Cuma Mart 29, 2024

Yol

Düşünce tarihinde Ad Hominem(insana yönelme, işaret etme) denilen latince bir kavram vardır.gerçi latince olmasının halk nazarında bir halta yaradığı yoktur, bu yazıya konu olacak ülkemiz yarı akıllıları veya akıllı görünmeye çalışanları, halk tarafından anlaşılmamayı bir üstünlük belirtisi olarak gördüklerinden dolayı bu türden bolca latince kelimeler kullanırlar. Ancak bu fularlı, top sakallı, ressam şapkalı “akıllılara” cevap verirken bir halta yaramaktadır.

Kısaca tartışılan kişinin bilgisine ve önermesine karşı, bilgi sunmaktan, fikir geliştirmekten ziyade karşı tarafın kişisel zaaflarını, hatalarını, niteliğini öne çıkartarak tartışmadan galip çıkmaya çalışmak olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle Yani bilgiyi tartışmak yerine bilginin sahibini tartışmak. Kavram, “insan doğduğunda boş bir sayfa gibidir, öğrendikçe sayfa yazılır” diyerek materyalizme kapı aralayan Liberalizmin babası İngiliz düşünür John locke a(1632-1704)dayandırılsada Aristo ya kadar gider.

Tartışmayı, eleştiriyi, bilgi alışverişi ve karşılıklı öğrenme olarak gör(e)meyen kişilerin bilgiye, bilgi ile karşılık vermek yerine, tartışmanın ve eleştirinin önünü kesmek ve galip gelmek için karşı tarafın kişisel niteliklerini öne çıkarması, fikre göre değil, diğer kişilere göre yaşamın şekillendiği ülkemiz insanlarınında tipik davranışlarından biridir. Hatalı bir davranışı eleştirene “sende yaptın veya yapıyorsun” diye cevap vermek, yetersizlikleri, eksikleri , başarısızlığı eleştirene “sen ne yaptınki bu konuda” diye cevap vermek, uzman, profosyenel olmadığı bir konu üzerine fikrini söyleyene, “sen ne anlarsın” diye cevap vermek, kariyeri, sınıfsal konumu, rütbesi, burjuva eğitim seviyesi daha aşağıda olan birisinin eleştirisine veya fikrine ya “senin haddinemi” diye yada “senin çapın veya kapasiten yetermi bu konuda söz söylemeye” diye cevap vermek, vb. Ad Hominem kavramının kapsamına girer.

Tahmin edileceği gibi bu türden bir davranışın esas tetikleyicisi, fikir ve bilgi karşısındaki yetersizliğin yarattığı çaresizliktir. Karşı tarafın kişisel niteliklerini tartışmada, sözkonusu yapmak, Bilginin sonsuzluğunun bilincinde olan, fikirsel dünyasını devam ettirmek, geliştirmek için bilgiye ekmek gibi su gibi ihtiyaç duyan birinin aksine, bilgiyi başkalarının ihtiyacı görmesinden dolayı fikrini geliştirme, çoğaltma gereği duymayan birinin çaresizliğinin dışavurumudur. Misal, kendisi yerine bir başkasının düşündüğü, Sosyalizmi kendi kişisel ihtiyacı olarak görmeyen bir Devrimci, bu hedef doğrultusunda doğaldırki bilgi edinme gereği duymaz, bilgi fukaralığı ancak fikir fukaralığını ve cehaletide beraberinde getirir. Böyle biri, bir fikre karşı kendisi yerine düşünenleri savunma, koruma adına mürit davranışı sergileyeceğinden dolayı en kolay olana, fikrin sahibinin kişisel özelliklerine sarılır, saldırır. ( bir tüzel kişilik olan PKK politikası eleştirildiğinde, Faaliyetçilerinin, eleştirenin tüzel kişiliğini öne çıkartarak “siz ne yaptınızki” diye gösterdiği reaksiyon bu davranışın en tipik örneklerinden biridir.) böyle bir yöntem, karşı tarafın kişisel özelliklerine saldıran kişide bir tatmin, zafer duygusu yaratsada, savunmaya çalıştığı, kendisi yerine düşünen grubun, kişilerin mutlaklaştırılması sonucunu doğurur. Mutlaklaştırma arttıkça karşı tarafın zaaflarına, açıklarına saldırının derecesi artarak bu döngü devam eder. En vahimide Mutlak kişi ve grup yanlış yaptığında, veya çizgisinden saptığında, bu bilgisizlikten dolayı denetlenememesidir. (Mao, Kaçmaya çalışırken uçağını havada bombalattığı Lin biao için, alay ederek “çok doğru adamdı hiç yanlış yapmadı” derken bu mutlaklaştırmayı vurgulamıştır.) içinden geldiğimiz siyasi hareketin tarihinde onca ayrılık yaşamımıza rağmen, tavırlarımızı fikre göre değil, kişilere göre belirlediğimiz yığınla örnek vardır. Fikre fikirle, bilgiye bilgiyle karşılık vermek , tartışan tarafları ilerletir, eksiklikleri, yetersizlikleri açığa çıkartarak öğrenme ihtiyacını doğurur ve bu ihtiyaç giderildikçe bilgi artarak fikrin zenginleşmesine yol açar, fikrin sahibini madde ve toplum içindeki çelişkileri kavramada yetkinleştirir.

Bilgiye olan bilimsel ideal tutum bu olması gerekirken, fikrin olmadığı veya çok düşük seviyelerde kaldığı itişmelerde veya iktidar kavgalarında kişisel nitelikler belirleyici olmaktadır. Şu anki Ahval-i şeraitimiz bundan ibarettir. Sadece entellektüell bir tartışma içinde olunsaydı bilginin sahibi gözardı edilebilirdi, ama sınıf mücadelesi hem fikri hemde insani nitelikleri birlikte dayatmaktadır.Henüz yanlışlar denizi içindeki doğru bilgiyi yakalama yetisinden yoksun sıradan insan hafızası bilgiyi koordinatlariyle birlikte kaydeder, yani nerede, nasıl ve hangi şeylerlerle birlikte oluşmussa bunlarıda kaydeder, doğru bir şeyi yanlış bir şeyle birlikte algıladığında sadece doğruyu değil yanlışıda kaydeder, bu yazıya konu olan “ad hominem” kavramının kaynağı ve beslendiği yer işte burasıdır.yani yanlış bir yerde durarak doğru bilgi veren biri, doğru ve yanlış birlikte kaydedildiğinden dolayı karşı tarafın yanlışında ısrar etmesine neden olabilir veya yanlışında ısrar eden kişi kendini haklı çıkarmak için doğru bilgi verenin durduğu yanlış yere sarılır. dünyaya “doğru”yu hakim kılmak isteyen Komünistler durdukları yere ve bilginin doğruluğuna özen göstermelidirler.

Sınıf kavgasının orta yerinde bilimsel analitik aklıyla Devrimin nasıl gerçekleştirileceğinin bilgisine ekmek-su gibi ihtiyaç duyan bir Komünist, bilgiye bilgiyle karşılık verirken saf tartışan bir entellektüell gibi bilginin sahibinide gözardı edemez. çünki Bilgiyi elde etme sürecinde aklıyla kavga ederken, bilgiyi insanlığa, dünyaya hakim kılma sürecinde yüreği ile bedeni ile kavga etmektedir. O yüzden bu hükmetme kavgasında birlikte yola çıktığı insanların niteliği belirleyici önemdedir. Eğer salt bilgiyle yetinir insanların niteliğini gözardı ederse kendisini ciddi fiziksel tehlikeler beklemektedir, yok sadece insanların niteliğini öne çıkartarak doğru bilgiyi sahibinden dolayı yok sayarsa yoldan sapma ihtimali çok yüksektir. Geleneğimiz tarihinde bizi en çok yanlışa sürükleyen, yanlışta ısrar etmemize neden olan karşımızda konumlanan doğru bilgininin sahibinin yanlış duruşudur.

Yine yol ayrımındayız, kendini akıllı,irade, beyin takımı olarak görenler biz zavallı kullarına “sağ yol çok tehlikeli, sol yoldan gidersek aydınlığa çıkarız diyorlar” ama bunu “o yoldan” çok uzakta ama çok çok uzakta, dünyaının en zengin ülkelerindeki, “highspeed” internet bağlantısıyla “o yol” u ekranlarda gözledikleri sıcacık evlerinde söylüyorlar. Yolda son iki sefer mola verildiğinde, her defasında “sağ yol” a doğru eğilim gösterenlere şiddetle karşı çıkan ve bu tavrı herkes tarafından bilinen biri olarak bu keskin “iradecilerimize, akıllılarımıza, beyin takımımıza” hatırlatmak zorundayım. Yoldaki molalarda bu “sağ yol” eğilimine ses çıkarmayan üstelik itirazsız onaylayan, sonrasında yıllar boyunca yolun anlatıldığı kitle iletişim araçlarında bu eğilimin, bu sapmanın yüzlerce örneğini engellemeyen sizleri herhalde “ilahi bir ışık” etkiledi ve şimdi nirvanaya ulaştınız. Ama ne şeytani tesadüfdirki o tehlikeli “sağ yolda” duranlar sizleri yola davet edince bu hikmet vukuu buldu. Kişi fikir üretmeye çalıştığı bilginin kaynağından uzaklaştıkça keskinleşmeye başlar, çünki uzaktan gözlemlediği şeylerin ayrıntısını gözlemleyemez, fikir üretmeye çalıştığı şey uzaktan net görülemediği için bulanıklaşır, ve bulanıklığın etkisini gidermek için sol keskinlikle bunun üzerini örtmeye çalışır, “solculuk” daima sağcılığı gizlemenin aracı olmuştur. Yine geldik “ad hominem” kavramına, yani duruşunuz eleştirilecektir “sağ yola” getirdiğiniz eksik ama doğru eleştiriler, duruşunuzdan bağımsız olarak, bilginin ilerletici ve özgürleştirici özelliğinden dolayı bizler tarafından ciddiye alınıp tartışılmalıdır. Diğer yandan bu eksik ama doğru eleştirileriniz, yukarıda dile getirdiğim gibi yıllar boyunca yanlışlığı onaylayan süreciniz gözönünde bulundurulduğunda şu andaki kavga kaçkını duruşunuzun üzerini kapatmak için bir bahane görüntüsü vermektedir. Doğru bilgiyi verirken etrafınızda topladığınız, özellikle birkaçını görürken öfkemizi kontrol etmek zorunda kaldığımız olumsuz tipleride hafızamız kaydetmektedir.

Birinci paragrafta belirttiğim gibi ortada tıkanıklığı aşmak için pratikte hayat bulmuş genele ilişkin bir fikir olsa, doğru fikirden yana tavır koyacağız, ama heyhat sadece bölgesel bir soruna ilişkin bizimde bildiğimiz küçük bir doğru bilgiyi tekrarlamak samimiyetsizliğinizi aşmanıza yardımcı olmuyor sağ yoldakiler, “biz kavgadayız, yoldayız” diyorlar, (bu sağcılığı bir önceki “milliyetçi enternasyonalizm” başlığı taşıyan yazımda şiddetle eleştirmiştim, burada tekrarlamak istemiyorum okuyucu bu konudaki eleştirilerimi öğrenmek istiyorsa bu yazıya bakabilir) ama ısrarla “yoldayız” diyorlar. engebeli ve ölümün kol gezdiği bir Yolda, pratikte, söz konusu devrimse, hedefine yönelmiş biri daima bilginin yolu aydınlatıcı ışığına ihtiyaç duyar, ve bu yüzden her türlü bilgiye, eleştiriye iştahla yaklaşır, helede bu bilgi,eleştiri kavgada kanları, gözyaşları,acıları, öfkeleri,sevgileri birbirine karışmış yoldaşlarından geliyorsa dahada ciddiye alır. Karşı devrimci olmadığı sürece Yolda, kavgada olanı eleştiriyle tekrar doğruya yöneltebilmenin olasılıkları vardır, ama ya yola gelmeyeni!!!

Bilirizki direnişleriyle tüm urfa tugayına diz çöktürenler, ve “elektrik kar etmiyor, keban barajı gibiler” nitelemesiyle direnişleri düşmanları tarafından dahi takdir edilenler yola ilişkin düşünsel sapma göstermişlerse dahi(Yanlışta olsa bir fikir vardır) bunu devrime olan bağlılıklarından yapmışlardır. Kavgada olanları eleştiriden yoksun bırakmak muhakeme yeteneklerinin zayıflamasına yol açar, biz eleştirerek yoldaşlarımızın yanında duracağız.

62343

M.Gül

M.Gül  sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

M.Gül

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar