Çözülmemek için çözme mücadelesinde yeni evre
Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimlerinin hemen öncesinde devlet Kürt meselesinde bugüne kadar en somut ve ciddi adım olan çerçeve yasasını çıkararak PKK ile yapılan görüşmeleri yasal dayanağa kavuşturdu. CB seçimlerinin hemen ardından ise Kürt meselesi bağlamındaki “çözüm süreci” yeniden gündemin ilk sırasına oturmuş durumda. 2012 sonunda Abdullah Öcalan ile BDP heyetinden Ahmet Türk ve A. Akat Ata’nın yaptığı görüşme ile startı verilen ve 2013 Newroz’un da Öcalan’ın açık çağrısıyla süreç fiilen başlatıldı. Belirlenen bir yol haritası olduğu ifade edildi. PKK bu bağlamda gerilla güçlerini TC’nin egemenlik sınırları dışına taşımayı pratikleştirdi. Ancak devlet her zaman yaptığını yaparak süreci oyalamayı ve ayak sürümeyi esasına aldı. Şimdi tam da bu gelişmede yeniden başa dönüldüğünü gösteriyor. Geçen yıl gerçekleşmeyen yol haritası, pratikleştirilmek üzere gündemi işgal ediyor.
Devletin “Makus” Talihi: Baştan Başlamak!
HDP heyetinin 15 Ağustos’ta A.Öcalan ile yaptığı görüşmeden getirdiği “30 yıllık savaş demokratik müzakereyle sonuçlanmak üzere” mesajının ardından “çözüm süreci”nden sorumlu bakan Beşir Atalay televizyon ve gazetelere seri halde sürecin çerçevesi ile ilgili demeçler vermeye başladı. Tam bir yıl önce basına sızdırılan ve tartışılan yol haritasını şimdi bizzat B. Atalay’ın ağzından doğrudan duyuyoruz. 1 Eylül’e kadar yapılacaklara dair genel hatların belirleneceği, 30 Eylül’e kadar tarafların bunu istişare ya da müzakere edeceği ve ondan sonra kamuoyuna açıklanarak pratikleştirileceği belirtiliyor.
B. Atalay 19 Ağustos’ta NTV’ye verdiği özel röportajda, “sürecin başından bu yana hiç bu kadar rahat bir dönem yaşamadığını” belirterek sürecin ana hatlarıyla oturduğunun ve olumlu gittiğinin altını özellikle çizerek oldukça “iyimser” bir hava oluşturmaya çalışıyor. A. Öcalan’la görüşmelerde yeni heyetlerin devreye gireceğini, görüşme sıklığının yoğunlaşacağını, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı'nın esas rolü üstleneceğini, doğrudan Kandil ile de görüşmelerin artık başlayacağını, oldukça rahat ve kendine güvenli şekilde ifade ediyor. A. Öcalan’ın protokol belge oluşturma talebinin oluşturulacak bu yol haritasının kendisi olduğunu da ifade ediyor. Sürecin temel amacını ise önce silahlı güçlerin sınırın dışına çekilmesi sonra da bunların silahlarını bırakarak topluma, “demokratik” siyasete kazandırılması ve silahlı mücadelenin ortadan kaldırılması olarak konuyor.
A. Öcalan’ın ve B. Atalay’ın açıklamalarına bakılacak olursa sürecin gelişimine dair bir mutabakat oluşturulmuş gibi görünüyor. B. Atalay’ın genel yaklaşımı ve tavrında ise PKK ile yapılan görüşmelerin artık diyalog evresinden müzakere evresine geçtiğinin işaretleri var.
Devletin Yüzsüzlüğü: Artık PKK Adım Atmalı!
Bu açıklamalara bakılacak olursa süreç Kürt meselesinin toplumsal sorun ayağı olan ulusal hak ve özgürlükler tartışmasından ve buna dair yapılacaklardan evvel Kürt ulusal hareketinin bu hakların kazanılması mücadelesinde silahlı biçiminin nasıl devre dışı bırakılacağı üzerine odaklanmış durumda. Kuşkusuz bunun Kürt meselesinden bağımsız olmadığı ama esasen siyasi biçiminin ve mücadelesinin şekillendirilmesi üzerine oturduğunu tespit etmek gerekir. Kürt ulusal hareketine ülkede silahlı mücadeleyi bırakması karşılığında henüz sınırları ve çerçevesi belirlenmemiş belli bir “siyasal özgürlük” tanınması hakkı verilmesi denklemi kurulmuş durumda. Kürt ulusal hakları noktasında ulusal hareketin siyasi hedef ve amaçlarını gerçekleştirmesi için artık mücadelesini silahlı olmayan biçimlerde sürdürmesi koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır. Sürecin ana karakterinin bu olduğu net şekilde belirginleşmiştir.
Kamu Güvenliği Müsteşarlığı'nın ana koordinasyon merkezi olarak belirlenmesi, A. Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi, hapishanelerde bulunan tutsaklara dair düzenlemelerin yapılacak olması, gerillaların sınır dışında çekilmesi ve sonra siyasete kazandırılması tartışmaları vs. meselenin asayiş sorunu ve siyaset yapma hakkı eksenine oturtulduğunun net göstergeleridir.
Gelişen sürecin bu eksene oturması kaçınılmaz olarak meseleyi algılamada ve beklentiler noktasında bitmek tükenmez gerginliklerinde oluşmasına gebe bir durumu yaratacaktır. Ki B. Atalay bunun ilk işaretlerini sürecin genel çerçevesini anlatırken vermektedir. Geliştirecekleri bu yol haritasından sonra artık daha rahat olacaklarını mealen, “Bu adımdan sonra artık bizim yapacaklarımızdan çok, karşı tarafın üzerine daha fazla sorumluluk yüklenecek, artık esasta yapılması gerekenler onlara ait olacak” demektedir. (19 Ağustos, NTV Özel Röportaj) Devletin Kürt meselesine yaklaşımının en net tercümesi bu yaklaşımda gizlidir. Kürt ulusal hakları noktasında kırıntı düzeyinde dahi adımlar gerçekleşmemişken, görüşmelerde ortaya çıkan mutabakatlarda en ufak bir adım dahi atılmamışken, şimdiye kadar kendilerine dair beklentiyi karşıladıkları algısı ve anlayışı sorunun nasıl bir cenderenin içinde olduğunun da göstergesidir.
“Anlaşırken” Katletmek!
Kürtlerin ulusal, demokratik ve siyasal hakları taleplerinde silahlardan arındırılmış bir mücadelenin nasıl bir zorlu etaba gireceğinin de işaretleri fazlasıyla vardır. Devlet PKK ve A. Öcalan’la “demokratik siyaset” koşullarının oluşturulması ekseninde bir mutabakat oluştururken ve bunu kamuoyuna anlatırken bir yandan da Lice’de PKK şehitliğine dikilen Mahsum Korkmaz’ın heykeline karşı 3000 askerle gerçekleştirdiği operasyon gündeme oturdu. Tam da faşist TC’nin bıkmadığı bir yaklaşım, bu defa da hayata geçmiştir.
Bir yandan görüşmeleri olgunlaştırırken diğer yandan Kürt halkına ve onun değerlerine saldırmaktan, onlara sınırlarını göstermekten ve hangi sınırda duracaklarını şiddetle, baskıyla ifade etmekten geri durmamıştır. Bir yandan Kürtlerin haklarını, özgürlüklerini, değerlerini demokratik şekilde ifade etmesinin koşullarını oluşturduğunu propaganda ederken diğer yandan bir heykelin yıkılması için 3000 kişilik orduyla operasyon düzenlemekte ve halkın üstüne ateş açarak katliam girişiminde bulunmaktan geri durmamaktadır.
Mehdin Taşkın adlı yurtsever bu operasyonda katledilmiştir. Bu Kürtlerin ulusal sembol ve mücadele değerlerini yaşatma olanaklarının faşizm tarafından her durum ve koşulda baskı, şiddet ve katliamlarla engelleneceğinin açık mesajıdır. Ki B. Atalay; “çözüm süreci kanunsuzluklara müsamaha göstermek değildir. Bölgedeki valilere, emniyet müdürlerine, jandarma komutanlarına bunu anlattım. Lice’de de olması gereken olmuştur. Bir kişi ölmüştür. Yazık olmuştur” diyerek Kürt halkının demokratik temelde mücadelesine ve değerlerini yaşatmasına karşı nasıl konumlanacaklarını ifade etmiştir. Her yeni adım atılma arifesinde Kürt kanı dökmek devletin geleneği ve kültürü haline gelmiştir.
Kürt Barışına Zorunlu Yazılmak!
Bu sürecin oluşmasında iki temel neden vardır. Birincisi, iç sebep olarak Kürtlerin uzun süreli yaygın ve etkili mücadelesi. İkincisi ise, dış koşullar olarak Ortadoğu’da 100 yıllık egemen sistemin artık sürdürülemez olması ve bu bağlamda yeni toplumsal, sosyal ve siyasal denge oluşturma mücadelesidir. Özellikle TC’nin bölgesel ekonomik ve siyasi çıkarları onu Kürt meselesinde zorunlu olarak barış ve uzlaşma eksenine itelemiştir. Irak ve Suriye ekseninde yaşanan her gelişme, TC’yi “barış”ına daha fazla mahkum kılmaktadır. Zira gelişmeler Kürtlerin Ortadoğu’daki kilit konumunu pekiştirmekte sağlamlaştırmaktadır. PKK’nin bu gelişmeler karşısındaki konumu ve izlediği siyaset aynı zamanda onun gücünü de pekiştirmekte, Kürt ulusal önderliği noktasında TC’nin tüm oyun planlarını bozacak şekilde siyasetini yaygınlaştırmaktadır.
Bu bağlamda TC, egemenliğine ve bağlı olduğu emperyalist sistemin gücüne güvenerek kendi siyasi ve ideolojik kabuğunu düzenleyip PKK’yi sistemine uyumlu hale getirme hattını örgütlemeye çalışmaktadır. Bu şekilde “büyük Kürt barışını” bölgesel politikalarının ve çıkarlarının bir unsuru yapma hesabı içindedir. Ahmet Davutoğlu’nun iç çelişkileri ve sorunları dışarıda karşılayarak güvenliği ve istikrarı sağlayarak bölge devleti olma hesabına bu durum uyumludur. (Ki A. Davutoğlu’nun tüm başarısızlığına rağmen Başbakanlığının en önemli sebeplerinden biriside budur.) Kürt meselesi ve mezhep sorununu içerde etkisiz kılma ya da dışarıda yaşanış biçiminden daha geri düzeyde tutma siyaseti aynı zamanda etkin ve aktif dış politikayı uygulama zemini anlamına gelmektedir.
Kürt meselesinde açıklanan bu yeni evrenin gerçekten 30 yıllık silahlı mücadele evresinin bitişini sağlar mı zaman gösterecek, ancak Kürt meselesinde yeni bir siyasi sürecin önünü açacağı görülmektedir. Ancak PKK’nin tümüyle silahları bırakması Kürdistan’ın diğer parçaları ve bölgenin genel savaş iklimi düşünüldüğünde artık sadece görülecek bir rüya olabilir. Devletin meselenin gerçek çözümü bir yana Kürt ulusal hareketinin reformcu temelde çözüm yaklaşımına dahi güçlü dirençler göstereceği şimdiden bellidir. Bu durum Kürt meselesinin savaş ikliminden kurtulmasını da zorlaştıracaktır. Zira TC’nin Kürt meselesini çözme algısı Kürtlerin önüne çıkan tarihsel koşulların dişinin dolgusu olmayacak kadar zayıftır. Bu ana çelişkinin uzun süre sürdürülmesi ise mümkün değildir.
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler şimdi tam da TC’yi Kürt meselesinde daha güçlü adımlar atmaya, -mecburen- zorlamaktadır. Bu şekilde aynı zamanda bir dış sorun olan Kürt meselesini şekillendirme ve daha da önemlisi bölge siyasetini şekillendirme hesabı yapmaktadır. Ancak onların devlet geleneği, Kürt meselesini çözülmüş bir iç sorun olmaktan kolay kurtaramayacaktır.
Kürt meselesi gerek derin toplumsal karakteri ile gerekse de siyasal niteliğiyle tarihsel ayrılma eğilimini ya da tam eşitlik (Özgürce Ayrılma Hakkı) talebini daha da güçlendirecektir. TC için bu süreci geciktirmek, uzatmak ya da Kürt ulusal hareketiyle ittifak kurarak bir süre sağlama almak esas eğilimdir. Faşist siyasal yapısı ise her şeyden daha önce bunun sağlıklı gelişmesine en büyük engeldir. TC’nin bu siyasal yapısı ve gelenekleri aynı zamanda onun ufkunu daraltan, yeteneklerini kısıtlayan ve uzun vadeli çıkarlarını görmesini engelleyen nesnel bir durumda yaratmaktadır. Kürt barışında yıllardır uyguladığı oyalama siyasetinin bugün pekte faydasına olmadığını, daha erken atılacak adımların bugün daha fazla işine yarayacağı bugünden bakılınca daha net görülmektedir. Sadece bu bile TC’nin yapısal sorununu ispatlamaya yetmektedir. Barış, uzlaşma ve demokratikleşmenin, TC’nin yapısal karakteriyle uyumlu olmaması sürecin inişli çıkışlı hatta devam edeceğinin işaretlerini vermektedir.
Son Haberler
Sayfalar
Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!
KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!
Çakma komünistler! (Deniz Aras)
Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!
Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)
Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.
Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.
Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.
Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı
Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.
Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)
Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.
Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)
Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.
TURAN TALAY’IN ANISINA…
Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.
Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş.
Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin
Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.
Hazan Ayının Şehitleri
Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır. Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.
“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”
Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.
Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!
Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.
Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.