Cumartesi Nisan 27, 2024

Dağın Kadın Hali

kaypakkaya-partizan
Onların anlattıkları aslında bizim de hikayemiz... Kitap Kobane’de gerçekleştirdiği feda eylemi ile ölümsüzleşen YPJ savaşçısı Arin Mirkan ile IŞİD’in Maxmur’daki saldırılarına cephede takip eden, gerilla gazeteci Deniz Fırat’a adanmış. Bu yüzden Arzu Demir, kitabın hazırlamasını, “Bir vefa borcunun yerine getirilmesi” olarak tanımlıyor:

 

“Savaşta Barışta Özgürlükte Aşkta” üst başlığını taşıyan Dağın Kadın Hali kitabı Arzu Demir’in 2013 yılının Aralık ayında Medya Savunma Alanları’nda uzun yıllardır gerilla saflarında olan kadın gerillalarla konuşmalarından oluşuyor. PKK’ye farklı zamanlarda Kürdistan’ın 4 parçasından ve Avrupa’dan katılan on bir kadın gerillanın portreleri üzerinden dağda kadın olmanın anlamı anlatılıyor.

Demir, kendi deyimiyle “Hayatın onu hiç karşılaştırmadığı ama hep yan yana yürüttüğü” kadınların gerillaya katılımdan önceki yaşamlarını, düşlerini, gerillaya katılım süreçlerini, gerilla saflarında erkek egemen ideolojinin etkileri sonucu kadın olmaktan kaynaklı yaşadıkları sorunları ve bununla savaşımın etaplarından kesitler veriyor. Demir, bastırılan, yok edilen kadınlıklarını dağda, gerilla faaliyetinde nasıl yeniden keşfettiklerini sade, yalın, kendi duygularını da katarak aktarmış. Kitapta, geleneksel kadınlık ve erkeklik rollerinin dağda nasıl yaşandığı, PKK’li kadınların erkek egemen zihniyetin hangi biçimleri ile nasıl karşılaştığı, bunlara karşı yürüttükleri mücadelenin seyri, dağ, silah, savaş, aşk ile cinseliğe nasıl baktıklarının yanıtları aranıyor.

Kitap Kobane’de gerçekleştirdiği feda eylemi ile ölümsüzleşen YPJ savaşçısı Arin Mirkan ile IŞİD’in Maxmur’daki saldırılarına cephede takip eden, gerilla gazeteci Deniz Fırat’a adanmış. Bu yüzden Arzu Demir, kitabın hazırlamasını, “Bir vefa borcunun yerine getirilmesi” olarak tanımlıyor:

2013 yılının Aralık günlerinde Medya Savunma Alanları’nda o kamelyaya girinceye kadar hiçbirini tanımıyordum. Hayat bizi o güne kadar hiç karşılaştırmamış ama hep yan yana yürütmüştü. Çünkü aynı özgürlük düşünün peşindeydik. Onların dağların doruklarında yaktıkları ateşle gösterdikleri hakikat benim de hakikatim olmuştu.Ve şimdi ben bir Türk sosyalisti olarak, hakikat arayışçısı olan kadın savaşçılara, bu kitapla bir vefa borcumu ödemek istiyorum.

Kitabı bir solukta fakat her satırını düşünüp tartarak okurken, daha fazlasını öğrenmek isteyen okur aç gözlülüğü ile insanın kafasından “Böyle bir olanak, 20 yılı aşkın bir süredir kadın gerilla olmanın somutlandığı kadınlar, şunları şunları da anlattırsan ya” düşünceleri geçmiyor değil. Fakat üstteki satırları okumaktan başlamak üzere gazetecilikle ilgili tüm tanım ve terimleri unutuyorsunuz, anlamsızlaşıyor. Kitaba belgesel anlatım, röportaj ya da başka bir tanım ihtiyacı duymuyorsunuz. İnsana dair ne varsa yaşayan, her ölümsüzleşen gerillanın ardından ağlayan, gerilla olmadan önceki yaşamlarına dönerken yüzlerinde derin acı ve hüznün çizgileri belirginleşen, ölümle dans ederken ağız dolusu gülmenin dikalasını başarabilen, ihanete uğrayan, erkek egemen ideoloji ile farklı bir kulvarda kapışan kısacası herbirimizin kendimizden bir parça bulabileceğimiz kadınlarla bir aradayız.

Ölüm değil yaşam felsefesi

Demir’in kitabı burjuva medya tarafından “İnsan olmaktan çıkarılmaya çalışılan”, insana ait olduğu varsayılan vasıfları yokmuş gibi lanse edilen kadınların hiç de öyle olmadıklarını görünür kılıyor. Her kadın gerillanın hikayesi okuyucuyu derinden sarsıyor. Dağlar ile kentler arasındaki görünmez duvarlar bir parça daha yıkılıyor.

Anlatımlarda bu kez usta gerilla/kadın savaşçı yanlar değil duygu ve düşünce dünyasının zenginliği öne çıkıyor. Yeni evlendiği eşiyle birlikte gerillaya katılma karar veren ve eşinin öldürüldüğü haberini yolda öğrenen Mizgin Agiri’de sevgiliye duyulan yılların azaltamadığı özlem ve yılların eskitemediği gerçek aşkı, çocuk gerilla olduğu için cephe gerisinde durmanın yarattığı duyguları 11 yaşında dağa çıkan Sakine Canda’da buluyoruz.

Evlendiği erkeğin ajan olduğu ve yoldaşlarının ölümüne neden olduğunu öğrenmenin yüreğinde açtığı derin yarayla baş etmek, hayata yeniden tutunmayı gerillaya katılmakta görmenin tarifsiz anlamını Avaşin Yılmaz’da, alıştığı yaşam tarzı ile gerilla ortamının çelişkilerini yenme iradesini, Avrupa’daki orta sınıf yaşamını terk edip dağlara yüzünü dönen Roza Pınar’da duyumsuyoruz. Sistemin kadın üzerindeki etkileri ile bitimsiz bir mücadele ve devinimi PKK içerisinde doçkayı ilk kullanan kadın gerilla Menal Bagok şahsında soluyoruz. Bu kadınlar şahsında Kürt kadınının on yıllara yayılan mücadelesinin gücü bir kez daha beynimize kazınıyor.

Yıllardır “Terörist, cani, vahşi” olarak kodlanan, linç kültürlerine malzeme edilen gerillanın özelde kadın gerillaların hiç de öyle silah, şiddet tutkunu olmadığı, bunu özgürlüğe giden yolda basit bir araç olarak gördüğü dillendiriliyor. Bu konuda Koçerin Amed’in silaha ilişkin anlatımı tüm kadın gerillaların yaklaşımını özetler nitelikte:

Bir gün nöbetteydim. İlkbahardı. Silahımı yanıma koydum. Bir şey oldu, elim bir an silahın namlusuna değdi. Buz gibiydi, birden ürperdim o an. Sonra kendime sordum: Bu silahın benim için anlamı ne? Beni ürpertmişti. Ama onu her gün temizliyorum. Yürürken yağmur başladığında kendinden önce onu korumaya alıyorsun; ıslanmasın, pas tutmasın diye. Bozulmasın diye hep onu koruyorsun. Canın gibi koruyorsun. Sonra dedim ki; bu savaş ortamında sen benim için değerlisin. Savaş bitsin demir parçasısın, soğuk bir şeysin.

Demir’in görüştüğü kadınlardan bir diğeri Deniz Amed. Tarih boyunca katliamlara uğrayan, yakın zamanda da Şengal’de IŞİD saldırılarına maruz kalan Kadim bir halk, Ezidî halkından çok genç bir kadının ağzından ölüme -aslında yaşama- dair şu sözler dökülüyor: “Ölümün ne zaman, nereden geleceği belli değil. Bir gerilla için hiç belli değil. Çünkü sürekli savaş ortamındasın. Ama buralarda ölümü hiç düşünmüyorum. Ne ölümden korkuyorum ne de ölümü düşünüyorum. Ama bir gün önüme çıkacağını da biliyorum.

Sistem kalıntılarıyla hesaplaşma

Kitabın en sarsıcı yanlarından birisi, gelişimin dinamosu, kadın olarak güçlü özneler olmanın, özgürleşmenin, gerillanın toplumsal devrimi denilebilecek sistemden kopuş arayışının sürekli kılınması. Deviniminin her dem canlı kılınması. Bu alanda yaratılan sürekli bir arayışın olması yine Menal Bagok’un sözlerinde somutlanıyor:

PKK ortamı aynı zamanda bir ameliyat ortamıdır. 24 yıldır buradayım. Ama hala kendimi ele aldığımda sistemin izlerini görebiliyorum. Sistemden kopmak basit bir şey değil. ‘Sistemi bıraktım, yeni bir kişilik yaratıyorum’ demekle olmuyor. Bu mücadeleyi buralarda da sürekli yürütmen gerek. 24 saat bunun üzerine, ekmek ve su kadar ihtiyaç duyup durmak gerekiyor. ‘Ben bitirdim’ demekle olmuyor.

Kadın gerillaların hepsinin anlatımında sürekli sorgulama, “sistemden kopuşu” sürekli kılma istemi öne çıkıyor. Demir’in görüştüğü her kadın gerilla bu değişim, dönüşüm ve daha iyisini inşa etme düşüyle dolu. Herbirimizin saygı ve bir parça gıptayla karşıladığımız gelişimin ve gücün sırrı da biraz burada yatıyor.

Değişik yeteneklere sahip bir diğer gerilla Mizgîn Agirî de dağda olmanın kendisini nasıl özgürleştirdiğini anlatıyor. Sohbetleri dağda yetişen bitkilerin faydalarıyla başlıyor. Agirî, Demir’e kaynatıp içmesi için “hîra çiçeği” getiriyor. İltihabı gidereceğini söylüyor. Bir demet de papatya. Agiri bir yanda biksi kullanan usta bir savaşçı kadın; aynı zamanda bin yılların otacı kadın geleneğini yaşatıyor. Doğadaki şifalı otların dilinden de silahların dilinden de iyi anlıyor. Birbirine zıt gibi gözüken aslında son derece uyum içerisinde iki hüner yan yana Mizgin Agiri’de.

“Kefiye takmadan olmazdan, kadın ordulaşmasına”

Kitap erkek egemen ideoloji ile savaşımda kadınların mücadelesinin tarihsel seyrini resmediyor. Farklı coğrafyalardan ve farklı dönemlerde gerillaya katılan kadınların yaşamları üzerinden, geleneksel kadınlık ve erkeklik rollerinin dağda nasıl başkalaşabildiğini kadın gerillaların kişisel deneyimleri üzerinden anlatıyor. Bir yandan özgürlük için erkek yoldaşlarıyla omuz omuza direnen kadınlar; kendileri ve erkek yoldaşlarındaki sistemin izleri ile nasıl mücadele ediyor? Verilen yanıtlar ezberlerimizi bir kez daha bozuyor. Erkek egemen ideoloji konusunda kadın gerillaların anlatımları bir güç olmaya nasıl evrildiklerini temsil ediyor. Özgüven ve özne olma bilincinin gökten inmediği ve inemeyeceği, yakınmak sadece eleştirmek yerine doğrudan eyleme geçmekle gelebileceği resmediliyor. Anlatılanlar asiliğin, yaşanan zorluklara inat bir meydan okumanın ifadesi. Kurucu bir kadın politikası ve eylemi ancak bu zeminde yükseliyor.

Kitap bu soruya da yanıt arıyor. Sorunun yanıtı, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla adımı atılan kadın ordulaşması oluyor. Ancak kadınların ayrı bir ordu kurma fikrini hayata geçirmesi -okurun başka kaynaklardan da bildiği gibi- hiç de kolay olmuyor. İtiraz edenler, “olamaz” diyen erkek gerillalar ayak diriyor. Kadın gerillalarda ise başlarda “yapabilir miyiz” güvensizliği var. Kadın ordulaşmasına gidildiği 1995 yılında yapılan 1. Kongre’nin kararlarıyla oluşturulan Yekîtiya Jinen Azad a Kurdistan (YJAK/Kürdistan Yurtsever Kadınlar Birliği) ile birlikte, hareket içinde bitmeyen mücadele fakat yavaş yavaş değişen algıları da örneklendirerek anlatıyor kadın gerillalar.

Ataerkil zihniyet her yerde olduğu gibi dağlarda da var. Kadın ordulaşması bazı anlayışların değişmesini kendiliğinden getirmiyor. Tersine, gerçek savaşım asıl ondan sonra başlıyor. Kadın ordusu kurulduğunda kıyametler kopuyor. Kadınlar karar alma süreçlerinden dışlanıyor. Fakat kendilerini pratikleriyle kabul ettiriyorlar. Menal Bagok, “Erkekler istemese de kabul etmek zorunda kaldı” diyor. Kadın gerillalar Kürt Halk önderi Abdullah Öcalan’ın sadece önerileriyle değil, bu mücadelenin her aşamasında kadınlara güç vermesi, bu zihniyetin parçalanmasındaki ciddi rolünü her fırsatta vurguluyorlar. Bu “Kürt kadınları olarak neden Abdullah Öcalan’a bu kadar bağlısınız?” sorusunu da yanıtlıyor.

Feodal üretim ilişkileri üzerinden şekillenen toplumsal değer yargıları ve baskın ilişkilerden çıkan bir gerilla hareketinde erkek egemen zihniyetle mücadele ve kadının toplumsal rollerinden özgürleşmesi uzun yıllara yayılan mücadeleler ve iradi çubuk bükmeler olmasa daha bir zorlaşırdı. İradi yönelimler, ağır aksak, zamana yayarak değil “zamanın ruhunu yakalayarak” kendiliğinden yürünmemesi açısından bir zorunluluk. Anlatımlarda bu tüm çıplaklığı ile hissediliyor. Kürt Ulusal Hareketi kadının özgürleşmesinde katettiği yolu her şeyden önce bu bilinçli iradi yönelimlere gerçekleştirdi.

PKK’de kadının özgürleşmesinde örgütün yoksul köylülerden oluşan gücünün 1990’lardan itibaren çeşitli katman ve sınıflardan gelen kadrolarla zenginleşmesi ve kadroların özellikle kadın olanların örgüt içindeki kaba erkek egemen yaklaşımlara karşı azımsanmayacak bir mücadele yürüttüğü gerçeği kitaba da yansıyor.

Menal Bagok, gerillaya katıldığı 1989 yıllarında Botan bölgesinde yaşadıklarını anlatırken katedilen yolun değeri bir kez daha açığa çıkıyor:

Çok değerli arkadaşlardı ama kadınının da erkeğinin de müthiş bir feodal yaklaşımı vardı. Birlikte geldiğim arkadaşlar, birlikte büyüdüğümüz arkadaşlardı. Her ne kadar gerici yanlarımız olsa da biz bir hayal ile geldik. Bize ikinci gün “Kefiye takın. Takmazsanız olmaz” dediler. Biz de “Biz buraya asker olmaya geldik. Eşitlik, özgürlük için savaşmaya geldik, kadın olmaya gelmedik” diye itiraz ettik.

Katıldığımız grupta fazla kadın yoktu, 3-4 kadın arkadaş vardı. Onlar da kefiyeliydi. Diğer erkek arkadaşlar da köy katılımlıydı. Kefiyeden dolayı üzerimizde kurdukları baskı nedeniyle, birlikte büyüdüğümüz arkadaşlar olarak birbirimizi her gördüğümüzde kaçıyorduk. Selam veremeyecek duruma gelmiştik.

Resimlerde taktığı beresi, içten sıcak gülüşü, sevimli yüzüyle insanın içini ısıtan, 1989 yılında Avrupa’dan gerillaya katılan 2013 yılında dağda 23 yılını deviren Roza Pınar ise hem o dönemde erkek egemen zihniyete isyanını, hem de ilişkilerde uyum sağlayamaması nedeniyle aradığını bulamamasını anlatıyor:

…Devrimciliğin burada sınanıyor. Ne kadar devrimci olduğunun, ne kadar iradeli olduğunun bu dağlarda farkına varıyorsun. Kürt gerçeğine olan yabancılığım nedeniyle dağ sahasında zorlandım. En çokta yaşam ilişkilerinde. Çalışmaya katılmak, fedakarlık göstermek, emek harcamak konusunda kimsenin sorunu yoktu…Gericilik ve korkunç bir feodalizm had safhada. Savaş gerçeğinin erkekte yarattığı vahşi özellikler. Bunun kadına yansıması ve kadını hiçe sayan, irade görmeyen yaklaşımlar… PKK bu olamaz diyordum… Sen farkında değilsin bu savaş, bu zorluklar neyi yaratıyor?.. Sana yansıyan negatif yanları. Erkeklerin feodal duruşları, bağıran çağıran yaklaşımları. ‘Niye bağırıyorsunuz birbirinize heval, daha güzel bir üslup yok mu’ diyordum. Herkes bana tuhaf tuhaf bakıyordu.

1990’ların başında kadınlarla ilgili her şeyin erkekler tarafından belirlendiğini anlatan Pınar, “Erkek her şeyini belirliyor. Nasıl yaşayacaksın? Nasıl davranacaksın? Nasıl yer alacaksın? Erkek tarafından belirlenmek bir kadında ne kadar irade yaratabilirdi ki? Yaratmaz. Çünkü orada nesne sensin, özne erkektir. Hep nesne konumundasın, doğal olarak bir irade gelişmez” diyor. O günler için iyi kadın gerilla olmanın yanlış anlamını ise “Ne kadar erkek gibi savaşırsan, ne kadar erkek gibi durursan, erkek gibi silah kullanırsan, ne kadar erkek gibi yürürsen, ne kadar erkeğe benzersen sen o kadar iyisin, o kadar kahramansın. Sonuçta gelmiştir, saygı duyuyoruz. Ama korunması gerekir.’ Onu koruyacak olan da erkektir. Algı bu. Toplumdan aldığının aynısı da saflara taşınıyor zaten” diye tanımlıyor.

Aşk özgürlük diyalektiği

Herbirinin öyküsünde kadınların tarihsel ezilmişliğine duyulan isyan öne çıkıyor. Cins bilincinden daha çok eşitlik ve özgürlüğe olan düşkünlüğünden dağın yolunu tutan kadınların ruh halini Menal Bagok şöyle anlatıyor: “Evlenme tehlikesi bir yanda. Birbirini çok severek evlenen insanların, iki ay sonra hallerine bakıyordum ve ‘Ben de mi bu duruma düşeceğim’ diye korkuyordum”.

Kitabın temel konularından birisi aşk ve özgürlük. Kadın gerillalar için aşk özgürlükle eşit. Özgürlük ise aşk kadar tutkulu. “Benim için aşk, özgürlük demektir. Onları birbirinden koparmıyorum. Gerçek aşkın da bizde yaşandığına inanıyorum” diyor Koçerîn Amed. “Aşk yasak mı?” sorusuna, aşkın da, toplumsal bir kavram olarak değerlendirilmesi, duyguların mücadeleye zarar vermemesi, aşkın davayı yüceltmesi koşuluyla aşk olabileceği yanıtları geliyor.

Dilan Nurhak, “Aşk sizde yasak mı?” sorusuna verdiği yanıtta şunları söylüyor:

Yasaktan çok, şöyle bir gerçeklik var. Bu ilişkiler içimizde gelişirse, olursa bu hareket biter. Biz bu davaya katıldığımızda devrimci olmaya karar verdiğimizde, bunu göze alarak geldik. Kesinlik bu davaya zarar vermemeliyiz. Duygularım zarar verecekse o duygularımı da terbiye etmeliyim. Bundan dolayı bizde daha çok eğitimle duygularını terbiye etme var. Bu durumu gönüllü kabul ediyoruz. Yasak olarak değil. Yoksa içimizde böyle şeyler de olmuştur. Ama bunu yaşayan insanlar içimizde kalamıyor. Örneğin bu tasfiyeci süreçlerde bir erkek bir kadını aldı götürdü. Aşk ihanete götürmemeli. Eğer, aşksa, sevgiyse, davanı birlikte yürütürsün. Kadın erkek arasındaki o duygu eğer ihanete götürüyorsa, zaten aşk değildir, zaten sevgi değildir. Bunu böyle yaşayanlar olursa, zaten içimizde fazla kalamıyorlar, kaçıyorlar. O sevgi, o aşkı, davana ihanet ederek değil de davanı yücelterek yaşamalısın. İşte o zaman o gerçek aşk oluyor, gerçek sevgi oluyor.

On yılları aşan bir özgürlük mücadelesinin geniş zaman dilimlerine tanık, bu süreçlerin öznesi kadınlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Demir, on binlercesinden sadece on birini ulaştırıyor bizi. Onların anlattıkları aslında bizim de hikayemiz.

 

9836