Cumartesi Kasım 30, 2024

Bir ikiye bölünür / Halil Ahmet

Herşey bir çelişkidir. Bu Maoist felsefi tanımdan yola çıkarak soruna bakarsak olayları ve olguları ve bunların arasındaki iç bağlantıları doğru bir şekilde kurabiliriz.

“Hareketin kendisi bir çelişkidir veya bir ikiye bölünür” Maoist felsefi yaklaşımını nasıl ele almalıyız? Başkan Mao’nun bu noktadaki ML’ye yaptığı katkılardan biri olarak felsefe alanında çelişki yasası olduğu gerçeği de herkes tarafından kabul edilmektedir.

“Bir ikiye bölünür ama asla iki birleşip bir olmaz. İkiyi bir yapmak revizyonistçe bir yaklaşımdır.” (Mao Zedung)

Hareketin kendisi bir çelişkidir; herşey kendi karşıtı ile vardır. Karşıtı olmayan hiçbirşey yoktur. Karşıtı olmayan bir şey varsa o çelişki değildir zaten. Bu sorunda birin ikiye bölünmesi noktasında birkaç örnek vermek gerekirse: proletarya kendi karşıtı ile vardır, savaş barışla vardır, iyi kötü ile vardır, Marksizm revizyonizm ile vardır, cesaret korku ile vardır. Bunlar arasında mücadele her daim olacaktır. Bu sorunda Uluslararası Komünist Hareket (UKH) içerisinde geçerli olan nokta sosyalizm mi kapitalizm mi, Marksizm mi revizyonizm mi, proleterya mı burjuvazi mi? Bunlar arasındaki mücadelede kimin kazanacağı olgusu daha net olarak sonuca kavuşmuş bir sorun değil. Nihai olarak proletaryanın, MLM’nin kazanacağı çok açıktır. Her yeni sınıf bir eski sınıfı yıkmıştır. Sınıf savaşımı var olduğu müddetçe geriye dönüşler olacağı bir gerçektir. Sovyetler ve Çin bunun bir örneğidir. Modern Revizyonizm’in proletaryanın bilimsel ideolojisinin MLM kılığına bürünerek nasıl ters yüz edip, iktidarı gasp edip kapitalist restorasyona demir attıkları bilinmektedir. Bu açıdan proletaryanın nihai zaferinin çok uzun bir mücadele sürecini kapsayacağı açıktır. Çok uzun bir mücadele dönemi olacağı bir gerçektir.

UKH açısından bu sorun tartışılagelen sorunların başında gelmektedir. Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) sosyalizmde bile sınıf savaşımının devam ettiğini net ve berrak bir biçimde ortaya koymuştur. Sosyalizmden komünizme geçiş aşamasında onlarca kültür devrimi yaşanacaktır. Sınıfsız topluma böyle ulaşılacaktır.

“…Hata yapmamak imkânsızdır. Hata yapmak, doğru bir çizginin oluşmasında gerekli bir şarttır. Doğru çizgi hatalı çizgiyle mukayese içerisinde oluşturulur. İkisi zıtların birliğini meydana getirir. Doğru çizgi, hatalı çizgiyle mücadele içerisinde oluşur. Hatalardan tamamen kaçınılabilinir demek, sadece doğru şeylerin olduğunu, hataların olmadığını söylemektir ki bu da Marksist olmayan bir önermedir. Mesele daha az hata yapmak ve önemsiz hatalar yapmaktır. Doğru ve yanlış zıtların birliğidir. Kaçınılmazlık teorisi doğrudur, sadece doğru şeylerin olmasını hatalı hiçbir şeyin olmamasını istemek zıtların birliği kanununu ret etmeye götürür ve bunun tarihte bir örneği yoktur. Metafizik bir şeydir. …. Çok az hatanın yapıldığı bir durumu sağlamak için çabalamak mümkündür. Yapılan hataların sayısı, devle cüce arasındaki ilişki kadar olmalıdır. Az hata yapmak mümkündür, biz de bunu başarmalıyız.” (Mao Zedung Cilt 6 Sayfa 74)

Doğa ve toplum olaylarında hiçbir şey tek ve kat-i olarak yer almaz. Burjuvaziyi düşünüp onun karşıtı olan bir sınıf olarak proletaryayı düşünmemek olmaz. Bu aynı zamanda proletarya açısından da geçerlidir. Proletarya burjuvazi ile, burjuvazi de proletarya ile vardır. Bu zıtların birliği kanunudur. Bazı kesimlerin bizlere salık vermeye çalıştığı gibi “ille da parti içerisinde burjuvaziyi var etmek zorunda mısınız?” tarzı eleştiriler çelişki yasasını kavramadıklarını gösterir. Sosyalizmden geriye dönüşler olgusu Modern Revizyonizm’in ne olduğunu kavramayanlar açısından nettir.

“Parti bir çelişkidir”; Partinin yaşayan canlı bir organizma olduğu kabul etmeyenler, parti içindeki sorunların ele alınışı ve çözümü noktasında anti-bilimsel bir yaklaşımla soruna bakmış olurlar.

“Parti bir çelişkidir” tespiti, yaşayan canlı bir organizma olması içinde bir çok çelişkiyi barındırması ve dolayısıyla bir sınıfın, bir ideolojik kökeninin olduğunu kavramamızı sağlar. Soruna ideolojik boyutta yaklaşmayanlar olayın bir sınıfın ideoloji meselesi olduğunu kavrayamazlar. İdeoloji derken neyi kastediyoruz peki? İdeoloji “her hareket-davranış, düşünce bir sınıfa dolayısıyla bir ideolojiye tekabül eder. Politika, ekonomi, felsefe, kültür-sanat (din), ideoloji tanımı içerisindedir. Dolayısıyla bunlar arasındaki düşüncenin dile gelişi, pratik boyutu –praxsis – ifadesini bulur. Bunların parti içerisinde de yansıması olmadığını söylemek, partiyi tek bir bütün olarak görmektir. Parti içerisindeki farklı seslerin, düşüncelerin olduğunu kavramamaktır. Zorlama bir teorik yaklaşım ile parti içerisinde bir burjuva sınıf yarattığımızı söylemek, bunu böyle belirtmek sınıf savaşımı ve çelişki yasasını inkar anlamına gelir.

“Parti bir çelişkidir”; Parti içinde tek bir ses olduğunu belirtmek, partinin iç dinamiklerini ve çeşitli fikirlerin olacağını yok saymaktır. Parti içine gelen her bir birey parti içine gelirken kendi sınıf dokusu ve ideolojik yaklaşımı ile gelebileceği gibi aynı zamanda bir dönem doğru fikirleri savunup başka bir zaman diliminde de yanlış fikirleri savunabilir. Bunun örnekleri oldukça fazladır. SBKP ve ÇKP tarihi buna tanıktır ve aynı zamanda da kanıttır.

Herşey kendi karşıtı ile vardır, bir insanın tek bir düşünceden azade kılmak, herşeyi bildiğini ve herşeyi doğru savunduğunu söylemek çelişki yasasına aykırıdır. Dört dörtlük komünist yoktur. Zamanın ve gelişmenin, doğa ve toplumsal olayların doğru bir şekilde çözülmesiyle komünist düşüncenin yaşam bulmasını sağlayabiliriz. Örneğin Marks kendi dönemini çözümlemiştir, onun döneminde kapitalizmin gelişme dinamikleri, kapitalist üretim ilişkileri mevcuttu. Toplum ve sınıflar arası ilişkiler, üretim biçimi…vb. Marks’ı emperyalizmi tahlil edemedi diye eleştirmek mümkün olabilir mi? Lenin Marks’ın büyük eseri üzerinden emperyalizm olgusunu tespit etti. Dolayısıyla herşeyi kendi süreci içerisinde ele almak ve değerlendirmek gerekir.

Her toplumsal olayda sınıf savaşımının ruhuna uygun hareket etmek istiyorsak “bir ikiye bölünür” olgusunu doğru bir şekilde kavramak gerekir. Sınıf savaşımını öznelci niyetlerimizle değerlendirmeyiz. Var olan tespitler toplumun gelişme yasalarını ve sınıf savaşımının objektif yasalarına uygunsa devrimci radikal kalkışma kitlelerle bütünleşir. “Kitlelerin özlem ve taleplerine” yanıt olabildiğimiz müddetçe/oranda sınıf savaşımının dinamiklerine yön vermede ve hedefe yürümede başarılı oluruz. Kitleleri örgütlemeyen, genel siyasi çizgiyi pratiğe uygulamayan bir yaklaşım ise sınıf savaşımının yasalarını kavrayamaz.

Toplumun gelişme dinamikleri, onun şekillenişi, üretimin içindeki rolü göze alınmadan onu sadece kardeş kardeş yaşayan bir sınıf olarak tasavvur etmek “ikiyi bir yapmaktır”. Proletarya ve burjuvaziyi bir sınıf olarak ele almak ya da “bunlar arasında ilk başta sınıf savaşımı yoktu” demek ikiyi bir yapmaktır, revizyonist dünya görüşüdür.

Sınıf savaşımının şiddet temelinde ele alınması meselesi, bir sınıfın yıkılıp başka bir sınıfın diktatörlüğünün/demokrasisinin kurulmasından başka bir şey değildir. Sınıfların ortaya çıkması ile birlikte sınıf savaşımı mevcudiyetini var eder. İlkel komünal toplum hariç köleci toplumun ortaya çıkması ile birlikte sınıf savaşımı, ezenle ezilen arasındaki ilişki, dolayısıyla sınıf savaşımı da oluşur. Her toplumsal aşama kendi içerisinde karşıtını da barındırır. İlkel komünal toplum dışındaki gelişme yasaları çerçevesinde efendi-köle ilişkisini, daha sonrasında toprak ağaları ve köylüler, en son olarak proletarya ve burjuvazi ve nihayetinde sınıfların ve haliyle proletarya ve burjuvazinin de yok olacağı bir aşamaya gelecektir. Doğa ve toplum olaylarında her şey gelişme halindedir. Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir. Tarihsel olarak olaya baktığımızda halen çözemediğimiz, bilimin gelişim düzeyi itibariyle vakıf olamadığımız binlerce olay vardır.

Cebirde sıfırın bir anlamı yoktur ama her daim sıfırın yaşam içerisinde bir anlamı olmadığı anlamı çıkarılamaz. Cebirde başlı başına anlamı olmayan birşeyin kimyada fevkalade bir anlamı vardır. Sıfır yüklü olmak bir taneciğin iyon mu yoksa nötr mü olduğunu ve hareket sırasındaki eğilimini tayin eder. Sıfırın yanına bir iki ya da herhangi bir sayı geldiğinde (sıfırın yanına sıfır hariç) o zaman bir anlamı olur.

“… Cehaletten bilgiye gitmek için bir pratik ve inceleme sürecinden geçilmesi gerekir. Başlangıçta kimsenin bilgisi yoktur, ön bilgi hiçbir zaman var olmamıştır. İnsanlar sonuçlar elde etmek için pratikten geçmeli. Sorunlar çıktıkça başarısızlıkla karşılaşmalıdırlar. Bilgi ancak böyle bir süreç içerisinde adım adım ilerler. Şeylerin ve olayların evrensel gelişme yasasını bilmek istiyorsanız, pratik sürecinden geçmeli, Marksist-Leninist bir tavır edinmeli, başarı ve başarısızlıkları karşılaştırmalı, sürekli pratiğe geçip incelemeli, birçok başarı ve başarısızlıktan geçmelisiniz. Bundan da öte titiz bir araştırma yapılmalıdır. İnsanın kendi bilgisini, yasalarla adım adım tutarlı kılmasının başka bir yolu yoktur. Yenilgiyi değil de sadece zaferi görenler için yasaları görmek mümkün olmayacaktır. …” (Mao Zedung Cilt 6 Syf 191)

Herşey bölünür, bölünmeyen hiç birşey yoktur. Her bölünen şey kendi içinde de bölünür. Bu noktada iyi kötü, görece iyi, kötüye göre nispeten iyi gibi tanımlar çıkar. Cesur-korkak, sadece bir insanda cesaret olur korku yoktur dediğimizde gene anti-bilimsel hataya düşeriz. Bu noktada bir ikiye bölündü. Doğal olarak. Ama bu “bir”den sadece bu bölünme değil; aynı zamanda iyi-kötü, proletarya-burjuvazi olgusu da çıkmaz mı? Tabii ki çıkar. Konuya dönersek cesaret olgusunu açmaya çalışalım.

Korku ve cesaret; insanları cesur-cesaretli yapan karşısındaki olguyu bilmesi ve onun dinamiklerinin bilgisine vakıf olması yatar. Korku ise tam tersidir; bunlar arasındaki ilişki tamamen bir dengesizlik sorunudur. Önemli olan hangisinin esas yön olduğu, hangisinin ağır basacağı sorunudur. Korku esas anlamda karşımızdaki olguyu tanımlayamamaktan başlar.

“Savaş ve Barış”; tanım itibariyle soruna baktığımızda sadece savaşı görüp barışı görmemek mümkün olabilir mi? Bu diğeri açısından da geçerlidir. Savaş barışa, barış da savaşa dönüşebilir. Ama bu sınıf uzlaşmacılığı temelinde değildir. Savaşın ve barışın iç dinamikleri neyi gösterir, sınıflar arası uyumdan ya da barıştan bahsetmek ne kadar doğru? Uyum uyumsuzlukla birlikte vardır, denge dengesizle vardır. Ama esas olanı her daim dengesizliğin olduğunu kavramaktır.

Bugün açısından soruna baktığımızda felsefi boyutta emperyalistler arasında bir denge durumundan veya bir uyumdan bahsetmek ne kadar doğrudur. Geçici dönemler hariç emperyalistler arası ilişkiler her daim dengesizlik üzerine kuruludur. Savaş ve barış olgusu da kimin neyi temsil ettiği, nihai sonuca kimin yaklaştığıyla ilintilidir. Burjuvazi ve proletarya arasında barış olması mümkün değilse o zaman sınıf savaşımı her daim olacaktır. Bunun boyutu, yoğunluğu, şekilleri, siyasi ve ideolojik, askeri ve kültürel yanları her zaman sürecektir.

Marksizm-Leninizm-Maoizm bir dogma değil, bir eylem kılavuzu olduğu sürekli bilincimizde olmalıdır. MLM’nin evrensel yasalarını kavramak onun üç bileşken öğesini kavramamız ve pratiğe geçirmemizle mümkündür.

Bu yazımızın ayrıca devamı niteliği taşıyan analiz-sentez ilişkisini daha detaylı bir şekilde ele almamız da gerekiyor ama bu başka bir çalışmanın konusu olacaktır.

Günümüz açısından bir soruna daha yaklaşmak gerekirse; din olgusu toplumun üstünde nasıl bir etkiye sahiptir. Din ideoloji içerisine girer mi? Bu noktada tartışmalar halen mevcut. Ama bazı toplumsal gelişmeler açısından soruna baktığımızda din olgusu kendini 4bin küsür yıldır hissettiren ve toplumu şekillendiren bir olgudur. Yaşam biçimi, kendi içinde sosyal ve ideolojik birçok boyutu barındırmaktadır.

HALİL AHMET 

46440

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar