AB’NİN GÖÇMEN POLİTİKASI VE İŞİD’LE “SAVAŞI”
AB burjuvazisi telaş içinde. “Göçmen akışını durdurun!” diye feryat figan bağırıyor. Karar üstüne karar alıyor. “Böyle akın akın gelirlerse AB’miz yıkılır”, “toplumsal yapımız dejenere olur” diye yakınıyorlar. Kavimler göçünü ve Roma’nın yıkılışını hatırlıyorlar.
Ellerine kim geçerse yapışıyorlar. Bu konuda en büyük kurtarıcı olarak faşist Türk devletini görüyorlar. “Ne istersen iste, yeter ki göçmenleri bize gönderme” diye kırmızı halı üstünde ağırlıyorlar. Kürt katliamına yeşil ışık yakmalarının karşılığında, altın varaklı kanlı sultan koltuklarında ağırlanıyorlar.
Alman burjuva siyasetçileri, Erdoğan’a “kurtarıcı” olarak yapışmış durumda. Merkel ve SPD şefi Gabriel, “Türkiye güvenli ülke ilan edilmeli”1 diye AB parlamentosuna sesleniyor.
Kürtlerin katledilmelerine ses çıkarmıyorlar. Kürtler ya da diğer ezilen halklar onlar için önemli değildir. Önemli olan AB burjuvazisinin çıkarlarının korunmasıdır. On binlerce Kürt, yüzbinlerce Suriyeli, Iraklı, Libyalı, Yemenli, Afganlı, Afrikalı ya da bir başka halklar katledilmiş hiç önemli değildir. Bu ölüler, AB’nin “demokrasi” sicilini zedelememesi için istatistiklerinde bile yer almayabilir. Onlar için, sermaye birikiminin devamı, silah akışının kesintisiz sürdürülmesi, emperyalist pazarların genişlemesi ve güven altında olmasıdır önemli olan.
AB burjuva “demokrasi”sinin sınırları içinde, demokratik hak ve özgürlüklerin yeri yoktur. Var olanlar ise, işçi ve emekçilerin mücadeleleriyle elde edilen kazanımlardır.
“İnsan hakları”, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” vb. bunlar, emperyalist burjuvazinin kirli yüzünü örtmeye yarayan tül perdeleridir. “İnsan hakları”, işçi ve emekçilere karşı burjuva haklarını korumanın adından ötesi değil, onlar için.
AB burjuvazisi göçmen sorununu çözmek istiyor mu?
Kesinlikle hayır!
Neden mi? Çünkü, AB göçmenliği ortaya çıkaran nedenleri ortadan kaldırma yerine, o nedenlerin üzerine ateşle gidiyor. Ortadoğu ve yakın çevresi emperyalistlerin atış poligonu haline getirildi. Silah satışı ve tüketiminin ortamını oluşturdular.
AB burjuvazisi, göçmen sorununu ortadan kaldırma yerine, AB kapılarından uzak tutma politikası yürütüyor. “Ak deniz ve Ege denizin ortalarından bu yana geçmesin, ama nerede ölürlerse ölsünler, yeter ki, bizi rahatsız etmesin” politikası uyguluyor. Ancak, ezilen halkları yerinden yurdundan etme politikasından ise vaz geçmiyor.
5 yıl öncesine kadar “Suriyeli Göçmenler” diye bir sorun yoktu. Ne zaman ki, ABD ve AB emperyalistleri Suriye’yi de Irak gibi yıkma kararı aldılar, ondan sonra bu sorun ortaya çıktı. Çünkü hepsi, bu sorunun Libya gibi bir kaç ay içinde çözümleneceğini ve rahatlıkla paylaşacaklarını sanıyorlardı. Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı. Karşılarında bu kez arkasında Rusya ve İran olan bir ülke ile karşılaştılar. Suriye’de Irak gibi, baskı altında tutulan çoğunluk Şii nüfus yoktu. Suriye’de yönetim her ne kadar Alevi kökenli olsa da ülkede çatışmalı bir Alevi-Sünni ayrımı yoktu. Sünni ler, salt bu nedenle baskı altında değildi. Ve ülkenin büyük burjuvazisi esas olarak Sünni kesimlerden oluşuyordu.
