Perşembe Şubat 27, 2025

Mecbur insanlar vardır…(2)

“İdeolojik güç” veya “inanç” meselelerinin maddi yaşamla bağını kuramadığımızda, bunlar “gizemli kavramlar” olarak kalabiliyor. Sorunlar karşısında dilimizde hep bu iki kelime oluyor. Sadece dışımızdakilere değil, kendimizi sorgulayışımızda da sorun gelip “inanmak”ta ve “ideoloji”de düğümlenebiliyor.

Ama aslında çoğu zaman “inanmak”, “inanç”, “ideolojik güç ve netlik” vb. nedir, nasıl kazanılır, devamlılık ve canlılığı nasıl sağlanır sorularına net yanıtlar veremeyebiliyoruz.

Şu nokta çok önemli; ideoloji eğer “dünyaya bakış ve yaklaşım tarzı” ise ideolojik güç de ancak bu temelde edinilen bir şeydir. İnanç da doğaüstü bir güce duyulan cinsten değilse, ancak ilkinin içinde ve onun ürettiği bir şey olabilir. Nasıl yaşıyoruz ve nasıl düşünüyoruz? Bu ikisinin devrimci diyalektiğini kurabiliyor muyuz?

Şunu biliyoruz ki, farklı sınıfsal köken, toplumsal yaşam ve alışkanlıklardan gelen insanlarız. Egemen sistemin bize yönelik etkilerinden yalıtık olmadığımız gibi, yaşam koşullarımız bir bütün olarak çeşitli sorun ve zaafların kaynağı olabilmekte.

Nihai planda ortadan kaldırmayı düşündüğümüz ama bugün, o nihai aşamaya ulaşma yolunda işlevinden dolayı zorunluluğuna inandığımız tüm unsurlar, sınıflı toplumlara ait yapıların doğal sonucu olarak, proletaryayı üretebildiği gibi karşıtını yani burjuvaziyi de üretebiliyor; onun yeni bir biçimde var olmasını sağlayabiliyor.

Tam da bunun için sorgulama ve yüzleşme, tüm yaşamımız boyunca elden bırakamayacağımız başlıklardır. Proleter devrimci yaşamımızın sigortalarıdır denilebilir. Pratiğimizi ne kadar sorgulayabiliyorsak, hata ve olumsuzluklarımızla ne kadar yüzleşebilirsek, o kadar ilerliyor ya da ilerlememizi devam ettiriyor, o kadar sağlam duruyor ya da sağlam duruşumuzu devam ettiriyoruz demektir.

Buna karşılık, tersi tüm davranışlar da devrimci kimliğimizin kemirgenleri oluyor demektir.

Şehitlerimizin yaşamı da bu noktada olumlu örneklerle doludur. Kendimize yaşadıklarımızı derinleştirecek sorular sorup yanıtlarını ararken başucu kaynağımız onların yaşamlarıdır.

Örneğin herhangi bir beklentiye girmeden, yüksek disiplinle ve tüm benliğimizle çalışmayı hayata geçirebiliyor muyuz? Sorunlar karşısında hızlı düşünme, çözücü olma, pratik davranma konularında ne durumdayız?

Güvenlik ve düşmanın saldırıları karşısında ne derece yaratıcı, uyarıcı ve ilkeliyiz? Günlük faaliyetimizi rutinin dışına taşımayı ne derece becerebiliyoruz vb.

Örneğin Süleyman Cihan yoldaş… Tarihe Not isimli kitapta Süleyman yoldaşın anlatıldığı bölümde onun için “Pratik görevler konusunda disiplinli ve takipçi idi, bu alandaki işini iyi yapardı. (…) Pratik mücadele içinde çabuk hareket eden bir yapısı vardı ve bazen de birçok tehlikeyi sezgileriyle atlatırdı” denilmekte; iki yoldaşının yakalandığı bir operasyonu öğrendiğinde Ankara’da olmasına rağmen hızla İstanbul’a hareket ettiği ve gerekli önlemleri aldığı örneklendirilmektedir.

Yine aynı kitapta “Eylemlerde cesur ve soğukkanlı idi. 1977 yılında bir çuval içinde Komünist dergilerini taşırken, Harem iskelesinde polisler çeviriyor ve çuvalı aramak istiyorlar. Süleyman karşı çıkıca polisler silah çekip gözaltına almak istiyor, o da silahını çekiyor ve çatışma başlıyor” (İbrahim Ünal, s. 257-258, Ayrıntı Yayınları) deniliyor.

Benzer şekilde Cemil Oka yoldaşın mütevazı yaşamından ve bu özelliğinin ilişkiye geçtiği insanlar üzerindeki etkisinden de bahsediliyor ve “Yetiştiği aile yapısına uymayan bir mütevazılığı vardı. Örneğin kalacağımız bir eve vardığımızda yeşil kabanını üstüne çeker, bir köşeye kıvrılır yatardı” deniliyor.

Mehmet Zeki Şerit yoldaş için de heyecan olduğu vurgusu yapılarak “Çok hareketli bir arkadaş olduğunu bildiğimiz için, nasıl bir görev vereceğimizi de bilmiyorduk. Askeri çalışmaya daha yatkın ve istekli idi. Bir süre evde kalmasını uygun gördük. Çık sık olmamakla birlikte dışarı çıkıp içeri giriyordu. Evde kalırken askeri alanla ilgili çalışmalar yapmasını söyledik. Patlayıcı hazırlanması ve bubi tuzakları ile ilgili bir dizi araştırma ve çalışma yaptı. Formüller oluşturdu…” denilerek yaratıcığına vurgu yapılıyor.

Kitleler ve devrim için çalışmada başarılı olabilmek için her birimizin kişiliğimizde birçok şeyi aşmış olması ya da bu “aşma mücadelesini” sürekli kılması gerekir. Örneğin emeğimizi, hiçbir kayıt ve koşulla sınırlamadan, tümüyle amaçlarımıza paralel harcamayı öğrenmiş olmamız önemlidir. En küçük görevlerden, “günlük işler”imizden başlayarak tüm varlığımızı mücadeleye sunma kültürü ile mi çalışıyoruz?

Mesela yayınlarımıza yazı yazıyor muyuz, yazdığımız yazılarda nelere dikkat ediyor, eleştirileri ne kadar dikkate alıyor, kendimizi ne kadar aşmaya çalışıyoruz?

Burada Zeki Uygun yoldaşımızı anmamız gerekir… “Partizan dergisi yazı kurulu üyeliği için özel göreviyle Mazgirt ve Nazımiye’de bulunduğu sırada yaşam biçimiyle yöre halkı üzerinde bıraktığı saygın izler unutulur gibi değildi. Çalışkan, yaratıcı ve üretken bir yoldaşımızdı. Zihni uyuşukluğun üzerine gider, eleştirir ve çevresindeki insanları bu yönde eğitmeye, seferber etmeye özel önem verirdi. Doymak bilmez bir okuma ve öğrenme hırsına sahipti. Ben Zeki’yi tanıdığım ilk günden itibaren bu örnek özelliğine tanık olmuşumdur. Sonrasında bu yargım daha da pekişti. Bulunduğumuz kamp alanında herkesten önce uykudan kalkıp okumaya-yazmaya başlar, arada bir spor yapıp satranç oynar, yemek aralarında kısa sohbetlerden sonra çalışmasını gün boyunca sürdürürdü. Son derece planlı bir çalışma tarzına sahipti.” (age, s. 425)

Yazı yazma eylemi birçokları tarafından küçümsense de şehit yoldaşlarımızın mücadele deneyimlerinden bu konuda da öğrenmek gerekir. Gerillaya katılmadan önce çalıştığı Malatya’da köylülerle yaptığı söyleşilerle alanda kalıcı ilişkiler yaratan Muharrem Yiğitsoy yoldaştan Tokat Hapishanesi’nde kadın tutsakların yaşadıklarını ve de sonrasında Dersim’de köylülerin katliam anlatılarını öyküleştiren Sefagül Kesgin yoldaşa; hapishanedeyken de tıpkı dışardaki gibi gazetenin her sayısına birden fazla makale yazan Suzan yoldaşa…

Ya da “Devrimin atak, fedakâr ve bilgili kadroları olalım” derken kendisi, bu sözün hakkını veren yaşamıyla Mehmet Demirdağ yoldaş… Mehmet yoldaş, gerilla yaşamının “en olumsuz” koşullarında bile, hiç boş durmaz, elindeki tüm imkânları kullanarak, değerlendirerek sürekli okur ve yazardı. (Devam edecek)

4730

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar