Ve Dersim; “Türklük sözleşmesine uymayanlar!” (1/2 )
Ermeni Soykırımı’nın üzerinden 105 yıl geçti. Bu süre içerisinde soykırımı gerçekleştiren devlet, resmi olarak henüz yargılanmamış, tavır alınmamış ve mahkum edilmemiştir.
Ama bu devletin uluslararası halklar nezdinde soykırım ve soykırımın ardındaki konumu görülmüştür. Yahudi Soykırımı gibi Ermeni Soykırımı da dünya halklarınca deşifre olmuş ve kınanmıştır. Bundan dolayıdır ki, her 24 Nisan günü bu jenosit sadece Ermeniler tarafından değil dünya halkları tarafından kınanır, soykırımı gerçekleştiren devlet mahkum edilir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından 1915’te gerçekleştirilen ve “Kurtuluş Savaşı” döneminde sonlandırılan Ermeni Soykırımı’nın perde arkası giderek daha fazla açığa çıkmıştır. Bu soykırım 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı döneminde gerçekleştirilmiştir. O dönem soykırımı yapan devletin “müttefiki” olan Alman emperyalizmi de soykırımı desteklemiştir. Bu gerçek de iyice deşifre olmuştur.
Bir devletin sınırları içerisinde yer alan Ermeniler yok edilmiştir diğer yanda ise sosyalist bir cumhuriyet içinde yer alan Ermeniler varlıklarını devam ettirmişlerdir. Farklı akıbete uğrayan Ermeniler aynı tarihsel süreçte ve toprakları yan yana olan bir toplumdu. Soykırımla yok edilenler emperyalizmin güdümündeki Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yer alırken, günümüze değin varlıklarını devam ettiren Ermeniler, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sınırları içinde yer almıştır.
Bu kıyaslama burjuva bakış açısınca pek yapılmaz. Hatta 15 ortak sosyalist cumhuriyetin yer aldığı sosyalist toplum, hep aslı astarı olmayan ideolojik ve siyasi saldırılara tutulmuştur. Uluslararası burjuvazi ve tüm gerici devletler tarafından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği içinde yer alan Ermenistan ve Ermenilerin günümüze değin varlıklarını nasıl devam ettirdikleri görmezden gelinmiştir.
Bu yazımızda Ermeni Soykırımı’yla birlikte, Sosyalist Ermenistanı vareden tarihsel dönemece de değineceğiz.
Ermeni Soykırımına Giden Süreç…
Ermeniler 1514 yılından beri Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer almışlardır. Çaldıran Savaşı’ndan yenik çıkan Safevilerin (İran) sınırları içindeki Ermeni topraklarının önemli bir bölümü Osmanlı İmparatorluğu tarafından ilhak edilerek kendi sınırlarına dahil edilir.
Ermeniler o tarihten itibaren zorla feodal fetihçi imparatorluğun sınırları içinde tutulmuş, şiddet-i cebre maruz kalmış, dini baskı altına alınmış, sömürüye ve aşırı vergi ödemesine tabi kılınmıştır.
Ermeniler 19. yüzyılın ikinci yarısına doğru uluslaşma sürecine girmişlerdir. Henüz yeni de olsa Ermeni burjuvazisi oluşmaya ve kırsal alanda üretim tarzı gelişmeye başlamış ve köylülükte farklılaşma ile birlikte giderek işçi kesim de oluşmaya başlamıştır.
Böylece saf feodalizmin doğal ekonomisi yıkıma uğramış ve birbirinden kopuk pazarlar birleşmiş ve merkezi pazar sistemi oluşmuştur. Pazar birliği ile beraber oluşan toprak birliği, dil birliği, kültürel birlik Ermenileri uluslaşma sürecine sokmuştur. Henüz bu gelişmeler kapitalizmin şafağıdır, feodalizmin tasfiye olmadığı ama çözülme sürecine girdiği dönemdir.
Böylece Ermenilerde ulusal yapı oluşur. Bunun sonucu dini baskıyla beraber ulusal baskı altına da alınmışlardır. Bu baskı ve tahakküme karşı Ermeni örgütlenmeleri ve Ermeni isyanları gelişir. 1887’de Hınçaklar, 1890’da Taşnak örgütleri kurulur.
1887’de başlayan Zeytun (Maraş), 1891 yılında olan Sason (Siirt, Muş), 1892-1894 yıllarında Van, Erzurum, Kilikya (Adana ve civarı), Bitlis, Palu, Erzincan, Dikranagerd (Amed), Bayburt, Mersin, Kayseri vb. il ve bölgelerde olan irili ufaklı ayaklanmaları Ermeni örgütleri desteklemiş ve bir kısmında aktif olarak yer almışlardır. Ancak bu ayaklanmalar, 1894’te II. Abdülhamit döneminde bastırılır ve 200-300 bin Ermeni katledilir. Bir kısmı da topraklarından sürülür.
Taşnak ve Hınçak örgütleri illegal yapılarını, 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’le birlikte legal yapıya büründürürler. Bunun sonucu Taşnaklar 1908 Meşrutiyeti ile II. Abdülhamit’i deviren İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile, Hınçaklar Prens Sabahaddin ile hareket ederler.
Bu ittifaka rağmen 1909’da Kilikya katliamı olur. 30 bin civarında Ermeni öldürülür. Bu katliam Taşnaklar ile İTC arasında gerginlik yaratsa da ilişki devam eder. İTC o dönemler iktidara yeni gelmiştir ve Balkanlar dışında henüz geniş kitle destekleri bulunmamaktadır.
İç Anadolu ve imparatorluğun doğu topraklarında Türk ulusal kimliği henüz zayıftır. Bu yörelerin toplumunda dini kimlik esastır. Dolayısıyla İTC’nin o yörelerde kitle ilişkisi zayıftır. Bundan dolayı Anadolu topraklarındaki Ermenilere ihtiyaç duyarlar.
Ermenilerin ulusal yapıya kavuşmaları sonucu II. Abdülhamit’e karşı tepkileri onları politik arenaya yeni çıkan İTC’ye yakınlaştırır. İmparatorluğun doğusunda kitle temeli oluşturmak isteyen İTC Ermenilerle ilişki kurar. Amaçları Ermenileri kendi denetimleri altında tutmaktır.
Bu durum devlet kademelerini iyice ele geçirene kadar devam eder. Doğu illerinde örgütlenmelerini giderek geliştirirler.
Ermeni Soykırımın Başlangıcı
Nitekim 1913’ün Ocak ayında yaptıkları darbeyle Abdülhamit yanlılarını, Prens Sabahaddin yanlılarını, Kürt muhaliflerini tutuklar ve hapishanelere doldururlar. Böylece kendi çıkarları doğrultusunda devlet erkini yeniden düzenlerler. Devlete hakim olurlar ve soykırım örgütlenmesine giderler:
1) Bunun üzerine 2. Meşrutiyet sonrası İTC tarafından batıda illegal olarak oluşturulan ve askeri saldırılar ve eylemler yapan Teşkilat-ı Mahsusa örgütünü Ermenilerin olduğu doğu bölgesine çekerler. Erzurum ili Teşkilat-ı Mahsusa’nın merkezi olur.
İllegal olan bu örgüt Ermeni topraklarına çekildikten sonra 1914’te legal hale getirilir. Bu örgüte doğrudan Ermeni Soykırımı’nı örgütleme rolü yüklenir.
2) Teşkilat-ı Mahsusa askeri olarak Ermeni Soykırımı’nın örgütlenmesine gider. Bunun için soykırımda yer alacak askeri birimler oluşturur. Bunu yörenin ağaları, şeyhleri, gerici aşiretleri üzerinden ve göçmenler ile hapishanelerden çıkartılan tutsaklar üzerinden yaparlar.
3) 1914’ün Ağustos ayında seferberlik ilan edilir ve Ermeni ile Rum erkeklerini kamplarda toplarlar. 15-60 yaş grubundaki bu kesimlerin kamplarda toplanmasının nedeni olarak çıkan I. Paylaşım Savaşı gösterilir. Oysa gerçek amaç soykırımdan önce Ermeni ve Rum asıllı erkek nüfusun mümkün mertebe etkisiz hale getirilmesidir.
Taşnak örgütü bu gelişmelerden rahatsız olur. Ve 17 Ağustos 1913’te Cenevre’de yaptıkları VII. Kongrelerinde İTC ile bağlarını dondurma kararı alırlar. Bunun üzerine İTC, Ermenileri rahat bırakmaz. Taşnaklara Rusya’ya karşı eskisi gibi birlikte hareket etmeleri yönünde baskı ve teklifler yaparlar. Bunun üzerine Taşnak örgütü 2-14 Ağustos 1914 tarihinde bir kongre daha yapar.
Bu kongreye İTC, Bahattin Şakir başkanlığında bir heyet gönderir ve Ermenilerin kendileriyle beraber hareket etmeleri halinde Ermenilere “özerklik” teklifi yapar. Tabi ki bu teklif samimi değildir. Amaç Taşnak örgütünü kandırmaktır.
Tabi ki bu teklifin altında klasik tarzda “bizimle hareket etmezseniz karşınızda bizi bulursunuz” tehdidi yatmaktadır. Taşnaklar bu teklifi reddederler ve tarafsızlık politikasını savunurlar.
Ve Soykırım Süreci
İTC ve Teşkilat-ı Mahsusa, 24 Nisan 1915’te Ermeni aydınlarını tutuklarlar. Oluşturulan göstermelik Divan-ı Harb mahkemelerinde “yargılanan” aydınların bir kısmını idam bir kısmını tehcir ederler. Böylece Ermeni Soykırımı başlatılır.
Bundan dolayı Ermeniler, 24 Nisan’ı soykırım günü ilan ederler. O dönem soykırıma direnen Vanlıların direnişi kırılır ve soykırım katmerli boyutlara tırmandırılır. Önceden planlanan tehcir başlatılır. Tehcirde yer alanların çoğunluğunu kadınlar, çocuklar ve yaşlılar oluşturur.
Tehcir sırasında kimileri kurşuna dizilir, kimileri uçurumlardan atılır, kimileri açlıktan ve hastalıktan katledilir. Ayrıca kadınlara tecavüz edilir. Bu tecavüzler sonucu kadınların çoğu çocuklarıyla uçurumlardan kendilerini atarak intihar ederler.
Erkekler ise toplandıkları Amele Taburları’nda kurşuna dizilir, uçurumlardan atılır, açlık ve susuzluktan ölüme terkedilir ve zorlandıkları tehcirde katledilirler. Böylece Ermeni Jenosidi 1915-1916 yıllarında tamamlanır… Ermeniler imparatorluk topraklarında ulus olarak yok edilirler.
Topraklarına, mallarına, yarattıkları tüm değerlere el konulur…
Bu soykırımın perde arkasında Almanya ve Avusturya-Macaristan devletleri de vardır. 1. Paylaşım Savaşı’nda birlikte yer aldıkları İTC’nin kendi içinde gerçekleştirdiği soykırımı zorunlu görürler. Osmanlı İmparatorluğu’nun önüne konulan Kuzey Afrika seferleri, Kafkasya ve Orta-Asya’ya açılmaları ve oraları ilhak etmeleri, Alman devletinin yaptığı planların ta kendisidir.
Alman emperyalizminin yarı sömürgesi olarak paylaşım savaşında yer alan Osmanlı devleti, Alman emperyalizminin çıkarlarını yerine getirmek için içteki Ermenileri, Rumları ve Süryanileri/Asurileri yok etmesi gerekiyordu.
Ayrıca “Kurtuluş Savaşı”nda da Antep, Maraş, Urfa ile Kars, Ardahan ve girilen Ermeni topraklarında 200 bine yakın Ermeni katledilir. Zaten “Kurtuluş Savaşı” Ermenilerin ve Rumların katledildiği, tehcire zorlandığı bir “savaş”tır.
105. yılında Ermeni Soykırımı’na kısaca değinmeye çalıştık. Bir kez daha bu katliamı kınıyoruz.
*****************************************************************************************
Ve Dersim; “Türklük sözleşmesine uymayanlar!” (2)Dersim, 1915 Ermeni tehciri ve soykırımının yaşandığı yıllarda insani duruş sergileyen illerin başında gelir. Ermenilerin korunmasını üstlenen Kürt Alevi-Kızılbaş kimliğine sahip Dersimliler bugün örnek olarak gösterilirken, devletin bütün tepkisini üstlerine çekmişlerdir.
Devlet vicdanlı ve onurlu bir duruş sergileyen Dersimlilerin bu tutumunu bir kenara not etmiştir. Bunun bedeli de çok ağır olmuştur. 1937/38 yıllarına gelindiğinde Dersim’in akıbeti de Ermenilerden farklı olmamıştır. Ermenilerin başına gelenler, Dersimlilerin de başına gelmiştir.
Hayatlarını riske atarak, emirlere uymayanlar, kararlara karşı çıkanlar, direnenler, kariyerlerini kaybedenler 1915 yılında yaşanan acı gerçeklerdir. Bu durumu yani emirlere uymayanların başına gelenleri Siyaset Bilimci Barış Ünlü “Türklük Sözleşmesi”ne uymayanlar olarak belirtmektedir. Devletin emirlerine uyanlar için ise bütün imkan ve olanaklara kapı aralanıyordu.
“Ermenilerin yok edilerek sorunların hallolacağı”nı ileriye süren anlayış 1938’te bir kez daha kendini göstermiş ve “Türklük Sözleşmesi”ne bir madde daha eklenmiştir. O da “Kürt Sorunu” maddesidir. Kürtlerden ve Kürtlere yapılanlardan hiç kimse bahsetmeyecektir.
Ermeni ve Kürt Sorununa değinmeyenler için bütün zenginliklerin kapısı aralanırken, bahsedenler ise en ağır yaptırımlara ve cezalara maruz kalacaktır. İşte bugüne kadar devam eden çatışmaların, sıkıntıların, buhranların bütün sorunların ana kaynağı Türkiye Cumhuriyeti kurucu sözleşmesine karşı gelen Ermeni ve Kürt gerçekliğidir.
Seyit Rıza ve diğer aşiret reisleri: “Dersim’e kaçan kurtulurdu…”
Dersim, 1915 yılında Ermenilerin hür oldukları tek bölgeydi. Seyit Rıza Ermeniler ile Aleviler arasındaki farkın “bir soğan zarı kadar” olduğunu söyler. Çarsancak ile Çemişgezek’te yaşanan katliam ve kırımlara rağmen Dersim dağları Ermenilerin sığınak yerleri olmuştur.
Tehcir kafilelerinden yollara düşen bir grup, Kemah boğazına gelince, erkekler kafilelerden çıkarılır. Ahırlara kapatılır. Daha sonra öldürülmek üzere Kemah Köprüsü’ne götürülür. Bir grup Ermeni bu katliamdan şans eseri kurtulur. Öldü diye bırakılırlar. Kurtulanlar dört günlük uzun yürüyüşten sonra Dersim’e ulaşırlar. Dersimliler onlara yiyecek ve içecek verir. Güvenli bölgelere ulaştırırlar.
Kürt Alevi-Kızılbaş halkın dini önderi “Rayber” (yol gösterici) Seyit Rıza atıyla gelir. Kurtulanların anlatımıyla “Burada kalmayın, çünkü kardeşim Memli Ağa Ermenileri gördüğü her yerde hükümete teslim edeceğine söz verdi.
Benim evime gelin. Ne isterseniz orada yiyebilirsiniz” der. “Oradan Seyid Ali’nin köyü Zaruğ’a (bugünkü adı Ovacık’ın ilçesi Yakatarlar Köyü) vardık. Orada 10 aydan fazla kaldık. Bizim gibi kurtulan bir sürü Ermeni insanlarla karşılaştık. Ruslar Erzincan’a girince onlara teslim olduk. Garin’e (Erzurum) gidebilmemiz için geçiş belgesi verdiler.”
Tarihçi Raymond Kevorkian yaşananları; “O zamanki Dersim Osmanlı’nın tam olarak kontrol edemediği bir yer. Yaklaşık on beş bin kişiyi kurtarıyorlar… Rus ordusuna sığınmalarına yardım ediyorlar” diye açıklamaktadır. İnsani duruş sergileyen vicdanlılardan olan Koçan aşiret reisi İdare İbrahim Ağa ile Şemkan, Karabolan, Ferhadan, Abbasan, Maksudan, Beytan, Kortikan aşiret reisleridir. Vicdansızlar ise devlete destek veren Balaban aşiretinden Gül Ağa, Çarekanlar, Savalanlar, Kureşanlar, Hosmekler ile Lolanlardır.
İdare İbrahim Ağa: “Devletin çeşmesinden su içmem!”
Çemişgezek’in Kozan bölgesinde 1915’te Koçan aşiret reisi İdare İbrahim Ağa hakimdir. Devlet uygulamalarına karşı gelerek dikkatleri üzerine çeker. Kazım Karabekir 1918 yılında yazdığı Dersim aşiretlerine ait raporda İdare İbrahim Ağa’nın Ermenilerin korunması konusunda olumsuz bir kişi olarak değerlendirmiştir. Onun için “…Batı Dersim’in en şerir ve en şahsiyetsiz bir şakisidir…” demektedir. Karalamak için ise “Ermenileri para karşılığında Erzincan’a kaçırmak” ile suçlamaktadır.
Bunun sebebi 1870 yıllarından itibaren Koçan aşiretinin Dersim’de devlet hakimiyetine itiraz eden, karşı gelen en güçlü aşiret olmasıdır. Bu yüzden birçok operasyona maruz kalınmıştır.1907 yılında Neşet Paşa komutasında askeriye operasyonlarla İ. İbrahim Ağa ve aşiret mensuplarını Aliboğazı ve Tağar suyu yakınlarındaki mağaraya sığınmaya zorlar. Neşet Paşa’nın amacı İ. İbrahim Ağa’yı teslim alıp öldürmektir. Bunun için Semkanlar’dan Süleyman Ağa’yı, İbrahim Ağa’yı teslim olması için ikna etmeye gönderir.
İ. İbrahim Ağa; “Ben teslim olmazsam fakir fukara beni yalnız bırakmaz, benim yüzümden kış aylarında bu dağlarda telef olur” diye teslim olur. Onunla 32 aşiret mensubu da tutuklanır.
Hepsi 1908 yılında Diyarbakır Hapishanesi’ne konur. Direnişini Diyarbakır Hapishanesi’nde de sürdürür. İfade vermeyi reddeder. Bu yüzden diğer ağaların da mahkemesi görülmez. Diğerlerinin ısrarı sonucu ifade verir. Mahkeme herkesi bırakır. Sadece İ. İbrahim Ağa ile yeğeni Veli’ye 101 sene ceza verilir.
1915’te Ermeni ileri gelenlerine en ağır işkencelerin yapıldığı Diyarbakır Hapishanesi, bu sefer Kürtlere tanıklık eder. İ. İbrahim Ağa ayağına 30 kilo pranga ile zincire bağlanır. Yeğeni hapishanede hastalanır ve ölür. İ. İbrahim Ağa 7 yıl sonra hapishaneden kaçma fırsatını bulur.
Üç mahkum arkadaşıyla hapishanenin Hevsel Bahçeleri’ne bakan cephesinden 15 metre yükseklikten atlayarak kaçarlar. Fakat nöbetçiler 3 arkadaşını vurarak öldürürler. İki gün Hevsel Bahçeleri’nde saklanır.
Ergani tarafına giderken bir köylünün yardımıyla baygın vaziyetteyken kurtarılır. Palu üzerinden Mazgirt’e, oradan haber gönderdiği aşiretinden 1.000 silahlı kişi ile Amutka’ya (şimdiki ismi Yenibaş) varır.
Kormuşka Toplantısı: (Hozat’ın Karaçavuş Köyü, Esenevler Mezrası)
Dersim devlet yetkilileri İbrahim Ağa’ya bir mektup göndererek bölgedeki Ermenilerin teslim edilmesini isteler. İbrahim Ağa bunun üzerine Hadişar’dan Küçük Ağa, Kalecik’ten Seyithan Ağa, Kangırazlı Seyit ve Cafer Ağalar, Ağzunik’ten Mahmut Ağa, Puko ve Mılla Dayı nasıl bir yol izleyeceklerini ve ne yapmaları gerektiğini görüşmek için Koçan aşiretinden Beko Ağa’nın Kormuşka’daki evinde toplanırlar.
Bu toplantıya tanıklık eden Nişan Akkuşyan, okuma yazma bildiği için katiplik görevi üstlenir. Toplantıda şu karar alınır. “Yüce makamınıza malum olsun ki, bizim içimizde maalesef iki ihtiyar dışında Ermeni yoktur. Biri nalbant, öteki semerci bize çok gerekli olduklarından onları saklamaktayız. Eğer duysak ki dünya üzerinde başka hiç Ermeni kalmamış onları da biz öldürür ve bitiririz. Sadık kullarınız …”
Ancak devlet bu cevapla ikna olmaz. Bu sefer İ. İbrahim Ağa’ya çok sert ifadelerle mektup gönderir. Tekrar ağalar Beko Ağa’nın evinde toplanır. Bazıları devleti karşılarına almak istemez. Beko Ağa’nın kardeşi Mehmet bölgede yaygın olan Alevi inancına göre Hızır’ın değneği olduğuna inanılan kutsal değneği öperek bütün ağaların yemin etmesini ister. Bu haber bütün Dersim’e yayılır.
Bazı ağalar süreç içerisinde Kaymakamlığın altın vaadi karşılığında Ermenileri teslim etmişlerdir. Ama İ. İbrahim Ağa böyle bir girişimde bulunmamıştır. Kormuşka yeminine uymayan ağaları, İ. İbrahim Ağa cezalandırmıştır. Çemişgezek’te böyle bir durum yaşanmış, Ermeni ileri gelenleri tutuklanıp öldürülmüşlerdir. Çemişgezek’te yaşanan Karabal aşiretinin Kemo’nun hikayesi dikkat çekicidir.
Çemişgezek Kaymakamı’nın 50 altın vaadi üzerine Kemo kendisine sığınan Hmayak Takvoryan’ı öldürür, başını keserek kaymakama götürür. Bu durumu duyan İ. İbrahim Ağa çok sinirlenir. Kemo’nun peşine düşer tarlada yakalar. “Kürdün adını rezil ettin” diyerek orada öldürür. İ. İbrahim Ağa’nın 1924 yılında vefatına kadar, devlet güçlerinin dahi çekindiği, yanındaki Ermenilere kimsenin dokunmadığı bir aşiret reisi olarak yaşamını sürdürmüştür.
1920 yılında M. Kemal Atatürk aralarında İ. İbrahim Ağa’nın da bulunduğu bazı aşiret reislerine kontrolü almak için milletvekilliği teklifinde bulunur. İ. İbrahim Ağa bu teklifi; “30 yıl Osmanlı’ya direndim, yedi yıl hapis yattım. Ben Osmanlı’nın çeşmesinden su içmem…” diyerek reddetmiştir. İ. İbrahim Ağa’nın vefatından sonra Koçan Aşireti’ne karşı birçok askeri operasyon düzenlenmiştir. Bugün de adından çok sık bahsedilen Aliboğazı gerillaların sığınma evi olurken, Koçan aşiretine 3 ay süren kuşatmaya rağmen askerler Aliboğazı’na girememiştir.
Ama devlet 1938’e gelindiğinde Dersim’i kılıçtan geçirmiş ve Koçan Aşireti’nin de direnişini kırmıştır. İbrahim’in oğulları Seyithan, Cemşid ile Lilo babalarının davalarını sürdürmüştür. İbrahim Ağa’nın sağ kolu Beko Ağa 1938’i göremeden vefat etmiş ama 1938’de tüm ailesini yok etmişlerdir.
Osmanlı’ya diz çökmeyen onurlu ve vicdanlı İ. İbrahim Ağa’nın bugün bize kalan bir mezarı bulunmamaktadır. Mezar yeri bilinmemektedir. Emaneti ise mücadelesidir. Emin ellerde devam ediyor.
Saygıyla anıyoruz…
Agop Ekmekciyan
Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.
agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)
Son Haberler
Sayfalar
T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]
“Acı veriyorsa geçmiş;
geçmemiş demektir.”[2]
“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.
Kolay mı?
BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]
“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,
acıma çılgınlığı vermiş,
İnsan artık dayanamaz gibiyse,
üstelik
Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı
Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;
Ve acıdan dili tutulunca insanın,
bir Tanrı
Çektiğimi anlatayım diye
bana dil vermiş.”[2]
KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.
KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER
Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...
İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]
“Biri kurbağa öper,
biri yüzyıllarca uyur,
biri 7 cüceyle yaşar,
biri kuleye kapatılır.
Bir masal prensesi olsan bile
kadınlık zor.”[1]
1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike
ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]
“Tarih, gelecek için
kavga verip, yitirmiş bile olsa,
insanlık için vuruşanları
hiç unutmaz.”[2]
Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…
Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...
12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba
Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları
Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.
BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ
Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez
Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,
PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,
Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.
“Yarı-Feodal” Brezilya...?
11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.