Cumartesi Eylül 21, 2024

Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist /Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Rojava Komutanlığı : “Partimiz ve onun önderliğindeki ordumuz, devrimci savaşa önderlik etme yeteneğine sahiptir!” (1)

Bir doğal muhabirimiz Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Ortadoğu Bölge Komitesi Üyesi ve Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Rojava Komutanlığı Siyasi Komiseri ve bir halk ordusu komutanı ile röportaj gerçekleştirdi. Elimize e-posta yoluyla ulaşan röportajı üç bölüm halinde yayımlayacağız. İlk bölümde halk ordusunun Rojava Komutanlığı Siyasi Komiseri ile Proletarya Partisi içerisinde yaşanan süreç, HBDH gibi başlıklar konu edinildi. “Söz eğer gerçeği yansıtıyorsa anlamlı ve değerlidir. Eğer her söz gerçeği-gerçekliği yansıtıyor olsaydı ne bilime ne de biz sınıf bilinçli proleterlere fazla iş düşerdi” diyen Siyasi Komiser’in açıklamaların şu şekilde:

Doğal Muhabir: Öncelikle bizimle röportaj yapma teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz tanıtır mısınız?

Siyasi Komiser: Ben teşekkür ederim. Sesimizi ve elbette görüşlerimizi Türkiye devrimci ve demokrat kamuoyuna ve dünyaya duyurma imkanı verdiğiniz için. Partimiz Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist’in Ortadoğu Bölge Komitesi üyesi ve Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Rojava Komutanlığı’nın Siyasi Komiseri’yim.

– Partinizde 2015 yılından itibaren bir süreç yaşandı/yaşanıyor. Doğrudan sorarsak, Partinizde neler oldu? Gelişmeleri kısaca özetleyebilir misiniz?

– Aslında yaşanan sorunlar ve nihayetinde Partimizin darbeci tasfiyeci bir saldırıya maruz kalması yeni bir süreç değil. Parti içinde kökleri uzun bir geçmişe dayanan küçük burjuva dünya görüşü, ille de bir tarih vermek gerekirse, 2015 yılında partimize yönelik gerçekleştirilen merkezi operasyon sonrasında, kendini parti iradesine dayatarak, bir bütün olarak partimizi ele geçirmeyi ve böylelikle partimizi sınıf mücadelesinden alıkoyup, emperyalistler ve Türk hakim sınıflarının sınıf işbirlikçisi, oportünist bir çizgide konumlanmasını sağlamayı amaçlıyordu. Neden böyle diyoruz? Çünkü partimize yönelik darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik edenleri yakından tanıyoruz. Devrimciliği algılayışlarını, dünyaya, sınıf mücadelesine ve yoldaşlarına bakış ve yaklaşımlarını, partiyi kavrayışlarını yakından biliyoruz.

Partimize yönelik darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik eden bu unsurlar, partimizin yaşadığı krizi komünist platformlarda çözmek, bu platformlarda hesap sormak ve hesap vermek yerine, kendilerini partiye dayattılar. “Parti iradesini biz temsil ediyoruz” diyerek, Partimizi kendi işbirlikçi, dogmatik-statükocu, bürokrat çizgileri doğrultusunda tümden ele geçirip, iktidarlarını sürdürme ve böylelikle Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin bir aparatı haline getirmeyi amaçladılar.

Partimize yönelik geçmişte de yaşadığımız örneklere benzer şekilde, “72 programcılığıyla”, “Kaypakkaya yoldaşı savunmak adına” (oysa parti içinde böyle bir tartışma yoktu!) en keskin sloganlarla, küçük burjuva fokocu bir  çizgide, Türk devletinin sınıf işbirlikçisi bir noktada konumlanması amacıyla gerçekleştirilen bu saldırıya karşı temel örgüt ve organlarımız biraya gelerek bir duruş sergiledi. Ancak daha o aşamada bile partinin birliği yönündeki umudumuzu koruduğumuz için, sorunlarımızı komünist platformlarda çözme yaklaşımımızdan hareketle, kamuoyuna yönelik herhangi bir açıklama yapmadık. Ancak darbeci tasfiyeci “kast kliği”n, parti organlarımızı (Geçici Yurtdışı Komitesi) kamuoyunda teşhir edip, tasfiye ettiğini açıklamasının ardından parti güçlerimizi temsil eden organlarımız ve faaliyet alanlarımız (Ortadoğu Bölge Komitesi, Kadın Komitesi, Geçici Yurtdışı Komitesi, Yayın Komitesi ve TMLGB) tarafından bir açıklama yayımlanmak zorunda kalınmıştır. Kalınmıştır diyoruz çünkü o tarihlerde -darbeci tasfiyeci anlayışın bütün saldırı ve provokasyonlarına rağmen- Partimiz süreç tamamen sonuçlanmadığı için bir “ayrılık” ilanı yapmamış, aksine parti güçlerinin birliği için çalışmaya devam etmiştir.

Ancak sonuç olarak bunda maalesef başarılı olunamamıştır. Darbeci tasfiyeciler, işledikleri suçların hesabını vermemek, 8. Konferans’tan günümüze izlemiş oldukları sağ oportünist çizginin özeleştirisini vermemek için partiyi darbelemeyi ve bölmeyi tercih etmişleridir. Bu süreçten sonra parti güçlerimizi temsil eden organlarımız ve faaliyet alanlarımızı temsilen, parti içindeki MLM güçler kendi aralarında bir örgütlenmeye gitmiş ve Parti irademizi temsilen bir Örgütlenme Komitesi kurmuşlardır.

Partimizin yaşadığı darbeci tasfiyeci saldırıya ilişkin bu komitemiz gerekli açıklamayı yapmıştır. Partimiz gerekli gördüğü durumda ve koşullarda, bu gruba dair yaklaşımını açıklamaya devam edecektir. Ancak yaşananlar ve özellikle bu grubun tavrı, devrimci demokrat kamuoyuna, devrimci örgüt ve partilere bir şeyler anlatıyor. O nedenle aslında uzun uzun anlatmak gereksiz. Görüyorsunuz!

– Ancak yine de bir tanımlama yaparsanız ne diyebilirsiniz?

– Kuşkusuz ki partimize, partinin birliğine yönelik, bu kast darbesini gerçekleştirenlere yönelik değerlendirmelerimiz mevcuttur. Bu değerlendirmelerin sentezlenmesiyle oluşacak sonuçları, gerekli koşullarda elbette kamuoyuna açacağız.

Bizim hassasiyetimiz tamamen güvenlik kaygısı ve deşifrasyona izin vermemek üzerinedir. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Zira bu grubun, parti içi kaosun başından itibaren meylettiği ve medet umduğu yöntem, faaliyet yürüten yoldaşlarımızın isimlerini vererek yapılan dedikodu, karalama, hakaret, tehdit vb.lerinin yanında tüm bunların hiçbir devrimcilik kaygısı güdülmeden sosyal medya üzerinden sürdürmektir.

Şimdiden söyleyebilirim ki; partimize yönelik bu darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik edenler, maalesef uzun bir süredir partimizin önderlik kademesinde yer alan ve yine uzun bir süredir bırakalım komünist bir kimliği devrimcilikleri dahi partimiz, halkımız ve taraftarımız nezdinde tartışma konusu olan; ideolojik olarak bitmiş, politik olarak tükenmiş, kültürel olarak yozlaşmış kişiliklerdir.

Uzun uzun anlatmaya gerek yok, ancak şunu söylemeliyim; Biz Partimizin yaşamak zorunda bırakıldığı bu süreci kişilerle açıklamıyoruz. Kuşkusuz kişilerin de önemli bir rolü vardır. Ancak asıl belirleyici olan, partimizin uzunca bir süredir ihmal ettiği Türkiye ve Ortadoğu koşullarında yaşanan değişimleri inceleyerek, buna göre taktik politika üretmemesi, kitlelerle ve kitle hareketleriyle yeterince buluşmaması, bunda ayak diremesi, pratikte devrimci olmayıp statükoyu koruması, savaş ve savaş gerçekliğiyle kendini örgütlememesi ve Halk Savaşı stratejisiyle birleştirememesi vb.dir. Bu süreç, tüm bunların doğal bir sonucu olarak boy vermiştir.

Bu tecrübeyi şu an bulunduğumuz Rojava sahasında çok net yaşadık ve gördük. Partimizin kararı doğrultusunda alanda konumlanmamıza rağmen, parti önderliğinde yer alan bu kişiler, alanımıza yönelik tam bir tecrit ve tasfiye politikası izlediler.

Sonuçta bir tanımlama yapmak gerekirse eğer; darbeci tasfiyeciliği ideolojik olarak, küçük burjuva dünya görüşünden hareket eden, kendi iktidarını korumak için parti birliğini parçalamaktan dahi çekinmeyen, önderlik krizini partiye dayatan ve buradan saflaştırıp partiyi bölen; politik olarak bırakalım sınıf mücadelesine ve partiye önderlik etmeyi, yaşanan gelişmeleri tahlil etmekten aciz, inceleme ve okumaktan uzak; örgütsel olarak bürokrat ve kariyerist, kendine liberal partiye ve yoldaşlarına sekter bir örgütsel çizgi; askeri olarak ise, Halk Savaşı çizgisi yerine fokocu bir tarz izleyen, bununla kalmayıp, önderlik olarak savaşa uygun konumlanmayan, savaş alanlarında konumlananları ise teşhir ve tecrit eden bir anlayışla karşı karşıyayız.

 

“Sözde Kaypakkaya yoldaşı savun! Pratikte tam tersini yap olan ve yapılan tam da budur!”

– Partinize yönelik “hizip” tanımlaması yapılıyor. Bununla yetinilmeyip, “parti kaçkını”, “savaş kaçkını”, “sağ tasfiyeci” vb. kavramlar kullanılıyor. Bu propagandaya ilişkin ne dersiniz?

– Gülüyoruz! Ama acı acı! Parti kim? Hizip kimdir? İsterseniz bu soruların cevaplarını Kaypakkaya yoldaştan beraber okuyalım, bakalım uzatmaya gerek var mı?

Ne diyor İbrahim yoldaş:

Bütün eleştirilere rağmen hatalarını düzeltmeyenler, düzeltmemekte ısrar edenlerdir.

Hizipçi ve bölücü olanlar, samimiyetle özeleştiri yapmak yerine, sadece çok sıkıştıkları zaman, revizyonist özü yeni bir biçimle kamufle edenlerdir. Hizipçi olanlar, kendilerine eleştiri yönelten kadrolardan örgütün imkânlarını esirgeyenler, kendilerine yağcılık ve dalkavukluk yapanlara bütün imkânları sergileyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt sıvazlamayı teşvik edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerine gelince her şeyi iyi, başkalarına gelince her şeyi kötü gösterenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içi eleştiriyi bastırmaya çalışanlardır. Kendilerine yönelen eleştirileri kadrolardan gizleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerini eleştiren kadroları iğrenç bir iftira ve dedikodu kampanyası ile yıpratmaya, diğer kadroların gözünden  düşürmeye, tecrit etmeye çalışanlardır. Hizipçi ve bölücü olanlar, eleştiri mekanizmasını işleten kadrolar aleyhine sinsi plânlar hazırlayanlardır. Bu gibi kadrolara silahlı komplolar düzenleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, hem demokrasi hem de merkeziyetçilik ilkesini çiğneyerek kendilerine en aşırı demokrasiyi, Marksist-Leninistlere de en aşırı merkeziyetçiliği uygulamak isteyenlerdir.

Gördüğünüz gibi Kaypakkaya, bir dönem aynı parti içinde faaliyet yürüttüğü ve kendisine en keskin Maocu diyen Perinçek çizgisini böyle tanımlıyordu. Şu anda yaşadıklarımızla büyük bir benzerlik var aslında. İbrahim yoldaşın söylediklerine ek olarak bugün bu tavırlara, HBDH kapsamında belgede sahtecilik, kalpazanlık vb. De ekleyebiliriz. Örnekleri çoğaltabiliriz yani. Sanırız buna gerek yok. Burjuvazinin parti içindeki yöntemleri duruma göre çeşitlilik gösterse de özünde aynıdır.

Görünen o ki, bizler darbeci, hizipçi vb. değiliz! Partinin tüzüğünü uygulayan, hukukuna, ilkelerine sarılan, bunu hayata geçirmeye çalışanlardan bahsettiğimiz bilinmelidir. Zira tüzük ve ilkeler varsa parti vardır. Tüzük ve ilkeler yoksa olsa olsa bir “kast”, bir “şef örgütlenmesi”, deyim yerinde ise bir “başkanlık rejimi” vardır.

Bizler biliyoruz ki, hizipçi ve bölücü olanlar hakkı ve yetkisi olmamasına karşın on bir yıldır konferans yapmayanlar, parti yönetimini hile ve entrikayla gasp edip elinde tutanlardır. Parti tüzüğümüz gereği hakkı ve yetkisi olmamasına rağmen görevi başındaki MK üyelerini yaptıkları toplantıya çağırmayanlar, yedek üyeleri oluşan irade yitimini gidermek için aktifleştirmeyen ve yaptıkları toplantılara katmayanlardır. Kendi “adam”larından oluşan komiteler kuranlar, yoldaşları ve faaliyet alanlarını karşı karşıya getirenlerdir. Belgelerle oynayarak, sahtekarlıkla HBDH’den çıkma kararı alanlardır. Yoldaşlarına-devrimcilere şiddet uygulatanlar, örgütü bölerek düşmanlaştıranlardır. Partiyi savaş alanlarında inşa etmeyenler; işçiler, emekçiler, tüm ezilenler içinde partiyi örgütlemeyenler, korunaklı alanlardan partiyi yönetmek isteyenlerdir. Tüzük ve hukuku çiğneyen, çeşitli gerekçelerle kendi aldıkları kararlara dahi uymayan, belgelerde-yazılarda-imzalarda sahtecilik yapan; partiyi çözümsüz bırakıp kendi iktidarı uğruna gözlerini karartan ve savaş alanlarında yoldaşlarını yalnız bırakanlardır. Daha ne diyelim!

Partinin tüzüğünü uygulamak, hukukuna-ilkelerine sarılmak hizipçilikse biz bu ithamı seve seve kabul ederiz. Parti sorunlarının çözüm yolu için komünist platformları, toplantıları işaret etmek ve bunun için çalışmak hizipçilikse, bu “suç”u da kabul ederiz.  Çünkü biz Kaypakkaya yoldaşın mütevazi birer öğrencisi olmaya çalışıyoruz ve onun Perinçek ve tayfasına karşı yürüttüğü mücadeleden öğreniyoruz.

Söz eğer gerçeği yansıtıyorsa anlamlı ve değerlidir. Eğer her söz gerçeği-gerçekliği yansıtıyor olsaydı ne bilime ne de biz sınıf bilinçli proleterlere fazla iş düşerdi. Unutmamak gerekir ki; sadece egemen sınıflar gerçeği çarpıtmıyor ara bir sınıf olan küçük burjuva sınıf da gerçeklik sınıf çıkarına dokunduğu an, çok rahat ve kolay bir şekilde gerçeği çarpıtıp adeta bir bezirgan tüccar gibi yalanı gerçek diye piyasaya sürebiliyor.

İçimizdeki burjuvalar da, son birkaç yılda yaşadık ve gördük ki; bu konuda oldukça eğitilmiş ve ustalaşmışlardır. Yaman birer gerçek çarpıtıcıları olmuşlardır. Neyse ki kamuoyunun ve halkımızın, kitlemizin tanıklığı bizimledir ve tüm bu sahtekarlıklar belgelidir.

Teorimizi ve stratejimizi sözde kabul edip pratikte devrimci sorumluluklarını yerine getirmeyen, savaş görevlerini kabul etmeyen, görevlerini layıkıyla yerine getirmeyip savsaklayan, sınıf savaşımında gerektiği gibi konum almayan, hadi öncesi bir kenara, partimizin 8. Konferans’ını yaptığı Ocak 2007 tarihinden bugüne yönetimde olup merkezi toplantıyı bilinçli bir şekilde örgütlemeyen ve bu yönde en asgari bir çabayı bile ortaya koymayanlar; şimdi kalkmış, bizleri “hizipçi”, “parti kaçkını”, “savaş kaçkını” diye mahkum etmeye çalışıyorlar!

Bugün yaman partili, keskin İbrahimci ve savaşçı kesilen bu unsurlar; Rojava’da parti gücümüzü neden “yalnız” bıraktıklarının, Dersim’de son on yıl içinde gerilla gücümüzün deyim yerindeyse neden kendi kaderiyle baş başa bırakıldığının, Batı’da ciddi bir kitle tabanımız olmasına rağmen bunun neden örgütlenemediğinin, savaş bölgelerine aktarılmak istenen yoldaşlarımızın enerjisinin neden bu kanallara akıtılmak istenmediğinin, silahlı ve illegal mücadelenin önem ve gerekliliğinin etkili bir propaganda ile güçlü bir kitle çalışması için neden kullanılamadığının, işçiler-emekçiler-kadınlar içinde neden devrimci komiteler kurulamadığının ve bunlar aracılığı ile savaşın neden bütünlüklü geliştirilemediğinin açıklamasını yapmalıdır. Görünen şudur ki; gerçekliğimize, sürece ve sınıf mücadelemizin ihtiyaçlarına uygun, belirlenmiş bir plan ve yönelim içinde hareket etmediler, edemediler ve şimdi bu tablonun hesabını vermekten bile acizler.

Silahlı güçlerimiz olarak bakıldığında Dersim’deki gerilla gücümüze karşı nasıl bir  sorumsuzluk ve vurdumduymazlık içinde hareket ettilerse, benzer burjuva anlayış ve tutumu Rojava’da parti ve savaş gücümüz için de gösterdiler. Bizlere tam bir tecrit politikası uyguladılar. Olmadık yalan ve iftirayı atarak parti kitlemizi, devrimci güçleri aldatmaya ve taraflaştırmaya çalıştılar. Partimizin merkezi kararı olmasına karşın Ortadoğu’ya, Rojava’ya ne eğitim amaçlı ne de savaş amaçlı katılım sağladılar. Bilinçli ve planlı bir şekilde bu tür pratikleri engellediler, bir bütün partinin alandaki konumlanışını engelleme yoluna gittiler. Ortadoğu’da, Rojava’da ortaya çıkan muazzam devrimci enerjiyi ve olanakları demokratik halk devrimi lehine değerlendirmede bu sorunlardan kaynaklı eksik kaldık. Bu bizim açımızdan çok acı bir durumdur. Ortaya çıkan tarihsel fırsatı maalesef ki kaçırdık. Alanda “örgütsüz” ve “hareketsiz” bıraktırılarak geriye çekilmek istendik, hiçbir bilimselliği ve gerçekliği olmayan şoven politikalarla HBDH içinde yer alışımız engellenmeye çalışıldı. Hatta sahte belgelerle kamuoyuna partimiz adına bir açıklama yaparak HBDH’den ayrıldığımızı duyurdular. Ortadoğu’nun barbar gericiliğine karşı savaşta Kürt halkının haklı mücadelesinin yanında  olmadılar. Oysa unutmamak gerekir ki; “Ya mazlumların safındasındır ya da zalimlerin!” Pratiklerinin gösterdiği şudur ki, içimizdeki Türk şovenistleri Rojava Devrimi’ne yaklaşımlarıyla objektif olarak egemen Türk komprador burjuvaların safında yer almışlardır! Bu gerçekliği Ortadoğu’da, Rojava’da parti ve savaş gücümüz biliyor.

Gerilla savaşını tasfiye etmenin, savaşı büyütmemenin en etkili yolu gerilla alanını yalnız bırakmak, savaş gücünü tecrit etmek, parti ve devrime olan inancı parçalayıp demoralize ederek savaş gücünü içten darbelemektir. Şimdi yaman partili ve savaşçı kesilen, keskin Kaypakkayacı olan bu unsurlar; tam da bunu yaptılar! Partimize bir imha ve yıkım süreci dayattılar. Sadece partimizi darbelemekle kalmadılar, halkımızın, taraftarlarımızın partimize olan güvenini, devrimcilere olan inancını da sarstılar. Kanımızca bu istenen ve hedeflenen bir şeydi.

Sözde Kaypakkaya yoldaşı savun! Pratikte ise tam tersini yap! Olan ve yapılan tam da budur bizce…

Devam Edecek 

24698

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Sayfalar