Pazar Eylül 29, 2024

İsviçre mülteci entegre kampları: Ucuz iş gücü pazarı

İki yıla varan bir süredir İsviçre' de kamplarda yaşamaktayım. Bu süre içerisinde kendi isteğim dışında ( biri sürgün edildiğim deport kampı olmak üzere) toplam altı kampta kaldım.

Şunu net olarak gözlemlemiş oldum ki; kantonlar arası bir takım uygulama farklılıkları olmakla birlikte, tümünde sistem kesinlikle aynı temel mantıkla işliyor:  Gerek ilk kamplarda ve gerekse de entegre kamplarında mülteciler ucuz iş gücü olarak görülmekte ve kullanılmaktadır.

Tüm kamplarda, kamp yönetimi alenen TAŞARONLUK yapmaktadır.

Gerek kamu ve gerekse özel sahadan gelen iş gücü talebi kamp yönetimine iletiliyor ve kamp yönetimi de paraya ihtiyacı olan mültecilere bunu iletiyor ve ihtiyaç sahipleri arasından yeterli sayıda mülteciyi, günlüğü 30 Fr karşılığında işgücü talebi olan kişi veya kuruma kiralıyor.

"Amele pazarı " mantığıyla ele alındığından ötürü ,  besbelli ki kamp yönetimi burada taşeronluk yapmakta ve mülteciler üzerinden para kazanmaktadır.

Mültecilerin iş gücünü günlük olarak 30 Fr.a kiralatan kamp yönetiminin ( esasen de „Göçler İdaresi“ nin) burada her bir mülteci sırtından kazandığı bir meblağın  olduğu, tartışmasız bir gerçektir.

Yani İsviçre' deki mülteci kampları da, tıpkı Amerikan hapishaneler sisteminde öngörüldüğü gibi, kapitalizm için birer ucuz iş gücü pazarı/ amele pazarı olarak ele alınmaktadır. Ve hem de "vahşi kapitalizm" dönemine özgü bir ilkellik ve aç gözlülükle. Çünkü çalıştırılanlar  hem çok çok düşük bir ücret karşılığında ve hem de hiç bir sosyal güvenlik mevzuatından yararlandırılmadan bu sömürü yapılmaktadır.

Ve işin ilginç tarafı bu uygulama ve tutumlar başta işçi sendikaları ve göçmen kuruluşları olmak üzere sol/ demokrat ve sosyalist etiketli tüm kuruluşlar tarafından bilinmesine karşın, buna ciddi herhangi  bir toplumsal tepkinin  gösterilmiyor oluşudur.

Keza yine aynı şekilde, özellikle de St.Gallen kantonu'ndaki entegre kamplarında bir süreden beridir mültecilere, "İsviçrelilerin yaşam disiplinini kazandırma" adı altında dayatılan ve uyulması zorunlu kılınan "yeni yaşam disiplini" uygulamasnın da, yine aynı tepkisizlik ve kanıksanmışlıkla karşılanıyor olmasıdır.

Sabah saat 8:30 ile akşam 16: 30 arasındaki zaman diliminde kampta kalan yetişkinlere  kampın tüm  „ayak işleri ", „iş becerisi ve sertifika kazandırma“ adı altında yaptırılmaktadır. Bu, gönüllülük temelinde de değil; uyulması zorunlu bir "entegrasyon kriteri" olarak dayatılmaktadır.

Ve komiktir, çalışmanın saat başı karşılığı sadece ve sadece  1,5 Frank.

Çalışmayı reddetmenin karşılığıysa, mislince para cezası ve nihayetinde de bir başka kampa sürgündür.

Mültecilere vaat edilen sertifika, ev/ofis temizliği, bahçe işleri, çocuk bakımı ve mutfak işlerine ilişkin olduğundan; bu,  mültecilere verilen değer ve layık görülen yaşamın somut göstergesidir de aynı zamanda.

Yani özetle inceltilmiş bir ırkçılık ve hakir görme tutumuna maruz kalmakta bu ülkeye sığınan insanlar.

İtiraz etme seçeneği yok bu " doğrudan demokrasi" de. Kayıtsız koşulsuz biat etmek üzerine kurulmuş sistem.

Uygulamanın ilk dayatıldığı kampta, kampta kalan 54 yetişkinden 39  kişinin imzasını alarak topluca bir itiraz dilekçesi yazmıştık... Demokratik bir ülke ya (!), doğal  bir hakkımızı kullanmak istemiştik. Ama, buna dahi tahammülü yoktu bu "doğrudan demokrasi"nin.

Elebaşı olarak hedefe konuldum. Önce, devletin güvenlik biriminin sorgusuna alındım, sonra imzacıları vaz geçirmem istendi ve  hiç bir sonuç vermeyince de kamptan polis köpekleri eşliğinde zorlan alınarak „geri gönderilecekler kampı“na bir aylığına sürgüne gönderildim.

"Entegrasyon programı" adı altında mültecilere dayatılan işleri normalde dışardan işçi getirip yaptırmaları gerekiyorken ( ki, bu da en az 3500 Fr. olan  asgari ücret karşılığıdır.), bu işleri mültecilere, günlüğü 8- 9 Fr. a yaptırarak ve hiç bir sigorta ödentisi vs yapmadan, hatırı sayılır bir kazanca dönüştürüyorlar.

İsviçre kapitalist sisteminin insanlık dışı bu barbar uygulamalarını teşhir etmek amacıyla  kaleme aldığım bu yazı, umarım ilgili kuruluşlar nezdinde bir yankı bulur ve güçlü bir itiraz iradesi oluşturmanın vesilesi olur. 21.07.2021

5224

Devrimciler Açısından Seçimler Bitmiş midir

Bir tek insanın burnu kanamadan, bir tek insanında canı yanmadan..
Devletin açıklamasına göre anlam veremedikleri bir şekilde ülkenin dört bir tarafında elektrik kesintileri gerçekleşti.
Miliyarlarca dolar zarar.
İster emperyalizmdeki işe yaramaz işletmelerin / sömürgelerinde / tasfiye oluşuna kriz diyin isterse de başka bir şey.
Çağımız katma değeri yüksek üretim ilişkilerine sahip olma ve katma değeri yüksek üretim ilişkilerine tüketebilecek insan / ülke / tipi yaratabilme çağı.
Ve ....

Haydar Mecit öldü mü? Deniz Faruk Zeren

Aynanın kırıldığı yerde suretler indi yeryüzüne.

İnsanın kırıldığı yerde ayetler.

O ne bir suret, ne de ayettir. Ne mitolojik bir öğe, ne nostaljik bir iç geçirme, ne de anılarına sığınılacak bir tatmin aracıdır.

O yaşayan, canlı, yürüyen, gören, bilen, anlayan, büyüyen, durmadan üreten bir gerçekliktir.

Çünkü inandığı bilim ve o bilimle ürettiği düşünceleri ve o düşüncelerle, canıyla, teriyle yeri geldiğinde kanıyla kurduğu, yürüttüğü ve koruduğu organizma yaşamaktadır.

Türkiye’ye Türk Türü Şeriat Geliyor -Dursun Ali Küçük

*Türk türü şeriat mı?

“Eylem Herşey “ Olunca, Amaç Belirsizleşir!

Marksizmle küçük burjuva “sol”culuğunun ayrıldığı en temel noktalardan birisi; somut koşulların somut tahlili ve buna uygun mücadele biçimlerinin yaşama geçirilmesi konusundaki farklılıktır. Mücadele biçimlerini, insan iradesi değil, ekonomik ve siyasal koşullar belirler. Ve bu koşulların çelişmelerini çözecek siyasal taktikler uygulanır. Proletaryanın “davranış çizgisi” (Stalin), devrimci durumun alçalma ve kabarma dönemlerinde aynı kalmaz. Her sürecin ruhuna uygun mücadele biçimleri uygulanır.

Dünya komünist örgütlerinden Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında, soykırımı yapanları bir kez daha lanetliyoruz!

Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında, soykırımı yapanları bir kez daha lanetliyoruz! Soykırımı yapanlar tarih önünde yargılanmaktan kurtulamayacaklardır!

24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı Devleti, 1.5 milyon civarında Ermeni’yi katletti. 24 Nisan 2015 tarihi, bu soykırımın 100. yılı. Yüzyıl önce gerçekleşen bu soykırımı, Osmanlı’nın devamı olan Türk devleti sistematik olarak inkâr etti. Türk devletinin tüm gayret ve çabası, aradan geçen yüzyıl sonra bile bu soykırımı insanlığın hafızasından silmeye yetmedi. İnsanlık tarihi hiçbir zaman bu soykırımı unutmadı.

Zindanlardan Kobanê’ye; Coşkuyla Çarpan Bir Yürek

Zindanlarda şehit yoldaşlarımızın dostlarımızın haberi bir başka yankılanır. Erkanın gidişi de yüreğimizi yaktı, kavurdu. Şüphesiz sınıf kinimiz daha bir bileylendi. Onlara layık bir devrimci, bir Partizan olmak, onurla devrettikleri bayrağı aynı bilinç ve sorumlulukla devralmak…İşte budur isteğimiz…

Sevgili Sarkis,/ GARİNE SEROPYAN

Bir yazının, en azından edebi açıdan düzgün bir yazının giriş, gelişme ve sonuç bölümleri olur. Kısa süren okul maceranda bunu öğrenememiş olabilirsin ama bir hayat süren kendi maceranda, kendi eğitimini kendi tamamlayan bir buzdolapçı ustası olarak, hadi olmadı sonradan olduğun gazeteci sıfatınla, bunu kesin öğrenmişsindir. Bize okulda kafamıza vura vura öğrettiler bunu. Öğrettiler de ne oldu? Girişi ve gelişmesi olmayan bir sonuçtan başlıyoruz yaşamaya senin gidiş maceranı, tüm dilbilgisi kurallarının ihlali eşliğinde.

Soykırıma Giden Yol ve Van direnisi I. Dünya Savaşı

3000 yıldır,Anadolu'da yaşamış bir halkın,topraklarından yok edilerek,tarihte eşi benzerigörülmeyen yol ve yöntemleri kullanarak,20.yüzyılın başlarında 1,5 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan soykırım yaşanmıştır.Meşrutiyet'in ilanıyla Abdülhamit'in krallığına son verilmiş,yönetimde ağırlığını hissettirmeye başlayan İttihat ve terakki partisi'nin amacı devleti ele geçirmekti.1913 yılında ,31 Mart olayları olarak tarihe geçen darbe ile tamamen yönetime el koyan Talat-Enver-Cemal üçlüsünün hakimiyetinde Selanik'ten gelen ordu ile gerçekleşen darbeden sonra kral Abdülhamit sürgüne Selanik'e gön

Hep soykırım üzerineydi Sarkis Seropyan'ın çocukluk masalları:Celal Başlangıç

Daha yolculuklarımız olacaktı; Ermenistan'a, Karabağ'a gidecektik Soykırım'ın 100. yılında. Oysa şimdi seni okyanusların sonsuzluğuna uğurluyoruz. Yolun ışık olsun Sarkis ağabey

Uçağın kalkmasına neredeyse dakikalar kalmıştı.

Koşa koşa daldık Erivan Havaalanı'ndan içeri.

Bir haftalık Ermenistan gezimizin ardından gittiğimiz Dağlık Karabağ'dan dönerken arabamız buzun üzerinde uçmuş, geçirdiğimiz kaza nedeniyle uçağa geç kalmıştık.

Büyük bir kalabalık vardı önümüzde.

Bir kaçırdık mı uçağı, en az dört gün sonra dönebilecektik İstanbul'a.

"Devletin Kürtajı" : Roboski

“Aslında tek bir ırk vardır insanlık.”[1]

Unutmuş olamazsınız, “her kürtaj bir Uludere’dir,” buyuruvermişti zatın teki, suçüstü yakalanmış olmanın telaşı ve ağız kalabalığıyla. “Olay”ı unutturmaya, bu konuda konuşanları susturmaya çabalıyor; “Ne yani, karım ayağınıza kadar geldi, ortada bir hata olduğunu söyledik, kan parası da verdik, daha ne istiyorsunuz?” diye dikleniyordu. Baktı ki susmuyorlar, gargaraya getirmek için patlatıvermişti: “Her kürtaj bir Uludere’dir!” Saçlarımızın diplerinden tırnaklarımıza kadar sızlamıştı içimiz…

Kahraman(lığ)ın “Gerekli"ligi[*]

“Dünün şurubunu iç,  yarını göreceksin.”[1]

Bertolt Brecht’n, “Ne yazık o ülkeye ki kahramanlara ihtiyacı var!” sözü ‘Galileo Galilei’ başlıklı oyundaki repliktir ve hikâyesi de şudur:

Kiliseden gelen işkence tehditlerinin ardından Galilei korkar ve pişmanlık belgesini imzalar. Bu yüzden hocasına çok kızan öğrencisi Andrea, karşılaştıklarında hocasına şöyle der: “Ne yazık o ülkeye ki, kahramanları yoktur.” Galilei”nin ona yanıtı da, “Ne yazık o ülkeye ki, kahramanlara muhtaçtır.”

Bertolt Brecht’in kaleme aldığı bu diyalog, insan(lık) durumuna dairdir…

Sayfalar