Faşizan bir uygulama olan zorunlu din dersine hayir
Devletin “Kendi Kürdünü, kendi Alevisini” yaratma oyunları çeşitli biçimleri ile sürdü, sürüyor. 2005 Yılında15 insanımız dönemin Milli Eğitim Bakanı'ndan, “Alevi kültür ve filozofisini dikkate alarak, zorunlu din ve ahlak ders programını gözden geçirmesini ve Alevi kültürünü de derslere ilave etmesini” talep etmişlerdi. Milli Eğitim Bakanlığı taleplerini dikkate almadı. İtirazlarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıdılar. Bu talep 18 Eylül 2014'te karara bağlandı. Mahkeme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre ve Türkiye'deki müfredatı inceledikten sonra oy birliğiyle verdiği kararında, “Türk eğitim sisteminin değişik din ve görüşleri hala eğitim sisteminde hayata geçirmediğini vurgulayarak” Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi'nin 2. maddesi “eğitim hakkı”nı ihlal ettiğine hükmetti.
AİHM'nin kararı burjuva laik bir yaklaşıma sahiptir. AKP iktidarının yeni nesilleri de şekillendirerek toplumu tek tipleştirme Türk-İslam sentezi doğrultusunda sunnileştirme çabalarının kökeni 12 faşist cuntasına dayanır. Günümüze kadar geliştirilen bu faşist zihniyet bunu tek başına değil, bir bütün olarak eğitim sisteminde özelleştirme-ticarileştirme saldırısıyla birlikte yürütmektedir.
Bu doğrultuda atılan adımlardan en önemlisi, 2012’de uygulamaya konulan 4+4+4 düzenlemesiydi. Eğitim sisteminde ticarileştirme ve sunnileştirme temelinde bir yapısal değişiklik anlamına gelen bu düzenlemeyle, ilköğretim 4+4 yıl olmak üzere ikiye bölünerek imam-hatip okullarının orta kısımlarının yeniden açılması olanaklı hale getirildi, seçmeli ders adı altında din derslerinin sayısı arttırıldı, meslek lisesi öğrencilerinin daha yoğun sömürülmesinin önü açıldı.
“Ders kitaplarını bedava dağıtıyoruz, tüm öğrencilere tablet bilgisayar vereceğiz” türünden propagandalarla emekçileri kandırmaya çalışan AKP hükümeti, neoliberal saldırı politikalarını kesintisiz bir şekilde devam ettiriyor. Devlet okullarına ayrılan kaynakların sürekli olarak kısılması, okulların temel giderlerinin ailelerin sırtına yıkılmaya çalışılması, öğretmenlerin sözleşmeli öğretmen haline getirilmesi, çeşitli yöntemlerle özel okulların teşvik edilmesi bu politikanın temel taşlarını meydana getiriyor.
Özel okulların ve bu okullara giden öğrencilerin sayısında son yıllarda yaşanan değişim, AKP’nin eğitimi paralı hale getirme politikasının boyutlarını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Özel liseler söz konusu olduğunda artış daha da çarpıcıdır. 2003 yılından bu yana, mesleki ve teknik liseler dışındaki özel liselerin sayısı yaklaşık %120, bu okullarda okuyan öğrencilerin sayısı ise %103 oranında artmıştır.
Özel mesleki ve teknik liselerin sayısında ise olağanüstü bir yükseliş söz konusudur. Bunda, devletin bu okullara öğrenci başına verdiği parasal desteğin önemli bir rolü bulunmaktadır.
İmam-hatip ortaokullarının sayısı ise çok daha fazladır. Bu okulların açılmasına olanak veren yasa değişikliğinin ardından 2012 yılında 1099 imam-hatip ortaokulu kurulmuş ve bu sayı bir yıl sonra 1361’e çıkmıştır. Aynı dönemde öğrenci sayısı ise 94 binden 140 bine fırlamıştır.
İmam-hatip okulları, AKP’nin toplumda dindarlığı güçlendirerek itaatkâr nesiller yetiştirme projesinin yanı sıra, kendine güvenilir kadrolar yaratma çabasının da çok önemli bir ayağını oluşturmaktadır.
Tüm toplumu ilgilendiren eğitim politikaları bile, en ince detaylarına kadar, AKP’li sermaye gruplarının temsilcileri ve parti yöneticilerinin oluşturduğu “koordinasyon kurullarında” belirleniyor. Eğitim emekçilerinin ve sendikaların sesine, uyarılarına, önerilerine kulak tıkayan MEB, AKP’li sermaye gruplarının kararlarını emir telâkki ederek harfiyen yerine getiriyor.
Bu durumun burjuvazinin bir kesimini de son derece rahatsız ettiği açıktır. Ne var ki AKP sadece kendine yakın sermaye gruplarını mutlu eden adımlar atmakla yetinen bir sermaye partisi değildir. Her alanda izlediği dizginsiz neoliberal politikalar burjuvazinin tüm kesimlerini memnun etmektedir. Çünkü bunlar aynı zamanda, burjuvazinin vasıflı ve ucuz işgücü ihtiyacını karşılamaya dönük adımlardır.
Bütün bunlar ise, onyıllardır yürürlükte olan zorunlu din dersleri uygulamasını, tüm toplumun -dokusunu bozacak şekilde ve Aleviler gibi, sunni olmayan kesimlerin varlığını dahi tümden inkar edecek boyutta- baştan aşağıya sunnileştirilmesi projesi doğrultusunda tamamlayan uygulamalar olarak devreye sokulmuştur.
Bu durum kabul edilemezdir. Toplumun sunnileştirilmesi, başta Aleviler olmak üzere diğer toplumsal kesimleri hiçe saymanın da ötesinde, toplumu ortaçağ karanlığına çekmeye çalışan dört başı mamur bir gericiliktir.
Bu bakımdan, “zorunlu din derslerinin kaldırılması” talebi tablonun bütünü içinde yerinde ve önemli bir taleptir. Bu talep tek tipçi faşist uygulamaların başında gelenlerinden birisidir. Zorunlu din dersi uygulamalarıyla kendi Alevisini yaratmak isteyenlerle, kendi Kürdünü yaratmak isteyerek Kobane'yi ateş çemberine alanlar aynıdır. Arkalarındaki emperyalist güçlerde aynıdır.
Irkçı faşist bu iktidara karşı topyekün birleşik mücadelenin ise yıkamayacağı bariyer yoktur. “Kürdistanın Stalingradı” olan Kobane bunun son örneklerinden biridir.
13. 10. 2014
Demokratik Güç Birliği Platformu-Almanya