Cumartesi Mayıs 4, 2024

ABF Şerden Korunmalıdır!

 

Bu pazar günü Alevi toplumunun yurtiçindeki en büyük ve en üst çatı örgütü olan Alevi Bektaşi Federasyonunun (ABF) Genel Kurulu gerçekleşecek. Selçuklulardan günümüze dek Alevi Kızılbaşların karşı karşıya kaldığı yok sayılma, hor görülme, inkâr, asimilasyon, soykırım ve katliam politikalarına karşı örgütsel bir duruş sergilenmesi açısından bu genel kurul son derece önemlidir. Bu açıdan Alevi toplumunun da beklentileri önemlidir. 

Bu beklentiler ışığında 1990’lı yıllarda Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ve Hacı Bektaş Veli Kültür Tanıtma Dernekleri  (HBVKTD), şimdiki ismiyle Alevi Kültür Dernekleri (AKD) öncülüğünde sürdürülen çalışmalar sonucu isminde ortak değer olan “Alevi”sözcüğünü de barından bir üst çatı örgütü, yani Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) 2002 yılında kuruldu. ABF, PSAKD (74 şube), AKD (108 şube), HBVAKV (39 şube),  Alevi Dernekleri Federasyonu -ADF (13 şube) ile tek şubelik kurumlar olmak üzere yaklaşık 280 dernek ve bu derneklerin yüzbinlerce üyesinden oluşan örgütlenmedir.

Yasal olarak yöre derneklerinden, meslek örgütlerine, DKÖ’lerden siyasi partilere tüm kurumlar, önlerindeki sorun ve hedeflere yönelik olarak görev değişimleri, yeni yönetimleri seçmek için yasalara ve tüzüklere uygun zamanlarda kongrelerini yaparlar.. Bu bağlamda ABF da kongresini yapacak ve önümüzdeki süreç için görev yapacak olan Yönetim Kurulu ile Disiplin ve Denetleme Kurulu üyelerini seçecek.

Ancak bu yazıyı yazmama sebep teşkil eden konu da işte bu kongre ve kongre sürecinde  yaşananlar, yaşanılacak olanlardır..

Olması gereken ya da arzu edilen, öncelikle ABF’nin gövdesini teşkil eden iki büyük bileşen olan PSAKD, AKD ve diğer dernek yöneticilerinin, öncelikle kendi örgütlerinde Eşgüdüm, Danışma Kurul ve Genel Merkez Kongrelerini demokratik bir işleyişle gerçekleştirmeleri, sonra da Kongrelerinden aldıkları irade ve yetkiyle üst çatı örgütümüz ABF için bilgili, birikimli, donanımlı ve ahlaklı kişilerden oluşan güçlü bir yönetim seçmeye çalışmalarıdır .  

Peki, mevcut durum bu tarife uygun değil midir?

Gönül isterdi ki, bu soruya yanıtımız olumlu olsaydı, evet diyebilseydik. Ne yazıkki, Alevi örgütleriyle herhangi bir şekilde ilişkisi olanlar biliyoruz ki, bukongreler, birkaç kişinin kapalı kapılar ardında kendi gelecekleriyle ilgili hesaplarına uygun bir şekilde, gelecekte, önce ABF yönetimi, daha sonra da“merkezi” ve “yerel yönetimler” düşünülerek gerçekleştiriliyor. 

ABF kongresi öncesi gerekli gördüğüm bazı bilgileri Alevi kamuoyu ile paylaşmayı sorumluluk ve görev kabul ettiğim için paylaşmak istiyorum. Bu yazıyla örgüt yöneticilerine, ABF yönetimini seçecek olan delege arkadaşlara, birçok kişi tarafından bilinen, ama üstü örtülen, örtülmeye çalışılan, ya da önemsenmeyen bazı durumları bir kez daha açıklamak, hem de dostane uyarılar yapmak istiyorum.

‘Mum Söndü’İftirasını Parayla Affedenler Alevi Olamaz

Geçtiğimiz yıllarda yaptığı bir TV programı sırasında anamıza, bacımıza, karımıza hakaret eden, Alevi toplumuna “Siz orada mumsöndü mü yapıyorsunuz?” diyerek küfreden, aşağılayan bir şartlatanı, belli‘maddi çıkarlar’ karşılığında, nereden aldığı belli olmayan bir yetkiyle‘affeden’ utanmazın biri, şimdi Alevi toplumunun en üst örgütü olan ABF Genel Başkanı adayı oldu .  

Burada asıl vurgulamak istediğim, son derece üzücü olan şey, bu kirli alışverişi bir şekilde ‘duyan’ birçok yöneticinin, ne hikmetse, bunları

duymamış gibi davranmasıdır.  Oysa bu kirli alışverişte bir derneğe bir araç ve başkaca belli olmayan bir şeyler alındığı, bunun karşılığında Alevileri aşağılayan, hakaret eden, küfreden bu şarlatanın güya toplum adına “affedildiği”, toplum adına “barışıldığı” gazete sayfalarında, TV ekranlarında da yer aldı.

Şimdi bu kısaca anlatmaya çalıştığımı bilen bazı arkadaşlarıma soruyorum…

Bu durumu duyan ya da bilen sizler, nasıl olur da bu kişiyi desteklersiniz?

İ. Doğan’ın TOKİ’den daireler, paralar almasıyla bu kişilerin o şarlatandan araba ve para alması arasında miktar dışında herhangi bir fark var mıdır?

Böyle bir kişinin ABF Genel Başkanı olması sizce de yüzsüzlük ve utanmazlık değil midir?

Bu rezilliği bildiği halde bu kişiye oy verecek, destekleyecek olanlar için de büyük bir ayıp ve aymazlık değil midir?

Bu kişiyi destekleyenler, Alevi toplumuna ve öğretisine karşı suç işlediğini de biliyorlar mı?

Delege İradesini Siyasi İkbale satanlar Yönetici Olamaz

Bu kişi, geçtiğimiz yıllarda da PSAKD örgütünden aldığı iradeyi hiçe sayarak ve örgütten istifasını gizleyerek bir Partiden aday adayı oldu. O görüşmelere giderken, utanıyor olmalıydı ki, kimseye görünmemek için gidiş gelişte binanın normal merdivenlerini değil, yangın merdivenlerini kullanıyordu.

Diğer yandan, bir şarlatandan alınan araçla Serçeşme’ye Hünkâr’ın huzuruna çıkmaya, Madımak önüne gitmeye utanmıyordu. Şimdi de yine utanmadan ABF başkanı olmaya çalışıyor.

Bu kişi, 12 Eylül referandumunda gerici, faşist, asimilasyoncu, ırkçı AKP iktidarına“yetmez ama evet” derken de utanmıyordu. Yetmez ama evet dediği AKP iktidarının yıllardır Alevilere olan düşmanlığı orta yerde duruyor. Alevi düşmanı AKP’ye koltuk değneği olan bu kişi hangi yüzle Alevilerin en üst çatı örgütü ABF Genel Başkanı adayı olmaya çalışıyor? 

Buradan tüm yöneticilere ve delege arkadaşlarıma sesleniyorum.

Alevi Toplumuna ve örgütlerine saldırıların yoğunlaştığı, böl-parçala senaryolarının hayata geçirildiği, Demokratik Alevi hareketinin üst çatı örgütü ABF bileşenlerini, ayrıca yurt dışındaki müsahip örgütümüz Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonunu (AABK) etkisizleştirme, yalnızlaştırma; Alevilik, Alevilik tarifi gibi suni argümanlarla ayrıştırma faaliyetlerinin hızla devam ettiği bir ortamda, bu her türlü kirli alışverişe müsait kişiyi nasıl ABF Genel Başkanı olarak seçeceksiniz?

Özellikle Gezi Ayaklanmasıyla başlayan tarihten bugüne kadar birçok kere planlayarak, tasarlayarak Alevi, Kürt ve devrimci gençlerin seçilerek öldürüldüler. Yetmezmiş gibi daha önce hiç denenmemiş bir cüretle, pervasızlıkla ibadet yerimize, Cemevimize kadar sokulup bir gencimizi katlettiler. Bu saldırılara karşı dik bir duruş sergilemek, ancak güçlü bir yönetim, çelik iradeli ve sağlam karakterli yöneticilerle mümkündür. Hakkında bilinen, bilinmeyen kirli işler ve siyasi zayıflığı ayyuka çıkmış biriyle bu karşı duruş sağlanabilir mi?  

Yapmamız gereken, Alevilerin yoğun bir şekilde yaşadığı sorunları öne çıkarmak, sorunların çözümü için merkezi hükümet ve yerel yönetimler nezdinde gerekli ve yaptırıma ön açıcı hazırlık, çalışmalar ve faaliyetler örgütlemek, iç çekişmelerden, özellikle bazı yöneticilerin gelecekteki bireylerin istikbal hesaplarından uzak durmak; ortak akıl, ortak bir duruş sergilemektir. ABF Genel Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin demokratik seçim şekli olan ‘çarşaf’listeyle seçilmesi güçlü ve birlikte hareket edebilecek refleksleri geliştireceği için de son derece önemlidir.

ABF yönetimi için kucaklayıcı, sağlam iradeli ve sağlam karakterli yöneticilerden oluşacak bir yönetimi belirlemek yerine kapalı kapılar ardında bazı küçük bireysel hesapların peşine düşecekler varsa, bunlar bu yanlışlarından biran önce dönmelidir. Aksi takdirde tarih sayfalarına Alevi toplumuna karşı sorumluluklarını yerlerine getirmeyen birer suçlu olarak geçeceklerdir. Kongreler gelir geçer, yönetimler değişir, ama tarih hep gerçekleri yazar.

Erdal YILDIRIM

3Haziran 2014 

94237

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar