Cuma Mayıs 17, 2024

19 Mayıs’tan bir gün önce 18 Mayıs (Rakıp Zarakolu)

İbrahim Kaypakkaya 19 Mayıs’tan bir gün önce öldürüldü. 19 Mayıs bizim gençlik bayramımızdır. 24 Nisan’dan bir gün öncesi  23 Nisan bizim çocuk bayramımızdır.

11 Eylül Şili’de Allende’nin sosyalist hükümetinin Pinochet’nin faşizan darbesi ile devrildiği tarihtir. İnsanların stadyumlarda oluşturulan toplama kamplarına konulduğu, kitapların Nazi Almanya’sındaki gibi ateşe verildiği tarihtir.

Aynı modelin uygulandığı Türkiye’deki  12 Eylül darbesi, bir gün sonra aynı senaryoyu sahneye koyar. Toparlanan insanların konulduğu yerler, örneğin Fatsa’da fındık fabrikası, ya da Perşembe’deki NATO Atom sığınağı, bir sürü yerde Eğitim Enstitüleridir. Hapishane ve kışlalarda koyacak yer kalmadığı için. Kadıköy’de kitapevlerinin sakıncalı olacağını düşündükleri kitaplarını denize döktükleri tarihtir.

Sultanahmet Adliyesi’ne tıka basa doldurulan kitapların Selimiye Kışlasında aleve verildiği tarihtir.

Keşke çocuk bayramı ve gençlik bayramı olarak saptadıkları tarihleri başka türlü belirleselerdi.

Zira 19 Mayıs bizde bayram iken Pontos Rumlarının matem günüdür.

23 Nisan ise, Ermeni yetimlerinin kaderini hatırlatır.

Her ulus devletin efsaneleri vardır. Keşke daha iyi Çocuk ve Gençlik bayramı tarihi seçselerdi, kendi efsanelerimizin sağlığı açısından.

18 Mayıs, arkadaşım İbrahim Kaypakkaya’nın onurlu ve işkenceden sağ biçimde çıktıktan sonra yargısız infazla öldürüldüğü tarih.

Tarihimizdeki birçok ayıptan biri…  Tam gençlik bayramından bir gün önce…

Çapa’daki Yüksek öğretmen Okulu öğrencileriydiler hepsi. İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu’nu,  Ali Taşyapan’ı, Ülkücüler tarafından okuldan kovuldukları zaman tanıdım. Çapa’yı İstanbul Üniversitesi’ndeki saldırıları için üsse çevirdiler. İstanbul’da İlk düşürdükleri yerlerden biri de, Belgrad Ormanındaki Orhan Fakültesi olmuştu. O zaman Fahri Aral, Talebe Cemiyeti  başkanı idi.  Oradan kovulmuş oldu.

Çapalılar, yatacak bir yer ayarlayana kadar, FKF lokalinin sandalyeleri üzerinde gecelemişlerdi.

Deniz Gezmiş, o zaman Ülkücü denmezdi, Turancı gençlerin saldırılarına karşı elinde sopası savunma gücü gibiydi 1968 öncesi.

1968 Temmuzunda Hukuk öğrencisi Vedat Demircioğlu, talebe yurdunu basan polis tarafından komaya sokulduktan sonra öldü. Deniz, Vedat’ın cenazesini bir protestoya çevirdi.

1960 28-29 Nisan öğrenci gösterilerinden bu yana ilk öğrenci katliydi bu.

1969 yazını Ülkücüler komando eğitim kamplarında geçirdiler.

1969 Eylül’ünde  İÜ Öğrenci Birliği seçiminde Ülkücüler olay çıkarıp Kongreyi hükümet komiserine iptal ettirdiler. ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür ise sokakta bir siyasi şube elemanı tarafından vuruldu.

Daha sonra Komando eğitiminin sonuçları alınmaya başlandı. Artık sorunu polisin “halletmesine” gerek kalmayacaktı.

12 Mart öncesi, İstanbul’da, Ankara’da peş peşe sol eğilimli gençler öldürülmeye başlandı. Deniz’in en hüzünlü resimlerinden biri, vurulan DMMA öğrencisi Battal Mehetoğlu’nun başındaki resimdir.

Bütün bu altüstlükler arasında İbrahim Kaypakkaya, sorunun kaynağı resmi ideolojiye karşı açık, “ama”sız, siyasal tavır koyan ilk 68’lilerden biri oldu. Yalnız o mu? Kürt sorununu da siyasal bir kopuş sergiledi sol siyaset içinde. Ermeni gerçekliğini de ilk hissedenlerden.

Belki de onun için birçok Hay daha bir yakın buldu onun siyasetini, Hrant dahil.

Ama o noktaya ulaşana kadar da birçok kopuş kaçınılmaz olmuştu onun için. Önce TİP’ten kopuş, sonra MDD’den/Türk Solu’ndan kopuş, daha sonra da Perinçek’ten kopuş.

Ama daha devletten önce, sol içi şiddete, hatta infaza maruz kalacaktı neredeyse.

Kopuşların büyük polemikler, öfke ile yaşandığı dönemin ünlü tartışma forumlarından birinde İTÜ’de DÖB’lü arkadaşım Bombacı Zihni’nin kafasına tabure indirdiğini hatırlıyorum. Öfkeli DÖB’lüler, aşağıdan balkonda duran Beyaz Aydınlıkçılar’a bağırıyordu. İbrahim’i kim susturabilir? O da yanıt veriyordu. Aşağıdaki DÖB’lüler “bağırıyordu, “at, at” diye.

Kafasından kan akan İbrahim Kaypakkaya’yı, anfiden dışarı ben çıkardım. Gümüşsuyu’ndan yukarı doğru çıkarken Nail Satlıgan aşağı doğru iniyordu. İbrahim’i ona devredip anfiye geri döndüm.

Zihni daha sonra bana, “Ben tabureyi vurmasam, balkondan aşağı atacaklardı.” diyecekti.

Vedat Demircioğlu, İTÜ Yurdu’nda öfkeli polis tarafından aşağı atıldığı için komaya girmiş, daha sonra ölmüştü.  6. Filo’ya karşı protestonun merkezi gibiydi İTÜ Yurdu. FKF’lisi, DÖB’lüsü herkes orada. FKF sekreteri Veysi Sarısözen de iyi bir dayak yemiş, ama sağ kalmış, tutuklanmıştı, yataklarından alınan gariban pijamalı öğrencilerle birlikte.

Beyaz Aydınlık çizgisinden kopuştan sonra hakkında “örgüt içi infaz” kararı alınmıştı. Adil Ovalıoğlu gibi, bir başka siyasette.

Arkadaşları ile kurduğu partiyi, TKP/ML olarak adlandırdı İbrahim Kaypakkaya. Ve kadim TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi gibi katledildi. 68 gençlik başkaldırısı içinde yükselen 3 devrimci siyasi hareketin de kurucularının katledilmesi bir tesadüf değil. Klasik “yılanın başını küçükken ez” anlayışı!

Deniz’ler yargılı infaz ile, Mahir’ler yargısız infaz ile katledilirken, İbrahim Kaypakkaya sağdı ve yepyeni bir örgütlenme çabasını başlatmıştı kırsalda. Dersim’de, Siverek’te…

Çapa’dan başlayan bu uzun yürüyüşün, capcanlı bir tanığı var:  Muzaffer Oruçoğlu. O bir kahramanı, bir önderi, bir şehidi, bir azizi değil bir İNSAN’ı anlatıyor.

Çapa’da birlikte başlayan uzun yürüyüşlerinin daha ilk başlangıcında, roman yazma eylemliliğini başlatmış bir genç Muzaffer. Her ikisi de edebiyat dergilerini takipçisi yakından.

FKF’nin Aksaray’daki, Divanyolu’ndaki ofislerinde karşılaşmalarımızı hatırlıyorum.

Bu edebiyatçı duyarlılığı ile anlatıyor İbrahim Kaypakkaya’yı şimdi de…  An be an, capcanlı…

O sorgulayıcı bakış ve okuyuş ve yorumlayışı, o alaycı bakışı, o dost, sıcak kucaklayışı hissediyorsunuz, Oruçoğlu’nun satırlarında.

Neredeyse ona dokunduğunuzu hissediyorsunuz.

Muzaffer Oruçoğlu ile Selimiye Kışlası özel ahır bölümünde birlikte kaldık 4 Nolu koğuşta. Yüksek tavanlar, kalın demirden bir kapı, pencere yerine derin bir oyuk, ucunda ışık bile bulunmayan. Toplama kampları misali, duvar boyu uzanan tahtadan iki katlı toplu yatakta yan yanaydı döşeklerimiz. Bir yanıma THKO’lu Osman’ı öte yanıma TİKKO’cu Muzaffer’i almıştım.

Yukarı kattaki koğuşlarda Yılmaz Güney, Sırrı Öztürk vd. klasik komünal yaşam sürdürürken, aşağı katta General Türün’ün kurdurduğu “özel” bölümde çok farklı bir uygulama yapılıyordu. Ziverbey’deki işkence merkezinden getirilenlere…

Askeriye bölünmüştü, 9 Martçılar ile 12 Martçılar diye. Üst katın yönetiminde 9 Martçılar daha bir etkiliydi.

Örneğin Yusuf Küpeli, demir parmaklıklarla koridordan ayrılan özel bir hücrede tutuluyordu, çok ağır sağlık sorunlarına karşın. Hayvanat bahçesindeki kafesler gibi. Görüşe, avukata giderken önünden geçiyordunuz. Selam vermenin bedeli, diğer toplu koğuşların önünden geçerkenki gibi,  erler tarafından toplu dayaktan geçirilmekti. Emin Karaca’nın başına gelenki gibi.

12 Eylül darbesinden sonra Emil Galip Sandalcı ile gözaltına alındıktan sonra, bu koğuşlarda birkaç gün kaldık. O toplama kampı bütün tahta ranza yerine normal ayrı ranzalar konulmuştu. Erler tarafından toplu hoş geldin dayağı vardı. Ama bize uygulamadılar.

Şili’de General Pinochet’nin 11 Eylül darbesinin haberini bu ahır zindanında almıştık. Allende’nin katledildiğini…

Daha bir haklı bulmuştuk, tek yol direniş, tek yol devrim anlayışını.

Türkiye’de de başka bir yol mu bırakmışlardı sanki!

Meclis’te linç edilmeye kalkılan Çetin Altan, fiili olarak parlamento dışı bırakılan TİP’ti. 12 Martçılar legal/illegal ayrımı mı yapmıştı. Herkesi doldurmuştu zindana.

Soğuk Savaş’ın anti komünizmi egemen kaldı hep, 1989 büyük çöküşüne kadar.

Maltepe 2 Nolu’da yeniden buluştuk Muzaffer ile 1973 seçimlerinden sonraki yumuşama döneminde.

Anayasa Mahkemesi sayesinde, 1973 yazı bizler tahliye olurken; cezaevini Muzaffer ve birkaç arkadaşına devrettik. Meclis’teki oylama sırasında 146/3’den hüküm giyenler kazara affolunmuş ama, CHP koalisyon ortağı MSP 141/142’ye “IH” demişti. Anayasa Mahkemesi, bunu haksız bulup 141/142 mahkumlarını af kapsamına almış; 146/1 den yatanları yasaya uygun bulmuştu.

Bu nedenle Muzaffer Oruçoğlu’nun serbest kalması, Ertuğrul Kürkçü ve diğerleri gibi 80’li yılların ortasını bulacaktı.

2014 yılında gittiğim Avustralya’da bir ressam ve yazar olarak bulacağım Muzaffer Oruçoğlu ile buluşmak benim için büyük keyif olacaktı. O eski günleri anacaktık. Armağanı olan “Ağlayan Kız” tablosu duvarımda asılı.

2211

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!

1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Sayfalar