Perşembe Şubat 27, 2025

İslamcı faşist diktatörlüğün korkusu

Adı resmileşmemiş, ama fiiliyatta TC artık islamcı faşist bir diktatörlüktür. Egemen sınıflar arasında bu konuda bir anlaşmazlık var. Ancak, gelişmeler bunun resmi bir hal alacağıdır.

Mussolini, Hitler ve Franco, faşizmi açıktan savundukları gibi, Erdoğan ve arkasındaki sermaye ise, açıktan “islamcı” bir iktidarı savunuyorlar. Meclis Başkanları bunu açıktan dile getirdiği, Erdoğan ve diğerleri ise teyit etti. Teyit etmelerine de gerek yok, 14 yıllık savunu ve uygulamaları islamcılığı bütünüyle yerleştirmek ve Suudi Arabistan benzeri Selefi iktidar kurmaktır.

İslamcı faşist diktatörlüğün arakasında, bazıları çekimser gözüksede, hemen hemen bütün sermaye kesimleri var. Kapitalizm koşullarında islamcılık, emperyalizmin neoliberal poltikalarından ayrı düşemez. Tam da emperyalist burjuvazinin istediği karlı bir iştir. 

Çünkü, bütünüyle kitleler susturulmuş, dinle afyonlaştırılarak sersemleştirilip alçaltılmış, biat etmeyen ve baş kaldırıanlar ise devlet teröriyle yok edilmiş ve edilmesinin toplumsal önü açılmış olması ve böylece, kelimenin tam anlamıyla sermaye özgürlüğüne kavuşmuş olur.

ABD ve batılı emperyalistler bunu 12 Eylül Cuntasından beri planlamışlardı. Ecevit’li koalisyon hükümetinin devrilip peşinden AKP’nin hızla iktidara getirilmesi ve ona yüklenen misyon şu anda uygulama halinde olandır.

Erdoğan ve tayfasının Batı’ya, ABD’ye ya da İsrail’e içeride “dayılanması”, emperyalizme biatın perdelenmesi sahnesidir. Onların sıkça kullandıkları deyimle: “fıtratlarında” emperyalizme biat etmek vardır. Onların desteği olmadan ayakta kalmaları, diktatörlüklerini uzun bir üsre sürdürmeleri söz konusu olamaz.

Kürt şehirlerinin yerle bir edilmesi ve Kürt katliamı ile ayakta kalmaya ve islamcı faşist diktatörlüğünü pekiştirmeyi hedefleyen sermaye kesimi, arkasına böylece CHP ve MHP gibi gerici ve faşist burjuva partilerini de almışlardır. Kürt soykırımı ve Kürtlerin elimine edilmesi konusunda bütün Türk sermaye kesimi hem fikirdir. 

“Laik” kemalistlerin en çok güvendikleri ve “laik” olduklarına inandıkları “Türk ordusu” da islamcıların cihadcı İŞİD rolünü üstlenmiştir. TC tarihinin en kanlı ve kirli işlerinde bu ordu kullanılmıştır. Bugün Kürtlere karşı kullanıldığı gibi...  Bütün sermaye kesimleri bu konuda kanlı bir ittifak kurmuşlardır. 

Burjuvazinin kendi aralarında çelişme olmasına karşın, Erdoğan’a karşı bir alternatif yaratamamışlardır. Esasında böyle bir dertleride ciddi anlamda yoktur. Kendi tarihlerinin en karlı dönemini yaşıyorlar. Sermaye birikimleri son 15 yılda 15 kart artmıştır. Burjuvazi, sermayesinin böyle artışı karşısında bütün diktatörlerin önünde eğilir ve onu cansiperhane korurlar. Marx’ın söylemiyle; böyle bir kar oranıyla yapamayacakları hiç bir pis iş yoktur.

AB’nin kendi burjuva basınında Erdoğan’ın teşhir edilmesi, yine kendi kamuoyuna ve Erdoğan karşısında ellerini güçlendirmek içindir. Borsada dönen paraların %70 bunların elindedir. Oldukça karlı bir iş. Bilinen deyimle, “taş atıp kolları yorulmadan”, az bir sermayeyle gelip yüklü bir sermaye ile gidiyorlar. Emperyalist burjuvazi, “demokratlık” derdinde değil, sermayenin artırılması derdindedir. Onlar, yüzde yüz kar ettikleri bir rejimde, akıllarına asla “insan hakları” vb. gibi, burjuvazinin ilk çıktığı dönemdeki savunuları akıllarına gelmeyeceği gibi, bu tür söylemleri artık kendi önlerinde bir engel olarak görüyorlar.

Burjuvazi ülkeyi daha kanlı bir sürece sürüklediği gibi, kanlı diktatörlüğünü halkın üzerinden bir daha kalkmamacasına bir kabus gibi yerleştirmeye çalışmaktadır. Burjuvazinin aralarındaki çelişmelerden kaynaklı, “kırk katır mı kırk satır mı” politikalarıyla, Erdoğan’a karşı Gül’ü piyasaya sürmeye çalışması ise onun  doğasına uygundur. Halk kendi alternatifinin yaratmadan kendisi, halka yine kendi temsilcilerinden birini alternatif olarak sunmaktadır. Oysa Gül, bugünkü islamcı faşist diktatörlüğün yerleşmesinde Erdoğan’dan sonra ikinci sorumludur. Sermaye, halka, kötü polis rolü oynayana karşı iyi polis rolü oynayan siyasi oyuncuyu sahneye sürmek istiyor.

Ne Yapılmalı?

Burjuvazinin ne yaptığnı açık ve net olarak işçi sınıfı ve emekçilerin gözüne sokmaktadır. İslamcı faşist diktatörlüğün baskıları  artıkça, işçi sınıfına yönelik kölelik yasaları da günden güne ağırlaşmakta ve yasallaşmaktadır. Son olarak “özel istihdam büroları”nın yasallaşması, işçi sınıfının direnme ve birlikte hareket etme olanakları da bütünüyle elinden alınmaya çalışıldığı gibi, böylesine  bir ücretli kölelikle; sınıfın ağır sömürü ve baskı altına alınmasının yasal zemini de yaratılmış oluyor.

Erdoğan ve arkasındaki sermaye güççlerini yıkacak ya da en azından kısa vade içinde geriletecek yegane güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıf bugün bilinen nedenlerle örgütsüzleştirilmiş, geriletilmiş ve kendi içine çekilmesi sağlanmıştır. Bu onun suçu değildir. Bu konuda devrimci ve komünistlere önemli, bir o kadarda kararlı ve militanca görevler düşmektedir. Çok ağır baskı koşulları olmasına karşın, sınıf içinde ciddi örgütlenmeye gitmek ve bunu asla aksatmamak gerekiyor. Legal (ki, bunun koşulları da hemen hemen ortadan kalkmış gözüküyor) ve illegal tüm mücadele ve örgütlenme biçimleri koşullara uygun şekilde geliştirilmeli ve yürütülmelidir.

İslamcı faşist diktatörlüğün esas korkusu: Kendi içlerindeki ayak oyunları değil, işçi sınıfı ve emekçilerden gelecek bir direniştir. Ve onları yıkacak olanda bu cepheden gelecek mücadele olacaktır.

DP ve Menders’e son darbeyi 27 Mayıs Cuntası vurmak zorunda kalmıştır. Çünkü, son yıllarda işçi ve öğrenci ayaklanmmaları başlamıştı. ABD’nin telkiniyle burjuvazi güçlü bir halk hareketinin gelişmesinin önüne geçmek için 27 mayıs 1960 cuntasını getirmiş ve kendi aralarındaki hesaplaşmayı kanlı bir şekilde yapmışlardır.

Bugün de Erdoğan’ı ve arkasındaki sermaye gücünü yıkacak ve tahtından edecek olan işçi sınıfı hareketidir. Sınıf içindeki örgütlenme, ekonomik krizin getirdiği sosyal sorunlarla birleşince, daha hızlı bir şekilde güündeme gelebilir. Erdoğan’ın elindeki tek koz, ordu, bürokrasi ve polis gücüdür. Kürdistan’da PKK’nın geliştirdiği direniş ise, Ordu ve diğer paramiliter güçlerin  ne kadar kof olduğunu bir kere daha göstermiştir. Çünkü işgalci gücün halkın birleşik direnişi karşısnda şansı yoktur.

AKP ve Erdoğan’ın sık sık GEZİ’yi anması boşuna değildir. Erdoğan, en büyük korkuyu o zaman yaşadı. Ve hala o korkuyu yaşamaktadır. O burjuvazinin bütün kanatlarıyla uzlaşabilir, ama işçi sınıfyla uzlaşamaz. Çünkü işçi sınıfının devrimci eylemleri burjuvazinin en temel korkusudur.

Bugün, bütün komünist, devrimci ve demoktar güçlerin ortaklaşa hareket etmesinin zarureti ortadadır. CHP’yi yanına almaya çalışanlar yanılır. Sosyal demokrat partilerin tarihi, en gerici güçlerle işçi sınıfına karşı ittifak kurduklarının gerçeği ile doludur. En yakın ve bariz örneği Nazi Almanya’sıdır. Alman SPD’si, Komünistlere (KPD) karşı nazileri açıktan desteklemişlerdir. Naziler, SPD’nin desteği ile komünistleri ezdikten sonra, geride kalan SPD’yi de biçmiş ve kapatmıştır. Bu nedenle CHP üzerine siyaset üretmek isteyen küçük burjuva demokratların bu sınıfsal tutumdan ders çıkarmaları gerekir. Liberal burjuva demokratların dahi CHP’den kestikleri umudu, küçük burjuva demokratların beklemesinin açıklayıcı tek yanı; küçük burjuva sınıfın kendine güveni olmaması gerçeğinde aşikardır.

İslamcı faşizme karşı, “demokrasi, eşitlik ve özgürlük” temelinde bir araya gelinerek her alanda ortaklaşa mücadeleyi öne çıkarmak gerekir. Bu mücadele içinde PKK’yı dışarda tutmaya çalışmak ve onun bu alandaki mücadelesine destek olmamak tam da islamcı faşist diktatörlüğün istediği bir gelişme olacaktır. Çünkü  şu anda islamcı faşist yönetime karşı en büyük demokratik direnişi Kürtler vermektedir. Bazı küçük burjuva sosyal şovenler, islamcılığa karşı gibi gözükürken, devletin milliyetçi-ırkçı yanını okşar bir çizgide durmaları, küçük burjuva sınıf tarihinin tekerrürü gibi sırıtmaktadır. 

İslamcı faşlist diktatörlük, işçi ve emekçilerin tüm direniş umutlarını baskı ve şiddetle kırma yolunu tutmuştur. Kitleler içinde karamsarlığı geliştirmeye çalışıyorlar. Her şeyden önce sınıfı psikolojik olarak teslim alarak mücadele moralini deformize etmek istiyorlar. Yenilgi dönemlerin en kötü yanı; kitleler içinde karamsarlığın ve yenilgi psikolojisinin egemen olmasıdır. 

Güçleri birleştirip her alanda direnişleri geliştirerek bu yenilgi atmosferi kırılabilir ve kırılmalıdır. İşçi sınıf ve emekçilerin önünde başka seçenek yoktur. İçinde işçi sınıfının olmadığı bir mücadele biçimi demokratik hak ve özgürlükleri kazanıp geliştiremeyeceği gibi, sosyal kurtuluş mücadelesini de geliştiremez. 

Faşist islamcı diktatörlüğün korkusu büyütülmeli ve bu bir gerçek halini almalıdır ve alacaktır! 

45787

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Sülyetler

Sokaktaki birey sizin için neyse kitle içerisindeki bireyde aynıdır.

Her şey değişir bazı insanlar değişmez derler.

Memleket değişir; insanlar yeni yeni iş alanlarına yönelir, aralarındaki iletişim değişir, farklılaşır ....

Ama bazı insanlar değişmez derler.

Onlar yıllar yüzyıllar geçse de aynı kalırlar.

Ellerine aldıkları, kendileriyle aynı huydaki dergilerle - gazetelerle veyahutta sanal alemlerle kendilerine yakın gördükleri insanlara, mahallelere... giderler.

Sistem; her sokağa, haneye girecek kadar başarı göstermiş olsa da...

TKP-ML MKSB: Katledilişinin 48. Yıldönümünde Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’yı Anıyoruz!

Yangını o başlattı harlamak bizde,alazlanalım!

Başkan Mao’nun “Yangını ben başlattım” çağrısıyla başlayan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin alazları coğrafyamıza ulaştığında, sınıf mücadelesi ve kitle hareketleri içinde çelikleşen genç bir komünist önderi ortaya çıkardı: İbrahim Kaypakkaya!

“Biz, insanın eski benliğini fırlatıp atması gerektiğini söylüyoruz*”

Her birey, içinde şekillendiği toplumun izlerini taşıyarak mücadeledeki yerini alır. Ancak mücadeleye katıldıktan sonra bu izleri bir çırpıda söküp atmak mümkün olmaz. Bu süreç ağır, sancılı, acı verici ve görece uzun bir zamanı kapsayacak şekilde işler.

Bireyin aileden başlayarak almaya başladığı eğitimin kazandırdığı düşünce biçimi, bakış açısı ve davranış kalıplarının kısa vadede ve kolayca aşılması mümkün değildir.

Fransa Partizan okurları; İbrahim Kaypakkaya’nın görüşleri yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor!

Proletarya Partisi’nin kurucusu komünist önder İbrahim Kaypakkaya, bundan 48 yıl önce 18 Mayıs 1973 tarihinde, emperyalistler ve yerli burjuvazinin işbirliği sonucu Diyarbakır İşkencehanelerinde katledildi.

Türk egemen sınıfları, Kaypakkaya’yı katlederek, işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş davasına darbe vurdular. Komünist düşüncelerle bezenmiş genç ve mücadeleci bir beynin yok edilmesini, sistemin bekası için elzem gördüler.

CIA’nın Anti-Komünist “Özgür Düşünceli” Entellektüelleri-2

“Casuslar’da Felsefe Okur” Anti-komünist  Frankfurt Okulu ve Fransız Teorisi

 

Onuru ile yürüyenler, onurumuzdur…İsmail Cem Özkan

Yıllardır resmi söylem içinde 12 Eylül öncesinden bahsedilirken sağ sol çatışması varmış gibi konuşulur, bu bilerek ve bilinç içinde yapılmış bir konuşma metnidir, çünkü resmi tarih yazıcıları öyle olmasını uygun görmüşlerdir.

12 Eylül ise sağ ve sol çatışmasını bitirmiş kaynaştırmıştır!

Bir Kutup Yıldızı, Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya….

18 Mayıs 1973 yılında Diyarbakır zindanlarında aylar süren işkencenin ardından katledilen 24 yaşında bir genç.

18 Mayıs 1973 gecesi katledilen bu genç “Türkiye Cumhuriyetini” temellerinden sarsacak ideolojik derinlik, politik yetkinlik, örgütsel duruş ve heyecanı çok tehlikeli düşünce ve yönelime sahip olması faşist devletin geleceği ve bekası için katledilmesi zorunlu bir gerekçe olarak görülmüştür.

TKP-ML OPK: Filistin Halkı Yalnız Değildir!

Direnen Filistin Halkının Yanındayız!

Emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesi ve güç mücadelesiyle birlikte Ortadoğu’da bölge gericilikleriyle olan ilişkilerin yeniden düzenlenmesi beraberinde Siyonist İsrail devletinin bir kez daha Filistin halkına saldırmasını gündeme getirdi. İsrail’in Filistin halkına yönelik işgal, ilhak ve katliam politikası sürüyor.

Mayıs’ta Güneşe Uğurladıklarımızı Anıyoruz

Mayıs ayı TDH ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi açısından önemli bir yerde durmaktadır. Mayıs, şehitler ayıdır. Türkiye komünist ve devrimci hareketinin, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin önder yoldaşlarını, kadrolarını güneşe uğurladığımız aydır.

Dünya proletarya hareketinin Türkiye toprağındaki taburu proletarya partisinin kurucusu ve kuramcısı, önderi İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devletinin askeri güçlerince Amed Zindanları’nda işkencede katledilişinin 48. yıl dönümündeyiz.

“Ülkemiz" ve "Baş çelişme" sorunu üzerine kısa bir değini

Özgür Gelecek gazetesinin 27 Nisan 2021 tarihli sayısında, Halkın Günlüğü gazetesinin TKP-ML MK üyesi Meral Güzel ile yaptığı bir söyleşi yayınlandı.

M.Güzel'in, kendisine yöneltilen;  “HBDH’nin devrim mücadelesindeki yerini nasıl tarif  ediyorsunuz?” şeklindeki  soruya verdiği yanıtta geçen  bir kısım  belirleme  ve yorumları tartışma götürür niteliktedir.

Sinan Dersim… (Nubar OZANYAN)

Bitmez tükenmez bir sevdadır bizimkisi. Her ölümde yeniden doğar. Her damlada kuru olan her şeye can katarız. Yüzümüzü her daim hakikate çeviririz. Kendimizi anlamakla başlarız hakikat mücadelesine. Önce kendi içimizdeki hakikati bulmak için başlarız kavganın ilk dersine. Biliriz ki, başarılması en zor olan kavga insanın kendisiyle olandır. İçimizdeki düşmanı alt ettikçe özgür, korkusuz ve “zana” olmayı başarırız. Söylediğini yapan, sadece yapan da değil “doğru yapan” oluruz.

Sayfalar