Cuma Mart 29, 2024

Yine söylüyoruz: 2 Temmuz faillerini devlet koruyup kolluyor

Bu topraklarda onlarca, yüzlerce, binlerce acıyla karşı karşıya kalmış Aleviler, için tarihsel bir gün olan 2 Temmuz katliamının 24. yılına giriyoruz. Yüreklerimizde acı, bilincimizde öfke ile bu tarihsel günün hesabının sorulacağına dair antlarımızla günleri geride bırakıyoruz. Bundan tam 24 yıl önce otel görevlileriyle birlikte 35 yürek ateş içinde semaha durdular. Her biri dilinde türkülerle gelecek güzel günlere tebbesümlerini bıraktılar.

2 Temmuz 1993’te, devletin kontra birlikleri ile gerçekleştirdiği bu katliam 90’lı yılların toplumsal öfkesine bir mesajdı. Bu katliam her şeyden önce aydınlık günlerin karartılmak istenmesinden başka bir şey değildi. 1980 AFC’sinin ardından 90’lı yıllarda yükseliş gösteren ve kendini bahar eylemleri ile gösteren toplumsal muhalefetin ödenen bedeliydi 2 Temmuz katliamı. Toplumsal muhalefetin gelişim koordinatları içinde işçi sınıfının eylemleri, köylülerin toprak mücadelesi, köy boşaltmalara karşı başlatılan sokak eylemleri, gerillanın TC devleti karşısında mevziler elde etmesi, gençliğin üniversiteleri saran eylemleri ve daha birçok gelişim söz konusuydu. TC devletinin bu tablo karşısında kimyası bozulurken, gözaltında kayıplara ağırlık vermeye başlamış, toplumsal öfkenin bir alanı olan hapishanelere saldırı planları yapmaya başlamıştı. Bu tarihsel süreç içinde 2 Temmuz katliamı ve yüreğimize saplanan 35 hançer ödediğimiz ve ödeteceğimiz bedelin sözleşmesi oldu.

Her katliamda olduğu gibi TC devleti Sivas’ta da delilleri yok etmiş,  olayın gerçek yönlendiricileri yargı karşısına çıkarılmamış, bir şekilde tutulup yargılananlar kollanmış ve aklanmıştır. Öyle ki “insanlığa karşı işlenen suç”un faillerinin bir bölümü zaman aşımı ile kurtarılmış, dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan katliam davasının zaman aşımına uğratılmasını “karar hayırlı olsun” ifadeleriyle değerlendirmişti. Nitekim bunu toplum için “hayırlı” olarak değerlendiren Erdoğan, gerçek suçluların yargılanmaları ve insanlık düşmanı anlayışların tarih karşısında mahkum edilmesini engellemeden başka bir anlam taşımadığını gizleyemeyecek.

1980 öncesinde devlet yükselen sınıf mücadelesini engellemek için toplum içinde milli değerler ve Alevi-Sünni üzerinden insanları birbirine düşürüp bölmeye çalışıyordu. Bununla birlikte devlete bağlı paramiliter güçler 1978’te Çorum ve Maraş’ta gerçekleştirdikleri katliamlar aracılığıyla, Alevi-Sünni karşıtlığı temelinde bir çatışma derinleştirilmeye çalışılıyordu. 1978 yılı, devimci mücadelenin ciddi anlamda geliştiği-güçlendiği bir dönemdi.

’80 dönemi ise devletin istediği şekilde devam etse de 90’lı yıllara gelindiğinde yalnız devrimciler değil artık ciddi bir güç haline gelen ulusal bir mücadele de devlete karşı bir savaş içerisinde yer almaktaydı. Yani 90’lı yıllar hem devrimcilerin hem de ulusal mücadelenin en güçlü olduğu dönemlerden. Devlet bu dönemlerde de T. Kürdistanı’nda ve devrimcilerin etkin olduğu bölgelerde köy boşaltmalarına başvurarak mücadeleyi engellemek için yerinden yurdundan ederek karşılık veriyordu. Özellikle de Madımak katliamı sonrasında köylerde katliam ve boşaltmalar yoğunlaştırıldı. Madımak katliamının hemen ardından toplumu Alevi-Sünni ekseninde bölmek için kışkırtmaya devam eden devlet, 5 Temmuz’da bir Sünni köyü olan Başbağlar’da 33 kişiyi katlederek suçu PKK’nin üzerine yıkıyordu. Nitekim bu katliamın da kontrgerilla eliyle işlendiğini yıllar sonra hakim Şakir Kadıoğlu yaptığı açıklamayla itiraf ediyordu: “O davada hiçbir sanık suçlu değildi. Olay yeri incelemelerini savcı değil, oradaki görevli bir asker yaptı. O kimin adını yazdıysa, mahkeme karşısına da o çıkarıldı. Başbağlar Türkiye’nin hukuk tarihinde bir yüz karasıdır.”

Devlet itibarı söz konusu olduğunda mecliste birbirlerine saldıran farklı gruplar ağız birliği yapmışçasına bu itibarın zedelenmemesi için elinden gelen çabayı sarf eder. Bu durum Madımak Katliamı’nda da yaşandı. Birkaç yıl önce yaptıklarının hesabını vermeden ölen, dönemin cumhurbaşkanı Demirel, “halkla polisi karşı karşıya getirmeyin” sözlerini oteli ateşe veren “halk” için söylemekteydi. Başbakan Çilller, “otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir şey olmamıştır”; ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ise, “bu bir futbol maçında bile çıkabilecek bir olaydır” sözleriyle burjuvazinin katliamcı geleneği konusundaki tutumlarını özetliyorlardı. SHP lideri Erdal İnönü, “güvenlik güçlerimizin özverisiyle vatandaşlarımızın daha fazla zarar görmesi engellenmiştir” diyerek bu koroya katılıyordu. Yani devlet Alevi-Sünni karşıtlığı üzerinden, Dersim’de, Malatya’da, Çorum’da, Maraş’ta ne amaçladıysa ve bu konudaki rolü neyse, Madımak Katliamı’ndaki amaç ve rolü de aynıdır.

Sorumlular ödüllendirildi

Madımak katliamı sonrası açılan davadan bir sonuç çıkmadı. Açılan dava 19 yıl sürdü, yargılanan 2 kişi dava süreci içinde ölürken diğer 5 kişi ise zaman aşımından serbest bırakıldı ve böylece dava süreci kapanmış oldu. Katliam sonrasında gözaltına alınanlara “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlamasıyla dava açılmıştı. Tam anlamıyla bir tiyatro oynanıyordu.

Yargılananlar elbette suçluydu ama bu katliamda sadece bir maşa görevi görmüşlerdi. Devlet sorumluluğu bu kişilere yıkıyor, olayı sanki laikliğe karşı gericilerin bir eylemiymiş gibi göstermeye çalışıyordu.

Son olarak Sivas Katliamı’nda aktif rol alanlar bugün AKP hükümetinde milletvekilliği ve bakanlık görevleriyle ödüllendirilmiş durumda. Ve aynı zihniyet Roboski’de, Amed’de, Suruç’ta Ankara’da ve daha birçok katliamda ödüllendirilerek devlet korunması altına alındı. Faşist Türk devletinin tüm katliamlarına karşı halk kitlelerinin tarihsel öfkelerinden birini geride bırakıyoruz. 2 Temmuz şehitleri şahsında onların anılarına sahip çıkmak, onların öfkesini kuşanmak bizlere için tarihsel bir görevdir. 2 Temmuz günü ateş içinde semaha duranların, günü tutuşturanların mücadelelerini halk kitlelerinin umudu ve isyanına dönüştürme misyonu ile karşı karşıyayız.

38140

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Sayfalar