Cumartesi Kasım 30, 2024

Gezi heyulası burjuvazinin korkusu olmaya devam ediyor

Bugün GEZİ’nin (2013 Haziran Ayaklanması) 3. Yıldönümü. Gezi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve emekçilerin tarihinde,  hep yükseklerde tutularak taşınacak bir isyan bayrağı olacaktır. 

Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri tarihe bir not düşmüşlerdir: Politik özgürlüklerin baskı altına alınması, yok edilmesine karşı sessiz kalınmayacaktır. Kutuplaştırılmaya, islamlaştırılmaya, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi karşısında sessiz kalınmayacaktır. Gezi’nin tarihe düştüğü not budur.

GEZİ, kendiliğindenci bir hareketti. Önceden örgütlenen ve belli bir taktik mücadele etrafında yönlendirilen bir kitle hareketi değildi. Faşist AKP hükümetinin poiltik özgürlükleri yok etmesine karşı kendiliğinden bir patlamaydı.

GEZİ’nin bileşenleri, işçi sınıfı, öğrenci gençlik ve küçük burjuvaziydi. Özellikle, yaşamın islamlaştırılmasına karşı çıkan küçük burjuva diyebileceğimiz kesimlerde bu mücadele içinde kısmen yer aldı, destek verdi. Ne var ki, devletin şiddeti artınca, bu kesim GEZİ direnişini geri çekmenin yollarını da aradı. GEZİ’yi pasifleştirici bir rolda oynadı. GEZİ’nin asıl motor gücü; işçi-öğrenci gençlik ve varoşlarda yaşayan işçi ( ve işsiz) sınıfıydı.[1][1] Bu ayaklanmada büyük fabrikalarda çalışan sanayi proletaryası güçlü bir şekilde yer almadı, alamadı. Başka nedenlerin yanında esas olarak sendika ağaları bunun önünde engel olmasından kaynaklandı.

Bazı kesimlerce Gezi’nin sınıfsal yapısı, işçi sınıfı yapısından koparılıp, küçük burjuvazinin en üst kesimi ile “alt orta ve orta burjuvazi” şeklinde değerlendirilmektedir. “Beyaz yakalı” dedikleri ücretli işçileri işçi sınıfı kategorisinden çıkaran bu kesimler, işçi sınıfı tanımlamasını da yanlış ele alıyorlar. İşçi sınıfını salt “mavi yakalı” olarak değerlendiriyorlar. Oysa, günümüzde hizmet sektöründe çalışanların ezici çoğunluğu işçi sınıf kapsamı içindedir. Bunlar ücretli işçilerdir. İu rahatlıkla söylenebilir: GEZİ şehitlerinin sınıfsal kimliği, bu kitle ayaklanmasının sınıfsal yapısının ne olduğunu da tartışmasız olarak ortaya koyar.

GEZİ'nin felsefesi, Taksim’de kurulan “TAKSİM KOMÜNÜ”nde  de kendi ortaya koymuştu. Burada anti-kapitalist ve komünsel bir yaşamın felsefesi ve onun pratiği yaşanmıştı. Bu, Haziran Ayaklanması’na katılan ve onun motor gücü olan kesimin yaşam anlayışıydı. Dayanışma, birlik ve mücadeleydi. Birlik; anti-faşist kesimlerin ortaklaşa bileceği ve ortak bir yaşamın yeşertilebileceğiydi.

Bugün, islamcı faşist diktatörlüğün vahşice saldırılarına karşı, direnşişler sürüyorsa, susmayan işçiler ve emekçiler varsa, bu GEZİ'nin mirasıdır.

Gezi’de, Vatan Partisi (O zamanın İP’i) gibi faşist-ırkçı kesimlerle beraber CHP’yi destekleyen orta kesimlerin kısmen yer almasına karşın, bunlar belirleyici olmaktan uzaktı. Bunlar, salt anti-AKP karşıtı ve GEZİ’nin atmosferinden faydalanarak Kürt düşmanlığı politikasını direnişin içine sokmaktı ve GEZİ’nin devrimci dinamiğini deforme etmek isteyen ırkçı-şoven ve pasifist kesimlerdi. Ayaklanma içinde yer alan kitle, bütün halkların kardeşliği temelinde “ötekileştirmeye” ve “kutuplaştırılmaya” karşı duruş sergiledi.

Gezi Ayaklanması’nın en önemli yanı; hiç kuşkusuz sınıfsal kutuplaştırmalar hariç, alt kimlikleri öne çıkaran kutuplaştırmaların karşısında duruş sergiledi. Kürt-Türk düşmanlığının karşısındaydı. LGBT ve ötekileştirmenin karşısında yerini aldı. Özellikle toplumun önemli bir kesimi bu direnişle beraber LGBT’li bireylere yaklaşımı olumlu yönde değişti. İktidarın dinsel, etnik, mezhepsel ve cinsiyetçi vb. kutuplaştırmasına karşı bir duruş sergilendi. Gezi, demokrat olan her anlayışı içinde barındırdı. En göze çarpanı, “anti-kapitalist islam”cıların eylemlerde yer alaması ve GEZİ’nin bunları kucaklamasıdır.

Baştanda vurguladığım gibi;  islamlaştırmaya, kutuplaştırmaya, ötekileştirmeye ve demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesine karşı bir baş kaldırıydı GEZİ.

Gezi, hedefi, politik özgürlüklerin yok edilmesine tepki olmasına karşın, bu hedefine ulaşamadı. GEZİ’den sonra burjuvazi daha yoğun bir şekilde saldırdı. O günden sonra kitlelerin demokratik hak ve özgürlüklerinden ciddi bir gerileme oldu. Buna karşın, siyasal bilinç düzeyi yükseldi. Bugün bu dışa karşı ciddi bir tepki olarak yansımaması, ağır baskı koşullarından kaynaklıdır. Bunun uzun bir sessizlik sürecini kapsamayacağının ekonomik-siyasal olguları da mevcuttur.

Kendiliğinden bir kitle hareketini hedefine ulaşması oldukça zordur. Ancak, GEZİ politik bir toplumsal eylem olarak, Türkiye ve Kürdistan Halklarının belleğinde her zaman anılacak olumlu bir yer bıraktı. Sistemin baskıları karşısında direniş sergilenebileceğini herkese gösterdi. Faşist yıldırma ve sindirme politikalarına karşı sokakların zapt edilebileceğini gösterdi. Milyonları korkutanların korkutulabileceği ve bunların güçlü bir direnişle yıkılabileceğini de gösterdi. GEZİ, kitlelerin, devletin kolluk güçlerin vahşice saldırılarına karşı, sokak savaşları verebileceğini gösterdi.

GEZİ’nin başarısızlığı, komünistlerin işçi sınıfı içinde örgütsüzlüğünden kaynaklandı. İşçi sınıfı içindeki sabırlı ve azimli örgütlenme mücadelesi, başarının olmazsa olmazlarındandır. Gezi isyanı sırasında eğer büyük fabrikalarda şalterler indirilebilseydi, sonuç daha farklı olabilirdi. Sınıftan kopuk mücadele ve örgütlenme biçimlerinin, burjuvazinin saldırıları karşısında başarı şansı olamaz. Sınıfın yön vermediği ve sınıfla bağı olmayan bir direnişin ve de mücadelenin başarı şansı yoktur.

Evet, GEZİ tekrar etmez, ama yenilenebilir. Daha güçlü, daha örgütlü bir şekilde ve bir başka adla yeniden gelmesi için çok nedenler vardır. Tarih, bu tür sosyal olaylara sıkça tanıklık etmiştir. Ve özellikle de “baldırı çıplak” olarak küçümsenen işçi sınıfı, örügtlü bir güç olarak sokaklara döküldüğünde, tarihi ilertmenin ve değiştirmenin kaçınılmaz olduğu da bir gerçektir. Bunu, komünist bilinçle donanmış bir parti etrafında örgütlenmiş işçi sınıfı başarabilir.


[1][1] Bkz. Haziran Ayaklanması sürecinde günü gününe yazılmış değerlendirmeler. Yusuf Köse Blog, gezidiren.blog.spot.de

 

46659

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar