Cumartesi Mayıs 11, 2024

Arkadaşım İbrahim Kaypakkaya/ Kemal Yalçın

kaypakkaya-partizan
İbrahim Kaypakkaya, Köroğlu gibi haksızlıklara isyan etti, dağa çıkmak zorunda kaldı! Eğer Köroğlu Çapa’da öğrenci olsaydı belki o da İbrahim’le birlikte dağa çıkmak zorunda kalırdı! Çapalı İbrahim Kaypakkaya’nın, Çapalı İbrahim Ağabeyimin hatırası önünde saygıyla, sevgiyle, şükranla eğiliyorum!

 

İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndan arkadaşım, ağabeyim

İBRAHİM KAYPAKKAYA

Onlar halk kahramanlarıydı!

Kemal Yalçın

İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan, Mahir Çayan, Sinan Cemgil ve daha niceleri… Anadolu’nun, Türkiye’nin en temiz, en zeki, en fedakâr, en yiğit, en vefalı evlatlarıydı.

Her halkın, her milletin tarihinde, iyi ve kötü zamanlarda kurtuluş yolunu gösteren, barışı ve huzuru sağlayan, halkının haklarını koruyan, kendini halkına, milletine feda eden akıllı, cesur, vefalı, özü ve sözü bir örnek insanlar, kahramanlar vardır.

Milletlerin tarihinde kahramanlar, zor zamanlarda, ölüm kalım günlerinde ortaya çıkarlar. Kahramanı, önderi olmayan bir millet, bir halk varlığını sürdüremez. Türklerin Köroğlu Ruşen’i, Kiziroğlu Mustafa Bey’i, Türkmenlerin Baba İlyas’ı, Dadaloğlu’su, Çukurova’nın İnce Memed’i, Ege Bölgesi’nin Zeybekleri, Çakıcı Memed Efe’si, Aydın İhtilalinin Lideri Atçalı Kel Memed Efe’si, Yörüklerin Yörük Ali Efe’si, Kürtlerin Demirci Kawa’sı, Ermenilerin Sasunlu Davit’i, Antranik Paşa’sı, Süryanilerin Şemun Hanne Haydo’su, İngilizlerin Robin Hood’u, Azerilerin Kaçak Nebi’si, Bulgarların Novak’ı, Balkanların Voyvodaları bilinen, tanınan halk kahramanlarıdır.

Kahramanlığın okulu yoktur, fakat kesin kuralları, töreleri vardır. Kahramanlar halkın ve milletin bağrından, hayatın içinden çıkar. Kahramanlar halkıyla, milletiyle birlikte vardır. Halkını sevmeyen ve halkı tarafından sevilmeyen bir insan önder ve kahraman olamaz.

Kahramanlar soylu bir geleneğin temsilcileridir. Kahramanlık geleneği, kahramanlık bilgi ve tecrübeleri soydan soya, babadan oğula, anadan kıza, kardeşten kardeşe geçer. Halkı için ölenin yerini, hayatta kalan biri alır. Ölenle ölünmez! Direniş ve mücadele geleneği ve ruhu ondan ona, dünden bugüne geçerek devam eder.

Bir insanın, bir önderin halk kahramanı olup olmamasına halk kendisi karar verir. Bir insanın halk kahramanı olmasının ölçütlerinden biri, o kahraman hakkında, halk ozanları tarafından şiirler, destanlar, ağıtlar yazılmasıdır. Aynı şekilde, kahramanın hayatının ve mücadelesinin türküleşerek, ağıtlaşarak, destanlaşarak, halay türküsü, oyun ezgisi haline gelerek halkın gönlünde, ruhunda ölümsüzleşmesidir.

Her toplumun, her yüzyılın kendine göre şartları vardır. Kahramanlar feodal toplamlarda farklı, köleci toplumlarda farklı, kapitalist toplumlarda farklı çıkarlar.

Ne zaman, nerede ortaya çıkarlarsa çıksınlar bütün kahramanların ortak özelliği mevcut düzene, zalimlere, diktatörlere, sömürücülere karşı olmaları, ezilenlerden yana olmalarıdır.

Onlar 20. Yüzyıl Türkiye’sinde halkın yarattığı kahramanlardı. Onlar daha özgür bir Türkiye, daha mutlu bir dünya için mücadele etmişlerdi. Hiçbiri eceliyle ölmedi! Hepsi de devletin eliyle öldürüldü.

Onlar 20. Yüzyıl Türkiye’sinin Köroğlu’su, Pir Sultan’ı, Şeyh Bedreddin’i, Börklüce Mustafa’sı, Tornak Kemal’i idiler. Ser verdiler ama sır vermediler! Yakalandılar ama teslim olmadılar! Onların idealleri kendi hayatlarından büyüktü! Onlar öldürüldü fakat idealleri yaşamaya devam ediyor!

Bütün baskı ve zulme rağmen Türkiye’de aldığımız her özgür nefeste, sönmeyen umudumuzda onların mücadelelerinin katkıları vardır.

Ben Denizleri, Mahirleri görmedim. İbrahim Kaypakkaya ile İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğrenci idik. Bu nedenle sadece ondan söz edeceğim.

İbrahim Kaypakkaya’nın hayatı

1949 yılında Çorum'un Sungurlu ilçesinin Karakaya Köyü’nde doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu’na girdi. Çok başarılı süper bir öğrenci idi. Sınıf geçme not ortalaması “pekiyi” idi. Yüksek Öğretmen Oklu’na gitmeye hak kazandı. İstanbul’daki Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi - Fizik Bölümü öğrencisi idi. Kaypakkaya, sol düşüncelerle burada tanıştı. Mart 1968’de Çapa Yükesk Öğretmen Okulu Fikir Kulübü’nün kurucuları arasında yer aldı. Çapa Fikir Kulübü’nün başkanı olan Kaypakkaya, 6. Filo’ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968’de okuldan atıldı.

Fikir Kulüpleri Federasyonu ve Türkiye İşçi Partisi içinde ortaya çıkan ayrışmada Millî Demokratik Devrim tezini savunan kesimde yer aldı. İşçi-Köylü gazetesinin İstanbul’daki bürosunda çalışan Kaypakkaya, Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada Doğu Perinçek’in başını çektiği Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) kanadında yer aldı. Daha sonra PDA ile yolları ayrıldı. Doğu Perinçek ve çevresinden koptu, TKP/ML TİKKO’yu kurdu.

TKP/ML faaliyetlerinin yoğunlaştığı Tunceli bölgesinde mücadele ederken, 24 Ocak 1973’de Tunceli/Merkez ilçesi Gökçek köyündeki Vartinik mezrasında bir kömde kaldıkları sırada nöbet tutan arkadaşlarının uyuya dalması sonucu etraflarının kolluk güçleri tarafından sarıldığını fark edemediler. Çatışmaya hazırlıksız girmek zorunda kaldılar. İbrahim Kaypakkaya yaralı olarak kurtulmayı başardı. Beş gün kadar dağda yaralı saklanan Kaypakkaya, yiyeceğinin kalmaması üzerine indiği köyde Cafer Atan isimli bir öğretmenin ihbarı sonucu yakalandı.

         İbrahim Kaypakkaya, Diyarbakır’da süren dört aylık sorgulama ve işkence  sürecinden sonra 9 Mayıs 1973’te babasına sorgusunun bittiğini ve görüşmelerinde sakınca olmadığını belirtip, Çapa FKF ile ilgili hakkında açılan bir soruşturma için bazı belgeleri getirmesini istedi. Mahkemeye çıkartılmasına az bir zaman kala, görgü tanıklarına göre 16 Mayıs 1973’te son bir kez sorguya götürüldü ve 18 Mayıs 1973’te işkenceyle öldürüldü. Ölüm sebebi kayıtlara intihar olarak geçmiştir.

Oğlunu görmeye gelen babasına ertesi gün cansız bedeni teslim edildi. Bedeninde birçok delik olmakla birlikte kafası kesilmiş ve kasıkları parçalanmıştı. Ölümü dönemin bağımsız milletvekili Mehmet Ali Aybar tarafından bir soru önergesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne getirildi. Mezarı, doğum yeri olan Karakaya Köyü’ndedir.

Çapalı ağabeyim İbrahim Kaypakkaya

İbrahim Kaypakkaya İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndan arkadaşımdı. O benden üç sınıf öndeydi. Ona “Abi” derdim. Ben felsefeci, o fizikçiydi. Çok okurdu. Masasının üstü matematik, fizik kitaplarının yanında Türkiye ve dünya sorunlarıyla ilgili kitaplarla dolu olurdu. Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni adlı kitabını okumam için İbrahim Abi bana vermişti. Şimdi onun ölüm yıldönümünde konuşmak bana düştü!

İbrahim Kaypakkaya ilkokuldan sonra yazılı ve sözlü sınavları birincilikle vererek Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nda okuma hakkını kazanmıştı. O yıllarda yoksul, akıllı, zeki köy çocuklarının okuyabileceği tek okul ilkokuldan sonra sınavla girilen yatılı altı yıllık ilköğretmen okulları idi. Bu okullar kapatılan köy enstitülerinin devamı idi.

Öğretmen okullarına öğretmen yetiştirmek için İzmir, Ankara ve İstanbul’da Yüksek Öğretmen Okulları açılmıştı.

Yüksek Öğretmen Okulları’na öğretmen okullarında birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar sınıf geçme not ortalaması iyi ve pekiyi olan öğrenciler seçilerek gönderiliyordu. Bu nedenle Yüksek Öğretmen Okullarına seçilen öğrenciler, zeki öğrenciler arasından seçilmiş en zeki, en yetenekli öğrencilerdi.

Yüksek Öğretmen Okulu’na seçilen öğrenciler önce hazırlık sınıfında lise son sınıf derslerini görüyor, lise diploması alıyor, bu diplomayla üniversite sınavlarına giriyor ve üniversitede okuma hakkını elde ediyorlardı.

Üniversite eğitimini yatılı öğrenci olarak yapıyorlar, Yüksek Öğretmen Okullarında meslek derslerini alıyorlardı. Yüksek Öğretmen Okullarını bitiren öğrenciler iki diploma sahibi oluyorlardı. Yüksek Öğretmen Okullarını bitiren ve öğretmenlik diplomasını alan genç öğretmenlerin derhal ataması yapılıyordu.

İbrahim Kaypakkaya Ankara Hasanoğlan Öğretmen Okulu’ndan seçilerek İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na gönderilmişti. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü’nde okuyordu. Büyük bir heyecanla teorik fizik üzerinde kafa yoruyordu. Albert Einstein’ın rölativiye teorisi ve kuantum fiziği İbrahim Kaypakkaya’nın özel ilgi alanıydı.

Eğer şartlar uygun olsaydı bütün beyin gücünü teorik fiziğe, kuantum fiziğine verebilseydi Türkiye’nin Albert Einstein’ı olabilirdi.

İbrahim Kaypakkaya bir dahi idi. Çok büyük gözlem ve sentez yeteneği vardı. O büyük beyin Türkiye’nin ve dünyanın siyasi sorunlarına torik çözümler yaratabildi. Okuduğu sınırlı kaynaklarla önemli gerçeklere ulaşabildi. Kimsenin yapamadığı çözümlemeler ve sentezler yapabildi.

Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda bizzat gördüğüm ve yaşadığım olaylar

1967-1968 ders yılında Gönen Öğretmen Okulu’nda seçilerek Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na gönderilmiştim. Çapa hazırlık sınıfı edebiyat bölümü öğrencisiydim. Sınıfımız mermer merdivenli ana girişin sağındaki ilk sınıftı. İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları okul idaresi, şeriatçılar, ülkücüler ve polisin oluşturduğu faşist blok tarafından okula sokulmuyordu. Bir gün akşamüzeri Teknik Üniversite ve İstanbul Üniversitesi devrimci öğrencileriyle birlikte okuldaki işgali kırmak için okula gelmişlerdi. Ana girişin demir kapısını kırarak okula girmeyi başarmışlardı. Biz hazırlık sınıfı öğrencileri olarak korkuyla gözümüzün önünde meydana gelen olaya bakıyorduk.

Şeriatçılar okulun mescidini silah deposu olarak kullanıyorlardı. Okul idaresi, polis, şeriatçılar ve ülkücülerle birlikte çalışıyordu. Şeriatçılar ve ülkücüler İbrahim Kaypakkaya’yı bizim sınıfın kapısında yakaladılar. Öldüresiye dövdüler, başında sandalye ayaklarını kırdılar. Gözlerimle gördüm İbrahim Abi’nin başında kırılan sandalye ayaklarını!

İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları geri çekildiler. Okulu terk etmek zorunda kaldılar. Bir daha da okula giremediler.

Bu olaydan sonra okula polis geldi. Görevleri okulda can güvenliğini sağlamak olan bazı polisler, gece vakti arka bahçedeki Kızlar Yatakhanesi’nin karşısında pantolonlarını, külotlarını aşağı indiriyor, çakmak ışığında kız arkadaşlarımıza apış aralarını gösteriyorlardı!

Kız arkadaşlarımız bu ağır hakaret karşısında “Bize silah verin! Biz kendi namusumuzu koruyacağız!” diye çığlık atıyorlardı!

Çaresizdik! Polislerin hakaretine uğrayan kızlar bizim arkadaşımız, sevdalımız, aşkımızdı! Öyle bir anda insanın Köroğlu olup isyan etmesi geliyordu.

Arkadaşım Hüseyin Aslantaş’ın öldürülmesi

İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarının okuldan atılmasından sonra bizler okulda şeriatçıların ve ülkücülerin rehineleri haline gelmiştik.

Yatakhanelerde koğuşlar devrimciler, ülkücüler, şeriatçılar olarak ayrılmıştı. Bizler Sarı Yatakhane’de ülkücülerle, şeriatçılarla yan yana koğuşlarda kalıyorduk.

Aynen şimdi gibi gözümün önünde! Yıl 1970, aylardan Aralık idi. Akşam saat 09.00’da Sarı Yatakhane’deki koğuşumuzda toplanmıştık. Yatmaya hazırlanıyorduk. Hüseyin Aslantaş o gün sevdiği kıza aşkını ilan etmiş, fakat hayır cevabını almıştı. Ben ranzanın alt katında, Hüseyin ise yan ranzanın üst katında yatıyordu. Hüseyin sevdalandığı kızdan hayır cevabı almış olmanın hüznüyle Nazım Hikmet’ten aşk şiirlerini ezberinden okuyordu.

Tahir ile Zühre şiirini okurken biz de hüzünlenmiş, Hüseyin’e “O sana kurban olsun!” diye destek oluyorduk. Yatakhanemiz o akşam, o an sevdalanmış, baharlanmıştı!

Yatma vakti saat 10.00 idi. Ben pijamamı giydim, çoraplarımı yıkamak için aşağı kata inmiştim. Tam çoraplarımı yıkarken yukarıdan 4-5 el silah sesi geldi! Can korkusu ile kendimi dışarı attım. Karanlıkta herkes kaçışıyordu. Bir süre sonra üşüdüm. Korka korka içeri girdim.

İkinci katın uzun koridoru sessizdi. Kimse yoktu. Elimde ıslak çoraplarım vardı. Yatakhanemizin kapısına vardım. Hüseyin Aslantaş yüz üstü yerde yatıyordu. Sağ eli kapı koluna uzanmıştı! Başı sol kulağı üstüne dönmüştü!

“Hüseyin kalk! Kalk Hüseyin!” diye bağırdım.

Hüseyin kıpırtısız yerde yatıyordu!

Başının altından akan kanı gördüm!

“Arkadaşlar! Hüseyin’i vurmuşlar! Açın kapıyı!” diye bağırmaya başladım. Kapıyı açmıyorlardı! Silah sesinden sonra kapının arkasına barikat kurmuşlardı.

Eğildim, “Hüseyin kalk!” diyerek sol elimle Hüseyin’in başını tuttum. Sol elimin parmakları Hüseyin’in beynine girdi! Parmak uçlarıma Hüseyin’in parçalanmış kafatasının kemikleri iğne gibi battı! Korktum!

“Hüseyin’i vurmuşlar! Hüseyin ölmüş! Açın kapıyı!” diye kapıyı yumrukladım.

Kapı açıldı. Yerde kan içinde yatan Hüseyin’i görenler şoke oluyordu.

O an Halit Koçer Ağabey bağırdı!

“Hüseyin ölmemiş! Hüseyin yaşıyor! Tutun! Tutun! Hastaneye yetiştirelim!”

Halit Abi’nin sesi bizi kendimize getirdi.

Arkadaşlar Hüseyin’i kucakladılar, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ile  Çapa Tıp Fakültesi yan yana idi. Arada bir duvar vardı. Arkadaşlar Hüseyin’i Çapa Tıp Fakültesi’ne ulaştırmak için çabalıyorlardı.

Ben hemen üstümü giydim. Arkalarından koştum. 25-30 gençtik. Çapa’nın kamelyalı demir kapısını kilitlemişlerdi. Demir kapıyı söktük! Hüseyin’i Çapa Hastanesi’ne yetiştirdik.

Hüseyin üç gün daha yaşadı ve öldü!

Bu arada öğrenciler Hüseyin Aslantaş’ın vurulmasını protesto etmek için İstanbul Üniversitesi’ni işgal etmişlerdi.

Hüseyin’in Türk Bayrağına sarılı tabutunu Hukuk Fakültesi önündeki Gençlik Anıtı’nın önüne koyduk.

Annesi “Oğul oğul! Senin yerine ben ölseydim oğul!” diye tabuta sarılıp ağlıyordu.

30.000 kadar öğrenci yürüyerek Eminönü Arabalı Vapur İskelesi’ne vardık. Hüseyin memleketi Sivas’a gönderildi.

Hüseyin Aslantaş’ın öldürülmesinden sonraki gelişmeler

Bu olaydan sonra 400 kadar devrimci öğrenci Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nu terk etmek zorunda kaldık. Bizim için çıkan yemekleri İstanbul’un faşistleri yiyor, yatakhanelerimizde onlar yatıp kalkıyorlardı.

12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra Çapa’ya sokulmayan öğrencilerin temsilcisi olarak ben ve iki arkadaşım Ankara’ya zamanın Milli Eğitim Bakanı ile görüşmeye gittik. Durumumuzu anlattık. Bakan “ Yatılı okulda tek tek can güvenliğinizi sağlayamayız. Size burs verelim! Okul dışında hayatınıza devam edin!” dedi. Bu öneriyi kabul ettik. Okulu bitirdik. Şeriatçılar ve ülkücüler tarafından okula sokulmayan öğrencilerin sicil dosyalarının kapağına kırmızı çarpı konmuştu. Kırmızı çarpılı hiçbir Çapalı öğretmen öğretmen okullarına tayin edilmedi.

Hüseyin Aslantaş, devrimciler yatakhanesinin tam karşısındaki şeriatçılar ve ülkücüler yatakhanesinin kapısından beş metre mesafeden atılan kurşunlarla öldürülmüştü. Suçlular biliniyordu. Kimseye ceza verilmedi. Tam tersine Hüseyin Aslantaş’ın katil zanlıları daha sonra milli eğitim müdürü oldu, genel müdür oldu.

İbrahim Ağabeyi son görüşüm

Hüseyin Aslantaş’ın öldürülmesinden sonraki günlerde bir kez daha İbrahim Kaypakkaya’yı Teknik Üniversite’deki bir tartışma toplantısında gördüm. Başında o meşhur köylü şapkası vardı. Bazı devrimci öğrenciler İbrahim’i konuşturmadılar. Zorla salon dışına attılar. Ben bu olaydan sonra bir daha İbrahim Kaypakkaya’yı hiç görmedim. İşkenceyle Diyarbakır zindanında öldürülmüştü! İbrahim Kaypakkaya denilince gözümün önüne hep o köylü şapkalı hali gelir! O benim Çapalı teorik fizikçi ağabeyim idi! Bilim yapma imkânı bulsaydı çok önemli bir bilim insanı olabilirdi! Ona okuma imkânı vermediler! Yeni düşünceler ortaya attığı ve bunun mücadelesini verdiği için okuldan attılar!

İbrahim Kaypakkaya, Köroğlu gibi haksızlıklara isyan etti, dağa çıkmak zorunda kaldı! Eğer Köroğlu Çapa’da öğrenci olsaydı belki o da İbrahim’le birlikte dağa çıkmak zorunda kalırdı!

Çapalı İbrahim Kaypakkaya’nın, Çapalı İbrahim Ağabeyimin hatırası önünde saygıyla, sevgiyle, şükranla eğiliyorum!

Bochum, 13 Mayıs 2018 Kemal Yalçın

* Bu konuşmayı 13 Mayıs 2018 tarihinde, Hollanda’da, Ahrnem şehrinde Avrupa Türkiyeli İşçiler Derneği’de (ATİD) yapılan Mayıs Şehitlerini Anma Toplantısı’nda yaptım.

 

 

1451