CIA’nın Anti-Komünist “Özgür Düşünceli” Entellektüelleri-3

Türkiye’de Anti-Komünist Paropagandanın Tarihi: “Bu Kış Komünizm Gelecek...”
Türkiye’de anti-komünizmin tarihi, Osmanlı’nın son 50 yılını da içine alacak şekilde uzanır. Ancak, bilinçli komünizm düşmanlığı 1920’de Mustafa Suphi önderliğinde Bakü’de 1920 yılında kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) kuruluşuyla başaladı dersek yanlış olmaz. Çünkü 1917 Rus Devrimi, bütün dünyada işçilere, köylülere, tüm ezilen ve sömürge uluslara kurtuluşun yolunu ve umudunu aşılarken, başta emperyalist burjuvazi olmak üzere tüm gericilere de korku salmıştır.
Rusya’da Çar’ın ve Rus burjuvazisinin yıkılarak gerçekleşen, Lenin önderliğindeki Sosyalist Sovyet Devrimi, bütün emperyalist ve ulusal burjuvaları derinden sarstığı gibi, aynı şekilde dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları, ezilen ulusları da derinden sarsarak; sömürü, baskı ve sömürgeciliğe karşı isyanların gelişmesine neden oldu. Sovyet Devrimi, birincilere korku salarken, ikincilere kurtuluş umudu verdi. Ve dünya 1917 yılında gerçekleşen Rus Devrimi’nden sonra bir daha eskisi gibi olmadı ve olamazdı. İşçi sınıfı, Paris Komünün’den sonra ilk defa kendi devletini kurmuştu.Toplumsal gelişmeler, Marx’ın ortaya koyduğu materyalist tarih anlayışını bir kere daha doğrulamıştı. Bu sınıflı toplumların kaçınılmaz bir sonucuydu.
Diğer toplumsal sistemlerde olduğu gibi, kapitalist toplumda kendi içinde taşıdığı çelişme sonucu yıkılmaya ve yerini soyalizme terk etmek zorundaydı. SSCB’nin kuruluşuyla proleter devrimlerin önü açılmıştı. Toplumların bu tarihsel ilerlemesini topla, silahla, baskılarla durdurmanın olasılığı yoktur.
Rusya’da kurulan SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği), Türkiye ile doğrudan sınır olması ve ve kurmayı düşledikleri “Kızıl Elma/Turan Yurdu”, bir çok Türki devletlerin SSCB içinde yer almasıyla, o zamanın egemen sınıfı olan Türk ticaret ve komrador burjuvazisinin, büyük toprak ağalarının ve gerici eşrafın, işçi sınıfının sosyalist devriminin gölgesini sürekli ve şiddetli bir şekilde üzerlerinde hissetmeleri doğaldı. Bu nedenle onlara göre, komünizm daha doğmadan boğulmalıydı.
Oysa, SSCB daha ilk günden itibaren dostluk elini kemalistlere uzatmış, burjuvazi önderliğindeki “Kurtuluş Savaşı”nı desteklemiş, Rus çarlığı döneminde işgal edilen bütün topraklardan çekilmişti. Örneğin, Brest-Litovsk Antlaşması ile 40 yıldır Rusya’nın işgali altında olan Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı’lara bırkılmıştır. SSCB’nin kesinlikle bir başka ülkenin toprağını işgal etme ya da tehdit etme diye bir politikası olmadığı gibi, bu tür politikaların karşısında yer almış sosyalist bir ülkeydi.
SSCB’nin her türlü yardımına karşın, Türk egemen sınıfları Mustafa Suhpi ve yoldaşlarını katletikleri gibi, komünist ve ilerici hiç bir partinin kurulmasına izin vermemişlerdir. 1923-1925 yılı hariç. Komünizmi önlemek için, M. Kemal’in talimatıyla 18 Ekim 1920’de, “Türkiye Komünist Fıkrası” adı altında sahte bir parti kurmuşlardır. Yani, tam da M. Suhpi önderliğinde 10 Eylül 1920’den kurulan Türkiye Komünist Partisi’nden bir ay sonra, ve bu sahte TKF, 3. Enternasyonal’e üye olmak için baş vuruyor. Ancak, “sahte”liği her yönüyle anlaşıldığı için kabul edilmiyor.
Sahte TKF’nin kurucuları arasında, “bu kış kömünizm gelecek” çığlıklarıyla ölen Celal Bayar’ın yanı sıra, Yunus Nadi, Tevif Rüştü Aras, M. Esat Bozkurt, İstiklal Mahkemelerinin baş cellatları “üç Ali”lerden biri olan Kılıç Ali, Refik Koraltan ve diğerleri vardı. Bu sahte TKF’nin üyeleri arasında, Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, İsmet İnönü ve Kazım Karabekir gibi, İttihat ve Terakki saflarından gelen Teşkilat-ı Mahsusa üyeleri olan, ve çoğu Ermeni soykırımında yer almış kurtuluş savaşının burjuva askeri önderleri yer alıyordu. Bütün burada adı geçenler katıksız birer anti-komünist ve sosyalizm düşmanlarıdır. Ama, çıkarları gereği ve SSCB’den destek alabilmek ve esas olarak da ülkede gerçek komünistlerin faaliyetlerini önleyebilmek için böyle bir sahtekarlığa başvurmuşlardır. Bu gerekçeye ek olarak, Batı emperyalist burjuvazisinin işgal ettiği bölgelerden çekilmeleri ve kendi hükümetlerini sağlamaktı.
Sovyet Devrimi kasırgasının ülkeye gelmesini önlemek için egemen sınıfların temsilcileri “komünist” sıfatını taşımakta bir sakınca görmemişlerdi. Ayrıca böyle davranmaları, komünizme karşı mücadele etmelerini de kolaylaştırıyordu.
Yani, kurtuluş savaşı, daha savaş içinde güçlü bir anti-komünist niteliğe sahip ve emperyalistler ile de ilişkilerini koparmak istemiyorlardı. Burjuvazinin önderliğinde yapılan bir savaşın, işçi ve köylülerden yana tavır alması bekelenemezdi. İbrahim Kaypakkaya’nında belirittiği gibi, kemalist devrimin karakteri, işçi ve köylü devriminin karşısında yer alan karşı-dervimci ulusal burjuva devrimdir. M. Suphi ve yoldaşlarının alçakça katliamı, bunun en açık delilerinden biridir.
M. Kemal, Sovyet Devrimi’ne başından beri karşı olmuş, onun etkisinin ülkeye sıçramasından hep korkmuş ve buna karşı önlemleri almışlardır. M. Suphi ve yoldaşlarının katliamını ise, bütün emperyalistlerin Sovyet Devrimi’ni yıkmak için Rusya’ya saldırdığı bir dönemde yapmışlardır. Her yönden sıkışmış Sovyet Devrimi’nin, bu katliam karşısında fazla bir şey yapamayacaklarını iyi hesaplamışlardır.
M. Kemal, komünizm ve Bolşevizm düşmanlığını defalarca dile getirmiştir. “Eski dostumuz Rus Sovyet Hükümeti” dediği SSCB’ile ilgili, 1932 yılında Amerikalı subay Douglas MacArthur’a şunları söylüyor:
“Avrupa sorunu İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlık konuları olmaktan artık çıkmıştır. Bugün Avrupa’nın doğusunda bütün uygarlığı ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir güç belirmiştir.(açYK) Bütün nesnel ve tinsel olanaklarını, bütünüyle dünya ihtilali amacı uğruna seferber eden bu korkunç güç, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz bilinmeyen yepyeni siyasal yöntemler uygulamakta ve rakiplerinin en küçük hatalarından bile mükemmel bir biçimde yararlanmasını bilmektedir. Avrupa’da meydana gelecek bir savaşın başlıca galibi ne İngiltere, ne Fransa ne de Almanya’dır. Yalnızca Bolşevizm’dir. Rusya’nın yakın komşusu ve bu ülkede en çok savaşmış bir ulus olarak, biz Türkler orada yaşanan olayları yakından izliyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyuyan Doğu uluslarının zihniyetlerini mükemmel bir biçimde istismar eden, onların ulusal tutkularını okşayan ve kinleri kışkırtmasını bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa’yı değil, Asya’yı da tehdit eden başlıca güç durumuna gelmişlerdir.”[1]
Bazı küçük burjuva oportünist ve revizyonist akımların, “radikal sol” ya da Metin Çuhaoğlu’nun yazarı olduğu “İleri haber”[2] sitesinin ileri sürdüğü gibi “Türkiye’de anti-komünizm anti-Kemalizmdir” tekerlemesini yapanlar; M. Kemal’in SSCB için: “bütün uygarlığı ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir güç belirmiştir” komünizm nefretine imza atıyorlar demektir.
Rusya için Türk egemen sınıfları SSCB’den hep korkmuşlardır. Bu nedenle de, her yıl TKP’ye karşı cadı avı başlatmışlardır. Yani, komünistlere soluk aldırmamışlardır. Sovyet Devrimi korkusu öyle bir sarmıştır ki, bu nedenle, komünizm düşmanlığı psikonevrotik bir hala dönüşen C. Bayar, son nefesine kadar “bu yıl komünizm gelecek” histerisiyle can vermiştir.
24 Temmuz 1923’ten itibaren Lozan antlaşmasının imzalanması ve arkasından 29 Ekim 1923 yılında TC’nin kuruluşunun ilanıyla birlikte, Türk egemen sınıfların SSCB’ne yaklaşımlarında da bir değişim olmuş ve daha çok İngiliz ve Fransız emperyalistleriyle olan ilişkilerini geliştirmişlerdir. Lozan’da İngiliz ve Fransızlar’ın TC’den yana esnek durumaları ve anlaşmayı TC lehine imzalamalarının bir nedeni ve şartı da, SSCB’den “uzak durma” ve uzak tutma politikasının bir sonucu olmuştur.
Uluslararası emperyalist burjuvazi, emperyalizmin birer halkası olan kapitalist devletleri sosyalizme karşı korumak ve kendi egemenliği ya da etrafında tutma politikasını esas almışlardır. Bu nedenle de daha kurtuluş savaşı içinde emperyalistlerin sermaye yatırımlarına ve borçlanmaya ve Osmanlı’dan kalan borçları, yine İngiltere, ABD ve Fransa’dan alınan borç paralarla borç ödenmiştir. Osmanlı’dan kalan borçların ödenmesi 1954 yılında bitirilmiştir.
Şeyh Said Kürt İsyanı’nı bahane ederek 1925 yılında yürürlüğe sokulan “Takrir-i Sükun Kanunu” ile birlikte var olan tüm demokratik haklarda ortadan kaldırılarak faşist bir rejim inşaa edilmiştir. Bu dönemde çıkan sosyalist yayınlardan Aydınlık ve Orak Çekiç dergileri ve diğer sol dergiler kapatılmış ve sorumlular hakkında, “vatana ihanet kanunu” çerçevesinde dava açılmıştır. Aydınlık dergisi çevresinde yer alanlar, komünizm ve komünist örgüt propagandası yaptıkları gerekçesiyle İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanarak kürek cezalarına çarptırılmıştır. Bunların arasında Şevket Sürreye Aydemir, Nazım Hikmet, Hasan Ali Ediz’de yer alıyordu.
Anti-komünist bir Slogan: “Sınıfsız, İmtiyasız Bir Toplum”
Türk egemen sınıfları, sosyalizmin ve sosyalist propagandaların işçi ve emekçiler üzerindeki etksinin kırmak ya da daha yerleşmeden önlemek için, “Türk milleti sınıfsız imtiyassız toplum” propagandası yapmaya başladı. “Bir Türk Dünyaya Bedel”, “Bütün diller Türkçe’den doğmuştur”, “güneş dil teorisi” gibi ırkçı teorilerin yanında, toplumun “sınıfsız ve imtiyazsız” olduğu yalan propagandasının yapılması; sınıflı toplum, sınıfların varlığını ve devletin burjuvazinin devleti olduğu gerçeğinin üzerini örtmek ve kitlelerin sosyalizme kaymasının önlemek içindi.
M. Kemal, 1923 yılında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi(İİK)’nde, bütün sınıfları birleştirierek, “sınıfsız, imtiyazsız toplumu şöyle açıklıyor:
“Bizim halkımızın menfaaleri birbirinden ayrılır sınıflar değil; bilakis mevcudiyetleri ve çalışmalarının bileşkesi birbirine lazım olan sınıflardan ibarettir. Bu sınflar; çiftçiler, küçük sanat ernbabı, amele ve işçi, sanayici, tüccar ve memurlardır.”