AB İŞİD’e karşı değil
Batı burjuvazisi, “İŞİD terörist örgüt, buna karşı mücadele ediyoruz” diyorlar. Elbette yalan söylüyorlar.
Ne ABD ne de AB’li emperyalistlerin İŞİD’e karşı mücadeleleri yoktur. Yaptıkları, İŞİD’i sadece ve sadece kontrol altına almak istedikleri gerçeği vardır. “Savaşıyor” görüntüsü vermelerinin arkasında uluslararası kamuoyu nezdinde İŞİD’in vahşetini savunamadıklarındandır. İŞİD vahşetini açıktan sergilerken, bunlar daha gizli yapıyorlar. İŞİD kafa keserek korku salıyor, bunlarda en modern ölüm silahlarıyla haklara korku salıyorlar. Vahşilik konusunda aralarındaki “medeni” fark; kravatın sakaldan uzaklığı kadardır.
Batının İŞİD’den istediği; İŞİD’in Batı metropollerinde katliamlara girişmemesi. Bunun dışında İŞİD’in İslam ülkelerinde var olmasını istiyor ve destekliyorlar. İŞİD vb’i çeteler olmazsa, “teröre karşı mücadele” adı altında, halklara saldırma ve işgallere ne gerekçeler uyduracaklar?
Emperyalist burjuvazinin neoliberal politikalar ile “uluslararası teröre karşı savaşı” aynı zamana rastlar. Yayılmacı, işgalci, egemenlik alanlarını genişletme amaçlı politikanın adı; önceleri “komünizme karşı mücadele” iken, özellikle 1980’lerin sonlarından itibaren “uluslararsı teröre karşı mücadele” adını almıştır.
İŞİD vb. örgütleri beslemeleri ve desteklemelerinin temel nedenlerinden biri de; halkları din ve milliyet ayrımlarıyla birbirine düşürmek, işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesinin ideolojik-siyasal-sosyal yönünü tahrip ederek, emperyalist neoliberal politikaların uygulanmasının önündeki en önemli sınıf mücadelesi engelini zayıflatmaktır.
AB burjuvazisi, yakındığı göçmen akınını ortadan kaldıracak adımlar atma yerine, sadece tel örgü ve toplama kampları oluşturma önerisi dışına çıkmıyor. İŞİD vb. örgütleri ortadan
kaldırma, bunları destekleyenleri teşhir, tecrit etme yerine, göçmenleri AB kapılarından uzak tutacak formüller üzerine çalışıyor. Halkların yaşamlarını çalarak, onları ölüme mahkum ediyor.
Çünkü AB burjuvazisi, Ortadoğu halklarını birbirine kırdırmayı emperyalist çıkarları arasında görüyor.
Suriye’deki savaş sonlandırmadan, oradaki emperyalist burjuvazi ve işbirlikçi devletler adına savaş sürdürenler ellerini çekmedikçe, buradan kaynaklı göçmen sorunu da bitmeyecektir.
İŞİD’e militan akışı sağlandığı gibi, silah ve para akışı da devam ediyor. Bunları sağlayanlar belli. ABD2 bu işin başını çekiyor. Bunu ABD’nin burjuva basını da açıktan yazmak zorunda kaldı. Almanya, Fransa ve İngiltere’de ABD kadar bu işin içindedir. İsrail ile İŞİD arasında petrol ve silah alışverişi vardır. Ve bugüne kadar İsrail ve İŞİD birbirine dokunmamıştır. Tersine, işbirliği içinde olduklarının belgeleri yayınlanmıştır.
İŞİD’e karşı Koalisyon Güçleri”ne bakın: ABD, AB, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar. Ortada bir koalisyon olduğu doğru. Ama bu İŞİD’e karşı değil, İŞİD’de dolaylı olarak bu koalisyonun içindedir. Direkt olmsada, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar vasıtasıyla. ABD’nin bazen dolaylı bazen ise direkt silah desteğiyle vs.
İkincisi ise, Rusya, Suriye hükümeti ve İran.
ABD ve AB’nin derdi; İŞİD vb. dinci terör örgütlerini bitirmek değildir. Rusya ve Çin’in bölgeye yerleşmesini önlemek ve enerji yataklarını kendi denetimleri altında tutmaktır. Savaşın esas nedenini bu sorun oluşturmaktadır. Eğer batı burjuvazisinin derdi “İŞİD terörünü bitirmek” olsaydı, bu sorun çoktan çözülmüş olurdu.
Bugüne kadar, gerçek anlamda İŞİD’e karşı mücadele eden ve onu bölgede gerileten, darbe vuran PYD önderliğindeki Kürt güçleridir. Ve PYD ile birlikte hareket eden Suriyeli Demokratik Güçlerdir.
Kuzey Kürdistan halkı ise, Türk devleti eliyle NATO’nun başını çeken ülkelerin silahlarıyla vuruluyor.
Emperyalistler, Suriye halkları adına, “barış” adını verdikleri bir paylaşım masası kuruyor. Ama, masada Suriye halkları yok. İŞİD’e karşı esas mücadele eden Kürtler, “barış” masalarından uzak tutuluyor. Oysa, o masada tek demokratik bir güç Kürtlerdir. Diğerleri ise, savaşın kaynakları gerici-faşist devletler ve emperyalistlerdir. Zaten, emperyalistlerin bu savaşı sonlandırmak gibi bir niyetleri de yoktur.
Bölgedeki savaşların ortaya çıkmasına neden olan emperyalist burjuvazi, tahrip olan ülkeler cephesini daraltma yerine giderek genişletiyor. Türkiye yeni bir Suriye olma yolunda hızla ilerliyor. Bu da var olan göç sorununa yeni göçleri ekleyecek gözüküyor.
Bütün bu gerçekler ışığında, AB’nin başını çeken emperyalist ülkelerin göçmen sorununu çözme gibi bir politikaları olmadığı gibi, İŞİD’e karşı mücadele politikaları da yoktur. Tersine, İŞİD’in varlığı onların çıkarına gelmektedir. Çünkü, Taliban, El Kaide, İŞİD, Boko Haram vb. gibi yüzlerce irili ufaklı dinci, ve ırkçı-faşist terör örgütleri emperyalist sistemin çöplüğünde yeşerip besleniyor. Aynı zamanda siyasal bir gericilik olan emperyalizm, toplumun en gerici kesimleriyle ilişki kuruyor. Ve onun üzerinden kendi çıkarlarını genişletme ve koruma politik taktiklerini pratiğe geçiriyor.
AB, yaratılmasında büyük payının olduğu göçmen sorununu, yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı geliştirmenin bir aracı ve aynı zamanda ucuz iş gücü deposu olarak kullanıyor. Ve halkın önemli bir kesimi üzerinde göçmen korkusunu yaymış durumdalar.
Kapitalizm, bağrında taşıdığı özel mülkiyetçi üretim ilişkilerinden kaynaklı, bir taraftan en modern teknolojiyi üretirken, bir taraftan ise en gerici siyasal oluşumları üretiyor. Teknolojik yenilik, siyasal gericiliğin gerisinde kalıyor. Çünkü kapitalist üretim ilişkileri, toplumsal gelişmenin dinamikleri olan üretici güçlerin, özgür gelişmesinin önündeki en büyük engeli oluşturuyor.
Kapitalizm, toplumsal sorunları çözmüyor, derinleştiriyor ve insanlığı; gözerimizin önünde eriyen kutup buzları gibi, geri dönüşümsüz yok oluşa doğru götürüyor.
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
Yolsuzluk
2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.
Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!
Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.
Hukuk Mu Dediniz?
Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)
Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.
“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya
“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]
Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…
Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…
Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi
Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.
Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]
“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]
“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre:
Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi
* Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]
El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.
Kanlı parseller
Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.
Muharrem Erbey'in suçu ne
Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.
Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]
“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]
Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…
Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…
Umutlarımızı Büyütüyoruz
“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels