“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”
Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.
“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”
Bir önceki sayımızda, Kaypakkaya geleneği içinde bir sorun olarak gördüğümüz “Kaypakkaya’cılık yarışı” biçiminde görülen hatalı yaklaşım ya da anlayışı düzeltme gereğiyle eleştirerek, “Kim Daha İyi Kaypakkaya’cı?” başlığıyla bir makale yayımladık. Yayım tasarrufu gazetemizde olsa da okurun taktiri tamamen özgür bir alandır. Eleştiri bu taktirin ifadesi olduğu kadar, doğru-yanlış ekseninde kaçınılmaz olan fikir mücadelesinin de engellenemez bir biçimi ya da yansımasıdır. Fikir dünyasının eleştirisiz hali taşınması zor bir yüke dönüşür. Eleştirinin niceliğinden ziyade, niteliği daha dikkate değerdir. Aşağılayıcı, horlayıcı ve kırıcı kaba eleştiri Kaypakkaya’cı kültüre aykırı olup, acizliğin alametidir… Bizleri daha çok ilgilendiren boyut, eleştirinin doğruluğu ve yanlışlığıdır. Bu bilinçle, “Kim Daha İyi Kaypakkaya’cı?” hicviyle başlık etiğimiz sorunu, gelen eleştiriler temelinde, “Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?” başlığıyla tamamlamak ihtiyaç oldu.
Evet, bu kez sualin ikinci versiyonunu sormak için sebep doğdu…
Her önermenin kendi karşıtı önermeyle tam ve anlamlı olduğu doğrudur. Bunun gibi, her soru da pozitif ve negatif açılardan sorulabilir ve belki de ihmal etmeden sorulması gerekir. Ancak, pozitif bilimlerle ilgili olan herkes bilir ki, negatif soruyu öne çıkarmak muhatap üzerinde negatif bir yönlendirme ve etki gösterir ya da gösterebilir. Bundan hareketle, soruyu pozitif-olumlu özellikte sormayı doğru bulmuş ve “Kim daha iyi Kaypakkaya’cı?” sorusuyla ilgili konuda hakkında hatalı yaklaşımları eleştiren içerikle münakaşa yürütmüştük. Meramımız olumsuzluğu ve hatalı yaklaşımları derinleştirmek değil, iyimser yaklaşımları geliştirmekti. Bu amaca bağlı olarak kimseyi dışlamadan ve ötelemeden bütüncül bir yaklaşım ortaya koymuş, dar tartışmalardan özenle uzak durmuştuk… Ne ki, bu yaklaşım tarzımız tüm iyi niyetine karşın, hak etmediği reaksiyonlarla karşılaştı. Devrim kaygısı zayıf olup dar tartışmalar döngüsüne saplanarak kendisiyle kavga etmekten adeta zevk alan güdük devrimcilerin rahatsızlık duyduğunu gördük. Cılız da olsa bir arka plana dayanan bu rahatsızlığın, nezaketsizliğine bakmaksızın dikkate almayı ihmal etmedik; soruyu tersten de sorduk!…
Devrimci iyimserliğin büyütülmesi devrimci siyasetin ihmal edilemez görevlerindendir. Bahis konusu iyimserliğin, nesnel gerçeklere uygun geliştirilmesi ise elbette şarttır. Polyanacılık oynayarak sorunları gizleme ve gerçeklerden uzaklaşmayı telkin etmedik. Yeğlediğimiz sahte ve boş bir iyimserlik değildir, kastımız devrimci iyimserlik ve bunun geliştirilmesidir. Bu, her türden pesimist karamsarlığa karşı yükseltilmesi gereken pozitif bir değerdir. Ki, devrimci moral-motivasyonun yükseltilmesi devrimci cephenin genel ihtiyacıdır. Bu ihtiyaca kayıtsız olan ya da muhtaç olmayanların ise, zaten moral-motivasyona gereksinimi yoktur. Zira onlar bunun zirvesinde gezinmektedir! Sınıflar üstüdürler bunlar; yemez-içmez, ihtiyaç duymaz mükemmel devrimcilerdir! Bunlar, bulutların üstünde pembe alemde seyredenlerdir; ayakları yere basmaz, hiçbir şeyden etkilenmez görünseler de aslında kuru iradecilerdir bunlar…
Kendisini eleştirmeyen, sorgulamayan, kendisinde zerrece hata görmeyen ve muhtemel bir kusurlarının olabileceğini öngörerek bunu arama zahmetinde bulunmayanlar gelişemez, gelişme şansları yoktur. Ki, bunların karakteristik bir özelliği, hatayı hep başkalarında aramak, kendilerini hatalardan muaf görmektir… Oysa, çuvaldızla iğneyi doğru kullanmak, eleştiri-özeleştiri mekanizmasının ve diyalektik bilimsel tutumun ötelenemez şartıdır… İstisnasız olarak Marksist otoritelerin hepsi hatalar yaptı. Hatalar gelişmenin bir vesilesiydi, buna hizmet ettiler. Ama onlar hatalarına karşı açık ve alçak gönüllüydü; hatalarını görerek onlardan öğrenmesini bildiler. Kimse mükemmel değildi, olamazdı!…
“En kötü Kaypakkayacılar” O’nu savunup ileriye taşımayanlardır!
Halkın Günlüğü, “Kim daha iyi Kaypakkaya’cı?” sorusunu irdelerken, bu tarz bir yarışın hatalı içeriğini deşifre etmeye gayret gösterdi. Kendisini ve paralel kurumları bu sorgulamanın dışında tutmadı. Kendisini hepten olumlayarak eleştiri konusu yaptığı hatalı tarzdan muaf ele almadı. Yapıcı ve bütünleştirici eğilimi benimsedi. Az ya da çok hatalı olanları, biraz daha ileri ya da biraz daha geri olanları Kaypakkaya’cı zeminin dışına itmedi. Hepsini Kaypakkaya’cı olarak tarif etti. Bu kabul esasta bilimsel yönteme uygundu. Ötelenen, dışlanan ya da dışa çıkarılan veya çıkanların hemen hepsi bulundukları yerde ve temsiliyet taşıdıkları oranda şu veya bu ölçüde Kaypakkaya’cı olarak kaldı; terk edip başka diyarlara mesken edeni olmadı. Onlarca yıldır, “siz Kaypakkaya çizgisini terk ettiniz, siz tasfiyecisiniz, siz kır küçük burjuvazisini temsil ediyorsunuz, siz gerçek Kaypakkayacılar değilsiniz, siz partiyi temsil etmiyorsunuz” vb. şeklinde mesnetsiz eleştirilere maruz kaldı Kaypakkaya geleneğinin ana akım parçaları ya da daha küçük grupsal temsiller… Fakat buna karşın, aynı on yıllardır bu kesimler Kaypakkaya geleneğine bağlı, Kaypakkaya’cı yapılar veya gruplar olarak varlığını sürdürdü, bu temsillerinden ödün vermediler. Dolayısıyla, yürütülen ilgili eleştirilerin/dışlayıcı, öteleyici ve suçlayıcı eleştirilerin esasta subjektif olduğu bu pratik gerçek tarafından kanıtlanmış oldu.
Bu tecrübe karşısında hiç değilse bir kez daha düşünmek gerekli değil midir? Daha sağlıklı ve gerçekçi yaklaşmak lazım değil midir? Kesinlikle gerekli ve lazımdır! Uluslararası Maoist Komünist Harekete bakmakta fayda var. Onlardan öğrenmesini bilmek ve önemsemek gerekir. Bu Maoist hareketlerin hepsi istisnasız olarak birçok Maoist ve Maoizm’e yakın olan komünist ve devrimci partilerle birlikler kurdu, cepheler gerçekleştirdi. Bir de Maoist hareketin Türkiye-Kuzey Kürdistan ayağına bakalım! Burada durum nasıl gelişiyor, hangi özelliği barındırıyor. Bura Maoistleri birlikler gerçekleştirmede sonuna kadar ketum ve kabız. Ama ayrılık ve bölünmelerde sonuna kadar bonkör! Peki bütün bunlarda bir terslik yok mudur? Bizce var. Dolayısıyla Maoist Komünist Hareketten öğrenmeme gibi, kendi hatalarından da öğrenmeme ve bu bağlamda hatalı yaklaşımlarda ısrar ederek yürüme biz Kaypakkaya’cıların mustarip olduğu sorunlu yaklaşım tarzıdır…
Söz Kaypakkaya’cılığa gelir ise, bu zeminde de bazı gerçekliklere işaret etmek ihtiyaçla doğru olacaktır. “Kaypakkaya’cılık yarışında” muhataplarına aman tanımayan en keskin Kaypakkaya’cılardan, bunların suçladığı diğer tüm Kaypakkaya’cı kesimlere kadar (ki, aslında bu yarışta kimse diğerine sıra vermeyerek en ilerde durduğunu iddia etmekten geri durmamaktadır) hangi temsilin Kaypakkaya yoldaşı dört başı mamur bir teori-pratik bütününde geliştirip ileri taşıdığı iddia edilebilir? Temsil etme veya geliştirerek ileri taşıma iddiasına uygun olarak, ilgili muhataplar hangi pratikler, hangi kazanım ve ilerlemeler sağlanmıştır? Evet bazı nüanslardan bahsetmek mümkün. Fakat, devrimci savaş ve militan mücadele pratiğinin geliştirilmesi babında, ilgili temsiller arasında ciddi ve büyük oranda bir gelişmeden bahsetmek mümkün değildir. Bugün hiçbir Kaypakkaya’cı kesim göğsünü gererek devrimci savaşı büyüterek temsil ediyorum deme durumunda değildir! İşin özü şu ki, “Kaypakkaya‘cılık yarışı” sadece slogancılığa indirgenmiş ve devrimci pratiğin geliştirilmesine taşınarak burada kıyasıya bir yarış temsil edilememiş, edilememektedir! Ki, gerçek “Kaypakkaya’cılık yarışı”, ancak silahlı devrimci mücadele ve bunun, bugünün koşullarının koşulladığı Sosyalist Halk Savaşı pratiğinin geliştirilerek temsil edilmesiyle anlamlıdır…
Lakin Kaypakkaya’cı gelenek, örgütsel durum ve silahlı mücadele zeminindeki siyasi mücadele anlamında ciddi yetersizlikler göstermesine karşın, komünist teori/MLM ideoloji ve ilkelerde güçlü bir temsiliyet ve duruş gösteren ender bir gelenektir. Bu özünü geriye atarak unutmak veya anlamsızlaştırmak büyük bir hata ve haksızlık olur. Sorunları, hataları ve problemleriyle birlikte, Kaypakkaya’cı gelenek ülke devrimci hareketinde en diri devrimci mevzidir. Ülke devriminin kaderinde doğrudan söz sahibi olan köklü bir damar, bilimsel ideolojiyle donanmış komünist devrimci zemindir… Evet hatalı yapmakta, ciddi yöntem ve yaklaşım sorunları barındırmakta, önemli yetersizlikler taşımaktadır. Buna karşın her temsiliyeti (ister küçük grup olsun isterse de büyük siyasi parti örgütlüğü olsun), Kaypakkaya’cıdır; bu özü taşımaktadır. Kırılmalarına, sapmalarına ve hatalarına rağmen esas niteliği Kaypakkaya’cı ve Maoist‘tir bu kesimlerin. İsteyen dışlasın, isteyen reddetsin ve hatta men etsin, bu bir gerçektir; “yalnızca ben temsil ediyorum” iddiacılığıyla değiştirilemez olan nesnel bir gerçektir…
Buna itiraz edilmesi elbette mümkündür. Ne ki, itirazın ikna edici bilimsel dayanaklarla izah edilmesi aslolandır; slogancılıktan beslenen kuru itiraz sonuç ve durum değiştirmez. Açık ki, yapılan itirazlar haklı-devrimci ve ideolojik-teorik temele sahip itirazlar değil, bilakis mesnet taşımayan ve dogmatik statükoculuktan beslenen, bir o kadar da ben-merkezci ve sekterizmden malul olan “kuru itirazcı kültürün” ürünüdür… Bundan hareketle, “Kim daha Kötü Kaypakkaya’cı?” sorusu yanıt bulmuştur kanaatindeyiz.
“Daha kötü Kaypakkaya’cılar kimlerdir” sorusunu biraz daha açıklarsak; ilk akla gelenler Kaypakkaya’nın komünist çizgisi adına hareket edip de O’nu geliştirmekten imtina eden tutucu dogmatiklerdir. Bunun tersi olarak, Kaypakkaya’yı geliştirme adına hareket edip de Kaypakkaya çizgisini sulandırarak yozlaştıranlardır. Kaypakkaya çizgisinin narasını atıp da onun uygulanması, örgütlenmesi ve geliştirilmesi pratiğinde esamesi okunmayanlardır; kuru slogancılardır. İş yapmadıkları halde yapılan işlere burun bükerek küçümseyen ve iş yapıyor güründenlerdir. Savaş boruları çalıp da mantar patlatmayanlardır. Süreci ve koşulları okuyamayanlar; somut şartlara göre pozisyon almayıp devrimci argümanları sömürmekten geri durmayanlardır. Bilumum Kaypakkaya’cıları “mundar” olarak lekelemekten sakınmayıp, kendilerini makul ve mağrur görmekten haz duyan kibirlilerdir. Laf yarışıyla meşgul olup, elinde tuttukları çomağı hoyratça Kaypakkaya’cılara sallayan siyasi körlerdir… Çok daha özel olarak ise, Kaypakkaya geleneğinin birliğine karşı olup, ayrılıkçı ve bölücü kültürü temsil eden Kaypakkaya’cılar bu kategoride sayılırlar. Bu silsile uzatılabilir ama merak sahipleri için bu kadarı yeterlidir…
Yeterlidir çünkü, bizler negatif zemini kaşıyarak öne çıkarıp ayrılıkları büyütmeyi değil, onları doğru yaklaşım ve ilkelerde birleştirmeyi gaye ediniyoruz. Ayrılıklarımız ve hatalarımız kadar, birlik ve olumluluklarımız üzerinde emek harcamayı daha devrimci buluyoruz. Ayrılıklarımızın farkındayız, lakin bunların giderilmez engeller ve aşılmaz dağlar olduğunu düşünmüyoruz. Aksine abartılarak yapay nifaklar haline getirildiklerini değerlendirmekteyiz. Daha da önemlisi bu ayrılık konularının sağlıklı mekanizmalarda ve birlik kültürü içinde tartışılmasını doğru bulmaktayız…
Başarıları ön plana çıkarmayı gündemleştirmeli, birliği örmeliyiz!
En önemlisi de “daha kötü Kaypakkaya’cılar” kimlerdir sorusuna yanıt verirken, bunları Kaypakkaya’cılığın dışına itmiyor, bilakis Kaypakkaya’cı olarak değerlendiriyor, öyle görüyoruz. Kaypakkaya’cılar derken Maoist komünistleri ifade ediyoruz. Ve bunların mızıkçı çocuklar gibi davranarak, “sen kötüsün, ben iyiyim” mızmızlanmasıyla “oyun bozanlık” yapmalarını devrimci sorumlulukla bağdaştırmıyoruz.
Sadece ve sadece Kaypakkaya’cı geçinenler yok mudur? Hiç şüphesiz ki vardır. Bunlar, en arısından sanal “Kaypakkaya’cılardır.” Bu ayrım çizgimiz; demagojik safsata, kaos ve karmaşa düşkünlüğü, burjuva bencil savruluşun yol açtığı kastlaşmış önyargıların esiri olan, geleneğe temelden yabancılaşmış ender tipleri kapsar. Bunlar Kaypakkaya’cı geçinmekten başka her kılıfa girme yeteneği gösteren ve kışkırtıcılığı meslek edinmiş olan az sayıdaki bireylerdir. Ve bunlar Kaypakkaya’cı görülemeyecek olan cılız vaka ve egzotik türdürler… Bu tartışmaya teğet olarak da olsa değinmeyi katlanmak zorunda kaldığımız bir eza olarak gördük, yaşadık. Zira, bu tartışma biçiminin en masumu bile, tahripkâr, yıkıcı ve kavgacı yöntem olarak, geleneğimizin tabanını usandıran, bizleri de daraltarak kasvetli bir boğuculuğa buyur etmektedir…
Kesinlikle daha doğru tartışma ve gelişmeleri gündemleştirmeliyiz. Başarı ve geliştirici meselelere odaklanmalı, devrimci coşku ve heyecanı gündemleştirmeliyiz. Hep başarısızlık ve olumsuzlukların gündemde olduğu bir süreç moral yükseltmez, itici dinamikleri geliştirmez. Kültürel şekilleniş ve devrimci motivasyon hepten olmasa da belli ölçülerde konuşup yaşadıklarımızla ilgili bir süreçtir. Bilinçli bir odaklanma yaratmalı, inisiyatif geliştirerek gelişmelere yön vermeliyiz. Hep hata ve olumsuzluk ya da başarısızlık arayan, bununla meşgul olan bir bakış açısı, illa da bir olumsuzluk, hata ve başarısızlık görüp tespit eder. Bundan kopmazsa, körelir ve ideolojik kırılmadan kurtulamaz. Bilinçli davranış sorun ve olumsuzlukları aşmanın temel yoludur. Hata ve başarısızlıklar ya da bunların sebepleri hasır altı edilemez. Ancak başarı ve olumluluklardan bahsetmek için de yeterince sebebimiz vardır. Mesele hangisine odaklanacağımızdır…
Sürekli başarısızlıkla suçladığımız ve sadece başarısızlıklarını öne çıkararak hep eleştirdiğimiz yoldaşlarımızın, bu negatif yaklaşımın ürünü olarak motivasyon kaybına uğraması kaçınılmazdır. Yoldaşlarımıza yardımın tek biçimi eleştiri değil, aynı zamanda başarılarını da taktir etmektir. Kolektifi hep başarısızlık ve sorunlarıyla yüz yüze getirmek, ona yardımın tek biçimi değildir. Tek yanlı olan her yaklaşım hatalıdır. Bardağın boş ve dolu tarafını birlikte görmek tek doğru bakış açısıdır. Tek yanlı yaklaşımlarla hep olumsuz yanı görüp bununla meşgul olmak, gelişme yanını bırakarak zayıf yanı öne çıkaran yaklaşım tarzıyla fiilen gelişmenin karşısında pozisyon almaktır ki, bu, kendiliğindeciliğin bir biçimidir. Bilinçli rolle inisiyatif almak, olumlu yanı öne çıkararak teşvik etmek ve gelişmeye ön ayak olmak demektir. Kolektifin birliğinin pekiştirilmesi ve gelişmenin bir temeli bu bakış açısının egemen kılınmasından geçer… Yaraları kanatmak değil, tedavi etmek aslolandır. Kanatmak ancak tedavi için gerekliyse doğrudur ve bu, kesinlikle dengeli, kontrollü, tahriş etmeyen bir kanatmadır…
Son Haberler
“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]
hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.
Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik
Proletaryalarla sohbet.
Ah... ah... kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.
Hemi de kaçımız.
Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.
Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.
Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.
Belki de... sadece bu konularda da değil.
Başka konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.
Bir Devrim Yapmalıyız!
Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.
T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi
Giriş:
Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.
İyi Yahudiler de Var!
"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"
Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı
Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz.
Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan
Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.
TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı
Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi
Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.
Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!
Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.
TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi
Giriş:
İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.