Cumartesi Nisan 27, 2024

Tayyar Eroğlu Sincan Hapishanesinden yazıyor

kaypakkaya-partizan
“Geçtiğimiz yıl bizlere haftada üç kez soruşturma açıyorlardı. Artık espri konusu olup çıktı; Ağzınızı açmayın ha! Ona da soruşturma açarlar. Komik ya da traji-komik artık sizler karar verin, ama yaşananlar birer gerçek.

 

Sevgili Adil Okay

   Bugün (16 Aralık) iletişim cezası vardı o bitti. Ceza nedenli biriken mektupları getirdiler. Arasında Sergi Davetin olan ve Aydın Tavrı yazısı ile beraberinde 4 parça olan zarflarda vardı. Ceza 3 aylık olduğundan ve Davetiye elime yeni geçtiğinden sergiye gelemedim! Kusurum affola!

   Bu daracık mekanlara sığamadığımızdan ve illaki sığdırılmak istendiğimizden dolayı, habire cezalar alıyoruz! Hem de ne cezalar! Ceza İnfaz Kanunu artık disiplin cezası olarak az geliyor! Başvurumu yapsak acaba, disiplin cezaları az diye, bilemedim ki şimdi!!

   Geçtiğimiz yıl bizlere haftada üç kez soruşturma açıyorlardı. Artık espri konusu olup çıktı; Ağzınızı açmayın ha! Ona da soruşturma açarlar. Komik ya da traji-komik artık sizler karar verin, ama yaşananlar birer gerçek.

   Sonra tepemize kamera dikip, bize kameralı yaşamı dayatınca, bizde kamera şakası yapalım dedik. Haliyle kırdık onları, kameraları. Haftada 3 olan soruşturmalara zam yaptılar. Üstelik hücre cezası verdiler. Yargı hızlı çalıştı. AKP, beni de sürer derdinden olsa gerek, cezalar hemen onaylandı ve infaz edildi. Bununla sınırlı kalır mı, kalırsa “gözünü kapamamış, görevini de yapamamış” sayarlar insanı! Tayyibin diline kim düşmek ister bu devirde! İcraatlar peş peşe!

   Kasım ayında “bedelini ödemediğimiz dergi, gazete gibi süreli yayınlar verilmeyecek” denildi. Verilmedi. İtiraz ettik ilgili mercilere. Red geldi tabi ki. Aralık ayında vazgeçildi. Nedenini bilmiyoruz. Dergi ve yayınları verdiler. Bu bedelini ödemediğimiz yayınlar tabi ki devrimci yayınlar oluyor.

   Farklı müzik aletleriyle ilgilenmenin yararları malumunuz olup, bir müzik aleti ile de biz ilgilenelim dedik. Sen misin diyen hesabına döndü. Bir keman istedim. Keman geldi, verdiler, ama kılıfını vermediler, “Niye?” Aktarayım. Kılıf kapalı olduğundan, boş bölmeleri olduğundan, bende “terör örgütü” suçlusu “(ne demekse artık) olduğumdan, kılıfta “örgütsel doküman” olabilirmiş. Nutkum tutulmadı tabili. Çok da görmedim. Ama bu hassasiyet alkışlanmalı! Keşke devletim tüm memurları, personeli, görevlileri falan şuradaki hassasiyeti başka alanlarda da gösterselerdi, Hırsız Var! Diye kimse sokaklarda bağırmazdı. Soma’da, Ermenekte, yüzlerce işçi, madenlerde katledilemezdi. Velhasıl kılıf verilmedi.

   Sohbet cezalardan açılınca kılıfa kadar gelmişim. İyi bir giriş olmadı tabii. Tecrit, en koyu haliyle uygulanmaya çalışılıyor ve biz bununla uğraşıyor, bunlar gündemimiz oluyor, haliyle dil ağrıyan dişe gidiyor.

   Aydın Tavrı üzerine yazınızı okudum. Güney Dergisinde çıkmıştı sanırım. İsabetli bir yazıydı. Bugün aydın sıfatıyla TV programlarına çıkanları mecburen izliyoruz. Savundukları düşünceler ve gazete köşelerine yazdıkları artık mide bulandırıcı hale geldi. Bir katliam karşısında dahi sessiz kalıp hatta bununda ötesine geçip ayan beyan her şeyin ortada olduğu konuda (TC’nin IŞİD desteği) kalkıp AKP’yi savunmak noktasına gelindi. Tam bu noktada yazının meselenin can damarına dokunduğundan isabetli bir yazı diyorum.    

   Zamanım olsaydı esas olarak seks-işçisi, seks kölesi kavramları üzerine yazdığınız ve bizim de gündemimize alarak tartıştığımız konuya dair düşüncelerimi anlatmak isterdim. Ne yazık ki buna şuan vaktim yok. Ama biz erkeklerin bu konuya dair, Toplumsal cinsiyet sorunu, Ataerkil Erkek kişiliği, Cinsel Özgürlük gibi konularda daha derin tartışmalar yapması, yapabilmesi gerekiyor. Yapabilmesi diyorum çünkü teorik ve politik olarak en çok laf söylediğimiz konu bu iken sorunu bir türlü çözemediğimiz konuda bu.  Zamanım yok dedim zira şuan Ortadoğu’ya dair bir çalışma içerisindeyim. Çalışmayı da yetiştirmem gereken zaman yaklaştı. Bu esnada ceza bitiverdi. Peşinden yenisi başlayacak. Mektuplar beklemesin diye zaman ayırdım. Bir daha ki mektuba umarım daha çok vaktim olur ve düşüncelerimi aktarırım, paylaşırım.

   Serginizin güzel geçtiğini umuyorum. Bu kez kaçırdık ama “Bir güm mutlaka”

   Öykü’müze de hiç yazamadık. Yine içeri verilmeyenleriyle gündemdeydi epey zaman önce. Sakınca, güvenlik vs. vs. Artık iyice ayan beyan kendilerini orta yere seriyorlar. Meselenin güvenlik olmadığını, eğer güvenlikse de bunun umudun, sevginin paylaşımından duyulan bir kaygı olsa gerek. Aklıma George Orwel’in “1984” adlı kitabı geldi. Her şey yasak sevgi de dahil. Peki mümkünatı var mı? Eğer olsaydı, bugün bilim diye, insanlığın gelişimi diye, medeniyet diye bir şey olmazdı. Varsa bunların hepsi geçmiş zamanın, bugünkü versiyonlarına karşı inadın, mücadelenin ve direnişin bir sonucudur. Sokrates’in içtiği zıkkımın anlamı burada saklı.

   Daha fazla yazmak, daha fazla paylaşmak isterdim. Bu seferlik mazeretim kabul ola! (Hani Osmanlıca öğreneceğiz ya, şimdiden alışalım dimi!)

   Gökkuşağının aydınlattığı özgür bir geleceğin tüm dünya halklarının olacağı umudu ve dileğiyle

                        YENİ YILINIZI KUTLUYORUZ.

Umutla ve Dirençle

Tayyar EROĞLU

1 Nolu F Tipi Hapishane

C6/84

SİNCAN/ANKARA

1519