Perşembe Şubat 27, 2025

Yazma, Kafa Yorma…

Uzun bir süredir hemen her vesileyle altını çizdiğimiz hususlardan birisini, araştırma inceleme yönümüzün zayıflığı ve yazı yazma alışkanlığımızın olmayışı –ya da yeterince olmayışı– oluşturuyor.

Bir kafa yorma, dert edinme işi olan bu konudaki zafiyetimiz, ilgi derecemizin ne olduğu hakkında fikir vermektedir.

Durum bu konuda yeteneğimizin olup olmadığıyla alakalı değil. Zira biliniyor ki; araştırma ve yazma yeteneği, diğer pek çok olayda olduğu gibi pratikle edinilmekte, uğraş içine girmekle kazanılmaktadır.

Sürekli kavrayış sorunundan söz ediyoruz, devamlı araştırmaya ve analize vurgu yapıyoruz; her çalışmamız bir dizi soruna dair tartışmalar içeriyor. Bütün bunlar için teorik politik çalışmanın önemine dikkat çekiyoruz. Elimizde hep birileri tarafından ortaya konulan araştırmalar, birileri tarafından yazılan belgeler var. Bizim de bunlara ekleyeceklerimizin olduğunu, bizim de sözümüze ihtiyaç bulunduğunu, özgüne dair sözün yalnızca tarafımızdan söyleneceğinin de farkındayız.

Hangi alan, durum ya da sorunla ilgilensek sözü, araştırmaya, açımlamaya, teorik incelemeye getiriyoruz. Dosya çalışmalarını gündemleştiriyor, yüzleşme ve hesaplaşmayı tartışıyoruz. Bunun kafa yorma, yoğunlaşma, tartışma sonucu ve illa ki yazmak suretiyle yapılacağını da biliyoruz. Ancak iş bu noktaya geldiğinde eline kalem alanlar, ilgi sahibi yoldaşlar ya da klavyenin başına geçenler yalnızca doğrudan sorumlu görülenler/tutulanlar oluyor.

Aynı kapıya çıkan tavrımız, teorik-politik çalışmaya geldiğinde de kendini gösteriyor.

Çok yoğun olduğumuzdan, zamansızlıktan, en fazla plansızlıktan bahsedip erteliyoruz. Konu ustalarımızın, önderlerimizin yaşamı olduğunda ya bunları yeterince bilmiyor ya da okurken “enteresan” bulmakla beraber bize model olduklarını unutuyoruz. Örneğin İbrahim yoldaşın okumaya, araştırmaya, tartışmaya, yazmaya dahası kültüre, sanata, edebiyata yoğun ilgi ve tutkusu hoşumuza gidiyor, propaganda amaçlı kullanıyoruz ama kendimizle ilgisini kuramıyoruz/kurmuyoruz. Aşağıdaki anlatı Tohum kitabından…

Kaypakkaya, illegal koşullarda bir toplantı için bulunduğu İstanbul’da Ahmet Muharrem Çiçek’le birlikte kitabevlerini geziyor, yeni çıkan kitaplara bakıyor, İstanbul tiyatrolarında hangi eserlerin sahnelendiğini öğreniyor, İbrahim Balaban’ın resim sergisine ilişkin bir yazıyı dikkatle inceliyor, Nâzım Hikmet’in şiir kitaplarının serbestçe satılıp satılmadığını soruyor vb.

Ayrıca Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na geldiğinde bir yığın edebiyat dergisi okuduğunu, şiir yazmaya başladığını, yazdığı otuz şiirin okulda çıkan bir çatışma sonucunda faşistler tarafından yok edildiğini, İstanbul’da geçirdiği sadece bir hafta içerisinde beş kitap okuduğunu da aynı kitaptan öğreniyoruz.

Bu ve benzeri birçok dönem yazısında devrimci önderlerin hayatı çok yönlü ele alışlarına tanıklık ediyor, kısacık notlarına-şiirlerine hayranlık duyuyor ancak örnek almak noktasında atıl kalıyoruz. Hayata tek yanlı ve tek yönlü bakıyoruz da denilebilir. Tam da bu nedenle şekillenişimiz de tek yanlı ve tek yönlü oluyor. Bu zaaflı durumdan çıkmak için özel bir gayret içinde olmak, sorgulamaktan korkmayan bir sürece girmek gerekiyor.

Bu süreç bizi aynı şeyleri söylemekten, ezberlerden, tekrarlardan sıyıracak okuma-yazma-bilinçlenme ve gelişme döngüsünü tamamlamamızı sağlayarak daha ileriye gitmemize, daha çoğalmamıza ve daha büyümemize yol açacaktır.

Örneğin eskisine oranla önemli bir gelişmeden bahsetsek de yayınlarımızın okurlarımız tarafından yeterince beslenmediğinin altını çizmek yanlış olmaz. Bahsini ettiğimiz gelişmeyi yeterli görmemeli, durumdan memnun olmamalıyız. Yeterince araştırma inceleme yazısı olmadığından, sorunları daha fazla irdeleyen çalışmaların ortaya konulmadığından vb. sıkıntı duyuyorsak eğer bunu değiştirmek için elimizden gelen çok daha şeyin bulunduğunu da biliyor olamayız.

5062

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar