Pazar Aralık 1, 2024

"Özerlikçi"Anayasa sonrasında Bolivya dersleri (1)

“Anayasacıların öncelikle önemsedikleri şey, otorite ve gücün sınırlandırılması ve dağıtılmasıdır. Bu sınırlamalar felsefe ve ahlâki tartışmaların geniş alanından beslenir...”[2]

Ağustos 2011’de, Yuracare, Moxeno ve Chiman topluluklarına mensup 1000-1500 kadar yerli protestocu, yaşam alanlarını oluşturan, Beni eyaletindeki Isibore Secure Yerli Teritoryası ve Ulusal Parkı’nı (TIPNIS) boydan boya kat edecek otoyol inşaatı projesine karşı, Beni’nin merkezi Trinidad kentinden başkente doğru yürüyüşe geçti. 25 Eylül 2011 günü göstericiler, Beni’nin Yukuma bölgesinde güvenlik güçleri tarafından, şiddetli bir çatışmanın ardından durdurularak dağıtıldı.

Latin Amerika’daki toplumsal hareketleri izleyenler için sıradan bir haber. Kıtanın yerli halklarının, devlet ya da çokuluslu şirketlerin topraklarındaki faaliyetlerine karşı mücadeleleri, son 20 yılın en diri toplumsal muhalefet hareketlerinden birini oluşturmakta.

 Olayı “sıra dışı” kılan ise, geçtiği ülke: başını yerli halkların çektiği yaygın ve kapsamlı mücadeleler sonucu 2005 yılında tarihinin ilk “yerli” başkanını göreve getiren ve 2009’daki referandumla kabul edilip yürürlüğe giren Anayasası’nda sınırları dâhilindeki yerli topluluklara geniş bir özerklik tanıyan Bolivya[3]…

Bolivya’nın yeni Anayasası, bir yandan sınıfsal, bir yandan da kimliğe ilişkin (“kültürel”) düzenlemeleriyle, neo-liberalizme karşı toplumsal mücadelelerde gerçekten de son derece önemli bir dönemeci oluşturuyor.[4] Ülkeyi “özgür, bağımsız, egemen, demokratik, kültürlerarası, adem-i merkezi ve özerkliklere sahip üniter, sosyal, çokuluslu, komünoter bir hukuk devleti” (md. 1) olarak tanımlayan Anayasa, ikinci maddesinde de “özgün köylü yerli ulus ve halkların sömürgecilik öncesi döneme dayalı varlığı ve kendi toprakları üzerindeki kadîm hâkimiyetini göz önünde bulundurarak, devletin birliği çerçevesinde kendi kaderini özgürce tayin haklarını garanti altına” almaktadır. Anayasa’nın 190-191. maddeleri ise “özgün köylü yerli ulus ve halkların”[5] kendi kaderini tayin hakkını nasıl hayata geçireceklerine dair düzenlemeleri içerir.

Bolivya’da yerli halkların autonomía’sının nasıl hayata geçirileceğini tanımlayan çerçeve yasa, Ley Marco de Autonomías y Descentralización (LMAD - Özerklikler ve Adem-i merkezîleşme Çerçeve Yasası) ise 2010 yılında kabul edildi. Bu yasalar ve onların hayata geçirilmesine yönelik düzenlemeler ile birlikte, kıta yerlilerinin, Bolivya örneğinde yıllardır (hatta kimi yorumlara göre yüzyıllardır: Beyaz Avrupalılarca sömürgeleştirildiklerinden beri) mücadelesini verdikleri kendi teritoryalarında kendilerini, kendi örf ve adetlerine (usos y costumbres) göre yönetme talebinin hayata geçirilmiş olduğunu varsaymak, mümkün hâle gelmişti…

Ya da çok değil, bir-iki yıl önce, neo-liberal küreselleşme karşıtları koalisyonunda hâkim olan duygular, bu yöndeydi.

Ne ki, Evo Morales’i ve iktidardaki MAS (Movimiento al Socialismo = Sosyalizme Doğru Hareket) partisini son yıllarda sıkıştıran muhalif eylemlere[6] eklenen TIPNIS kalkışması, Bolivya Anayasası’nın (ve ilişkin çerçeve yasanın) yerli taleplerini karşılama kapasitesinin ve bu alanda oluşan iyimserliğin sorgulanmasına yol açacaktı.

Sol cenah genelde, Bolivya’daki gelişmelere ilişkin iki kestirmeden birine yönelmekte. Bunlardan ilki, Jeffery Webber’in (2012) tutumunda örneklendiği üzere, Morales yönetimini “neo-liberal modelin sürdürücüsü” olarak zemmetmek; ikincisi ise, bazı MAS yöneticilerinin, hatta bizzat Evo Morales’in yaptığı üzere, yerliler dâhil tüm muhalif unsurları “darbecilik, Amerikan ajanlığı, karşıdevrimcilik, AID’den yardım almak”la suçlayıp lanetlemek[7]… 

Oysa Bolivya’daki gelişmeler, bu iki kestirmeyle açıklanamayacak kadar karmaşık, ve küresel neo-liberal kapitalizme karşı sosyalist bir alternatif arayışında olanlar açısından son derece önemli derslerle yüklü. Bu nedenledir ki bu yazıda, iki uçlu kestirmeciliğe düşmeksizin, 2009 Anayasası sonrası Bolivya’daki durumu, “yerli özerkliği”ne ilişkin sorunlar çerçevesinde irdelemeye çalışacağım.

Bu sorunları, dört düzlemde toplamak mümkün gözüküyor:

1) Doğulu oligarkların isyanı ve özerklik talepleri ile yerli özerklik talepleri arasındaki örtüşme olasılığı;

2) Ülkenin yerli topluluklarının çeşitliliği ve bölünmüşlüğü;

3) Yerli iç hukukunun kimi vakalarda İnsan hakları ile çelişmesi;

4) “Sol” kalkınma paradigması/Buen vivir çelişkisi.

Ancak bu başlıklara girmeden önce, Evo Morales ve MAS yönetiminin uyguladıkları ekonomi politikaların niteliği konusunda bir fikir edinmek gerekiyor.

 

Bolivya: “Sosyal Soslu Kapitalizm” mi?

 

2000’li yılların başlarında patlak veren halk ayaklanmalarının ardından işbaşına gelen Morales/MAS iktidarının, Bolivya’da sosyalist bir rejimi kurmadığı, bilinen bir durum. Ülkenin ekonomik yaşamı ve stratejik kaynakları, hâlen doğu eyaletlerinde (Oriente: Santa Cruz, Beni, Tarija, Panda) konuşlanmış olan oligarkların kontrolü altında. Çokuluslu şirketler, üzerlerindeki denetim sıkılaşmış olsa da faaliyetlerini sürdürüyorlar. Ve Bolivya, toprak bölüşümündeki adaletsizliklerle ünlü Latin Amerika kıtasının en vahim durumdaki ülkesi olmayı sürdürüyor. 

Buna karşılık Morales yönetimi, servetin yeniden dağıtımı ve çokuluslu şirketlerin faaliyetlerinin denetim altına alınması konusunda oldukça ileri adımlar attı: Örneğin Mayıs 2006’da yayınlanan 28071 sayılı yönerge ile petrol ve doğalgaz sanayileri kısmen kamulaştırıldı ve bu alanda faaliyet gösteren çokuluslu şirketler ülkenin en büyük iki doğalgaz alanındaki kâr payını yüzde 50’den yüzde 82’ye çıkartan yeni sözleşmeleri imzalamak zorunda kaldı. Böylelikle ülkenin doğalgaz gelirleri, beş yıl içinde on kat artarak 2005’teki 608 milyon dolardan 2010 yılında 6 milyar dolara yükseldi. MAS yönetimi, bu gelirin önemli bir bölümünü “Ulusal Kalkınma Planı” gereği kamusal yatırımlara ve ülkenin en dezavantajlı kesimlerini (okul çocukları, yaşlılar, hamile kadınlar) hedefleyen toplumsal destek programlarına aktarmakta. Bu aktarımlar sonucu, kamusal yatırımlar kısa sürede hissedilir bir biçimde artarken (2005’te 629 milyon, 2009’da 1.9 milyar dolar) istihdamda hızlı bir artış yaşandı. Dahası, iktidar Bolivya’nın yeni oluşan “Topraksızlar Hareketi”nin doğu eyaletlerindeki oligarkların ellerinde yoğunlaşan işlenmeyen toprakları işgalini destekleyen bir “Tarım Reformu”nu da devreye soktu.[8] Böylelikle Morales yönetimi, ilk beş yılı içinde, 900 000 yerli-köylüye, 41 milyon hektar toprak dağıttı. 

Bu kadar da değil. Bolivya’nın halkçı-sol iktidarı, bağımsızlıkçı, antiemperyalist konumuyla da dikkatleri üzerinde toplamakta. Federico Fuentes (2012), Morales Bolivyası’ndaki gelişmeleri şöyle değerlendiriyor:

 

“Bolivya devleti kapitalist olmayı ve hükümet derinlemesine kök salmış kapitalist kültür ve toplumsal ilişkiler çerçevesinde işlemeyi sürdürse de, başarılı bir seçim ve ayaklanma mücadeleleri bileşimi aracılığıyla günümüzde yerli-popüler güçlerin devlet içerisinde önemli iktidar konumlarını denetimleri altında tuttuğu da aynı ölçüde doğrudur. Bu konumlardan, çeşitli stratejik sektörlerde gerçekleştirilen kamulaştırmalardan kaynaklanan devlet gelirlerindeki artışı yabancı hükümetlere bağımlılıktan kurtulmaya başlamak üzere kullandılar. Bu güçlü iktisadî konum, Bolivya devletini yönetenlerin, emperyalist hükümetler ve uluslar arası malî kurumların borç karşılığında talep ettikleri her türlü dayatmadan uzak bir tarzda kendi iç ve dış politikalarını yürütmelerine olanak sağladı. ABD ordusunun Bolivya ordusuyla olan bağları kopartıldı.”

 

“Yarımay” Oligarklarının İsyanı: Autonomía!

 

Dünyanın en yoksul ve gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden birinde[9] Morales yönetiminin bu “mütevazı” hamleleri dahi, ülkenin doğu yarısında yer alan (ve “yarım ay: Media luna” olarak adlandırılan) dört eyalette üstlenmiş ve ülke ekonomisinin büyük bölümünü kontrol eden oligarkların ayaklanmasına yetti. 

Santa Cruz eyaletinin başı çektiği, Beni, Panda ve Tarija eyaletlerinden oluşan “Yarımay”ın iktisadî yükselişi, gerçekte göreli yeni bir olguydu ve zengin maden (özellikle de kalay) yataklarıyla ünlü ülke batısında madenciliğin gerilemesine koşut olarak gerçekleşmişti. Büyük bir bölümü, ülkenin gevşek göç yasalarından yararlanarak gelip yerleşmiş Avrupalılardan oluşan “Yarımay” zenginleri, bir yandan bölgedeki zengin doğalgaz, petrol ve orman kaynaklarının açığa çıkması, bir yandan da Bolivya’nın neo-liberal yönelişinin dümenini eline geçiren öz evlatlarının[10] Bolivya neo-liberalizminin açığa çıkardığı ekonomik fırsatları bu eyaletlere yönlendirmeleri sayesinde hızla yükselmişlerdi. Ne ki “neo-liberal saltanat” kısa ömürlü oldu ve 2000’li yılların başlarından itibaren yerli toplulukların başını çektiği bir dizi halk ayaklanması, Morales’in sol-halkçı iktidarını görev başına getirdi.

Bu altüstlük süreci, bir yandan oligarşinin partilerini bir anda siyaset sahnesinden silip süpürürken, Morales’in yerli (Chapere bölgesi koka yetiştiricilerinin) sendikal hareketinden doğan partisi MAS’ın oy tabanını istikrarlı bir biçimde genişletmesine yol açacaktı. Böylelikle, ülke çapında siyasal sahneye çıktığı 2002

seçimlerinde oyların yüzde 21’ini alan MAS, 2005’teki başkanlık seçimlerinde oy oranını yüzde 53’e, 2009 seçimlerinde ise yüzde 64’e yükseltmeyi başaracaktı. Bu, Doğu oligarklarının merkezî siyaseti etkileme umudunu tümüyle yitirmeleri anlamına geliyordu. Böylelikle yerel iş çevreleri, toprak sahipleri ve siyasal elitlerden kendilerine geniş (ve kabul etmek gerekir ki “militan”[11]) bir “toplumsal taban” devşirdikleri bölgesel siyasete yöneldiler. Bu yönelişin siyasal ifadesi ise, Autonomía/Özerklik talebi olacaktı. Santa Cruz elitlerinin başını çektiği bu özerklik hareketi, doğal kaynaklar ve vergilendirme dâhil tüm alanlarda siyasaları belirleme konusunda bölgesel yetke talebi etrafında örülmekteydi. 

İşin çetrefilli yanı ise, “Yarımay” oligarklarının Doğu bölgesinde yaşayan yerli toplulukları etkileme girişimleriydi.[12]

 Bu, kritik bir konudur; çünkü Bolivya’nın nüfusunun yüzde 60 kadarı kendini “yerli” olarak tanımlarken, kısmen ya da tamamen Quechua ya da Aymara kökenli olduklarını söyleyenlerin oranı % 32 dolayındadır. Yerli nüfusun geri kalanı, çoğu ülkenin Doğu kesiminde ve güneydeki Chaco bölgesinde yaşayan 34 yerli grubu arasında bölünmüştür. Çoğu Amazon kökenli pek çok farklı kültür ve dile sahip bu gruplar arasında 180 000 kadar Guarani’nin yanı sıra, Moxos, Sirionó, Yuracaré gibileri ön plana çıkmaktadır.[13] Doğu/Güney yerli topluluklarıyla Batı’nın yayla bölgelerinde yaşayan Aymara ve Quechua halkları arasındaki, az ileride ele alacağım farklılık ve çelişkiler, “Yarımay” yerlilerini kimi durumlarda Santa Cruz, Beni, Pando ve Tarija elitleriyle aynı saflara düşürmektedir.

Şu hâlde, Bolivya siyasal yaşamında “Özerklik” konusunun taalluk ettiği sorunlardan biri, Doğulu oligarkların talep ettiği özerklik ile yerli halkların mücadelesini sürdürdükleri özerklik talepleri arasındaki örtüşme olasılığıdır. Morales yönetiminin “Yarımay” oligarklarının bölgesel kaynakları yönetme ve vergileri bölgesel yönetimleri finanse etmede kullanma taleplerine yanıtı, Anayasa’daki (gerçekte yalnızca yerliler öngörülerek formüle edilmiş) özerklik ilkesini, Çerçeve yasası ile oldukça karmaşık, çok-katmanlı bir hâle getirmek olmuştur. “Bu yeni özerklik biçimleri, daha fazla adem-i merkezîleşme gereksinimini iktidarı bölgesel elitlerin elinde yoğunlaştırmaksızın karşılıyor. Yeni Anayasa’da Bolivya devleti doğal kaynaklar, toprak dağıtımı ve ekonomik politikalar konusunda tam denetimi elinde tutarken, alt yönetim biçimlerine göreli küçük idarî sorumluluklar ve yasama erkleri tevdi etmektedir.” (Rice 2012).

Ancak yerel yönetimlere “sınırlı sorumluluk” yükleme anlamındaki bu tasarrufun anlamı, bir yandan yerel birimlerin özerklik uygulamasına geçişini son derece zor ve karmaşık kılan bir bürokratik işlemler dizisinin kurallaştırılması,[14] bir yandan da özerklik uygulamasının kültürel (kültürel mirasın yönetimi, eğitim, dil) ve (kısıtlı ve tartışmalı bir biçimde) hukuksal (medenî ve ceza hukuku) alanla sınırlı kalması olacaktır.[15]

Ne ki sorunlar bununla bitmemektedir. Bir başka sorunlar dizisi, gerek Bolivya Anayasası, gerekse Çerçeve Yasa’nın, ülke yerlilerinin karmaşık ve son derece çeşitli bir yapı sergilediği gerçeğinin üzerinden atlamasından kaynaklanır.

 

“Tektip” Bir Yerlilik mi?

 

Yeni Bolivya Anayasası’nın özerklik düzenlemelerinin esin kaynağı, Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO)’nün 1989 yılında, yerli toplulukların bünyesinde yaşadıkları modern toplumlarla sancısız bir şekilde entegrasyonunu öngören 109 sayılı Konvansiyonu’nun yerine kabul edilen ve yerlilerin “farklılık” hakkı ile “kendi kaderlerini tayin hakkı”nı tanıyan 169 sayılı Konvansiyonu ile BMÖ Genel Kurulu’nda 2007 tarihinde kabul edilen, aynı ilkeleri haiz “Yerli Halkların Hakları Bildirgesi”dir. 

Kıta yerlilerinin uzun soluklu mücadeleleri sonucu biçimlenmiş bu uluslar arası belgelerin temel zaafı, yerlileri parçalanmamış, türdeş, çelişkilerden arî bir kültürel bütün olarak kavramalarıdır. Uluslar arası toplumun “yerli” tanımı, az çok şöyledir:

 

“Yerli cemaatler, halklar ve uluslar, kendi toprakları üzerindeki istila öncesi ve sömürge öncesi toplumlarla tarihsel sürekliliğe sahip olup, kendilerini bu topraklarda başat olan toplumların diğer sektörlerinden farklı gören gruplardır. Günümüzde toplumun başat-olmayan sektörlerini oluştururlar ve ata topraklarını, etnik kimliklerini, kendi kültürel örüntüleri, toplumsal kurumları ve yasal sistemleriyle uyum içerisinde, halklar hâlindeki varoluşlarının temeli olarak korumaya, geliştirmeye ve gelecek kuşaklara aktarmaya kararlıdırlar.”[16]

 

Bolivya Anayasası’nın “yerli” tanımı da yaklaşık olarak böyledir. Örneğin, Yedinci Bölüm 289. maddesi yerli özyönetimini “toprağı, kültürü, toplumsal ve iktisadî örgütlenme ya da kurumları paylaşan” yerli halklara tanımaktadır. 290. madde ise, yerli özyönetiminin her bir yerli halkın “normları, kurumları, yetke ve işlemleri” doğrultusunda uygulanacağını belirtmektedir.

Anayasa uyarınca özerkliği hayata geçirmeye yetili halkların bu “türdeşlik” tahayyülü, (“toprağı, kültürü, toplumsal ve iktisadî örgütlenme ya da kurumları paylaşma” koşulu), kısmen Doğu oligarklarının özerklik taleplerinin önünü kesmek için formüle edilmiş olabilir. Kısmen ise, yerli toplulukları, Beyazların araçsal uygarlık tahayyüllerinden “farklı”, Pachamama (“Toprak Ana”) ile yeryüzü canlılarının birliğine dayalı bir cosmovisión’a sahip, eşitlikçi, paylaşımcı cemaatler olarak sunan yerli söylemine dayanmaktadır.[17] Ancak kaynağı ne olursa olsun, Bolivya’nın yerli halklarının çoğunluğunun günümüzde yaşamakta olduğu heterojen kentsel mekânları Anayasa’da öngörülen yerli özerkliğinden yoksun bırakıp özyönetimi göreli türdeş, tecrit kırsal cemaatlere özgü kıldığı, ortadadır. (Cameron 2012)

Öte yandan, bu özselci “yerli” imgesi, birkaç bakımdan gerçek-dışıdır: Öncelikle, yerli cemaatlerin geleneksel olarak sunulan pek çok pratiği, yakın zaman önce “icat edilmiştir”. Yerli cemaatler, ihtiyaç oldukça sürekli olarak yeni pratikleri benimser. İkinci olarak, yerli cemaatler kültürel ve normatif çatışkılardan bağışık değillerdir. Dahası, cemaat içi çelişkiler, son yılların, farklı cemaat ve inançlardan yerlileri bir araya getiren kentleşme süreçleri ile birlikte yoğunlaşmıştır. Üçüncü olarak, yerli hukuk sistemlerinin çoğu, sömürge çağından itibaren sömürge (ve ardından da devlet) hukukuyla, dinamik ve eşitsiz bir ilişki içerisinde biçimlenmiştir ve “saf, katışıksız” olmanın çok uzağındadır. (Van Cott, 2000). 

Tüm bunların yanı sıra, Bolivya’nın “yerli, köylü ve özgün halk ve ulusları”nın tekil bir “yerli” klişesiyle karakterize edilemeyecek kertede çeşitlilik gösterdiğini vurgulamak gerekir. Örneğin, ülke nüfusunun önemli kesimini oluşturan Quechua ve Aymaralar ülkenin Batı yarısında yaşarlar, geniş ölçüde kentleşmişlerdir; uzun madenci geçmişleri ve mevcut koka yetiştiricisi konumlarıyla Bolivya’nın toplumsal mücadelelerinin ana gövdesini oluştururlar. Buna karşılık Doğu kesiminde yaşayan yerli grupları, küçük dilsel cemaatler hâlinde çeşitlenmiştir; kentleşme oranı düşüktür; bir bölümü kendilerine ayrılmış ortak alanlarda (Tierras Comunitarias de Origen = Köken Ortak Topraklar: TCO’lar) geçimlik tarımla uğraşır, vb. 

Anayasal düzenlemeler, Doğu ile Batı yerli yaşam tarzları arasındaki bu farklılığın üstesinden, özerkliğe geçişin iki tipini ayırt etmekle gelmeye çalışmaktadır. Batı bölgelerinde nüfusun çoğunluğunu yerlilerin oluşturduğu yerel yönetimler referandumla kabul edilmesi durumunda özerk yerli yönetimlerine dönüşebilirken, Doğu kesiminde özerkliğin uygulanacağı birim, TCO’lardır. Ancak her durumda, bu proje bir yandan (sömürgeciliğin ve ulus-devletlerin kendilerine dayattığı sınırları kabul etmeyen yerli talep ve tahayyüllerinin tersine) özerkliği sınırları belli kendiliklere hasrederken, bir yandan da “özerklik” talebinin kendisini “belediyecilik” işlemlerine indirme riskini içerir 

Günümüz Bolivya’sındaki özerklik tartışmaları, bu iki farklı kesimi karşı karşıya getirmişe benzemektedir. Morales ve MAS’ının kitle tabanının oluşturan ülkenin batısındaki halklar çoğunlukla hükümetin özerklik projesini yeterli bulurken Oriente’deki yerli kuruluşları bu tasarıma ağır eleştiriler yöneltmektedir.

Ancak Doğu ve Batı yerlileri arasındaki çelişkiler salt özerkliğin nasıl yorumlanışıyla sınırlı değildir. Yaşam ve geçim tarzları arasında temel çelişkiler söz konusudur: Örneğin yazının başında sözünü ettiğim TIPNIS’i kat edecek karayolu projesi, TIPNIS sakinleriyle bölgenin tarıma açılmasından ve ürün nakliyatının olanaklı hâle gelmesinden çıkar sağlayacak koka yetiştiricisi Aymara ve Quechua yerleşimcilerini karşı karşıya getirmiş, taraflar arasında yer yer çatışmalar yaşanmıştır.[18]

 

“Yerli Hukuku” “Evrensel Hukuk”a Karşı mı?

 

Bolivya, 2007 Anayasası’ndan da önce, daha 1990’lı yıllarda gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri aracılığıyla yerli cemaatlerin kendi içlerinde kendi örfî hukuklarını uygulama hakkını tanımış, bir başka deyişle hukuksal çoğulculuğu[19] uygulamaya sokmuştu. Böylelikle, cemaatlerin, kuramsal olarak iç sorunlarında “atasal” adaletlerini (“Yerli Cemaat Adaleti”) gerçekleştirebilme olanağı ortaya çıkmıştı.

Ancak bu hukuksal çoğulculuk, cemaat örflerinin (evrensel) İnsan Hakları çerçevesiyle çelişmesi ölçüsünde, İnsan hakları, özellikle de kadın hakları savunucularının şiddetli eleştirilerine maruz kalacaktı. Çünkü bireysel hak ve sorumluluklara dayanan “evrensel” (?) hukukun tersine, cemaat hukukunun temel ilkesi, cemaat dayanışması ve bütünlüğünün korunması idi ve bu uğurda, idam, cemaatten ihraç, kırbaçlama gibi fiziksel cezaları içeriyordu. 

Bunun yanı sıra, örneğin Evrensel (= Batı) hukuk(u) nezdinde suç oluşturmayan “büyücülük”, ikiz (ya da engelli) doğum, din değiştirmek gibi “fiiller” yerli cemaatlerinden bazılarında infaz, işkence, fiziksel ceza, cemaatten kovulma ya da (engelli, ikiz ya da kız bebekler ve yaşlılarda olduğu üzere) ölüme terk edilme gibi “müeyyide”lerle karşılaşırken, kızların ilk aybaşı gördüklerinde başlık parası karşılığında yaşlı erkeklerle evlendirilmeleri “suç” ya da “kabahat” sayılmak bir yana, teşvik görmektedir.[20] 

Bu durum, Bolivya hukuk sistemini, yerli cemaatlerin örfî hukuklarını uygulamasına olanak sağlama yükümlülüğü gibi bir “temel (kolektif) hak” ile bireysel özgürlük, beden bütünlüğü, kadın hakları gibi temel bireysel haklara ilişkin taahhütleri arasında bir ikilem içerisinde bırakmaktadır. Merkezî yönetimin bu alanda ortaya çıkan sorunlara yanıtı ikili olmuşa benzemektedir: yerli hukuku konusunda içtihat(lar) oluşturup faaliyetlerini düzenleyerek “ulusal” hukuk ile Yerli Cemaat Adaleti’ni bağdaştırma görevini yeni kurulan (ve üyeleri, şaşırtıcı bir kararla halk tarafından seçilen) Anayasa Mahkemesi’ne tevcih etmek; ve yeni düzenlemelerle (özellikle 2010 tarihli Çerçeve Yasa ile) Yerli Cemaat Adaleti’nin etki alanını sınırlandırmak. Yeni yasa ile cemaat adaleti ancak toprak anlaşmazlıkları ve küçük suçların yargılanmasıyla sınırlandırılırken tecavüz, cinayet ya da uyuşturucu kaçakçılığı gibi suçlar merkezî mahkemelerin görev alanına bırakılmıştır.[21]

[Öte yandan, “Yerli Cemaat Adaleti” nosyonunun, bir önceki başlık altında ele almaya çalıştığım, “homojen, bütünleşmiş, çelişkisiz” bir cemaat tasarımından malûl olduğu bir kez daha vurgulanmalı. Günümüzde hiçbir “cemaat”, (elitlerinin iktidar konumlarını payandalayacak ideolojik bir söylem olmanın dışında) çelişkilerden arî, türdeş kendilikler olma iddiası güdemez. Gençlerle yaşlılar, kadınlarla erkekler, geleneksel önderlik konumlarıyla modern hareketlerin (sendikalar, kooperatifler vb.) sağladığı pozisyonlar, kırsal yerleşimlerle kentler, eğitimlilerle eğitimsizler, farklı dinsel aidiyetler… yerli “cemaati” içerisindeki farklılaşmış konumlara tekabül etmektedir, bu konumların “adalet”e ilişkin nosyonlarının farklılaşması da şaşırtıcı olmayacaktır. Burada kanımca önemli olan, cemaatlerin bu farklılığın kabulüyle kendi adalet sistemlerini, kendi girişimleriyle dönüştürmeye teşvik edilmesidir. Sayıları hızla artan yerli hukukçular bu konuda uygun kanaat önderleri işlevini üstlenebilir.]

 

Kalkınmaya Karşı “Buen Vivir”

 

Ne ki yerli Morales’in başkanlığındaki iktidarla kimi yerli grupları arasındaki mayınlı araziler bunlardan ibaret değil. Taraflar, aynı zamanda ülke kaynaklarının bölüşümü ve kullanımı konusunda –belki de en iyi, yerli liderlerin Morales’i “bir And mallku’su olarak değil de solcu bir sendika lideri olarak davranmakla”[22] eleştirmesinde ifadesini bulan- farklı mantıklardan hareket etmektedir. 

Gerçekten de MAS, ana gövdesini kentli Aymara ve Quechua’ların oluşturduğu, Bolivya’daki emek hareketinin XX. yüzyıldaki iki ana ekseninin, 1950-60’lı yılların maden işçileri aktivizminin [ve onların etkin sendikal örgütü COB (Central Obrera Boliviana = Bolivya İşçi Merkezi)’un] ve onun ardından yükselişe geçen koka yetiştiricileri eylemciliğinin buluşmasından oluşmuş bir siyasal partidir. Evo Morales ise, bilindiği üzere, koka yetiştiricileri hareketinin önderi. MAS’ın hazırlanmasında önayak olduğu yeni Anayasa, yerli dünya görüşünü temel düstur kabul eder,[23] ama dibacesinde ülkenin sınıf mücadelesi geleneğine bağlılığını ilandan geri durmaz:

 

Çoğulcu bir birleşim olan biz Bolivya halkı, tarihin derinliğinde geçmiş mücadelelerden, sömürgeciliğe karşı yerli ayaklanmasından ve bağımsızlık döneminde halkın özgürlük mücadelesinden, yerlilerden, sosyal ve emek yürüyüşlerinden, su ve “Ekim” savaşlarından, ülke ve bölge için yapılan mücadelelerden esinlenerek, bu mücadelelerde şehit düşenlerin anısıyla yeni bir devlet inşa ediyoruz. 

 

Bolivya Anayasası’nın girişindeki şu ifadeler ise, “emek eksenli” ve “yerli” cosmovisión’ları bağdaştırma girişimidir:

 

Bu devlet, herkes arasında saygı ve eşitlik temelinde, egemenlik, saygınlık, tamamlayıcılık, dayanışma, uyum ve toplumsal ürünün hakkaniyetli yeniden dağıtımı ilkelerine dayalı, bu topraklarda yaşayanların iktisadi, toplumsal, hukuksal, siyasal ve kültürel çoğulluğuna saygı temelli iyi yaşam arayışının hâkim olduğu, herkesin su, iş, eğitim, sağlık ve konuta erişebildiği kolektif yaşam üzerine yerleşir.

 

 Bolivya, bugün kapitalist üretim ilişkilerini kıramamış, ancak ilerleyen bir devletleştirme/kamulaştırma yoluyla refahı tabana yaymaya çabalayan, sosyal adaletçi/halkçı bir “kalkınma” projesi görünümündedir. Morales ve MAS yönetimindeki devlet, toprakları üzerindeki ve altındaki kaynaklar üzerindeki denetimlerini, emperyalizme bağımlılıktan kurtulmak, yoksulluğu ortadan kaldırmak ve halkın refah düzeyini yükseltmek amacıyla kullanmaya öncelik vermektedir.

Buna karşılık, yerli hareketler, Immanuel Wallerstein’ın deyişiyle, “kendi kaynakları üzerinde daha fazla denetim ve yalnızca ulusal-olmayan aktörlerle değil, aynı zamanda kendi ulusal hükümetleriyle daha iyi düzenlemeler elde etmeye çalışmaktadır. Genelde hedeflerinin iktisadî büyüme değil, PachaMama’yla, yani Toprak Ana’yla uyum sağlamak olduğunu söylerler. Yeryüzü kaynaklarını daha fazla kullanmayı değil,

ekolojik dengelere saygı gösteren daha sağlıklı bir yaşama ulaşmayı hedeflediklerini savunurlar. Peşinde oldukları buen vivir’dir: iyi yaşam.”[24]

Gerçekten de sorun, gelir dağılımı dünyanın en adaletsiz, en yoksul ülkelerinden birinde, sanıldığından daha karmaşıktır: doğusunda üstlenmiş oligarkların nüfuz ve etkilerini kırma yetisini sergileyemeyen, emek eksenli ve sosyalizm esinli bir iktidarın, ülkenin doğal kaynakları üzerinde tedricen denetimi sağlayarak onları “bağımsızlık ve gelişme” yolunda istihdam etme girişimi karşısında, teritoryal kaynaklar üzerinde (yerel çıkarlar ya da “iyi yaşam” adına) daha fazla denetim hakkı isteyen bir özerklik talebi…

Latin Amerika’nın, toprakları üzerinde önemli bir yerli nüfusa sahip ve iktidara gelişlerinde yerli hareketlerinin önemli rol oynadığı halkçı-sol yönetimlerinin tümü bu ikilemle karşı karşıyadır; özellikle de uzun sömürgecilik ve emperyalizme bağımlılık tecrübeleri sonucunda kırsalın hemen tümüyle tahrip olduğu, kentsel nüfusun aşırı şiştiği ve büyük ölçüde üretkenlikten çıktığı, kapsayıcı ve derinleşen yoksulluk koşullarının hüküm sürdüğü, kaynakların son derece hoyrat ve kirletici bir tarzda kullanıldığı… bir toplumsal manzarada…

Bu (ve benzeri) koşullarda, bu gibi çapraşık soru(n)lara getirilecek Correa’varî çözümler,[25] ancak palyatif bir nitelik taşıyacaktır…

* * *

Bolivya’nın (ve genelde Latin Amerika’nın) halkçı-sol iktidarı ile özerklikçi hareketleri karşı karşıya getiren, yukarıda anahatlarıyla özetlemeye çalıştığım bir dizi sorunun, ekoloji ve kimlik eksenli hareketler için olduğu kadar, sınıf temelli/sosyalist hareketler için de önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sorunlar, neo-liberal müdahale ve ona eşlik eden postmodern yönelişin birbirinden kopartıp karşı karşıya getirdiği “sınıf” ve “kimlik” eksenlerini yeniden bağdaştırma yükümlülüğüyle karşı karşıya olan günümüz antikapitalist muhalefeti için hayatî bir önem taşımaktadır ve “Kahrolsun!” ya da “Yaşasın!” kestirmeciliğinden fazla bir ilgi ve kafa yormayı hak etmektedirler…

 

7 Temmuz 2012 10:42:24, Ankara.

 

N O T L A R

[1] Bu yazı, Bolivya Anayasası, Hukuk, Demokrasi, Özerklik (Der.: M. Fevzi Özlüer, I. Özkaya Özlüer, T. Şirin, N. Sinan Odabaşı - Phoenix Yayınları, Kasım 2012, ss. 41-62) başlıklı kitapta yayınlandı… Kaldıraç, No:151, Ocak 2014… 

[2] Andrew Vincent, Theories of State/ Devlet Teorileri. 

[3] Aslına bakılırsa, sınırları dahilinde yaşayan yerli topluluklara şu ya da bu ölçüde özerklik sağlama fikri (ve uygulaması) Latin Amerika ülkelerinde neo-liberal siyasaların (sivil hükümetler eliyle) hayata geçirildiği 1990’lara rastlamaktadır. Bolivya dahil pek çok Latin Amerika devleti, XX. yüzyılın son onyıllarında, Anayasal ve yasal düzlemlerde değişiklikler gerçekleştirerek, uluslarının “çoğul uluslu, çokkültürlü vb.” yapısını tanımış ve yerli toplulukların kültürel kimliklerini tanıyan düzenlemelere gitmiştir. Ancak bu neo-liberal düzenlemelerin yerli halklardan çok, yaşadıkları bölgelerdeki kaynaklara erişme çabasındaki şirketlere yaradığı, yerli örgütlerinin temel eleştirilerinden biri olmuştur. “Cemaatlerin çoğunluğu için,” diyor örneğin Nancy Grey Postero, “çoğu yerli-olmayan yerel elitlerin siyasal gücünü büyük ölçüde arttırdı. Bunun pratikteki anlamı, bugün siyasal partilerin belediye, hatta cemaat işlerine karışmalarıdır. Devlet Bolivya’da en ücra köye ulaşmıştır.” (akt. Schabus 2004). 

[4] Anayasa’yı ve toplumsal mücadeleler açısından getirilerini tartışan bir yazı için bkz. Özbudun (2009). 

[5] Konuya yabancı olanlara gereksiz bir tekrar gibi gelebilecek “özgün köylü yerli ulus ve halklar” terimi, gerçekte Bolivya Anayasası’nı hazırlayan Kurucu Meclis’te yaşanan uzun tartışmaların ardından varılan uzlaşıyı yansıtmaktadır. Bolivya’da yaşayan (ve bizim burada kısaca “yerli” olarak tanımladığımız) halkların pek çoğu indigena (yerli) terimi ile tanımlanmayı reddederek, “originario” (özgün/ilk) ya da “campesino” (köylü) tanımını yeğlemektedir. (Cameron, 2012) Bu “anlaşmazlık” dahi, yerli halklar arasındaki ileride ele alacağım bölünmelerin bir işaretidir.

[6] Bolivya’da Morales yönetimine karşı tek muhalefet, TIPNIS’i kat edecek otoyol inşaatına karşı çıkan yerli topluluklarından gelmiyor. Ülkenin (“Yarımay” olarak adlandırılan) doğu yarısındaki oligarkların zaman zaman darbe girişimlerine dek uzanan sert muhalefetine ek olarak, son dönemlerde işçi sendikaları, kamu çalışanları, sağlık görevlileri çeşitli vesilelerle sık sık protesto gösterileri düzenliyorlar. Öyle ki, AIN (Andean Information Network = Andlar Bilgi Ağı, 2012) adlı medya kuruluşu düzenli olarak bir “barikat ve protesto takvimi” yayınlamaya başladı.

[7] Bkz. BoliviaBella.com; Achtenberg (2011).

[8] Rice, 2012.

[9] 2007 yılında ülke nüfusunun en yoksul yüzde 20’lik dilimi toplam gelirin yüzde 2.2’sini alıyorken, en zengin yüzde 20’lik dilimin payı yüzde 59.7 idi. En zengin yüzde 10 ise, toplam gelirin yüzde 42.7’sine el koymaktaydı. [Statistical Yearbook of Latin America and Carribeans, (2010)]

[10] Örneğin askerî diktatörlüğü döneminde (1971-1978) neo-liberal uygulamaların önünü açan Hugo Banzer, Santa Cruz’luydu ve hükümetinde cruceño’lara (Santa Cruz sakinleri) ağırlıklı yer vermişti. 1980’li yıllardan itibaren neo-liberal konumlara kayan ve 20 yıla yakın bir süre Banzer’in partisi ADN (Milliyetçi Demokratik Hareket) ile birlikte başkanlığı elinde tutan MNR (Movimiento Nacionalista Revolucionario = Milliyetçi Devrimci Hareket) de Santa Cruz’da üstlenmişti. (Eaton, 2011). 

[11] “Yarımay” oligarklarının muhalefeti genellikle açlık grevi, grev, barikatlarla yol kapatma vb. biçimler alıyorsa da, paramiliter eylemler de eksik olmuyor. Bunlar arasında en kötü şöhretlisi, Morales yönetiminin direniş önderlerinden Santa Cruz

valisi Rubén Costas ile sıkı ilişkiler içindeki ABD büyükelçisi Philip Goldberg’i sınırdışı etmesinin ertesi günü, Pando’nun muhalif kaymakamı Leopoldo Fernández’in bir protesto yürüyüşü yapan MAS yandaşı yerli-köylülere yönelik katliamdır. Katliamın bilançosu, 19 ölü, en az 53 yaralıydı. (Rice 2012) 

[12] Santa Cruz elitlerinin eyalet yerlilerinin “yandaş gösterileri”ni örgütlemek üzere eyalet cemaatlerine gıda ve diğer yardım vaatlerinde bulunması sıkça eleştiri konusu yapılmaktadır. Santa Cruz “sivil toplumu”nun şemsiye örgütü Santa Cruz Yandaşı Komite (CPSC), bölge elitlerinin ırkçı konumlarına karşın, özellikle Guarani yerlileri arasında yandaş devşirmek üzere çalışmaktadır. (Eaton, 2007) 

[13] “34 of Bolivia’s 36 Ethnic Groups March Against Indigenous President” BoliviaBella.com

[14] Bu işlemlerin ayrıntılı bir anlatısı için bkz. Cameron 2012.

[15] Cameron (2010) başka bir yerde Çerçeve Yasa’nın Anayasa’da öngörülen özerklikleri ciddi bir biçimde daraltırken, özerklik işlemlerinin karmaşık yerel yönetim süreçlerine dahil ettiği yerlileri de bu yolla Bolivya devletinin idarî işlev ve mantığına tabi kıldığını tartışır. 

[16] BM’nin Azınlıklara Karşı Ayırımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Altkomisyonu’nun tanımı, akt.: Van Cott, 1995: 23, dn. 3.

[17] Van Cott (2000) yerli liderlerin “kuşaklar boyu aktarılan tutunumlu, üzerinde uzlaşılmış, tartışmasız norm ve işlemler, kültürel saflığını koruyarak devletten özerk olarak işleyegelen sistemler” imgesini vermeye çalıştığını, bu hukuk sistemlerinin “yerli halklara özgü uyumlu bir yaşam tarzını destekleyip koruduğu” izlenimini vermesine özen gösterdiklerini vurguluyor. Bu, Spivak’ın (1987) “stratejik özselcilik” olarak tanımladığı görüngüye denk düşmektedir.

[18] “Bolivia: TIPNIS Marchers Face Accusations and Negotiations”, 26 Ağustos 2011, Bolivia Rising.

[19] Aslına bakılırsa “hukuksal çoğulculuk”, sömürgeciliğin bir mirasıdır. Van Cott’dan (2000) aktaracak olursak, “hukuksal çoğulculuk, tekil bir teritorya üzerinde ayrı normatif sistemlerin varlığına işaret eder; bu genellikle sömürge yönetimleriyle bağlantılandırılan bir durumdur. Sömürge yönetimlerinde, devlet-altı hukuk sistemlerinin uygulanışı genellikle devletin taraf olmadığı kültürel ya da kişisel konularla sınırlıydı ve örfî pratiklerin Avrupalı yargıçların duyarlılıklarını rencide olması durumunda, “tiksinti hükmü” yürürlüğe sokulurdu. Hukukçular 1970’lerden bu yana hemen tüm toplumların hukuksal çoğulculuğun kimi veçhelerini sergilediklerini kabullenmektedirler. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da sömürge iktidarlarını izleyen ve Avrupa-tarzı yasal sistemleri benimseyen pek çok çok-etnili devlet, özellikle dinsel azınlıkları ve coğrafî açıdan tecrit, kültürel açıdan da yabancılaşmış yerli halkları hususunda belli ölçülerde örfî hukuk uygulamasına gitmiştir.”

[20] Bkz. Keillor, (tarihsiz). Her ikisi de “hukuksal çoğulculuğu” hayata geçiren Bolivya ve Kolombiya’nın karşılaştırmalı bir incelemesi için bkz. Van Cott (2000).

[21] Alpert (2012). 

[22] Mallku, And bölgelerinde konsensüs yoluyla yöneten geleneksel cemaat önderleridir. Lucero (tarihsiz).

[23] “Devlet çoğul toplumun şu etik ve ahlakî  ilkelerini  kabul eder ve geliştirir: ama qhilla, ama llulla, ama suwa (tembel olma, yalan söyleme, hırsızlık yapma), suma qamaña (iyi yaşa), ñandereko (uyumlu yaşa), teko kavi (iyi yaşam), ivi maraei (kötülüğü olmayan toprak) ve qhapaj ñan (soylu yol ya da yaşam).” (Bolivya Anayasası, madde 8/1).

[24] Immanuel Wallerstein, (2010).

[25] Ekvador’un halkçı-sol devlet başkanı ülkenin Amazonlar bölgesinde yer alan koruma altındaki Yasuni’nin petrol kaynaklarını işletmeye açma kararı yerli örgütlerin şiddetli muhalefetiyle karşılaştığında, çözümü, zengin Kuzey ülkelerinden Amazonları koruma adına bir çeşit “tazminat” talep etmekte bulmuş, Almanya, İspanya, Belçika, Fransa ve İsveç, Yasuni petrollerinin işletmeye açılmaması koşuluyla, Ekvador’un bu korumadan doğacak zararlarını tazmin etmeyi kabullenmişti. (Wallerstein, 2010)

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Achtenberg, Emily (2011). “Bolivia: TIPNIS Marchers Face Accusations and Negotiations”, , Bolivia Rising, 26 Ağustos 2011. AIN (Andean Information Network) (2012). http://ain-bolivia.org/2012/02/ains-calendar-of-bolivian-blockades-and-protests/

Alpert, Emily (2012). “In Bolivia, Many Indigenous Communities Turn to Vigilantism to Fight Crime”, Indian Country, 8 Şubat 2012, http://indiancountrytodaymedianetwork.com/2012/02/08/in-bolivia-many-indigenous-communities-turn-to-vigilantism-96576.

Cameron, John D. (2010). “Is this What Autonomy Looks Like? Tensions and Challenges in the Construction of Indigenous Autonomy in Bolivia,” 6-9 Ekim 2010 tarihlerinde Toronto’da (Kanada) toplanan Latin Amerika Araştırmaları Derneği’nin toplantısı için hazırlanan tebliğ.

- (2012). “Bolivia’s Contentious Politics of ‘Normas y Procedimientos Propios’”, 23-26 Mayıs 2012 tarihleri arasında San Francisco’da (ABD) toplanan Latin Amerika Araştırmaları Derneği’nin 30. Kongresi için hazırlanan tebliğ

Eaton, Kent (2007). “Backlash in Bolivia: Regional Autonomy as a Reaction Against Indigenous Mobilization”, Politics & Society. 

- (2011). “Conservative Autonomy Movements. Territorial Dimensions of Ideological Conflict in Bolivia and Ecuador”, Journal of Comparative Politics, cilt 43, sayı 3.

Fuentes, Federico (2012). “The Morales Government: Neoliberalism in Disguise?”, International Socialism, 11 Nisan 2012. http://www.zcommunications.org/the-morales-government-neoliberalism-in-disguise-by-federico-fuentes

Keillor, Doug (tarihsiz). “Ensuring International Individual Rights to Due Process and Groups Rights to Autonomous Indigenous Institutuions: Indigenous Community Justice Under Bolivia’s Plurinational Constitution”, American University International Law Review, http://lexopus.yiil.org/lexopus/works/1170-1.pdf.  Lucero, José Antonio. “The Paradoxes of Indigenous Politics”, Quarterly Americas, http://americasquarterly.org/node/2439.

Özbudun, Sibel (2009). “ ‘Eşitlik’ ile ‘Özgürlük’, ‘Sınıf’ ile ‘Kimlik’, ‘İktisat’ İle ‘Kültür’ Bağdaşabilir mi? Ya da Nasıl Bir Anayasa (Bolivya Anayasası Örneği)”, Birgün, 7-8 Ekim 2009, s. 10 ve 12.

Rice, Roberta (2012). “Regional Autonomy and Municipal Politics in Post-Neoliberal Bolivia”, 23-26 Mayıs 2012 tarihlerinde San Francisco’da (ABD) toplanan Latin Amerika Araştırmaları Derneği’nin 30. Kongresi için hazırlanan tebliğ. 

Schabus, Nicole (2004). “Indigenous Autonomy. To Fit into the Status Quo or Challenge It”, 2004, http://www.latautonomy.org/EstudioPolitico_NSchabus.pdf.)

Spivak, G. C. (1987). In Other Worlds: Essays in Cultural Politics, New York, Methuen. Statistical Yearbook of Latin America and Carribeans, (2010). http://www.eclac.org/cgi-bin/getProd.asp?xml=/publicaciones/xml/7/42167/P42167.xml&xsl=/deype/tpl-i/p9f.xsl&base=/tpl-i/top-bottom.xslt

Van Cott, Donna Lee (1995). “Indigenous Peoples and Democracy: Issues for Policymakers”, Donna Lee Van Cott (der.), Indigenous Peoples And Democracy In Latin America, St. Martin’s Press, New York.

- (2000) “A Political Analysis of Legal Pluralism in Bolivia and Colombia”, Journal of Latin American Studies, 32: 207-234.

Wallerstein, Immanuel (2010). “The Latin American Left and Indigenous Autonomy”, Climate & Capitalism, http://climateandcapitalism.com/2010/08/17/the-latin-american-left-and-indigenous-autonomy/

Webber, Jeffrey (2012). “Revolution Against ‘Progress’”, International Socialism, Ocak 2012, http://www.isj.org.uk/?id=780

 “34 of Bolivia’s 36 Ethnic Groups March Against Indigenous President”, BoliviaBella.com

95362

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar