Cumartesi Kasım 30, 2024

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

Susumuş, susturulmuş, sersemleştirilmiş ve doğruların yanlış, yanlışların doğru olarak sunulduğu bir ortamda, sermaye daha fazla palazlanır. Emperyalist tekeller istediğini kolaylıkla yapar. Ve kıyasıya; çalışanların daha fazla sömürülmesi ve bu sömürüden daha fazla pay almak için bir yarış, kavga başlar. Ve sokaklar çapulcularla dolup taşar. Ve kitlelerin gözünde it izi at izine karışır. Çalışan emekçiler o kadar sersemleştirilmiştir ki, birbirinden çok farklı olan izleri seçemez.
Bunu yapmak için, önce sahneye, kelli felli liberal “aydınlar” sürülür. Bunlar, “demokrasi aşıkları” ve “demokrasinin kararlı savunucuları” olarak tanıtılır. Zaten, bütün yazılı ve görsel medyada bunlar vardır. Bunların dışında aykırı ses bulunmaz, yer verilmez. Ve genelde, çoğu “sol kökenli” gösterilmeye özen gösterilir ki, kitleler kolayca etkilenebilsin. Çünkü ezilenler, solu dürüst bilir, kendinden bilir. Doğru da bilir.
Liberallerin eşliğinde, ülkenin başbakanı olacak kişi, bol bol “demokrasi” nutukları çeker. “Batı istediği için değil, kendileri istediği için demokrasi” vaatlerinin ardı arkası kesilmez. Liberaller daha bir coşar, muhalif gözükenlere adeta savaş açarlar. Öncelikle de solu tüketmeye çalışırlar. “idelojik olarak solun bittiğinden”, çağın gerisinde kaldığından” ve hatta bazı yeminli ahmaklar gibi “gericileştiğinden” dem vururlar ki, kitlelerin solla birleşmesinin önü kesilsin, kitleler içinde etkinliği kırılsın. Böylece, “demokrasi”lerini rahatlıkla uygulayabilsinler.
Sermayenin önündeki ideolojik engelleri temizleme görevlileri olarak çalışır, liberaller. İşçi ve emekçileri yanlış yönlendirmeye, özellikle de kitlelerin ileri kesimlerini ideolojik ve siyasal olarak elimine etme çabaları daha fazla öne çıkar. Onları, sermaye düzeninin birer savunucusu haline getirme gayretleri vardır. “Sermayenin sunduğu fırsatlar bir gün size de düşer” hayallerini geliştirmeye çalışırlar.
Burjuvazinin temsilcileri için bazı “sol” menşeli küçük burjuvalarda bu koroya katılırlar. Burjuvazinin bu oyununa “evet” diyerek katkı sunarlar. Egemen sınıf klikleri arasındaki çatışmada, birinin yanında diğerine karşı "demokrasi için" tavır almışlardır. Bu, küçük burjuva oportünizmin tipik tarihsel sosyolojisidir.
Liberallerin demokrasiden anladıkları, sömürünün devam etmesi, bölüşümün kitlelerin sürekli aleyhine olmasıdır. Asla özel mülkiyete karşı değildirler ve onun kutsallığını savunurlar. Hatta, çok kar yapan işverenleri överler. Çok iyi çalışıp çok kazandığından dem vururlar. Oysa, o "karın" işçilerin alınteri olduğu, işçilerden çalındığını asla ve asla yazmazlar ve yazanlara da sert bir şekilde karşı çıkarlar. Ama, arada bir, Afrika’daki açlardan da söz etmeyi unutmazlar, ki demokratlıklarına halel gelmesin!
Liberaller, sermayeye ait ne varsa hep kutsadılar. Emperyalistlerin, Afganistan’ı, yıllardır canlı atış poligonu haline çevirmelerini kutsadılar. Irak’da 1,5 milyonu aşkın insanın katledilmesine “amin” dediler. Onlar ki, Batılı emperyalistlerin canavarlıklarını “demokrasi aşkına” alkışlamaktan büyük bir zevk aldılar.
Emperyalistlere, kitleleri oyalayacak oyuncular gerekli. Yani, satranç tahtasının başına oturanlara piyonlar lağzım. Baş piyon Türk devleti. Erdoğan bu nedenle seçilip getirildi. Türkiye içinde Erdoğan’a ayak bağı olanlar temzilendi, hizaya sokuldu. Ayrıca, bir de ideoloji gerekliydi. O zaten vardı, geliştirildi. Sünni islam!
Solun gelişmediği yerde, milliyetçilik ve dincilik gelişir, geliştirilir. Kitlelerdeki sol düşüncenin yıkılması, biat kültürün egemen kılınması ancak böyle olabilir. Baskılarda bunlara eşlik eder. Bunların tek bir düsturu vardır: muhalif olan, sermaye için tehlikeli olan ezilmeli. Solcular ve ulusal haklarını isteyen Kürtler ezilmeli! İşçiler ezilmeli, asla ayak baş olmamalı!
Toplumdaki sınıf farkı hariç, tüm mezhepsel, dinsel, ulusal ve hatta şimdiye kadar sesi çıkmayan etnik ve dinsel farklar, farklılıklar öne çıkarılır. Sınıf kimliği özellikle unutturulmaya çalışılır. Onun yerini diğerleri alır, aldırılır. Aynı fabrikada çalışan işçiler, sömürücü patrona karşı birleşerek haklarını almak yerine, birbirine düşman ettirilir. Kürt mehmet ile Türk mehmetin kardeşlikten başka paylaşacakları bir şey yokken, sınıf kardeşliği ellerinden alınıp, etnik düşmanlık ellerine tutuşturulur.
İşçi ve emekçilerin yıllar süren mücadeleleri sonucu kazandıkları tüm demokratik haklar çeşitli gerekçeler adı altında zorla geri alınır. Grevler, toplu sözleşmeler yasaklanır ya da kısıtlamalara gidilir. İşçi haklarını arayan sendikalara baskılar artar ya da işçiler, patron yanlısı sendikalara üye olmaya zorlanır.
Böylesi dönemlerde, egemen sınıflar arasında da pastadan pay alma yarışı daha da kızışır. Palazlanmalar artar. Yoksulluklar, yolsuzluklar ve her tülü çirkefliklerin döndüğü dönem böylesi dönemlerdir. Liberaller ve sermaye çevreleri, “büyoruz”, “gelişiyoruz” diye fetva verirler. Vurgunlar arttıkça, sömürü katmerleştikçe, baskılar arttıkça kitleleri en fazla etkileyecek gerici ideolojiler, hurafeler piyasaya sürülür ki, sermayenin pisliklerinin üstü örtülsün. Dinin toplumsal bir afyon olduğu gerçeği böylesi dönemlerde daha iyi görülür.
İşçi sınıfının ve emekçilerin sustuğu, susturulduğu bir ortamda, meydan çapulculara kalır. İşçi ve emekçilerin ileri unsurlarının ve örgütlerinin sustuğu, susturulduğu bir ortamda, kitleler bir süre yönünü kaybeder. Her geçen gün baskıların artarak sürmesi bundandır.
Sermayenin başbakanı Erdoğan’ın çırpınışları boşuna değil. Çalma ve çırmanın ayyuka çıktığı bir ortamda, ondan bekleneni yapıyor. Her tarafa saldırıyor. İyi olan her şeye saldırıyor. Çünkü emperyalist ve yerli sermaye böyle istiyor. Dönemin iyi bir piyonu olarak Erdoğan ve AKP’de, görevlerini yerine getiriyor. Tersi bir durumda, sermaye onları bir saniye bile orada tutmaz.
Bu gerçekler, burjuvazinin de tarihsel olarak ne denli çürüdüğünü, durdukça insanı ve doğayı daha fazla çürüttüğünün, kokuttuğunun yalın göstergeleri oluyor.
Solculara çok iş düşüyor ve onları çok zorlu görevler bekliyor!
Emperyalistlerin yapmak istedikleri çok basit. Dünya pastasını yeniden bölüşmek. Bu pastanın en büyük dilimlerinden biri olan Ortadoğu’nun yeniden bölüşümünü yapmak. ABD ve Batılı emperyalistler, buraya bütünüyle egemen olmak istiyor. Çin ve Rusya ise, pastanın bu büyük dilimini bütünüyle ABD ve partneri AB’li büyüklere kaptırmak istemiyor.
Dünyanın gözleri önünde süren bu dalaşmanın nedenleri, kitlelere, “çok bilinmeyenli denklem” olarak sunuluyor.
Suriye’de bu oyunun bir kubanı. Küresel sisteme bütünüyle entegre etmek. Suriye’den istedikleri “demokrasi” değil, istedikleri, sermayenin karlarının daha fazla artması... Bu da insan kanıyla oluyor. Onun için kan akıtıyorlar ve insanların bir tavuk gibi boğazlanmasını piyonlarından istiyorlar. Sonra sıra İran'a gelsin.
ABD ve Batılı emperyalistler, bir avuç emperyalist ülke dışında hiç bir yerde “demokrasi” istemezler. kendi ülkelerinde olanı kadarını dahi istemezler. Kendi ülkelerinde de demokrasicilik oynamaya mecbur kalıyorlar. Arka cepheyi sağlama almak için.
Direnen halk, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmasını çabuk öğrenir. Mücadele, onu, doğru olanın yanına iter. Çünkü o, doğru olanı istiyor. Çünkü o hakkını istiyor.
Ve Mısır halkı, Türkiye ve Ortadoğu halklarına örnek olmaya devam ediyor!
***
11.12.2012
110356

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Sayfalar