır. Bir yanda bu yönelimi pratiğe geçirmeye çalışanlar diğer yanda altında imza attıkları kararları uygulamamak için ayak direyenler vardır. Darbeci/tasfiyeci anlayışla bu bağlamda, dokuz yıllık sürecin yarattığı bir sonuç olarak, ideolojik ve politik düzlemde esaslı farklılıklarımız var. Bunları ilerleyen süreçlerde daha detaylı açıklayacağız ancak şu an söyleyebileceğim şudur; Temel meselemiz ideolojiktir, devrimciliğe dairdir! Devrimciliği uygulayış ve yaşama geçiriş tarzımıza dairdir. Dürüst, ilkeli olmaya, partimizin işleyiş ve hukukunu sahiplenmeye komünist olmaya dairdir. Temel ayrılık noktalarımız budur.

“Hizip yapanlar MLM güçlere ‘parti adına’ saldırıyor”

- Yoğun bir şekilde propaganda edilen ‘hizip’ meselesine dair biraz tartışmak isteriz. Nedir bu ‘hizip’ söylemleri, nereden kaynaklanıyor?

- Doğrudur, bu propaganda ediliyor. Ancak bu koca bir yalandır. Aslında darbeci/tasfiyeci kişilikler bu saçma “hizip” propagandasına daha 2015’te başlamışlardır. Parti tüzüğü ve ilkelerine uygun olarak, iki çizgi mücadelesi anlayışımız doğrultusunda bu kesime yönelik yürütülen mücadeleye dair bazen gizli bazen açıktan “bunlar hiziptir” propagandasını yaptılar. Ancak bunu o dönem açısından kamuoyuna deklare etmediler. Çünkü ortada onlar açısından da böyle bir durum yoktu.

Neydi durum? Bu irade gaspçısı, azınlık MK üyelerine yönelik, onların darbeci/tasfiyeci pratiklerini eleştiren, parti tüzüğüne uygun davranmaya çağıran MLM güçlere yönelik alttan alta yetkilerini de kullanarak hizip çalışması yürüten bizzat kendileri idi. Yani ortada bir hizip varsa bunu yapanlar 8. Konferans’ın kendilerine verdiği yetkiyi kişisel çıkarları için kullanarak hizip örgütleyen, partiyi bölen darbeci/tasfiyeci, irade gaspçısı azınlık MK üyelerinden bahsetmek gerekir. Gerçekte hizip yapan, böylece de partiyi bölenler onlardan başkası değildir. Nihayet Eylül 2016 tarihinden itibaren 8. PMK parti tüzüğü gereği hukuken ortadan kalkınca her partili bulunduğu alanda parti çalışmasını örgütlemek, sevk ve idare etmek göreviyle karşı karşıya kalmıştır. Bu objektif bir gerçektir. Tabii ki parti iradesi tarafından yeni bir önderlik seçilene kadar.

Hal böyleyken hiçbir şey olmamış, 8. PMK’nın yetkileri halen devam ediyormuş gibi davranmak ne hukuki ne de ahlaki. Bunu dayatmak, partiyi saflaşmaya zorlamak, dağıtıp bölmek demektir. Zaten yapılan da bu olmuştur. Oysa yapılması gereken, hukuken var olan durumu kabul edip yeni bir önderlik seçilmesini önermek, bu yönlü önerilere kulak tıkamamaktı. Ama yapılması tercih edilen nedir? Parti iradesinin önemli bir kesimini partiden tasfiye etmek! Aslında gerçekte bunu yapanlar partinin dışına çıkmıştır. Buna karşılık MLM güçlerin partiyi sahiplenmemesi, parti iradesine dayatılan bu darbeci/tasfiyeci yaklaşımı kabul etmesi düşünülemezdi. Nitekim böyle de oldu. İşte tam da burada “hizip” meselesi gündeme geldi. Bu darbeci/tasfiyeci kişilikler, var olan durumu ortaya koyan ve düşman operasyonundan sonra Haziran 2015’te yapılan toplantıda, azınlık MK üyelerinin yetkilerini aşarak merkezi önderliği gasp ettiğini, darbe yaptığını, Eylül 2016’dan itibaren de 8. PMK’nın düştüğünü dile getiren MLM güçlere hizip iftirası atmıştır.

Parti iradesine tabi olduğunu açıklayan MLM güçleri (parti organlarını ve alanlarını) hizipçilikle suçlamak gerçekte kendini hizip olarak ilan etmek demektir. Parti hukuku içinde tartışmalar devam ederken gasp ve şiddet uygulamak, gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında kendi paralel örgütlenmelerini oluşturmak hizip değilse nedir? Bunun çok sayıda örneği herkesin gözü önünde yaşam bulmuştur.

Sadece bununla da kalınmadı, bu açıklamayla yetinilmeyerek tek bir merkezden yönlendirildiği son derece açık olan ipleri salınmış bir şekilde ve çetevari yöntemlerle, devrimcilik adı altında MLM güçlere karşı saldırganlık geliştirilmiş ve buna paralel gasp, işgal ve şiddet uygulanmıştır. Bütün bunlar hangi gerekçeyle olursa olsun kabul edilemezdir. Üstelik bunu yapanlar kendilerine Maoist devrimciler demektedir!

Açıktır ki bu tür bir saldırganlık hem suçlu hem de güçlü psikolojisinden kaynaklanmaktadır. Oysa biz hiç de güçlü olmadıklarını biliyoruz. Ama suçluluk, haksızlık, meşru olmamak; devrimcilik adına bu utanılacak ve gelecekte özeleştirisi yapılacak pratikleri yaptırabilmektedir. Açık ki söz konusu pratikler çaresizliğin sonucudur, kendi siyasetine ve çizgisine güvensizliğin bir ürünüdür.

Gelinen durumda soru şudur: Parti birliği böyle sağlanır mı? Sorunlar böyle çözülebilir mi? Olsa olsa partiyi bölmek, parçalamak isteyenler kendi siyasetine güvenmeyenler böyle yaparlar. Yaşanan da bu olmuştur. Nitekim bu saldırılardan sonra partinin birliğini sağlamak, bu yönlü bir çaba içerisinde olmak gerçekçi bir politika olmaktan çıkmıştır. Maalesef gelinen nokta budur. Şimdiki görevimiz, partimizin sağ oportünist, darbeci/tasfiyeci bu saldırıyı alt etmesi, kendini yeniden örgütlemesi, sınıf mücadelesi ve savaş içerisinde kendini konumlandırmasıdır. Elbette bu öncelikli görev sınıf mücadelesinin partimize yüklediği sorumluluklar ve savaş gerçekliğinden ayrı düşünülmemelidir.

Partimiz M. Demirdağ yoldaşın yaklaşımıyla ifade edersem; kendi stratejisi ve teorisi doğrultusunda, kitle hareketleri ile ilişkilenerek, sınıf mücadelesinin engin denizinde yer alıp, kısa sürede savaş mevzilerindeki yerini sağlamlaştırıp daha da geliştirecektir.

“Çetevari saldırılara taviz vereceğimiz düşünülemez!”

- Devrimciler arasında sorunların çözümünde şiddet yöntemlerine başvurulduğu görülüyor. Bu konuya dair fikriniz nedir?

- Dün yoldaş dediğine bugün şiddet uygulayan, bu saldırılarda bulunanların kendilerine devrimciyim demesi üzücüdür. Devrimciysen, böyle bir iddian varsa siyaseten ortaya çıkar, kendi düşünceni savunursun. Tabii bunu yapabilmek için kendine, siyasetine, haklılık ve meşruluğuna güvenmen gerekir. Zaten bu olmadığı için bu kişiliklerin böyle bir yönteme başvurduğu anlaşılıyor. Düşmana değil de, devrimcilere saldırarak, şiddet uygulanarak devrimcilik yapılmaz. TİKKO gerillaları olarak bütün bu eylem ve girişimleri kınıyoruz.

Yeri gelmişken bir noktayı daha ifade etmeme izin verin. Bu tür pratikler devrimciliğin getirildiği aşama açısından utanç vericidir. Bu pratik, sahiplerini ve elbette bu emri verenleri utandıracak cinstendir. Kuşkusuz utanmak devrimci bir eylemdir, ki devrimcilik iddiasında bulunuluyorsa bunu beklemek hakkımızdır diye düşünüyoruz. TKP/ML gibi yarım asra yaklaşan bir tarihi olan bir partinin geleneğinde, devrimciler arasındaki sorunların çözüm yönteminin ne olduğu açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Şiddet karşı devrimcilere, düşmana uygulanır. Bunun dışında şiddeti bir çözüm yöntemi olarak uygulamak sadece düşmanı sevindirir, devrim cephesini zayıflatır.

TDH içerisinde partimiz bu yönüyle hassasiyetiyle bilinir. Sağ oportünist darbeci/tasfiyeci kişilikler partimizin bu geleneğine saldırmış, gerçekte TKP/ML’li olmadıklarını, ideolojik olarak nasıl bir savruluş içerisinde olduklarını göstermişlerdir. Bu anlamda bu süreci yöneten ve uygulayanlar, aramızdaki kalın ideolojik ayrılığı bir kez daha hatırlatmış, farkımızı bizzat pratikte göstermişlerdir. Partimizin yanında olan ve sahiplenen bütün parti tabanımıza, kitlemize çağrımızdır; bu türden pratiklere asla taviz verilmemelidir. Bizler her koşul altında faşizme boyun eğmeyen bir geleneğin sahipleriyiz. Bu nedenle bu türden çetevari saldırılara taviz vereceğimiz düşünülemez bile. TİKKO gerillaları olarak bu tür pratiklere maruz kalan MLM’ler ile omuz omuzayız.

“Faşizm en güçsüz dönemini yaşamaktadır”

- Son olarak bölgedeki durum hakkında da bir şeyler sormak istiyorum. Kamuoyu Dersim’de yaşanan gelişmeleri merak ediyor. Buna dair neler söylemek istersiniz?

- Türk hakim sınıflarının kendi içindeki dalaşının, 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından bir karşı darbeye yol açtığı biliniyor. Yaşanan bu gelişmenin doğrudan doğruya halkımıza yansıdığı da bilinmektedir. Zaten böyle olması kaçınılmazdır. Tarihsel tecrübeler de bize bunu göstermektedir. Ne zaman ki Türk hakim sınıfları arasındaki çelişkiler bu düzeye çıkmışsa karşılığında esas olarak emekçiler hedef alınmakta, ilerici, demokrat, devrimci ve komünist güçler, faşizmin yoğun saldırılarına muhatap olmaktadır. Bugün olan da budur. On binlerce insan gözaltına alınmış, tutuklanmış, yüz binlerce insan işinden edilmiştir.

Böylelikle “TC demokrasisi”nin ne menem birşey olduğu daha net açığa çıkmış durumdadır. Öyle ki geçmiş süreçlerde faşizm değerlendirmesi yapmayanlar bile faşizmden, “tek adam rejimi”nden bahseder olmuştur. Oysa bilinmektedir ki faşizm ülkemizde hiç de yeni bir olgu değildir.

Şimdi yaşanan özetle darbe bahanesiyle Türk hakim sınıflarının kendi aralarındaki iktidar dalaşları ve bunun zemini olarak sermayenin el değiştirmesidir. Elbette bu yapılırken de faşizm kendisine yönelik en ufak bir muhalefeti, ilerici, devrimci bir direnişi ve mücadeleyi bastırma ve yok etme saldırısı içindedir.

Halkımız bu saldırganlığı bizzat yaşamında gördüğü ve sosyal pratiğinde test ettiği için ayrıntılarına girmeye gerek yok sanırım. Ama yapılan kimi açıklamalarda da 12 Eylül AFC’si ile kıyaslamalar yapılması saldırının kapsamı ve durumun vahameti hakkında yeterli bilgi vermektedir.

Anlaşılan faşizm bu saldırganlığını 2019’daki seçimlere kadar sürdürecektir. Devam edecek çünkü faşizm en güçsüz dönemini yaşamaktadır. Hem ekonomik durum hem ülke içinde ve dışındaki siyasal-sosyal gelişmeler bunu göstermektedir. Tam da bu nedenle faşizm iktidarını sürdürebilmek için hem kendi arkasına yedeklediği sivil faşist, şovenist güçleri tahkim etme hem de buna paralel olarak halka yönelik saldırısını tüm hızıyla sürdürme zorunluluğuyla karşı karşıyadır.

Faşizmin bu saldırganlığı gerilla cephesinde de yaşanmaktadır. Başta Kürt ulusal hareketi olmak üzere partimize bağlı gerilla güçlerine ve devrimci hareketin gerilla güçlerine yönelik yoğun bir saldırı içerisindedir. Bu saldırıda askeri yön ön plana çıkmış görünse de saldırının kapsamı daha geniştir. Düşman gerilla güçlerine yönelik askeri saldırılarında teknik üstünlüğünü yoğun biçimde kullanmaktadır.

Ve kabul edilmelidir ki, bu konuda “başarılı” sonuçlar da almaktadır. Örneğin son 1 yıl içerisinde sadece Dersim alanında 200’e yakın gerilla şehit düşmüştür. Şehit düşen gerillaların önemli bir kısmını Kürt ulusal hareketi gerillaları oluşturmakla birlikte yaşanan kayıplar arasında partimize bağlı 12 TİKKO gerillasının ve yine diğer devrimci örgütlerden gerilla güçlerinin olduğunu ifade etmek gerekir.

Düşmanın gerillaya yönelik saldırıları kapsamında kış sürecinde partimizin gerilla güçlerimizin 5 operasyona tanık olduğunu hatırlatmak bir fikir verir sanırım.

İfade etmeye çalıştığım düşmanın hem halkımıza hem de onun devrimci öncülerine yönelik yoğun bir saldırganlık içerisinde olduğudur. Bu saldırganlık onun içinde bulunduğu siyasal, ekonomik, askeri, sosyal, psikolojik durumu ile son derece uygundur. Faşizm meseleye devletin beka sorunu olarak yaklaştığı için diğer bir deyişle ölümcül bir yara alan bir hayvanın canhıraş saldırganlığı içinde bulunmaktadır.

Bu saldırganlığın sadece gerillaya yönelik olduğunu düşünmek yanıltıcıdır. Düşman gerilla bölgelerindeki halka yönelik de azgın bir saldırı içerisindedir. Örneğin yaklaşık 6 bin nüfuslu Dersim-Pulur’da 500’e yakın kişi gözaltına alınmış, kimileri tutuklanmıştır. Ancak bu saldırganlığın ne halkın mücadelesi ne de gerilla mücadelesini bitiremeyeceği açıktır. Bunlar olsa olsa halkın ve devrim mücadelesinin karşısında birer tümsektir. Özellikle bizler açısından faşizmin bu ülkeye yeni gelmediği, başından itibaren yönetim biçimi olduğu bilindiği içindir ki, yaşananlar şaşırtıcı olmamıştır. Tek üzüntümüz ve kaygımız, bu saldırganlığa karşı etkili bir şekilde karşılık verememektir.

“Partimizin mücadele ve savaş bayrağını taşımaya devam edeceğiz!”

- Son olarak neler söylemek istersiniz?

- Şu an içinde bulunduğumuz koşullarda, halka ve devrimci hareketlere yönelik saldırılarda özellikle askeri anlamda etkili bir şekilde yanıt verememenin burukluğunu yaşıyoruz. Kuşkusuz ki bunun önde gelen nedenlerinden biri partimizin bu süreçte yaşamış olduğu sağ oportünist, darbeci/tasfiyeci saldırıdır. Ve bu saldırı alanımızdaki güçleri de etkilemiştir. Fakat unutulmamalıdır ki, tıpkı partimizin daha önceki tarihsel tecrübelerinde olduğu gibi kendisine yönelen, iradesini darbeleyen ve bölen bu darbeci/tasfiyeci saldırıyı da alt edecektir. Tek kaygımız partimizin bir an önce sınıf mücadelesinin görev ve sorumluluklarına odaklanması ve yoğunlaşmasıdır. Partimizi sahiplenen bütün yoldaşlarımızın, bu bilinçle, haklılıklarından, meşruluklarından aldıkları güç ve sorumluluk hissi ile meseleye yaklaştıklarını biliyoruz.

Partimize gönül vermiş halkımız, şehitlerimizin değerli aileleri, parti tabanımız ve bize gönül veren herkes bilsin ki, partimiz yeniden ayakları üzerine dikilecek, düşmandan ezilenlerin hesabını sormaya devam edecektir! Bizler Dersim’deki gerilla gücü olarak buradan bu son derece önemli bu göreve “küçük” de olsa bir katkıda bulunabilirsek ne mutlu!

Bütün okurlarınıza ve halkımıza, komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın direngenliğinden partimizin son şehidi, varlığı ile partimizi onurlandıran, pratiği ile ordumuzu gururlandıran Nubar Ozanyan yoldaşın mücadele ve yaşam pratiğine dek uzanan çizgiyi esas aldığımızı ifade etmek istiyorum. Bizler Dersim’deki TKP/ML TİKKO gerilla gücü olarak partimizin ilk şehidi Meral Yakar’dan son şehitleri Nubar Ozanyan, Güzel Şahin ve Serdar Can’a uzanan çizgide partimizin mücadele ve savaş bayrağını taşımaya devam edeceğiz. (Bitti)

45243

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Son Haberler

Sayfalar

Proletarya Partisi

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Sayfalar