Cumartesi Kasım 30, 2024

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

Bizim işimiz, her fırsatta çeteleşmiş devlet gerçekliğine ayna tutmaktır. Eğer bu sistemin yaratmış olduğu sineklerle uğraşırsak bataklığı gözden kaçırırız. Çünkü bu kokuşmuş sistemin, denetimindeki medya aracılığıyla yapmaya çalıştığı tam da budur. Oysa karşımızda tepeden tırnağa yolsuzluğa bulaşmış bir burjuva-feodal egemenlik sistemi vardır. Dolayısıyla kurutulması gereken bataklığın kendisidir. Ve bu yönlü tüm görevler ancak geniş yığınların gücüne yaslanan devrimci bir savaşla yerine getirilebilir.

Şu açık ki, yaşanan tüm değişimlere rağmen bugün de merkezi görev, devrimci savaştır. Ve proletarya partisinin tüm faaliyetlerinin esas olarak bu göreve hizmet etmesi gerekir. Keza bu bakış açısındaki netlik, an itibariyle etkilediğimiz, harekete geçirdiğimiz kitle gücüyle değil ideolojik duruşla olur. Eğer sağlam bir ideolojik duruşa sahipsek, tüm dezavantajlara rağmen zorluklarla savaşma sanatında ustalaşırız. Küçük kuvvetleri, büyük kuvvetlere dönüştürürüz.

Yine bugün sahada var olan güçsüzlüğümüzün, belli oranda yığınlara ve kendimize olan güvensizliğin ideolojik kökenlerini doğru tespit edersek, düzeltme hareketine olması gereken noktadan başlarız. Unutmamak gerekir ki, görme eylemi doğru yerden bakma ve ezilenlerin sorunlarını kendine dert edinme pratiğiyle başlar.

Sözgelimi, emperyalist saldırganlığın, devlet terörünün dizginsizce sürdüğü bir dönemde hala yasallığın sınırları içine hapsolmuş, merkezi bir mücadele çizgisiyle burjuva egemenlik sisteminin yıkılacağı hayaline kapılmak, tek kelimeyle gerçeklere göz kapamaktır. Tabi ki sınıf savaşımında haklı ve meşru olan her türlü mücadele aracına başvurulur. Hangi aracın nerede, nasıl kullanılacağı güç dengesiyle, koşullarla alakalı bir sorundur. Burada önemli olan karşı devrimci zorun, ancak devrimci zorla alt edilebileceği gerçeğini asla gözardı etmemektir. Bu durumu, sınıf düşmanlarımızla “anladığı dilde konuşmak” olarak da tarif edebiliriz.

Bu bir durum tespitidir. Bu tespiti yaparken, şu gerçekleri görmezden gelemeyiz. Bugün emperyalizm ve dünya gericiliği, ilerici, devrimci, sosyalist mücadelelere, işçi ve emekçilerin kendiliğinden gelişen kitle hareketlerine karşı şiddetli bir devlet terörü uygulamaktadır. Özet olarak güçler dengesi bakımından, moral ve motivasyon anlamında devrim ve halk güçlerinin aleyhine olumsuz etmenlerin bol olduğu bir süreçten geçiyoruz.

Hiç kuşkusuz tüm olumsuzluklar kendi içinde olumsuzlukları da içeriyor. Emperyalist kapitalist sistem krizinin yaratmış olduğu yoksulluk, sefalet tablosu, emperyalist saldırganlık, ezilenlere dönük artan devlet terörü, sınırsız sömürü politikaları, geniş yığınlarda büyük bir hoşnutsuzluğa yol açmıştır. Sade dille ifade edecek olursak, umutla umutsuzluğun, çaresizlikle yeni arayışların iç içe geçtiği bir dönemdeyiz. Ve bugün umudu büyütmek, geniş halk yığınlarını enternasyonal bir bilinçle eğitmekle, örgütlemekle ve devrimci savaş çizgisindeki ısrarla tutumu sürdürmekle mümkün olabilir.

Bugün umudu büyütmek, emperyalistlerin suç ortaklarının enternasyonal proletaryanın, ezilen dünya halkları ve ulusların haklı mücadelelerine karşı yürüttükleri saldırı ve zulüm politikalarına karşı direnme hakkını kullanmakla olur.

Yani insanlık tarihi her koşulda bize şu tecrübelerden öğrenmemizi öğütlüyor. Baskı ve sömürünün olduğu her yerde direnmek ve savaşmak bir haktır. Dolayısıyla güncel bağlamda haydutlar hukukunun sürdüğü bir dünyada bu tarihsel görevlere uygun olarak hareket etmek, enternasyonal proletaryanın varlık gerekçesidir. Sınıf düşmanlarımız ezilenlerin direnme hakkını “Terörist Saldırı” olarak görmekte.

Oysa eğer bir “terör” den söz edilecekse, o da bu modern haydutların halklara uygulamış olduğu devlet terörüdür. Bugün dünya, Ortadoğu’da her gün devlet terörü ile öldürülen, yerinden yurdundan edilen milyonların çaresizce düştükleri göç yollarına, toprağa düşen cansız bedenlerine tanıklık ediyor.

Bugün dünya, haksız savaşlar, iktisadi ve siyasi nedenlerden dolayı göç yollarına düşen ve gittikleri ülkelerde ırkçı-faşist saldırılara maruz kalan milyonların karşı karşıya kaldıkları zorluklara tanıklık ediyor. Hiç kuşkusuz, tüm bu yaşananların sorumlusu emperyalist kapitalist sistemdir. Dolayısıyla emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı geniş yığınları örgütlemek, kavganın öznesi haline getirmek güncel bir görevdir.

6637

Roboski: Taammüden devlet katliami!

SORU(N)LAR “RAİSON D’ETAT”SINDAN VAZGEÇMEYEN TUTUM YALANLAR, YALANCILAR “GERÇEK” ROBOSKÎ HÂLİ AKP: “CİNAYET VAR (DA), CANİ YOK(MUŞ)”?! (S)ÂKÎL -BEYAZ- KÜRTLER MUHATAPLAR YORUM(LAR) HUKUK(SUZLUK) ADALET DEĞİLDİR! “NE OLACAK” MI? ROBOSKÎ: TAAMMÜDEN DEVLET KATLİAMI![*]

“Herkesin bir gideni vardır, İçinden bir türlü uğurlayamadığı…”[1]

Veysi Altay’ın yönettiği ‘Faîlî Dewlet’ adlı belgesel, Cizre’de 90’lı yıllarda devlet eliyle işlenmiş cinayetleri anlatır ki, Roboskî de bu “realite”den bağışık değildir…

Deli dumrul'un "kentsel dônüm"ü yada yolsuzluk rantin ikizkardesidir

“Ya ümitsizsiniz, ya da ümit sizsiniz. Ya çaresizsiniz, ya da çare sizsiniz.”[1]

Şaşırmadınız, değil mi?

Şaşırmış gibi yapmanıza da gerek yok.

Ne de olsa, AKP medyasının her şeyden çok anlayan, her şeyi en iyi bilen gülücüksüz prenslerinden, her şeyi çok uzaklardan seyreden, dalgın bakışlı, nazlı prenseslerinden değilsiniz…

Yani şaşırmış gibi yapmadığınızda dolar bazında her ay banka hesabınıza geçen maaşınız tehlikeye girmez.

Yasli tarih diyor ki:"Halk iktidari ele almadikça.."

Dikkatinizi mutlaka çekmiştir; meclisteki partilerden, "Halk örgütlenip iktidar olsun, kendi kendisini yönetsin," diyen yoktur. Ne böyle bir hedefleri var, ne de felsefeleri… İstedikleri şey, halkın merdiven olması, kendilerinin de tepede oturmalarıdır.

Hozat, Altun ve Öcalan:Garbis Altınoğlu

Demir Küçükaydın ve Ayhan Bilgen'e Bir Yanıt

(Genişletilmiş versiyon)

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine

İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen

Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

Hrant belleğimizde yasıyor...Nazaret Vartanyan

 

Hrant Dink 19 ocak 2007 tarihinde katledildi. Yaşamını mensup olduğu Ermenilerin tarihsel akıbetini kamuoyuna açmaya adamıştı Hrant… Ama Hrant’a tahammül edilemedi… Bundan dolayı Hrant katledildi..

Sevan bu sefer yalnız değil

 

Sevan Nişanyan’ın zekâsına, bilgisine ve hayat görüşüne hayran, onu merak eden biri olarak benim de yolum Şirince’den geçti. Geçen yıl Şirince’ye yaptığım birkaç aylık yolculuğun yaşamımda önemli bir yere sahip olacağını biliyordum, öyle de oldu… Ancak iz bırakan yalnızca Sevan Nişanyan’ın kendisi değildi. Sevan ile Müjde Tönbekici, kamuoyunun onlar hakkında düşündüğünün aksine ve hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki şahane bir aile kurmuşlar.
 

“Iyi” Papa mı?

“Yüreğin soğuksa,güneş de ısıtamaz.”[1]

Papa Benediktus’tan (ya da önceki Papa II. Jean Paul’den) sonra Vatikan’da ikamet eden Papa Francesco, “iyi” Papa mı?

Kanımca değil. Papalık kurumunun “iyi”si olmaz/ olamaz. Çünkü orası Vatikan’dır…

Tam da bu noktada Mohandas Karamchand Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz,” saptamasının altını çizerek, Immanuel Wallerstein’ın, “Katolik olmayanlar kimin Papa olacağını umursamalı mı? Elbette,”[2] saptamasını paylaşmadığımızı belirtelim.

Bu Ne Şiddet,Bu ne Celal?(Yada Gulyabani Kim?)

“İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,Kırıklar dolar kucağına,İşte orası umudun tarlasıdır.Ve orada başaklar ağırlaştığında,Sayısız ah dökülür toprağa.”[1]

Şiir şöyle: 

“gencecik cocuklardık/ milyonlar kadardık/ haykırışlarımızla türkülerimizle/ güle oynaya/ Gezi’deydik/ meydanlardaydık.

Gulyabani!/ annelerimizin masalındaydı/ zifiri karanlıktı/ çıktı geldi/ esti gürledi/ BEŞimizi yuttu/ ONİKİmizin gözünü yedi/ yetmedi organlarımızı yedi/ yetmedi/ YÜZlercemizin kolunu bacağını kafasını kırdı/ sakat bıraktı/ kimimizi komaya/ SEKiZBiNden fazlamızı yaralı kodu.

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"

Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında il

Sayfalar