Cuma Nisan 19, 2024

Türkiye devrimci hareketine birkaç söz:

Anglo-Sakson ittifakı ve Arap Sünni-NATO’su! 

16 Nisan referandumundan sonra özel olarak devrimci basına göz gezdirip bir şeyler aradım. Öyle ya, her hareketin bir nedeni ve bir sonucu olduğu gibi, bir yorumu bir analizi, çıkarsanılacak dersleri de vardır! Referandum öncesi tavrını “Hayır” ve “Boykot” olarak açıklayan devrimci hareketin çeşitli kanatlarının, seçim sonrası süreci değerlendiren, belirledikleri tavırların referandum sonrası kazanım ve kayıplarının muhasebesini yapan bir yaklaşım görmedim. Hiç bir şey olmamış böyle bir süreç yaşanmamış gibi… Bu referandumun bölge ve dünya halkları açısından önemi, özel olarak da Ortadoğu da halkları nelerin beklediğini öngören hiçbir analiz, çözümleme ve bunlar ışığında bir perspektif sunma durumuyla karşılaşmadım. Öyle ki, Devrimci hareketin on-yıllardır olduğu gibi daha acil daha yakıcı gündemleri var; kendi içine kapanıp iç çatışmalarla kendisini zayıflatmak! Aşağıda göreceğiz ki, uluslararası güçler şu veya bu şekilde “ittifak” ve “birlik”lerini pekiştirirlerken devrimci güçler on-yıllardır olduğu gibi pratikleriyle “ayrışmayı” derin teorik ufkuyla “arınma”yı savunuyor…

İŞİD’in dünya siyasetinde ki rolü!

Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika (GODKA) Projesi kapsamında İŞİD’in dünya siyasetinde ki rolü son derece büyük. Ortadoğu da Sovyetlerin önünde engelleyici bir güç olarak “yeşil kuşak projesi” kapsamında örgütlenip güçlendirilen İslamist radikal hareketler, yıllar sonra kromozomlarıyla oynanarak ortaya çıkarılan İŞİD versiyonu bir mutan ile, yalnızca Ortadoğu siyasetinde değil, egemenlerin yerkürenin her coğrafyasında halklar üzerinde ve rakip güçler karşısında siyaset yapma serbestliğini sağlamıştır.

ABD, Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika (GODKA) projesi kapsamında İŞİD ve Al Nusra gibi grupları, başta Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye eliyle destekleyerek Ortadoğu da bölgenin güç dengelerini değiştirebilmek, jeo-stratejik konumuna hakim olabilmek için güçlendirildiler. Dünyayı manipüle etmek, yeni ittifaklar örgütleyerek bölgede etkin olabilmek için, İŞİD’i destekleyen ve onun saldırılarından, katliamlarından kendileri sorumlu değilmiş gibi sözde “İŞİD’le mücadele etmek” için “Teröre Karşı İslam İttifakı” adı altında İslam dünyası içinde yer alan 34 devletten oluşan “İslam Ordusu İttifakı”nı 15 Aralık 2015 tarihinde kurdular.

Kendi laboratuvarlarında ürettikleri İŞİD mutandı, sadece bu ittifak için değil, daha büyük stratejiler ve ‘kutsal’ amaçlar için bir araç olarak kullanılacaktır. Yani bölge de sınırların yeniden düzenlenmesi ve dengelerin el değişmesi hamlelerine GODKA eliyle yeni oyuncular eklenmişti. ABD savunma bakanı Ashton Carterin 15 Aralık 2015’de İncirlik Üssü’nü ziyaret ederken yaptığı açıklamada “Suudi öncülüğündeki yeni koalisyon, ABD’nin İŞİD’le mücadelede Sünnilerin daha büyük rol oynaması yönünde uzun süredir yaptığı çağrılarla uyumu bir adım” olduğunu söyleyerek “Yeni ittifakı” desteklediklerini açıklamıştı. Yani “Sünni Arap NATO Koalisyonu” nu!

Peki ama GODKA kapsamında sahaya sürülen bu ülkelerin bunda çıkarı ne olabilirdi? Tabi ki Arap Sunni-NATO’su! ABD ve İsrail patentli “Arap Askeri İttifakı” fikrini ilk olarak 22 Şubat 2015’te Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fettah El Sisinin Mısır devlet televizyonunda yayımlanan konuşmasında duymuştuk. 1945 yılında  Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Suriye tarafından kurulan, 22 Arap ülkesinin üye olduğu Arap Birliği, 29 Mart 2015’te yaptığı 26. zirvesinde yayımladığısonuç bildirisinde Sisi’nin bu “ortak askeri güç fikrini” benimsediğini açıklamıştı. Bu açıklamanın ardından 21-22 Nisan 2015 de Kahire’de Tunus, Cezayir, Suudi Arabistan, BAE, Fas, Katar, Kuveyt, Sudan, Ürdün ve Libya genelkurmay başkanlarının katılımıyla ilk toplantı gerçekleştirilmişti. Bu toplantı da bu askeri ittifakın kurulması, görevleri, finansmanı gibi konularda bir alt yapı çalışma grubu oluşturulmuştu. Bir ay sonra 24 Mayıs 2015’te Genelkurmay başkanları ikinci defa bir araya gelmiş ve bu toplantı da ülkelerin savunma bakanlarına sunulmak üzere askeri ittifakın kuruluşuna ilişkin bir protokol hazırlanmıştı.

Dikkat ediniz, böylesi dev bir ittifak ‘aylar içinde’ gerçekleştirildi ve tüm bu hazırlıklar Trump’un başkanlığı öncesinde yapıldı. Oysa biliyoruz ki böylesi bir ittifak aylar içinde gerçekleştirilemez, on-yılların projesi! Trump’un 20 Ocak 2017’de başkanlığı devir alırken konuşmasında “Radikal İslam’ı dünyada yok edeceğiz” ifadeleri ile, esasen İŞİD gibi radikal İslamist grupların bundan sonraki politikalarda nasıl kullanılacağının da bir mesajıydı. 15 Aralık 2015 tarihinde kurulan “İslam Ordusu İttifakı”, Trump ile birlikte “Trump’un Arap NATO’su” ismini alarak çerçevesi de esasen netleştirilmiş oldu. ABD ordusuna danışmanlık yapan kimyasal muharebeden sorumlu eski kurmay başkanı Muhammed El Şahavi, Al-Monitor’a yaptığı açıklamada Trump’ın önerisinin Sisi’ninkine benzer olduğunu, Trump’ın Sisi’nin önerisine de sıcak baktığını, çünkü Arap ittifakı projesinin de ABD gibi küresel bir gücün desteğiyle yürüdüğünü söyledi.[1]

ABD’nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal’ın 15 şubat 2017’de duyurduğu ardından ise Alman “Die Welt” gazetesinde “Ortadoğu’da sürpriz bir ittifak doğuyor” başlığıyla Richard Herzinger imzası ile açıklanan “Arap NATO”su ittifakına dair bir haber yayımladı. Bunu kimi çevreler “Gelecek Trump yönetimi ve İsrail’in Ortadoğu’da İran karşıtı bir askeri blok oluşturuyor” şeklinde yorumlarken, kimi çevreler de “Arap-İsrail NATO”su şeklinde yorumladı.

ABD’nin ve İsrail’in bu ittifakın hem kuramcısı hem destekleyeni olduğu her iki ülkenin yetkili makamları tarafından yapılan açıklamalardan anlaşılıyor. Bu ittifakın Filistin meselesinden kaynaklı perde arkasında durmakta ısrarlı olan en önemli gizil güç ise İsrail olduğunu görmek gerekiyor! Bunun için müneccim olmaya gerek yok, gündemi takip etmek yetiyor. Alman “Die Welt” gazetesine mart 2017 tarihinde konuşan İsrail Savunma bakanı Avigdor Lieberman Trump yönetiminin Arap ülkelerin İran’a karşı askeri ittifak kurması ve bu ittifakın İsrail’le işbirliğine gitmesine yönelik çalışmalarına destek veriyoruz” şeklindeki açıklaması bu ittifaktaki ‘gizil’ gücü de gösteriyor. Lieberman bu demecinde İran’ı “ortak düşman” olarak göstermiş, İsrail’in Suudi Arabistan’a Ortadoğu’da NATO tipi ittifak kurulmasını teklif ettiğini duyurmuştu.[2] Keza, Ortadoğu da oluşacak böylesi bir ittifaktan İsrail’in rolünü düşünmemek büyük bir saflık olacaktır.

Bu birliğin temelini (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Ürdün) atarak ABD’nin ve İsrail’in bölgede İran’a (dolayısıyla Şanghay Beşlisine) karşı askeri bir kalkan kurmasıydı. Bu askeri birliğin arkasında ki esas gücün ise İsrail olduğunu yeniden belirtelim. Keza İsrail’in oluşturulan bu askeri kalkan tarafından İran’dan korunması da durumun en esaslı ve özlü kısmıdır. ‘Arap Sunni-NATO’sunun oluşması Şanghay Beşlisi’nin Ortadoğu da ki en zayıf halkası konumunda olan İran’ın etkisini kıracak, böylece Rusya-Çin ve İran başta olmak üzere Avrasya Ekonomik Birliği ittifakını da parçalayarak bölgenin tek hakimi olmayı hedeflemekte.  İran’a yönelik çok yönlü ve kapsamlı girişimler söz konusu. İçten ‘renkli devrimler’, dıştan bu vb. askeri ittifaklar gibi çok yönlü hamleler olduğunu da belirtelim.

Peki ama bu “Genişletilmiş Avrasya Projesinin” parçalanmaya çalışılan ittifakı içerisinde yer alan ve haliyle bu projenin birer hedefi durumunda olan ülkeler hangileridir? Bunlar; Orta Asya’da Kazakistan-Türkmenistan, Güney Asya’ya doğru Afganistan-Pakistan, Kafkasya’da Azerbaycan-Gürcistan’dır. Bu ülkelerin kimileri uzun zamandır farklı yöntemlerle direk operasyonlara/saldırılara maruz kalmakta. Mesela, Kazakistan IŞİD bağlantıları üzerinden bu ittifaktan koparılmak isteniyor. Yani “Kazakistan nokta atış yapılan bir hedef konumunda. Çünkü Kazakistan sahip olduğu jeopolitik ve stratejik konum itibarıyla sadece Orta Asya bölgesini değil, Rusya ve Çin’i de istikrarsızlaştırma kapasitesine sahip bir ülke. Bölgenin en önemli domino taşı.”[3]

Hatırlayalım, ABD her girdiği, yıktığı, işgal ettiği ülkeye “demokrasi götürüyorum”, “nükleer silah var”, “uluslararası terörist yuvası” diyerek girdi. İran’a yönelik yapılacak operasyonun sloganı “İslamist terörün arkasındaki güç” şeklinde belirlenmiş gözüküyor. Oysa gerçek ne kadar farklı değil mi!? Dünya halklarını manipüle etmek için ‘Soros medyası’ ve ‘yandaş medya’nın rolünü ise anlatmaya sanırım gerek yok!

ABD ve İsrail’in bölgede ki hedefi İran olduğu biliniyor. Türkiye ve İran arasında bölge özgülünde süren hakimiyet kavgası ise çok açık. Türkiye-İran hakimiyet dalaşı, ABD-İsrail ve Türkiye’nin bölgede ki (askeri, siyasi, ekonomik vs.) yönelimlerini ortaklaştırıyor. 2015 yılında “İran bölgeye hâkim olmak istiyor, bundan biz, Arabistan ve diğer Fars Körfezi devletleri rahatsızlık duyuyoruz’’ diyen Erdoğan’ın İran’ı “yayılmacı” diyerek suçlaması Türkiye’nin ‘Arap Sünni-NATO’suna eklenmek istemesinin bir çok nedenleri arasındadır. Yine Erdoğan’ın daha 2004 yılında “Üstlendiğimiz misyon gereği Ortadoğu ve Avrasya ülkelerine yöneleceği… Eşbaşkanı olduğumuz genişletilmiş Ortadoğu Projesi için…”[4] söylemleri bu öngörümüzün kaynaklarından biridir.

Dönemin başbakanı Davutoğlu ve Genelkurmay başkanı Hulusi Akar’ın 1 şubat 2016 tarihinde Suudi Arabistan’a gitmesinde ve ardından 14 Nisan 2016 tarihinde İstanbul’da bir araya gelen ‘İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ana gündemi de İslam Sünni-Nato’suydu. 16 Nisan referandum öncesi Kerem Çalışkan köşesinde bu gidişata ilişkin şöyle diyordu: “Erdoğan, 12 Şubat 2017’de Bahreyn, Katar, Suudi Arabistan turuna çıktı, Arap Nato’sunu görüştü, Fars milliyetçiliğiyle mücadele istedi. 15 Şubat 2017’de WSJ Suudi Arabistan’ın İslam NATO’su kuracağını yazdı… Kissinger şimdi Arap NATO’su projesinin ilerlemesi için 16 Nisan’da Evet çıkmasını ve Erdoğan’ın Tek Adam yetkisini almasını bekliyor… Ondan sonra Kissinger Erdoğan’ın kapısına dayanacak… ‘Hadi yap şimdi 14 yıldır yapmak isteyip de yapamadığımızı’ diyecek… Erdoğan da Türkiye’yi İran’a karşı ‘Sünni NATO’nun lideri yapacak!…”[5] Ancak Türkiye’nin bu Arap Sünni-NATO’ya eklenmesi önünde TBMM’nin önemli bir engel olarak durduğu düşünüldüğünden, 16 Nisan referandumuyla bu engelinde kaldırılması hedeflendi. Keza, 25 şubat 2003 yılında ABD’nin Irak için Türkiye’den asker istemesi “1 Mart tezkeresi” ile mecliste ret edilmişti. Hem bunun rövanşını almak, hem de bundan ders çıkaran ABD, “tek adam” formülasyönü ile artık bunların yaşanmamasını sağlamaya çalışıyor.

Batıdan bakıldığında Türkiye bir Ortadoğu ülkesi görünümünde. Ortadoğu’dan bakıldığında ise, Türkiye bir batı ülkesi. Bu görüngüsel durum Türkiye’nin kuruluş misyonları arasındaydı. Bu yanıyla İslam ülkelerine bir ‘model’ olabilirdi!İslam dünyasını ve özellikle de Ortadoğu’yu etkileyebilmek ve dizayn etmek için bölge ülkelerinin özeneceği bir model gerekliydi. Bunu Dinamik ekonomisi, yetişmiş insan gücü, hareketli nüfusu, özellikleriyle bugüne kadar bulunduğu coğrafyada öne çıkmış bir ülke olan Türkiye’den başka yapacak bir ülke de söz konusu değildi. Türkiye’nin ılımlı İslam’la bütünleştirilerek bölge ülkelerinin özeneceği bir model oluşturması son derece akıllıca olacaktı. Bu şekilde bölgede hakim olan Radikal İslam ve Köktendincilik yerine liberal ılımlı İslam’ı yerleştirip, kontrolü altında kurulacak bir İslam Birliği ile bölgeyi yönlendirmek mümkün olabilirdi. Bu yaklaşım sadece ABD’nin değil, tüm Batı dünyasının savunacağı bir hareket tarzıydı. İşte bu nedenle, Türkiye’nin, ABD’nin dünya üzerinde ki “imparatorluk” siyasetinin İslam dünyasındaki taşıyıcı unsuru olduğunu söylemek abartı olmayacaktır!..

Tıpkı George Orwell’in ‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ romanında kurguladığı ‘big brother’laştırılan dünyayı kabullenip kanıksamamızı, “ne yapsak da engellemek imkânsız, o halde yapacak bir şey yok” mantığını kült bir düşünceye dönüştüren ve davranışlarımızı da bu paralelde kontrol altına alan bir sistemle kuşatılmış durumdayız. Peki bizi her geçen gün daha da kuşatan bu duruma karşı biz ne yapıyoruz?

H.Gürer

30 Nisan 2017

 http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2017/03/egypt-united-states-joint-arab-alliance.html#ixzz4fiePR9PY

http://filistinhaberajansi.com/siyonist-lieberman-arap-israil-natosu-kurulmali/

http://www.milligazete.com.tr/ankara_moskova_hattinda_genisletilmis_avrasya_ittifaki_ve_nazarbayev/prof_dr_mehmet_seyfettin_erol/kose_yazisi/30653

2. ÇIRAĞAN SARAYI / ABD – TESEV ALMAN MARSHALL FONU TOPLANTISI (25 Haziran 2004)

 http://odatv.com/erdogani-referanduma-goturen-gizli-plan-arap-natosu-mu-2803171200.html

50970

H.Gürer

H.Gürer sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

H.Gürer

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

Sayfalar