"Bize nasıl yaşanacağını ve ölüneceğini gösteren üç yiğit çocuk!"
Ankara: 21 Ekim günü Dersim’in Pulur ilçesi Şahverdi köyünde TC askerleriyle girdikleri çatışmada ölümsüzleşen TKP/ML TİKKO savaşçıları Cengiz İçli, Hakan Çakır ve Özgüç Yalçın için dün Ankara’da anma toplantısı gerçekleştirildi.
Toplantıda Şahverdi’de TC askerleri tarafından işkenceyle katledilen Özgüç Yalçın (Sefkan)’ın babası Sermet Yalçın tarafından yapılan konuşmayı paylaşıyoruz:
“Dostlar,
Burada, efsaneler diyarı Dersim’in söylenceleri arasında kendilerine de yer açarak unutulmazlaşan üç çocuğumuzu; 21 Ekim’i 22 Ekim’e bağlayan gece Dersim’in Pulur (Ovacık) ilçesi Şahverdi Köyü çıkışında kendilerine pusu kuran TC güçlerinin açtığı ateşe ateşle karşılık veren, yaşanan çatışma sonucunda ölümsüzleşen iki yiğit evladımız Hakan Çakır ve Cengiz İçli ile gerek köylülerin anlatımı, gerekse bedeni üzerindeki bariz izlerin gösterdiği üzere, sonuna kadar sürdürdüğü çatışmanın ardından sağ olarak ele geçen, bilgi almak için kendisine yapılan vahşice işkenceler karşısında ağzından sadece devrimci sloganlar çıkan, düşmanına sırrını vermiş biri olarak yaşamaktansa gözünü kırpmadan ölümü tercih eden ve 22 Ekim sabahına karşı ölümsüzleşen oğlumuz, yoldaşımız, her şeyimiz Özgüç’ümüzü anmak üzere toplanmış bulunuyoruz.
İlkin, bu anma toplantısının Özgüç’ümüzün çok sevdiği, her sokağını karış karış bildiği, insanlarına sevgi ve saygı duygularıyla bağlandığı ve onlardan da aynı biçimde sevgi ve saygı gördüğü Tuzluçayır’da yapılmasını çok anlamlı bulduğumuzu belirtmek ve toplantıyı düzenleyen arkadaşlara teşekkürlerimizi sunmak istiyoruz.
Dostlar,
Eşitlik, adalet, özgürlük, sosyalizm, komünizm mücadelesinde akıttıkları kanları Mercan Vadisi’nde birbirine karışan yiğit üçlünün hepsi bizim çocuğumuzdur, hepsi yoldaşımızdır ve yaşadığımız sürece de hep çocuğumuz ve yoldaşımız olarak kalacaklardır. Ancak elbette biz onların arasından, yaşam sürecinin gelişimine çok yakından tanık olduğumuz Özgüç’ümüz hakkında daha etraflı bir değerlendirme yapma şansına sahibiz.
Burada uzun uzun Özgüç’ün yaşam öyküsünü anlatmayı düşünmüyoruz; sadece önemli gördüğümüz birtakım noktaların altını çizmek istiyoruz.
Her şeyden önce Özgüç’ün kimliği ve mücadelesi Türkiye devrimci ve komünist hareketi açısından sembolik bazı özellikler taşımaktadır.
Özgüç 1987 yılında Ankara’da büyük bir sevinç ve neşe kaynağı olarak ailemize katıldığında, ona hangi ismi koyacağımız konusunda hiçbir sıkıntı ve tereddüt yaşamadık. Zira hayatımızdan çok derin izler bırakarak geçen çok sevdiğimiz bir Özgüç’ümüz daha vardı. Özgüç Tuncay, oğlumuzdan tam 30 yıl önce, bizim de asıl köyümüz olan Artvin’in merkez ilçesine bağlı Orcuk (Oruçlu) Köyü’nde doğmuştu. Benim öz dayımdı, ama aramızdaki yaş farkı bir yıl bile değildi. Yakın çocukluk ve gençlik arkadaşım, sırdaşım, bu dünyanın gördüğü en güzel insanlardan biri ve yine yiğit bir Devrimci Yol militanı olan Özgüç Tuncay, 1980 Kasımında, 12 Eylül döneminin en karanlık döneminde Fatsa kırsalında devlet güçleriyle girdiği bir çatışmada ölümsüzleşmişti. İşte oğlumuza, akıbetinin sarsıcı bir şekilde onunkine benzeyeceği bu cesur ve güzel insanın adını verdik.
İki Özgüç’ün yaşam ve ölümsüzleşme biçimleri, ülkemiz üzerindeki karanlığın aynen devam ettiğini, ancak buna karşı verilen mücadelenin de aralıksız sürdüğünün açık bir göstergesidir.
Oğlumuz biraz büyüyünce adını aldığı Özgüç Tuncay’ın hayatını öğrendi, onun arkadaşlarıyla tanıştı ve onlardan birçok bilgi edindi. Özgüç’ümüz böylece Devrimci Yol’cuların da çocuğu oldu. Bugün onların bir kısmı da çeşitli biçimlerde Özgüç Yalçın’ı çocuğumuz diye anıyorlar.
Özgüç’ün anne-babası olarak biz, bir kısmınızın bildiği gibi siyaseten Mustafa Suphi TKP’sinden geliyoruz. Onun saflarında mücadele ettik ve sosyalizm-komünizm mücadelesinde kendi çapımızda bedeller ödedik. Özgüç, ailesinden ve çevresinden dolayı TKP’yi tanıdı, öğrendi. Bugün eski TKP’liler de çeşitli etkinliklerinde ve yayınlarında onu çocuğumuz diyerek anmaktadırlar.
Özgüç üniversite sınavını kazanıp Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Bilimi Bölümü’ne girdiğinde ESP’li oldu ve böylece sosyalist hareketin başka bir kulvarını daha tanıdı. Daha sonra oradan ayrılsa da, buradan da bir şeyler öğrendi.
Aslında o, bunların dışında, kendi sıcak ve girişken yapısıyla başka birtakım hareketlerle de değme noktaları kurdu, onları da tanıdı.
Bu siyasal şekillenme süreci iki özelliğe işaret etmektedir:
Birincisi, Özgüç’ün siyasal kimliği Türkiye devrimci ve komünist hareketinin geniş bir kesiminden beslenmiştir; yani yaygın metaforu kullanırsak, bu çelik suyunu birçok kaynaktan almıştır. Tabii ki sadece sudan çelik oluşmaz, işlenecek demir de gerekir. Her zaman özgün bir kişiliğe sahip olmuş Özgüç’te sağlam bir çelik olmak için gereken temel fazlasıyla vardı.
İkincisi, bu tanışıklıklar, onun Türkiye devrimci ve komünist hareketinin teorik-ideolojik-siyasal genel durumuna önemli oranda vakıf olmasını sağlamıştır.
Hareketin genel perspektifler anlamında yaşadığı tıkanıklıkların tamamen farkında olan Özgüç, yaklaşık otuz yıldır süren ve hâlâ ciddi bir sonuç üretmemiş “büyük” tartışmalara yakından aşinaydı, ama o, bu tartışmaya çok sıcak bakmadı, kendi kişiliğine de uygun biçimde hep kavganın en ortasına atlamayı seçti, bugünkü tıkanma noktalarını aşmak için en doğru yolun böylesi bir pratik olduğunu düşündü.
Böylece sonunda kendi mücadele anlayışına en uygun hareket olarak gördüğü Partizan saflarına katıldı. Zaten önceden önemli oranda çelikleşmiş böyle bir kadronun kendisinin saflarını seçmiş olmasının, bu hareket tarafından da bir gurur kaynağı olarak görülmesi gerektiği fikrindeyiz.
Özgüç, asıl olarak, hareketin “büyük” tartışmalar tarafını değil, insan sıcaklığı, özveri, mücadelecilik, çalışkanlık, paylaşımcılık, yiğitlik, mütevazılık, direngenlik gibi taraflarını, yani akıldan ziyade yürek tarafını temsil etmektedir.
Eğri oturup doğru konuşalım, Türkiye devrimci ve komünist hareketinin, Özgüç’ün de yetkin temsilcilerinden birisi olduğu bu yürek tarafını kaldırırsanız hareketten geriye pek fazla şey kalmaz. Toplum içinde, özellikle de genç kuşaklar arasında harekete yönelik hâlâ şu veya bu oranda süren ilginin temel kaynağı da bu tarafımız değil midir zaten?
Bu sadece bir saptamadır. Devrimci akılla ve gerçekle bağı yeterince güçlü olmayan yüreğin romantizm demek olup olmadığı, bu yoğun romantizmin gündemi kendi dışından belirlenen, tepkiciliğin sınırlarını aşamayan müzmin muhalif bir harekete yol açıp açmayacağı ve bu tarzın kazanmamıza yetip yetmeyeceği tartışması elbette önemlidir, ama bu tartışmanın yeri burası değildir.
Burada öz olarak söylemek istediğimiz, Özgüç’ün, Türkiye devrimci ve komünist hareketinin üretmeyi ve sürdürmeyi başardığı ana değerleri kişiliğinde toplamış olduğudur.
Dostlar,
Bir anne-baba, çocuğundan, onun kendilerine onur ve gurur getirmesinden öte ne bekleyebilir? Özgüç’ümüz hep bizim en büyük onur ve gurur kaynağımız olmuştur ve her zaman da öyle olacaktır.
Çocuğumuzla olan ilişkimize en ufak bir suçluluk veya pişmanlık duygusunun gölgesi düşmemiştir, düşemez. Özgüç’ün devrimciliğin ne olduğunu öğrenmesinde, o müthiş insan sıcaklığını, kocaman yüreğini, paylaşımcılığını, çalışkanlığını, yiğitliğini, mütevazılığını ve direngenliğini edinmesinde biraz olsun katkımız varsa bundan sadece gurur duyarız. Onu hep büyük bir sevgi ve saygıyla büyüttük, ondan da aynı sevgi ve saygıyı gördük. Artık kendi kararlarını verecek yaşa geldiğinde, kararlarını bazen eleştirdik, ama ona hep güvendik ve hiçbir zaman onun kişiliğini çiğnemedik. O kendi kararlarını kendisi verdi, biz de saygı gösterdik.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en temel özelliklerden birisi, belki de birincisi, varoluşunu anlamlandırma zorunluluğudur. Zira insan, akla sahip olmakla bir trajediye de mahkûm olmuştur. Bir yandan bu aklın nimetlerinden yararlanır, ama öte yandan ölümün kaçınılmazlığına karşın doğup yaşamanın ve insan ömrünün sonsuz yaşam döngüsünde neredeyse bir nokta bile olmamasının saçmalık derecesindeki tuhaflığını bilme durumuyla da baş etmek zorundadır. Bu baş döndürücü hiçlik uçurumuna yuvarlanmamayı da ancak varoluşunu anlamlandırarak başarabilir. Özgüç varoluşunu, hayatını, en güzel değerlerle anlamlandırmıştır. Bu anlamlandırma, ölüm ya da ihanetten başka seçenek bulunmayan korkunç bir son sınava sokulduğunda, o bu sınavdan da alnının akıyla çıkmış, hepimize o çok korkulan ölümün de bir başarı biçimi olabileceğini göstermiştir; bu tavrıyla düşmanına korku, dostuna güven ve onur vermiştir. Bu yüzdendir ki Özgüç’ün bu sınavdaki mağduriyetinden ziyade başarısının öne çıkarılması bizce daha doğrudur.
Elbette bu, ona yaşatılanların peşini bırakacağız anlamına gelmiyor, elimizden gelen her şeyi yapacak ve eninde sonunda, şöyle ya da böyle, bütün bunların hesabını soracağız. Adli süreçleri başlatmak için ön hazırlıklarımızı yaptık, otopsi raporunu bekliyoruz. Rapor elimize geçince süreci başlatacağız.
Biz, sistemin dayattığı “ye, iç, üre, tüket, çalış, itaat et ve öl” yani kısaca “bir böcek gibi yaşa” düsturuna dayalı hayat formunu, asla tek ve mutlak yaşam formu olarak görmedik. Şu da açıktır ki bir hayatın değeri uzunluğu veya kısalığıyla ölçülemez. Oğlumuz, kendi yaşama biçimiyle 28 yıllık ömrüne birkaç ömür sığdırdı; gümbür gümbür yaşadı, gümbür gümbür gitti ve dünyaya silinmez bir imza attı. Bunu kaç kişi becerebilir?
Bu yüzdendir ki yılgınlık, yıkılmışlık, suçluluk ve korku görmek isteyenler boşuna bakacaklar gözlerimize. İnsanız, belki en güzel ve en büyük varlığımızı kaybetmiş olmanın verdiği acımızı gizleyemeyeceğiz, ancak gözlerimize bakanlar daha çok öfke, isyan, mücadele azmi ve kararlılık görecekler onlarda.
Şunu da söylemek gerek: Biz Özgüç’e sadece bir şeyler vermedik, o da bize hep yeni ufuklar açtı. Örneğin onun sayesinde Dersim’i ve onun güzel, çilekeş, zulme karşı inatla direnen yiğit insanlarını yakından tanıma fırsatını bulduk. Bu vesileyle, burada, Özgüç’ü ve bizi anlatılması zor bir dostluk ve sevgiyle kuşatan Dersimlilere, özellikle de onu, hepimizi derinden etkileyen bir içtenlik ve sahiplenmeyle hak ettiği gibi uğurlayan ve bizi hiçbir karşılık beklemeksizin bağrına basan yüce gönüllü Hozatlılara en derin şükranlarımızı sunmayı bir borç biliriz. Oğlumuzun Hozat’taki mezarının yanında kendi yerlerimizi de ayırttık; Artvinli olduğumuz kadar Dersimliyiz, Hozatlıyız da artık.
Dostlar,
Neredeyse hep Özgüç’ümüzden söz ettik. Umarız onun kardeşlerine, Hakan’ımıza ve Cengiz’imize haksızlık etmiyoruzdur. Sorun şu ki maalesef henüz onların yaşam öykülerini Özgüç’ünkü gibi yakından bilmiyoruz. Buna karşın onların da aynen Özgüç gibi büyük cevherler olduğuna yürekten inanıyoruz. Ne yazık ki bizi ancak ölüm yan yana getirse de, ailelerimiz arasındaki bağ güçlüdür. En kısa zamanda Hakan’ımızı ve Cengiz’imizi de daha yakından tanımak, bu konudaki kusurumuzu gidermek üzere harekete geçeceğiz.
Son olarak şunu belirtmek isteriz: Bize nasıl yaşanacağını ve ölüneceğini gösteren bu üç yiğit çocuğumuzu anmanın en güzel yolunun, onların yaşamları pahasına verdikleri özgürlük, eşitlik, adalet, sosyalizm, komünizm mücadelesinin bayrağını daha da yukarıya kaldırmak, onların hülyalarını gerçekleştirmek için elimizden ne geliyorsa yapmak olduğuna inanıyoruz. Biz kendi payımıza, bu çabayı ömrümüz oldukça sürdüreceğimize bir kez daha söz veriyoruz.
Biliyoruz, yeni çocuklar doğacak ve onlara Cengiz’in, Hakan’ın, Özgüç’ün adları verilecek. Biliyoruz, Türkiye devrimci ve komünist hareketi er ya da geç kendine bir çeki düzen verip çok daha güçlü bir biçimde ayağa kalkacak. Biliyoruz, sonunda biz kazanacağız.
Yaşasın Marksizm-Leninizm!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!
Yaşasın Komünizm!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Kahrolsun Zulüm ve Sömürü Düzeni Kapitalizm!”
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)