Oysa, İİK’de bütün kararlar burjuvazinin ve toprak ağalarının lehine alınıyor. İşçiye direniş yapmadan, hiç bir sosyal hakkı olmadan, grev ve toplu sözleşme hakkı olmadan, sendikalaşma ve örgütlenme hakkı olmadan çalışmak “imtiyazsızlığı” düşmüştür. Az topraklı ve topraksız köylüye ise, toprak ağalarının elinde ezilmek, var olan topraklarını parça parça kaptırmak, mülksüzleşmek, topraksız köylüye ise “ırgat” olmak “imtiyazsızlığı” düşümüştür.
Sanayici, tüccar ve toprak ağalarına ise, bol devlet kredisi ile desteklemek, yasaları onların semirmesi lehinde hazırlamak, vergileri düşürmek ve devlet desteği ile sermaye sahibi yetiştirmek “imtiyazı” düşmüştür.
Nitekim kemalist devletin bu propagandası, baskılarla birlikte egemen oldu. Anti-komünist nefret toplum içinde, özellikle de aydınlar arasında derinleştirildi.
1925 ve 1927 yılları arasında komünist avına çıkıldı ve komünist olduklarından şüphelendiklerini yargıladılar ve hapis cezalarıyla cezalandırdılar. Bu süreçte Aydınlık, Orak Çekiç, Yoldaş, Tanin gibi, ilerici, sosyalist dergi ve gazetelerin yanı sıra, kurtuluş savaşını destekleyip cumhuriyeti eleştiren onlarca gazete ve dergi kapatılmıştır. Yani, burjuva demokrasi sınırları içinde yayın yapabilecek ve kemalistlere muhalif olabilcek, başta sosyalist yayınlar olmak üzere hepsi kapatılmıştır.
Siirt milletvekili Mahmut Bey, Hakimiyet-i Milliye gazetesinde sık sık anti-komünizm yayınları yapmasının yanı sıra şöylesi incileri de vardı: “Türkiye’de sınıfsal sömürü yoktur ve bu nedenle toplumumuzda sosyalist düşüncelere de yer yoktur.”[3]
TC devletinin sesini yansıtan bu görüş, sadece bir görüş olarak kalmadı, 1924 ve esas olarak da 1925 yılından itibaren uygulanmaya başladı ve yıldan yıla işçi sınıfı ve onun ideolojisine karşı baskılar daha da sertleştirildi. Özellikle Hitler faşizmin 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle, Avrupa’da faşizm giderek yükseldi ve bu gelişme, Türkiye’deki faşist iktidarı, yeni faşist yasaların çıkarılmasında yol gösterici oldu. Örneğin 1936 yılında komünizmle mücadele için 141-142 maddeleri olduğu gibi İtlayan faşist anayasasından alınarak ceza kanunu olarak yasallaştırıldı.
Bütün Muhalifleri Temizleme Karşı-Devrimci Hareketi: İstiklal Mahkemeleri
Kemalist iktidar, 1925 yılında çıkarılan “Takrir-i Sükun Kanunu’yla –huzurun sağlanması kanunu-”, Şeyh Said Kürt isyanını bastırmak amaçlı çıkarılmasına karşın, ülkede devleti elinde bulunduran egemen sınıflara karşı muhalefet eden herkese karşı uygulandı. Yasanın esas amaçlarından biri Kürt isyanlarını ve olası ayaklanmaları bastırmak ve komünizmin gelşmesini engellemek içindi.
Takrir-i Sükun Kanunu uygulamaya sokulur sokulmaz yasal olarak kurulmuş olan CHP dışındaki bütün burjuva muhalefet partileride kapatılarak tek parti yönetimine geçildi. Yani, Mussolini İtalyası örnek olmaya devam ediyordu. O dönemde kurulmuş olan Terakkiperver Fıkra kapatılmıştır.
Şeyh Said Kürt isyanının kanlı bir şekilde bastırılmasının yanı sıra, bu dönemde ilerici ve sosyalist dergiler kapatılmış, komünistler tutklanmış ve yargılanmıştır. Bu dönemde kurulan İstiklal Mahkemeleri’nin 1925-1927 yılları arasında verdiği karar sonucu 1.630 kişi idam edilmiştir. Bu dönemde asılanların büyük bir çoğunlu Kürt İsyanı’na katıldıkları gerekçesi ile, bir kısmı asker kaçağı ve bir kısmı ise M. Kemal’e muhalefet ve “süikast” nedeniyle idam edilmiştir. İdamlar halka açık meydanlarda yapılmıştır.
İstiklal Mahkemeleri 1920-1923 ve 1925-1927 tarihleri aarsında faaliyet sürdürdü. Birinci ve ikinci dönem daha çok asker kaçaklarına karşı ceza verilirken, 3. Dönem (1925-1927), iktidarın önünde engel olan tüm muhalifleri temizleme ve elimine etme amacıyla çalışmıştır. Son İki yıllık istiklal mahkemeleri (İM) uygulamaları sonucu M. Kemal’e karşı çıkacak, devletin uygulamalarına direneck kimse kalmadığı için, Mart 1927 yılında özel yetkilerle kurulan İM’in faaliyeti durduruldu, 1929 yılında ise yasal olarak işlevine son verildi. Bu süreçte Kemalist burjuva diktatörlüğü, içte ve dışta kendini sağlama almıştı.
İstiklal Mahkemelerinde yargılananlar arsında, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rafet Bele gibi kurtuluş Savaşı komutanları da vardı. M. Kemal, izmir Süikast girişimini “allahın bir lütfu” belleyerek, bütün muhalif ya da muhalefet potansiyeli taşıyabilecekleri yargıladı, tasfiye etti ve çoğu milletvekili ve bazıları bakanlık yapmış18 kişiyi de astırdı.
O dönemde İM’lerinin uygulamalarıyla günümüz Erdoğan mahkemelerinin uygulamaları aynıdır. Bir farkla, şimdi yasal olarak idam olmadığı için, başka cezalar veriliyor. Ama, İM’nin astığı astık, kestiği kestik. Hiç bir yasa üç Ali’lerin karşısında duramıyor ve bu üç Ali, hiç bir yasayı kendi üzerinde saymıyordu. Eroğan rejminde de aynı değil mi? Yerel mahkemeler Anayasa mahkemesi ya da diğer bir üst mahkeme kararını tanımıyabiliyor. Bu bir faşist uygulamadır. Mussolini İtalya’sı ve Hitler Almanya’sındaki uygulamalarla yakın bir benzerlik vardır.
Bugün nasıl ki, Türkiye’deki uygulamalar Erdoğan’nın bilgisi ve onayı dahilinde ise, o dönemde de bütün uygulamalar M. Kemal ve İ. İnönü’nün bilgisi ve onayı dahilindeydi.
Gazeteci Zekeriye Sertel, o günlerde estirilen terörü şöyle anlatıyor:
“Memlekette bir terör havası esiyordu. Biz ne rejime düşmandık, ne de doğrudan doğruya günlük politikayla uğraşıyorduk. Onun için bu fırtınanın bize kadar geleceğini sanmıyorduk. İşimize devam ediyorduk.
“Fakat bir gün akşam üzeri eşimle birlikte beş yaşındaki yavrumuzu alarak Gülhane Parkı’na gittmiştik. Bir ağaç altında yavrumuzu seyrederken konuşmaya dalmıştık. Birden karşımıza bir polis dikildi ve beni polis müdürlüğünden istediklerini bildirdi. Bu davetin önemini o anda anlamadım.
“-Peki, dedim, çocuğu eve bırakalım, gelirim.
Polis güldü:
-Öyle değil efendim, dedi. Şimdi beraber gitmemeiz lazım.
“O vakit anladım. Terör bana kadar ulaşmıştı. Karımı ve çocuğumu parkta bırakarak polisle birlikte müdürlüğe gittim. Beni derhal, bir odaya aldılar. Kapıyı kapadılar. Hiç bir şey sormadılar, hiç bir şey de söylemediler. Niçin tutulmuştum, ne olacaktım, hiç bir şey bilmiyordum.”[4]
Zekeriye ve Sabiha Sertel, M. Kemal’i övmelerine, cumhuriyeti savunmalarına, Şeyh Said Kürt isyanını “gerici, İngiliz kışkırtması” olarak karşı çıkmalarına karşılık, düşünce özgürlüğünün savunmaları nedeniyle, Z. Sertel, 1,5 yılı Sinop cezevinde olmak üzere 3 yıl cezaya çarptırılır. Cumhuriyet Bayramı nedeniyle çıkarılan af ile kısa süre yatmıştır. Kemalist iktidar için “düşünce özgürlüğü” tehlikeli ve komünizmi çağrıştırmaktadır. Sertellerin üzerinden bir daha baskı ve yıldırma operasyonları eksik olmadı.
Kemalist Rejimin Anti-Komünist “Kadro”cuları
Burjuvazinin komünizme karşı en etkili silahları, yine komünistler içinde yer alıp dönekleşenler olmuştur. 1945’lerden sonra emperyalist burjuvazinin anti-komünizm ideologları da yine bir zaman komünizme bulaşan ya da “solcu” gözüken entellektüeller olmuştur.
Vedat Nedim Tör ve Şevket Sürreyya’da burjuvazinin ilk “solcu” yaftalı anti-komünizm ideologlarıdır. V.N. Tör, bir dönektir. TKP kurulmadan önce İstanbul’da Şefik Hüsnü önderliğinde 17 Aralık 1919 yılında kurulan ve 1924 yılında kapanan Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fıkrası(TİÇSF)’nın kurucu üyeleri arasında yer aldı. TİÇSF’nın kapanması sonrası ise, TKP’nin genel sekreteri olan Şefik Hüsnü’nün yurtdışında olması nedeniye, 1925-1927 arası TKP’nin illegal Türkiye sorumluluğunu (parti sekreterliğini) yaptı.1927 yılı yargılanmaları sırasında partinin arşivini polise teslim ettiği gibi, mahkemede dava arkadaşları aleyhine tanıklık yaptı. Aleyhine tanıklık ettiği Ş. S. Aydemir’de 1925 yılı ve peşinden 1927 yılı yarıgılamalarının ardından Tör’ün safına katılarak hükümete bağlı çalışmaya karar verdiler. Yani, komünizme ve komünistlere karşı kemalist iktidarın emri altına girdiler. Ve özellikle Tör, kemalist rejimi ihaya etmek ve bütün dünyaya tanıtmak için bütün becerisini kullandı. Ama, kemalist faşizmin iç yüzünü, anti-demokratik yanını ve işçi-köylü düşmanı bir rejim olduğunu gizleme pahasına.
Kemalist rejim alyehine yazı yazan ya da eleştiren tüm yayınlar kaptılıp yazarları ve sorumluları cezalndırılırken, 1932 yılında Kadro isminde bir dergi çıkartıldı. Bu derginin baş yazarları ve yazı kurulu, bir kişi hariç eski TKP kurucu ve üyeleri ve TKP yayın organı Aydınlık’ın baş yazı kurulu üyeleriydi. Kadro Dergisi içinde yer alan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ise, geçmişi komünist olmayan bir burjuva liberali ve kemalist rejim savunucularından biriydi.
Ş.S. Aydemir, V.N. Tör, İsmail Hüsrev, Burhan Asaf Belge TKP eski üye, sorumlu ve yazar kadrosunda yer alan elemanlardı. 1925 ve 1927 yargılanmalarında ceza aldılar ve ceza evlerinde iken, kemalizmi, marksizme tercih ettiler. Marksizme karşı kemalist ideoloji icat ettiler. Oysa, “kemalist ideoloji”, burjuva ideolojisinin kendisiydi. Ancak, kemalist rejimin, yanı başındaki SSCB’nin etkisinin aydınlar ve işçiler içinde etkinliğini kırabilmek için geçmişi “komünist” olan entellektüellere gereksinimi vardı.
Ş. Aydemir, ilk gençlik yıllarında Enver Paşa’nın Turancılık hayaline kapılmış ve onu savunuyordu.[5] Ancak 1917 Ekim Devrimi turancılık hayalini yerle bir edince Markist oldu. 1921 yılında Moskova’daki Doğu Emekçileri Komünist Üniversite’sinde Nazım Hikmet, Vala Nurettin gibi Türkiye’li devrimcilerle birlikte öğrenim gördü.
Ancak, o TKP üyesi ve Aydınlık yazarı olsada içindeki “turancılığı” atamamıştı. Kemalizmin ağır baskısı karşısında, komünizm hayalini sürdürmenin zor olduğunu anlayarak, birden yeniden “miliyetçiliği” keşf edip, kemalizmin has yazarlarından bir oluvererek aslında rücu etmiş oldu. Kemlist rejmin faşist şiddeti, hiçte yabana atılır gibi değildi. Komünist propaganda ya da vatana ihanetten en az 7-15 yıl cezaya çarptırılıyordu. 1925 yılı yargılamalarında ceza alan Ş. Aydemir’de af ile kısa zaman içinde, komünist olarak girdiği hapishaneden kemalist olarak çıktı. V. Nedim Tör ise, görüş değiştirmesinden dolayı değil, partinin belgelerini polise vermesinden ve tanıdığı parti üyelerini yakalatması ve mahkemede eski yoldaşları aleyhine tanıklık etmesinden dolayı bir muhbir ve komünist düşmanı olarak kaldı.
TKP’nin Aydınlık ve Orak Çekiç dergilerinde beş yıl önce komünizmi öven Ş. Aydemir, daha sonra “tek Adam” kitabında şöyle yazacaktır:
“... Mademki bir inkilap vardır, o halde o inkilabın bir izahı olmalıdır... Nitekim bir aydın kadro, hem de Mustafa Kemal’in hayatında ve onun gözleri önünde, gene de Türk inkilabının ideolojisini kendi açısından derlemek, aydınlatmak ve terkip etmek çabasına girmiştir. Bu hareket kadro hareketidir.”[6]
Ve bundan sonra, Kemalistlerin komünizm düşmanılığı üzerine yazmadığı gibi, TKP yargılamalarını da yazmamıştır. İşi gücü “Tek Adam” dediği M. Kemal’i övmekle kendini görevlendirmiştir.
Aydemir, “Suyu Arayan Adam” kitabında da Kadro hareketi’nin görevlerini şöyle anlatıyor:
“... milli kurtuluş hareketleri... çağımızın kaçınılması imkansız bir mahsülü olan ‘sınıf mücadelesi’nden de ayrı ve ondan daha mühim bir çelişkiyi temsil etmektedir.
“Halbuki komünist cephe, bu hareketleri, sosyalizmin, dünya hakimiyeti yolundaki mücadelesinin birer peyki ve yardımıcısı saymaktadır.”[7]
“Türk inkilabı sınıfsız ve tezatsız bir milli oluş inkilabıdır”[8]
Kemalist rejim, anti-komünizme karşı ideolojik ve teorik mücadeleyi Kadro Dergis üzerinden bir süre yürüttü. Daha sonra ise 1936 yılında meşhur 141-142 yasalarını faşist Mussolini İtalya’sından ithal ederek, Türkiye’topraklarına komünizmin girmesini durdurabileceğini umdu.
Devam edecek:
Mussolini Faşizminden Kemalist Faşizmine Hediye:141-142
[1] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Derleme, sf. 344-345
[2] www.ilerihaber.org/turkiyede-antikomunizm-anti-kemalizmdir/2016/12/25
[3] Yrd.doç. Dr. Cangül Örnek, SBF Dergisi, Cilt 69, No.1, 2014, sf. 109-139, pdf.
[4] Zekeriye Sertel, Hatırladıklarım 1905-1950, Gözlem yayınları, aktaran: www.bwlgelerlegercektarih.com/2012/09/26/istiklal-mahkemeleri/
[5] Ş.S. Aydemir, Suyu Arayan Adam kitabında hayatını anlatıyor.
[6] Fatih Demirci, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sy.15, Ağustos 2006. pdf
[7] S. Aydemir, Suyu Arayan Adam, sf. 375, Remzi Kitapevi, 1987
[8] İlhan tekeli, Selim İlkin, “Bir Cumhuriyet Öyküsü Kadrocular ve Kadro’yu Anlamak”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.