Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’
Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK düşmanlığı sömürgecilere düşmanlığının çok ötesine geçmiş eski değil “eskimiş tüfekler” ve Ergenekoncular olmak üzere pek çok kesim tarafından sürekli kullanıldı ve kullanılmaya devam edeceği de anlaşılıyor.Küfüre varan bu eleştirilere pek çok Kürdistanlı yurtseverin de katıldığını görmek mümkün.Oysa Öcalan eleştirisini bu düzeyde ve bu argümanlarla yaparsanız tam da sömürgeci iradenin istediği çizgide reaksiyon vermiş olursunuz.Bu eleştiri düzeyinin Kürdistan’ın kurtuluşuna ilişkin olumlu bir sonuç üretmesi imkansızdır.Tam karşıt cepheden,Öcalan’ı savunmak adına Beşikçi dahil Kürd aydınlarına yöneltilen suçlamaların da aynı amaca hizmet edeceğini öngörmek gerekiyor.
Öcalan eleştirilecekse TC’ye tesliminden itibaren gündeme getirmekte olduğu “Türkiyelileşme ve Entegrasyon” argümanları üzerinden eleştirilmelidir.Hatip Dicle’nin deyimiyle : “ Öcalan ve Kürtlerin Türkiye'nin birliğini bütünlüğünü zorlayacak talepleri yok. Bağımsız devlet fikrini çoktan çöp sepetine attık çünkü 2.5 milyon Kürt İstanbul'da. Demokratik özerkliği de sadece kendimiz için değil, İstanbul'daki Kürt, Malatya'daki Türk için istiyoruz.”(Hatip Dicle,Utku Çakırözer Röportajı,Cumhuriyet Gazetesi,01.02.2014) çizgisinin liderliğini üstlenmesi nedeniyle eleştirilmelidir.Kürdistan’ın çıkarına olan tartışma budur.Eleştirilmesi gereken Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin muazzam enerjisinin ve olanaklarının Türkiyelileşme ve Entegrasyon çizgisine tahvil edilmesidir.Dünya düzeni anlamına gelen “Kapitalist Modernite”’nin karşısına “Kapitalizm,endüstriyalizmi ve ulus-devletçiliği , ekonomik toplum,ekolojik toplum ve demokratik konfederalizm alternatifiyle karşılayan demokratik modernite,Ortadoğu kültüründe demokratikleşmenin temel etkeni konumundadır.”(Abdullah Öcalan,Demokratik Modernite Dergisi,Sayı:8,Sayfa:17) ütopyasıyla çıkmanın getireceği ulusal risklerdir.”Kar amacıyla üretime son verildiğinde,dünyanın kurtuluşu gerçekten başlamış demektir.Bu da insanın ve yaşamın kurtuluşudur.”(Abdullah Öcalan,Demokratik Modernite Dergisi,Sayı:8,Sayfa:16) önermesi filozofçadır ve doğrudur ama Kürdistan toplumunun içinde bulunduğu parçalı sömürge durumu kapitalizme ilişkin bir durum değildir ve insanlığın kurtuluşu mücadelesine Kürdistanlıların bu aşamada sunacağı katkı kendi kendini yöneten,özgür ve bağımsız bir toplum olma yolunda mücadele etmektir.
“Doğru olan, Ortadoğu’nun mevcut siyasi sınırlarını veri olarak temel alıp,tüm ülke ve devletlerinin bütünlüğü içinde demokrasi mücadelesi vererek,hak eşitliğini ve özgür birlikteliği gerçekleştirmektir.Demokratikleşen her ülke,bir adım daha gerçekleşen demokratik Ortadoğu’dur.” (Hatip Dicle,Demokratik Modernite Dergisi,Sayı:8,Sayfa:62-63).Bu satırlar,”Kapitalist Modernite” olarak tanımlanan dünya düzenine karşı Öcalan’ın formüle ettiği “Demokratik Modernite” konsepti çerçevesinde Kürdistan’ın özgürlüğü mücadelesinin nasıl yapılması gerektiğine dair önerilen temeli açıklıyor.Oysa bölünüp paylaşılan Kürdistan’dır.Somut şartların somut tahlili diye bir şey var.Dahası altyapı-üstyapı,sınıfsal/ulusal çıkarların çatışması,enerji kaynaklarının denize ulaşması ve paylaşımı gibi cevap verilmesi gereken daha ciddi sorunlarımız var ve yukarıda anlatılanın bunlara verecek hiçbir cevabı yok.Somut şartların somut tahlili bize diyor ki: Ekonomik altyapının gelişmediği,ekonominin üretim tabanlı olmadığı,sınıflar ve katmanların ekonomik zemine oturmadığı,daha ötesinde güçlü bir orta sınıfın varolmadığı toplumlarda demokrasiden sözedilemez.Şimdi Kürdistan’ı paylaşan devletlerden Irak mı,Suriye mi,İran mı bu tanıma denk düşmektedir? Türkiye gibi üretim altyapısının görece gelişkin olduğu alt-emperyalist bir ülkede dahi sivil-askeri bürokrasinin iktidardan tasfiyesi çok kısa zaman önce emperyalizmin onayı ve desteği neticesinde gerçekleşebilmiştir,ancak bu süreci takip eden bir demokratikleşme zemini halen ortada yoktur.Aksine RTE şahsında yasama-yürütme-yargı birliğine gidilerek sivil diktatörlük zeminine yelken açma çabasının sözkonusu olduğu savlanabilir durumdadır.
“Ortadoğu’nun mevcut siyasi sınırlarını veri olarak temel alıp,tüm ülke ve devletlerinin bütünlüğü içinde demokrasi mücadelesi” hedefini sunanların dikkatine sunulması gereken olgular:
1. Irak ve Suriye sınırları ciddi anlamda tartışmalıdır.Gelecekte Irak ve Suriye adı altında devletlerin yaşamaya devam edip edemeyeceği bile şüphelidir.
2. İran’ın an itibariyle dünya düzeniyle uzlaşmasına aldanmamak gerekir.Uzakdoğu’daki sorunları çözmek ve oluşan artı-değerin paylaşım koşullarını yeniden belirleme amacıyla “Kapitalist Modernite”’nin Ortadoğu’daki durumu bir süreliğine dondurması önümüzdeki onyıllarda, İran’ın işgal altında bulundurduğu Güney Azerbaycan üzerinden destabilize edilmeyeceği anlamına gelmemektedir.İran, Kürdistan’ın Doğu parçasını işgali altında tutmanın dışında Güney Kürdistan yönetimini devamlı tehdit altında bulundurmakta ve YNK’nın yeni yönetimini açıktan belirlemeye çalışmaktan da kaçınmamaktadır.Yine Kuzey Kürdistan hareketine karşı TC ile dönüşümlü olarak Hizbulkontra kartını da elinde tutmaktadır.
3. Mevcut siyasi sınırları veri alma politikasını uzun süredir uygulayagelen Güney Kürdistanlıların hali ortadadır.Kerkük ve diğer tartışmalı Kürdistan bölgeleri ile ilgili hiçbir gelişme yaşanmamıştır.Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan‘ın birleşmesi sonucunda ortaya çıkacak “Kürd Koridoru”’nun Güney ve Batı Kürdistan’ın petrol ve doğalgaz kaynaklarını denizle buluşturma olanağına sırt çevirmiş ve TC’ye angaje olmuş Güney Kürdistan yönetimine Türk Enerji Bakanı’nın 5 Şubat 2014’te attığı gole bakın: “Irak petrolü 1 varil de olsa Bağdat’ın bilgisi olmadan ihraç edilemez. Bu petrol Irak’ın petrolüdür. Kuzey Güney fark etmez.”. Dahası var: Merkezi Bağdat hükümeti de Kürdistan petrol ve doğalgazının 3. ülkelere ihracını engellemek ve Ceyhan’da depolanan Kürdistan petrolünün takibi için ABD’deki bir hukuk firmasıyla anlaştı.Mesud Barzani’nin ABD seyahatini iptal etmesinin ya da seyahatin ABD tarafından iptal edilmesinin neden ve sonuçlarını Güneyliler başta olmak üzere tüm Kürdistanlıların iyi düşünmesi gerekir.
4. Aralarındaki tüm çelişkilere ragmen Kürdistan’ı sömürgeleştiren diğer 3 devletin de zımni ittifakıyla TC’nin Güney ve Batı Kürdistan arasına IŞİD’I yerleştirmesi ve bunu bir beka meselesi olarak görerek bu politikayla ilgili olarak ABD başta olmak üzere pek çok ülkeyle çatışmaktan kaçınmaması olgusu “ mevcut sınırlar” argümanının sömürgecilerce dahi pek kullanışlı bulunmadığını göstermektedir.
5. Öcalan’la “Barış ve Kardeşlik Süreci”’ni götüren Türk istihbarat kadrolarının aynı zamanda Paris’te Sakine Cansız,Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in imha emrini verdikleri ortaya çıkmıştır.
İlkesel olarak doğru olanı savunmak başka bir şeydir,olanaklara gore politika üretmek başka bir şey.İlki Kürdistanlı aydının işidir ve bunu yaparken sırtında yumurta küfesi yoktur.İkincisi Kürdistanlı örgütlerin işidir ve evet sırtlarında yumurta küfesi vardır.Bu yüzden Kürdistanlı siyasetçi olguları doğru tahlil etmek zorundadır.Olguları yanlış tahlil edip,Kürdistan’ın bağımsızlığı fikrini çöpe atıyorsanız,ödenmiş hiçbir bedelin bunu kaldırmayacağını bilmek zorundasınız.Kürdistanlıların “Kapitalist Modernite” ile çatışma zorunluluğu yoktur;zaten ne entellektüel,ne ne ekonomik ne de askeri alanda dünya düzenine güç yetirecek bir Kürd dinamiği ortada yoktur.“Kapitalist Modernite”’yi hafife almamak lazım.Bugün Türkiye ve Kürdistan’da milyonlarca kadın başını sıkı sıkı örtüyor ve ortalık badem bıyıklı erkeklerden geçilmiyorsa bunun asıl nedeni “Kapitalist Modernite”’nin bundan 40-50 yıl önceki kuramcılarıdır.
ZÜLKÜF AZEW, 08.02.2014
Son Haberler
Sayfalar
Devrimci Pratik ve Militanlaşma
Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.
“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I
Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.
Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!
Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.
Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:
Tehlikenin farkında mıyız?
"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,
Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:
Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.
Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...
Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II
II.Bölüm:
Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler…
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I
Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.
TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!
Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.
Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...
"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"
Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.
Yıllardır tanırım seni.
Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.
Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.
Akraba desem, değil.
Komşu desem, hiç değil.
TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”
” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”
– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.
Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi
Ah... kuzucuğum ah...
Ne oldu bize böyle.
Ne oldu.
Her şey tıkırında giderken...
Neler yaşadık böyle.
Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne
Veyahut da.... veyahut da...
"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.
Yoksa... yoksa...
Daha dün bir; bu gün iki