Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)
Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur. Bu vesileyle makaleyi Özgür gelecek sitesinde yayımlamayı uygun gördük. Makaleyi iki bölümde yayımlayacağız. Birinci bölümde CHP’nin gerçek yüzüne ikinci bölümde ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun misyonuna ilişkin analizler yer alıyor.
***
CHP genel başkanı Deniz Baykal, Mayıs ayının ilk günlerinde kendisine ait olduğu ileri sürülen görüntü kasetinin internette yayımlanması sonrası, partisinin genel başkanlığından istifa etmiştir. Bu olayın CHP genel başkanlığında değişim yapma operasyonunun bir parçası olduğu çok zaman geçmeden anlaşılmıştır. Bu, genel başkan değişimi burjuva-feodal sınıfların ahlakına uygun tarzda yapılmıştır. Bu kısım bizleri fazla da ilgilendirmiyor. CHP, 33. Kurultayını 22 Mayıs’ta Ankara’da toplamış ve bir dizi ayak oyunu ile Kemal Kılıçdaroğlu’nu genel başkan olarak seçmiştir. Deniz Baykal başka bir şekilde genel başkanlığı bırakır mıydı bilinmez ama yeni CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başta emekçi halkımız olmak üzere Aleviler ve Kürtlerin gözünde bir umut haline getirilmeye çalışıldığı yapılanlardan anlaşılmaktadır. İşin bu tarafı bizleri fazlasıyla ilgilendirmektedir. Dolayısıyla CHP’deki yeni genel başkan etrafında estirilen rüzgarları, buna paralel K. Kılıçdaroğlu kişiliğini ve yüklenmiş olduğu misyonu incelemeliyiz. Kılıçdaroğlu halkımız için bir umut mudur yoksa halka yapılan saldırının kod adı mıdır?
Bizler toplumdaki tüm değişimleri inceleriz. Burjuva-feodal hakim sınıflar içindeki gelişmeleri de inceleriz. Burjuva-feodal sınıflar tek parça, bir bütün değildir. Hakim sınıfların varlığı emekçi halkı sömürmek üzere kurulu olduğu için esas çelişkileri hep ezilen emekçi sınıflarla kendi aralarında olmuştur. Bunun yanında kendi aralarında da çelişkiler mevcuttur. Kendi aralarındaki çelişkiler, sonuçta dolaylı veya direkt olarak ezilen sınıfları etkiler. Görünürde kendi aralarında bir çelişkiymiş-sorunmuş gibi gözükenleri yakından incelediğimizde durumun hiç de öyle olmadığını, esas sorunun emekçi halkı daha fazla sömürmek üzerine olduğunu görürüz. Bu bağlamda son süreçte CHP’de yaşananlar da incelemeyi hak etmektedir. CHP’yi incelerken yalnızca son sürecini alıp incelemek sorunu anlamamıza yetmez. Çünkü CHP sıradan bir düzen partisi değildir. Türkiye cumhuriyetinin kurucu partisidir. Dolayısı ile, genel hatları ile bile olsa, CHP’nin tarihsel sürecini incelemeliyiz. Yine burjuva-feodal bir partideki gelişmeleri anlamak için burjuva politika yapma tarzını da incelemeliyiz. Bunlardan sonra süreçte burjuva-feodal hakim sınıfların tıkanan politikalarını ana hatları ile ortaya koyduğumuzda CHP’deki değişim ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun misyonu ortaya çıkmış olacaktır. Yazımızda bunları yapmaya çalışacağız.
Kemalist devletin kurucu partisi; CHP
“Nasıl özel yaşamda bir adamın kendisi hakkında düşündükleri ve söyledikleri ile gerçekte ne olduğu ve ne yaptığı birbirinden ayrılırsa, tarihsel savaşımlarda da, özel yaşamdakinden daha çok, partilerin sözlerini ve emellerini onların kuruluşlarından ve gerçek çıkarlarından ayırt etmek, kendileri hakkında düşündükleri ile gerçekte ne olduklarını birbirinden ayırt etmek gerekir.” (Marks, Louis Bonaparte’nin 18 Brumaier’i, Sf: 49)
K. Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığına geldiği CHP, burjuva sistem partisidir ama bu belirleme CHP’yi tam olarak tanımlayamamaktadır. CHP ondan da öte Kemalist-faşist devletin kurucu partisidir. Bilinen klasik burjuva sistem partilerinden bazı farklı özellikleri vardır. Bir bütün CHP’nin tarihini incelemek bu yazının amacı değildir ama önemli noktalara da değiniler yapılacaktır. (Bu değerlendirmeyi yaparken bazı dönemlerde çeşitli gerekçelerle farklı isimler alan bu kökenden olan SHP, HP, DSP vb. de değerlendirilmiştir. CHP’ye onlar da dahildir değerlendirmemizde.)
CHP, cumhuriyet ilan edilmeden önce kurulmuş bir partidir. Her ne kadar resmi kuruluşu 11 Eylül 1923 olarak söylense de geçmişi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne kadar dayanmakta, hatta bazen kuruluşu Sivas Kongresi olarak söylenmektedir. Kurucu genel başkanı M. Kemal’dir. Ölene kadar da genel başkan olarak kalmıştır. Bundan dolayı partide “Ebedi Şef” olarak anılmıştır. 1936 yılında çıkarılan bir genelgeyle Parti-Hükümet ve devlet birleştirilmiştir. Cumhurbaşkanı CHP’nin genel başkanı, iç işleri bakanı partinin genel sekreteri ve valiler de partinin il başkanları olmuşlardır. Yani CHP’ye devlet partisi denmesinin kökeni 1919 Sivas Kongresi ve sonrasında almış olduğu rollere dayanmaktadır. Devletin kurucusu ve devletle iç içe geçmiş bir parti olmasının kurumsal ayakları da bunlardır. CHP’yi anlamak ve tanımak için TC’nin kurucu unsurlarına yani kuruluşuna önderlik eden sınıfların hangileri olduğuna bakmamız yerinde olacaktır.
TC’nin kurucu hakim sınıfları toprak ağaları, Türk ve Müslüman olan komprador büyük burjuvazi ve bürokrasi sınıflarıdır. Bu konuda İ. Kaypakkaya şu tespiti yapmıştır. “Sosyal alanda, eski komprador büyük burjuvazinin ve eski bürokrasinin, ulemanın hakim mevkiini, milli karakterdeki orta burjuvazi içinden palazlanan ve emperyalizmle işbirliğine giren yeni Türk burjuvazisi, eski komprador Türk büyük burjuvazisinin bir kesimi ve bürokrasi almıştır. Eski toprak ağalarının, büyük toprak sahiplerinin, tefecilerin, vurguncu tüccarların bir kısmının hakimiyeti devam etmiş, bir kısmının yerini yenileri almıştır. Kemalist iktidar bir bütün olarak, milli karakterdeki orta burjuvazinin çıkarlarını temsil etmemekte, yukarıdaki sınıf ve zümrelerin menfaatini temsil etmektedir.” (İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar)
“Kemalist diktatörlük, sözde demokratik, gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür.” (age) Ülkenin yarı-feodal, yarı-sömürge sosyo-ekonomik yapısı dolayısıyla güçsüz ve emperyalizme bağımlı bir ekonomisi vardır. Geç gelişmiş ve emperyalizme bağımlı cılız bir kapitalizm vardır. Ekonomik yapının geri olması dolayısıyla emperyalizme bağımlı olarak gelişmiş güçlü bürokratik yapı vardır. Bunların içinde askeri bürokrasi ağırlığı, Osmanlı’dan devralınan askeriye içindeki İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) kadroları oluşturmaktadır. Osmanlı’nın son döneminde başlatılan “ulus oluşturma” projesini askeri bürokrasi hayata geçirmiştir. Bu sürecin 1960’lı yıllara kadar esasta sürdüğünü söylemek yerinde olacaktır. “Ulus oluşturma” projesinde, başta Ermeniler olmak üzere diğer ulus ve milliyetleri imha ve yok etme uygulanırken, bir bütün başka ulus ve milliyet kökenli komprador burjuvaların sermayesine el konulma işlemi yapılmıştır. Osmanlı’da ticaret ve sanayinin esasta Rum ve Ermenilerin elinde olduğunu düşündüğümüzde kimlerin sermayelerine el konulduğu ortadadır. Osmanlı’da başlatılan Türk olmayan kompradorların, irili ufaklı sermaye sahiplerinin sermayeleri gasp etme süreci Kemalist iktidarın ilk yıllarında, esas olarak tamamlanmıştır. Bu süreci Türk hakim sınıfları adına yürüten Türk askeri bürokrasi ve yerel eşraftır. Bu savaş yıllarından sonra Türk ve Müslüman komprador burjuvazi, sermaye gaspı ile tarih sahnesine çıkmıştır. Aynı zamanda yine askeri bürokrasinin gözetiminde toprak ağalarının ve yerel eşrafın Rum ve Ermenilerin toprak ve mallarına el koyma süreci yaşanmıştır.
Askeri bürokrasinin hakim rolü dolayısıyla kendine sıkı sıkıya bağlı komprador Türk büyük burjuvazisi ve toprak ağaları sınıflarının gaspla palazlanmasını sağlamıştır. Bu hakim sınıfların hepsi de CHP içindendir. Kuruluşundan başlayarak askeri bürokrasi ve CHP, TC’nin hakim sınıflarının bel kemiğini oluşturmaktadır. Askeri bürokrasinin bundan dolayı, diğer hakim sınıflar üzerinde baştan bu tarafa bir tahakkümü vardır. Askeri bürokrasinin hala güçlü ve CHP yanlısı olmasının tarihsel kökleri bunlara dayanmaktadır. CHP’nin devletin kurucu partisi olmasının bir ayağı da kuruluş yıllarında ortaya konan bu politikaların mimarı olmasından kaynaklıdır.
CHP’de “ebedi şef” olarak M. Kemal ölene kadar genel başkan olarak kalmıştır. Daha sonra “Milli Şef” olarak İsmet İnönü genel başkan olmuş ve 1972 yılına kadar da genel başkan olarak kalmıştır. 1947 yılına kadar cumhurbaşkanının aynı zamanda CHP genel başkanı olma durumu devam etmiştir. 1972’de İ. İnönü’nün CHP genel başkanlığından uzaklaştırılması ve B. Ecevit’in genel başkan olması da normal bir şekilde değil, burjuva ayak oyunları ile olmuştur. Son yaşanan genel başkanlık değişimini de düşündüğümüzde CHP’de genel başkanlıkların “normal” yöntemlerle değişmemesinin bir gelenek olduğunu söylemek yerinde olacaktır.
Kurucu partinin ideolojisi de TC’sinin kurucu ideolojisidir. Bu ideoloji tekçi, şovenist burjuva feodal ideolojidir. Tek parti, tek sınıf, tek millet, tek din, tek vatan ideolojisi CHP’nin ve TC’nin kurucu ideolojisidir. Güneş Dil Teorisi ile tüm dillerin Türkçeden türemiş olduğunu M. Kemal formüle etmiştir. Türk Tarih Tezi diye geliştirilen ırkçı bir tezle de Anadolu’da kurulmuş medeniyetlerin ve yaşamış halkların Türk kökenli olduğu söylenmiştir. Yani tam anlamıyla ırkçı faşist ideoloji oluşturulmuştur. Toplum için ise “sınıfsız, imtiyazsız ve kaynaşmış millet” tanımlaması kullanılarak tekçiliğin “sınıfsızlık” ayağı da örülmüştür. Tek parti tezi olarak da “milletin tüm nüfusunun refah ve saadetini sağlama yeteneğine sahip bir parti” söylemi geliştirilmiştir. Yani M. Kemal CHP’sinde, farklı muhalefet partisinin olması hainlikle eş değerdir. Bugün CHP’nin MHP’ye yaklaştığını düşünenler tarihsel geçmişe baktıklarında MHP’nin bugün pervasızca dillendirdiği söylemin mimarı ve bugüne kadar uygulayıcısının CHP olduğunu göreceklerdir. Yukarıda gösterdiklerimiz bunların ispatı niteliğindedir. Kuruluş yıllarında Kemalist diktatörlüğün tek partisi CHP’dir. Kemalizm 90 yıldır, işçiler, köylüler, şehir küçük burjuvazisi, küçük memurlar ve demokrat aydınlar üzerinde askeri faşist diktatörlük olarak var olagelmiştir.
CHP, işçilerin düşmanıdır:
CHP’nin kurucu parti olduğu Kemalist diktatörlük daha kuruluş yıllarından başlayarak işçilere kan ağlatmıştır. Kuruluş yıllarında, gelişmenin belirli bir aşamasına kadar sendikalar yasaklanmış, işçi birlikleri kapatılmıştır. 1926 yılında bazı grevler kanla bastırılmıştır. 1927 yılı Ağustos ayında Fransızlara ait Adana-Nusaybin demir yolunda çalışan işçiler greve gitmişlerdir. Bu grev CHP iktidarı tarafından 1926 yılında olduğu gibi kanla bastırılmıştır. Bazı isyanlar bahane edilerek 1 Mayıslar yasaklanmıştır. Yani CHP kuruluşundan günümüze işçi düşmanıdır. Zaten farklı sınıfların olduğunu reddettiği için farklılıkları da kanla bastırmıştır. K.Kılıçdaroğlu bunları bilmiyor olamaz!
CHP, yoksul köylülerin düşmanıdır:
CHP iktidarları köylülere karşı da işçilere gösterdiği yaklaşımın aynısını göstermiştir. Savaş yıllarında halktan gasp ettikleri ile palazlanan CHP’lilerin haddi hesabı yoktur. II. Emperyalist Paylaşım Savaşında Alman emperyalist-faşistlerinin yanında savaşa girmeye hazırlanan İnönü başkanlığındaki CHP iktidarı köylünün elinde ne var ne yok gasp ettiği gibi bütün köylüleri askere aldığı için üretim yapacak köylü kalmamıştır. 40 dönüm ve aşağısı toprağı olan köylülerin elindeki sürüm hayvanlarının hepsi alınmıştır. Büyük köylü kitlesinin toprağının 40 dönem civarında olduğunu düşündüğümüzde yapılanın ne olduğu daha da net olarak ortaya çıkmaktadır. Toprak ağalarına bir şey yapılmadığı gibi ayrıca karaborsa ortamında daha da zenginleşmeleri sağlanmıştır. CHP bütün tarihi boyunca bu köylü düşmanı niteliğini korumuştur. Bunları bildiğimizde K. Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinin sahteliği daha da ortaya çıkmaktadır.
CHP, farklı milliyet ve ulusların düşmanıdır:
CHP faşist diktatörlüğü, farklı uluslara ve azınlık milliyetlere karşı kuruluş yıllarından başlayarak acımasızca ezme ve imha politikası uygulamıştır. Karadeniz’de Rumlar Topal Osman Çetesi tarafından acımasız bir katliamdan geçirilmiştir. Daha sonra Kürt Alevi halkı, Topal Osman ve Sakallı Nurettin Paşa tarafından korkunç bir katliamdan geçirilmiştir. 1925 yılında CHP iktidarında İnönü hükümeti döneminde, ulusal taleplerle ayaklanma hazırlığı yapan Şeyh Said önderliğindeki Kürtler acımasızca kanla bastırılmıştır. Ondan sonra çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ve oluşturulan İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla Kürt katliamı bir bütün Kürt coğrafyasına yayılmıştır. Ağrı, Genç vb. bir dizi Kürt ayaklanması olmuş ve bazen de katliamlar, ayaklanma bastırması olarak görülmüştür. En son 1937 yılında CHP’nin İnönü hükümeti döneminde bizzat M. Kemal ve İnönü tarafından Dersimli Kürt Alevileri hizaya getirmek adına kanlı bir plan oluşturulmuş ve Abdullah Akdoğan tarafından pratiğe geçirilmiştir. Mağaralara doldurulan insanlar, çocuk yaşlı demeden vahşice katledilmiştir. Çocuklar süngüden geçirilmiş, ihtiyarlar kurşunlanmış, dağ taş bombalanmış, köyler ve ekinler yakılmıştır.
K. Kılıçdaroğlu’nun doğum yeri olan Nazımiye de bu katliamı en acımasızca yaşayan yerlerin başında gelmektedir. O, oturduğu koltuğun geçmişi ile övünen Kılıçdaroğlu bilmeli ki o koltuk kanlıdır; Dersim halkının kanı ile boyalıdır. 1938 yılında Dersim katliamında görevi, CHP iktidarında Celal Bayar devralmıştır. C. Bayar da İnönü’den aşağı kalmamış, mağaralarda insanları yakmış, savunmasız insanları süngüden geçirtmiş, dağı taşı yakmıştır. Yani 1919’dan 1938’e kadar T. Kürdistanı’nda acımasız bir Kürt katliamı yapılmıştır. Daha sonraki yıllarda da Kürtler üzerindeki baskılar devam etmiştir. Yer yer sürgünler, göçler yaşattırılmıştır. “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyası düzenlenerek Kürtlerin konuşması yasaklanmış, Kürtçe konuşanlara cezalar verilmiştir. TC’nin kurulduğu ilk yirmi yılında CHP iktidarları acımasız bir Kürt katliamı yapmıştır.
CHP, komünizmin düşmanıdır:
CHP iktidarının ilk yıllarında yaptığı başka bir katliam da komünist katliamıdır. Bakü’den gelen M. Suphi ve 14 komünist bizzat Kemalistler tarafından komplo ile Karadeniz’de boğdurulmuştur.
CHP, Alevilerin düşmanıdır:
CHP katliamcı geleneğini Aleviler üzerine de uygulamıştır. Özellikle Kürt-Alevilere yapılanlara değinmek-gözler önüne sermek, bugün Kürt Aleviliği gündeme getirilen K. Kılıçdaroğlu vesilesiyle yerinde olacaktır. Kemalizm’in ilk katliamını Koçgiri’de Kürt Aleviler üzerinde yaptığını söylemek yerinde olacaktır. Bu katliam pek bilinmez ve hatırlanmak istenmez. Bunu bilinçli bir politika olarak yapar. Çünkü CHP’nin tabanında Kürt Aleviler yoğundur. Koçgiri’de Kürt Alevi halk, Topal Osman ve çetesi, Sakallı Nurettin Paşa ve Abdullah Akdoğan tarafından katliamdan geçirilir. Yapılanlar o kadar insanlık dışıdır ki bunun için BMM’de soruşturma açılır ama sonuçlanmasını M. Kemal engeller. Abdullah Akdoğan daha sonraki tüm Kürt katliamlarında görev almış bir katliamcıdır. Belki Koçgiri katliamı unutturulmuştur ama Dersim katliamı, bazı yönleri çarpıtılmış bile olsa, hala Dersim halkının hafızasında tazeliğini korumaktadır. Dersim katliamı M. Kemal, İ. İnönü, F. Çakmak ve C. Bayar tarafından bizzat planlanmış, Kürtleri katletmekte ustalaşmış olan korgeneral Hüseyin Abdullah Akdoğan tam yetkilendirilerek hayata geçirilmiştir. Başbakan olan İ. İnönü ise katliamı günü gününe takip etmiştir. Yani CHP’nin ebedi şefi de milli şefi de bu katliamın baş mimarlarıdır. Bu katliam, esasta bir bütün Kürtleri denetime alma operasyonunun son halkasıdır.
Dersim katliamı başlamadan önce M. Kemal’in şu sözleri anlamlıdır: “İşlerimizin en önemlisi Dersim meselesidir. Bu yarayı, bu korkunç çıbanı temizleyip ve kökünden kesmek her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için, hükümete tam ve geniş yetkiler verilmelidir.” (Kürt isyanları, Ahmet Kahraman, Evrensel Basım Yayın) Dersim yalnızca Kürt olduğu için değil Alevi olduğu için de hedefti. İTC tarafından başlatılan tek dinin hakim kılınması, yani Sünni Müslümanlığın hakim hale getirilmesi planı parça parça hayata geçirilmekteydi. Bunun en önemli adımında Aleviliğin Sünnileştirilmesi projesi kapsamında Alevi köylerine cami yaptırılması yer alıyordu. Bu plana Kemalizm’in katkısı ise Koçgiri’de ve Dersim’de Alevilerin katledilmesi olmuştur.
O yıllarda hakim sınıfların Alevilere bakışını en iyi şekilde Jandarma Umum Komutanlığının, 1934 yılında yayımladığı, gözetim altında 100 adet basılan “Dersim” adlı gizli rapor anlatmaktadır. Rapordaki şu paragraf her şeyi anlatır niteliktedir. “Yavuz Sultan Selim’in gazabı olmasaydı, bugün güzel Türkiyemizde tek bir Sünniye tesadüf etmek imkanı belki de mümkün olmayacaktı. Eğer Yavuz’un garazı Dersim’in yalçın dağlarının içine girmiş olsaydı, herhalde Dersim’i de bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük.” (age, Sf 37, aktaran Resmi Tarih Tartışmaları 6. Kitap) M. Kemal ve İ. İnönü geçmişte Yavuz’un yapamadıklarını yapmaya hazırlanmış ve yapmışlardır. Yani Cumhuriyetin Yavuzları M. Kemal ve İ. İnönü’dür. Bugün onların koltuğunda oturmakla övünen K. Kılıçdaroğlu’nun misyonu da farklı yöntemlerle bile olsa, aynıdır. Alevi halkımız K. Kılıçdaroğlu şahsında bunları görmelidir.
Kemalizm’in din politikası
Alevilerden başka bir bütün dini kontrol altına almaya çalışmıştır Kemalist diktatörlük. Onun için CHP şahsında Kemalizm’in din politikasına da kısaca bakmak yerinde olacaktır. M. Kemal savaş yıllarında tekke tekke gezerek dini inançlı halktan destek almaya çalışmıştır. Büyük oranda da bu desteği almıştır. Ama savaş bittikten sonra ilk iş olarak tekke ve zaviyeleri kapatmıştır. Burada ilk hedefin Aleviler olduğu ortadadır, çünkü tekke ve zaviyelerin yeri Sünni inanışa göre Alevi inancında daha ağırlıkta/önemdedir. 1927 yılında Bektaşi tekkeleri üzerindeki baskı göreceli yumuşatılmışken Alevi-Kürt kimlikli Dersim ve çevresi dergah ve tekkeleri yasaklanmıştır.
Bununla birlikte bütün Alevi köylerine özellikle de Dersim Alevi köylerine cami yapılmaya girişilmiştir. TC kuruluşundan günümüze halkın dini inanışlarına müdahale etmiş ve kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Devlet dini yaratılmaya çalışılmıştır. Görünüşte dini alanda Sünni-Müslümanlığı hakim kılma çalışmaları yapılırken Sünni halk da inanışından dolayı baskı altına alınmıştır. Sünni tekke ve zaviyeleri de kapatılmış, ezan zorunlu olarak Türkçe okutulmuş, tüm Sünni tarikatları kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Ulusal bir hareketin önderi olan Şeyh Sait bahane edilerek “şeriat getirmek için ayaklandılar” diye propaganda edilerek halkın serbestçe dini ritüellerini yapması engellenmiştir. Aleviler de “Sünniler şeriat getirmek için ayaklandı” diye korkutulup cumhuriyetin gönüllü bekçisi yapılmıştır. Yine Menemen’de yapılan provokasyonla ufak ufak oluşmaya başlayan muhalefet bastırılırken, şeriat ayaklanması diye gösterilip Sünni Müslümanlar baskı altına alınmış, Alevilere ise daha fazla bekçilik görevi verilmiştir.
CHP ve Kemalist ideoloji kendi kontrolünde olan tarikatlara, dini inanış gruplarına izin verirken, kontrolünde olmayan dini gruplara karşı ise baskı ve şiddet kullanmıştır. Uyduruk bir laiklik anlayışı geliştirmiş, buna paralel olarak kurduğu diyanet işleri başkanlığı aracılığı ile dine yön vermeye başlamıştır. Diyanet işlerinin laik bir anlayışın neresinde olup olmadığı bir tarafa, Sünni-Müslümanlık bu kurum aracılığıyla hakim kılınıp yayılmaya çalışılmış, bunun dışındaki inanışlar yok sayılmıştır. Hakim olan Sünnilik de bu kurum aracılığı ile kontrolde tutulmuştur. Kemalizm’in laiklik anlayışı ne din işleri ile devlet işlerinin ne dinle vicdan özgürlüğünün ne de din işleri ile dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Bütün dini inanışların devlet kontrolünde tutulması, devletin tüm alanlarda dini kullanması, halka din aracılığıyla yön verme anlayışıdır. Bu durumda devletle din işlerinin çoğu kez iç içe olduğu görülmektedir. CHP iktidarları döneminde imam yetiştiren okullar açılmaya başlanmıştır. Alevilere laiklik ilkesi dolayısıyla yanlış bilinç verilmiştir. Güya Osmanlı’dan TC’nin kuruluşuna kadar katliamlara uğrayan, dini inanışları yasaklanan Aleviler bu ilke sayesinde artık dini inanışlarını serbestçe yapacaklar ve bir daha şeriatın gelmesinin önüne de bu ilkeyle geçilmiş olunacaktır! Dolayısı ile bu safsataya inandırılan Alevi halk da cumhuriyetin koruyucusu yapılmıştır.
Alevilerin CHP “hayranlığı”nın en büyük nedenlerinden birisi budur. Ama bilinmeli ki laiklik ilkesine paralel kurulan diyanet işleri başkanlığı Alevileri yok sayar ve Sünnileştirmek için planlı çalışmalar yapar. Aleviler esas korku kaynağı olarak Sünniliği görmüşlerdir. Kendilerini her fırsatta katleden TC’ye karşı ise yaranma pozisyonunda olmuşlardır. Bunda, tarihte ve günümüzde, hep katliamdan geçirilmesinin ve yönetimden uzak tutulmalarının büyük rolü vardır. Hal böyleyken ne yazık ki Alevi halk Sünni halka dinsiz gösterilerek; Sünni halk da Alevilere “onlar şeriat getirecek, Aleviliği yok edecek” diye düşman gösterilerek, iki inanışa sahip olan halkın birbirini korku kaynağı olarak görmesi sağlanmıştır. Birbirinden koparılan halkın iki kesimi de bu korku sayesinde sisteme daha iyi bağlanmıştır. Halkların birbirine karşı korku unsuru olarak kullanılması o kadar ustaca ve başarı ile yapılmıştır ki halk celladına aşık duruma gelmiştir. Laikliğin ve cumhuriyetin bekçisi Aleviler olmuştur. Alevi katliamının baş mimarı CHP ve onun önderleri İ. İnönü ve B. Ecevit Alevilerin en sevdiği parti başkanları haline getirilmiştir. Bu, halkta yaratılan bilinç bulanıklığı sayesinde başarılmıştır. Cumhuriyet sonrası yapılan Alevi katliamlarının baş mimarı CHP’dir ve devletin resmi ve sivil oluşumları bunları icra etmiştir. Alevileri katleden de sahte bir şekilde timsah gözyaşları dökerek onların kurtarıcısı rolüne giren de CHP’dir.
Alevi halk da, aman şeriat gelmesin, şeriat gelirse Sünniler bizleri katleder diye korkutulmuş, o korkuyla CHP’nin yeni celladının kucağına atılmıştır. Bu kapsamda devrimci ve komünistlerin yapması gerekenleri yaptıkları söylenemez. Devrimci ve komünistlerin görevi halka gerçekleri göstermektir. İki inanıştan da halkın inançlarından kaynaklı görmüş oldukları baskılara karşı da mücadele etmektir. Bu başarılamamıştır. Alevi halk objektif olarak CHP, Sünni inanışı olan halk da diğer faşist partilerin tabanı olmuştur. Bugün Kılıçdaroğlu şahsında bir kez daha Alevi halkı CHP’ye bağlama operasyonu yapılıyor. Bir kez daha CHP’nin yaptıkları, ettikleri ve gerçek yüzü halkımıza anlatılmalıdır. CHP tüm inanışlardan halkımızın düşmanıdır. Onların tek bir inandığı şey vardır; burjuva-feodal sömürü; gerisi teferruattır.
CHP başından beri emperyalizmle işbirliği içindedir!
CHP ve Kemalizm kuruluşundan günümüze halka karşı katliamlardan baskılara kadar uzanan faşist yüzünü göstermiştir. Ama emperyalistlerle daha savaş yıllarında işbirliğine başlamıştır. CHP kuruluş yıllarından, gelişmenin belirli bir aşamasına kadar tüm hakim sınıf ve klikleri içinde barındırıyordu. Toprak ağaları Menderes, C. Oral, E. Sanak’tan, bankacı C. Bayar’a işadamı Koç ve Sabancı’ya kadar. Sözde liberalizmi savunan da devletçiliği savunan da CHP’nin içindeydi. Hakim sınıfların ortak noktası sömürülerine sömürü katmak için var olan sistemin yaşamasıydı. CHP şahsında tarihsel koşullar içinde uyguladığı “devletçilik” dolayısıyla epey tartışmalar olmuştur. Kapitalimde devlet müdahaleleri olmaz diye bir şey söylenemez. Önemli olan müdahalenin kimin için ve nerede yapıldığıdır. Son yaşanan krizde emperyalist ülkelerin nasıl da ekonomiye müdahale ettikleri görülmüştür.
Bundan dolayı devletçilik ilkesi uyduruk bir ilkedir. Zira kapitalizm veya burjuva-feodal sistem devletle bir ve bütündür. Devlet olmadan burjuva-feodal sınıf da egemenliği de mümkün değildir. O halde sorun devlet müdahale biçimi ve yoğunluğu ile ilgilidir. Her tarihsel konjonktürde burjuva-feodal sınıfların çıkarları ile uyumlu bir devlet müdahalesi söz konusudur. Müdahale esastır ama biçimini konjonktür belirler. O halde devletçilik liberalizm karşıtı olmadığı gibi ayrı bir sosyal sistem de değildir. Durum bu iken halka devletçilik kandırmacası niye yapılmıştır? 1929 kapitalist sistemin dünya çapında yaşadığı krizi sonrası emperyalist sermaye yatırımları azalmıştır. Komprador büyük burjuvalar sömürülerini genişletmek için yatırım yapmakta zorlanmışlardır. İşte bu noktada devlet devreye girmiştir. Halktan vergi ve başka yollarla gasp edilen değerler, yatırım yapma adı altında hakim sınıfların hizmetine sunulmuştur. Yatırımı devlet halkın paraları ile gerçekleştirmiş, sömürüyü de hakim sınıflar yapmıştır.
Bunun hiçbir tarafında halkın çıkarı yoktur, halkın kandırılması vardır. Daha sonra savaşa hazırlık adı altında da devletin açık ve kapalı zoru ile korkunç bir gasp yapılmıştır. Halkın elinde ne var ne yok alınmış ve hakim sınıflara devredilmiştir. Bütün bunlar halkçılık ve “solculuk” adına, CHP tarafından halka yutturulmaya çalışmalarının adı da devletçiliktir! CHP’nin tek parti diktatörlüğünden sözde çok parti diktatörlüğüne geçişi de tarihsel süreç içinde şöyle olmuştur. Kuruluşundan 1930 yılına kadar ilk kuruluşunda getirmiş olduğu savaş atmosferi devam ettirilmiş, M. Kemal’in tek kişilik diktatörlüğü amansız bir şekilde uygulanmıştır. İsyanları bastırma hareketleri, takrir-i sükun kanunları, istiklal mahkemeleri vs. ile halk zapturapt altına alınmıştır. Daha sonra dünyada yaşanan ekonomik kriz dolayısıyla halk açlıkla boğuşmuş, daha sonra da Alman ve İtalyan faşistlerin saflarında savaşa girmek için hazırlık adı altında halkın elinde ne var ne yok toplanmıştır. Bütün bu süreçte halkta korkunç bir tepki birikmiştir. En ufak demokratik istem bile zor ile bastırılmıştır.
Bütün bunları daha kolay yapmak için faşist İtalyan ceza kanunu getirilmiş ve kabul edilmiştir. Halk açlıktan kırılıyor, dipçik ve copla ancak kontrolde tutuluyordu. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı, Türk hakim sınıflarının istediği gibi bitmedi. İşte bu da Türk hakim sınıfları için bir dönüm noktası olmuştur. Bir tarafta halk içinde kabaran öfke, diğer tarafta açık ve gizli olarak desteklenen Alman faşizminin yenilgisi. Yani ülke içindeki ve dünyadaki durumlar TC’yi değişime zorlamaktaydı. Sistemin bekası için içte halk muhalefetini sistem kontrolünde eritmek en akılcı yol olarak görünüyordu CHP iktidarına. Bunun için CHP‘nin ve Kemalizm’in ideolojik ve politik hattına bağlı bir partinin kurulması, halk muhalefetinin orada eritilmesi, yeni hakim güç ABD ile de esasta, bu parti aracılığıyla ilişkinin geliştirilmesi bir zorunluluktu. Dolayısıyla demokrasiye geçtik, çok partili yaşam geldi söylemlerinin safsatadan öte bir anlamı yoktur. Yani bizzat CHP devletin tekçi ideolojisini ve hakim yapısını korumak için iç ve dış konjonktürel duruma paralel çok partili sisteme geçme kararı almıştır. DP’nin sistemdeki görevi halkta biriken tepkiyi sisteme kanalize etmek ve Almanya ve İtalyan faşizmini destekleyen kadroları değiştirmek olmuştur. DP olayı tamamen sistemin kendi kırılma noktasında kendini onarma operasyonudur. DP, iktidarda olduğu on yılda CHP’nin ekonomik programını uygulamıştır, söylemde farklı olmasına karşın. 1946’dan sonra sistem tekçi ideolojiyi yaşatmak için çok partili olmuştur.
Burada, elbette, hakim sınıflar adına iktidarda kimlerin olduğu önemlidir. Düzen içinde oluşturulan partilerin, düzen içine çekmek için hedeflediği kitle ile de farklılaşmaktadırlar. Bu da önemlidir. Fakat bunlardan yola çıkarak kurulan düzen partilerinin, görünürün ötesinde, CHP ve Kemalizm’in ideolojik-politik-ekonomik hattının dışında, ondan farklı olduğu söylenemez. CHP ve Kemalizm’e ters bir parti çok partili dönem diye tanımlanan dönemde de yaşatılmamıştır. Yani CHP muhalefetteyken de iktidarda olan bir partidir. 1920’den 2010’a kadar TC’de Kemalizm ve CHP iktidarda olmuştur. Görüntüdeki farklılık, koşullardan kaynaklı olması gerekendir ve yalnızca görüntüdür. Bugünkü düzen partileri CHP, AKP ve MHP tekçi ideolojiyi benimsemiş, Kemalizm’i yaşatmaya çalışan faşist partilerdir. Yoksa bazen söylem olarak dile getirdikleri gibi Kemalizm karşıtı partiler değillerdir. Belki Kemalizm’i yaşatmak, burjuva-feodal sistemin sömürüsünü daha da artırmak için farklı yol ve yöntem önerebilirler, temsil ettikleri hakim sınıf klikleri farklı olabilir ama ortak olan Kemalist ideoloji ve burjuva-feodal sömürü sisteminin devamı için çalışmalarıdır. CHP devletin bekası için hem hükümet hem de muhalefet olmuştur.
Bugünlerde K. Kılıçdaroğlu vesilesiyle, sistem sözcüleri tarafından bolca dillendirilen, “güçlü iktidar güçlü muhalefet” söylemi anlamlıdır. Bu söylemin temelleri CHP tarafından 1940 yılının ikinci yarısında atılmıştır. Burada iktidar ve muhalefetiyle güçlendirilmek istenen sistemin kendisidir. Yani CHP, iktidar ve muhalefetin birliği olarak vardır. İkisi güçlü olduğu oranda sistem güçlüdür. Burada kastedilen muhalefet tabi ki sistem içi muhalefettir. Sistemi hedefleyen (hele de güçlü bir şekilde hedefleyen) muhalefetin kanla bastırıldığına TC tarihinde çokça tanık olunmuştur. İç ve dış koşulların zorlaması ile tek parti diktatörlüğünden çok partili diktatörlük dönemine geçilmiştir. DP kısa süre sonrası iktidara gelmiş, 1960’ta ABD’nin Türkiye’de gerçekleştirmiş olduğu ilk planlı darbe olan 27 Mayıs darbesine kadar da iktidarda kalmıştır. Çin’de Mao önderliğinde yapılan Büyük Proleter Kültür Devrimi, dünyada sosyalizme yönelimi artırmış, bir dizi ulusal kurtuluş savaşlarında emperyalizme önemli darbelerin vurulması da sosyalizme sempatiyi artırmıştı. Bu süreçte tüm dünya halklarının halkı gözünde sosyalizm umut ve çekim merkezi haline gelmişti. Böylesi bir konjonktürde kurulan reformist-parlamentarist TİP sistem içinde önemli bir başarı göstermişti. Bütün bunları değerlendiren Türk hakim sınıfları, sosyal-demokrat söylemlerle bu muhalefeti sistem içine çekme kararı almış ve bunu da CHP ile pratikleştirmiştir. Sosyal-demokrat söyleme CHP, “ortanın solu” ve “halkçılık” söylemleri ile angaje olmaya çalışmıştır.
Elbette CHP sosyal-demokrat bir parti değildi. İşin başka tarafı da 1970’lere gelindiğinde dünya ekonomik sisteminde sosyal demokrasinin var olmasını sağlayan ekonomik koşullar da kalkmıştı. Dolayısı ile bu iki nedenden dolayı CHP’nin sosyal-demokratlığının söylemden öte bir anlamı da yoktu. Fakat bu söylemin bile halkın önemli bir kesiminin tepkisini sistem içine çektiği de bir gerçektir. Bir bütün burjuva-feodal sistem tarafından 50 yıllık faşist parti ve faşist genel başkanı B. Ecevit “solcu” ve hatta “devrimci” yapılmıştır. Bunların hepsi faşist Kemalist sistemin bekası için gerekli görülmüştür. Hem CHP’nin politikalarını hem de liderinin söylemini belirleyen tamamen koşullardı. 1970’le başlayan dönemsel krizi, ithal ikameci politikalara son verip neo-liberal politikalara geçmekle “çözmüştür” kapitalizm. ’70’deki krizi geçici de olsa atlatmış olması, kapitalist sisteme geçici bir güven vermiştir. Bu süreçte dünya politika sahnesinde artık “sosyal devlet” politikaları ile sosyal demokrasinin de pabucu dama atılmıştır. Dünyada var olan, adları sosyal-demokrat ve işçi partisi olan partilerin adlarından başka işçilerle ve sosyal demokrasiyle ilişkileri de kalmamıştı.
Türkiye’de zaten hiç sosyal demokrat parti olmamıştı ve 80’lerle birlikte tüm partiler neo-liberal politikalarda hemfikir olmuşlardır. Artık sistemin bekası için bu zorunlu görülmüştür. Yarış bundan sonra bu politikaları kimin daha iyi uygulayacağı üzerineydi. Bundan dolayı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun sosyal-devlet ve sosyal demokrasi eksenli söylemleri bir safsatadan ibarettir. Örnek aldığı B. Ecevit 1999 yılında uluslararası sermayenin istediği tüm yasaları jet hızıyla çıkarmadı mı? Bugünkü taşeron sistemin, üretemeyen köylünün, işsizliğin altında neo-liberalizmin o yasaları yok mu? Elbette bunları Kılıçdaroğlu da biliyor ama “yalandan kim ölmüş?” sözünü düstur edinmiş! Egemen sınıflar adına halkı oyalamaya çalışıyor.
CHP darbecilerin dostudur
CHP için bazı notları düşmemiz CHP’nin niteliğinin anlaşılması için faydalı olacaktır. CHP başta 1960 askeri darbesi olmak üzere yapılan tüm darbeleri destekleyen bir partidir. 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de katledilen devrimci ve komünistleri katledenlerin suç ortaklarıdır. 12 Mart’tan sonra kurulan teknokratlar hükümetinin başı olan Nihat Erim, CHP kökenli bir faşisttir. III. Erim hükümeti döneminde 22 Aralık 1978’de Maraş’ta yüzlerce Alevi inancından halk, devletin uzantısı gayri resmi faşistlerce katledilmiştir. Daha önce resmi faşistlerin Koçgiri’de Dersim’de çoluk çocuk, yaşlı demeden hunharca katletme geleneğine sadık kalan sivil faşistler bu kez Maraş’ta çocukları ağaçlara çivilemiş, hamile kadınların karnındaki bebekleri süngülemiştir. Sistemin Alevileri hunharca katletme geleneği yine CHP iktidarında yapılmıştır.
2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yine devletin gayri resmi uzantıları tarafından aydınlar yakıldığında da SHP hükümet ortağıdır. İ. İnönü’nün oğlu Erdal İnönü başbakan yardımcısıdır. 19 Aralık 2000’de yapılan hapishaneler katliamında B. Ecevit başbakan ve Adalet Bakanı da Ecevit’in partisindendir. Hapishane katliamının da baş mimarlarından birisi B. Ecevit’tir. F tipi hapishanelerin projesi ve uygulaması onun başbakanlığı döneminde yapılmıştır. Ulucanlar katliamının mimarı da Ecevit’tir. Neo-liberal politikaların hayata geçirilmesi için 15 yasa 15 günde çıkarılıp emperyalizme sadık uşaklığını gösteren de yine Ecevit öncülüğündeki sistem partileridir. İşte Kemal Kılıçdaroğlu’nun övünç kaynağı yaptığı o koltuğun yaptıklarından bazıları bunlar.
Bunlardan da görüldüğü gibi o koltuk halk düşmanı ve halkın kanları üzerine kurulmuş bir koltuktur. CHP’nin tarihindeki bu noktalara değindikten sonra burjuva sınıfların politika tarzlarına kısaca bir göz atmak konunun anlaşılması için yerinde olacaktır. (Devam edecek)
Son Haberler
Sayfalar
BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]
“Ve bizim bir haziranımız
Bir yıl kadar yetecektir dünyaya
Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış
Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız
Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen
Bir olgu olmayacaktır sana
Ölülerimiz toplanacaktır
Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]
Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’
KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]
“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]
Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…
KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ
Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.
ANNEME İnci Taneme
“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık. Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.
“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”
Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu
Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!
6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm
Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda b
İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür
Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür.
PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?
1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.
2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.
3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.
4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.
5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.
6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.
BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...
Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.