Salı Mayıs 14, 2024

Altın Eller ile Kanlı Eller

Anadolu'da yaşayan,ama bugün varlıklarınan söz edilemeyen kadim halklardan Ermeni'ler,Süryani'ler,Yahudi'ler,Rum'lar,Ezidi'ler üretken,yaratıcı,sanatkar topluluklardı.Yüz yıl önceden inşa edilen saraylar,kiliseler,yalılar,köşkler,binalar tüm tarihi dokunun gerçek sahipleri olurken,bu zenginliklere tepeden inme bir şekilde el konmuş,bunları inşa eden Altın elleri adım adım tarih sahnesinden silmiştir.Var olanın üstüne aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen hiç bir zenginlik-değer inşa edememiş ancak kan akıtmakta maharetli olduğunu göstermiştir.Önce Ermeni'leri,Süryani'leri,Yahudi'leri,Rum'ları,Ezidi'leri fısatını bulduğu uygun bir anda kana boğmuştur.Toplumun en ileri kesimleri aydın,siyasetçi ve yazarları ise öldürerek ortadan kaldırmıştır.Bugün toplumun bütün kesimleri tarafından açıkça itiraf edilen,kadim halkların Altın ellerin boşluğunun hissedilir oluşu ve yerlerinin doldurulamamasıdır.

Altın ellerin kan ile boğulmasından sorumlu Kanlı eller maalesef yıkanmamış,kanlardan arınmamıştır.Bugün yeniden yaşadığımız çatışmaların,ölümlerin,kırımların sebebi Kanlı ellerin temizlenmek istenmemesinden kaynaklıdır.2016 yılında yaşanan Sur,Cizire,Şırnak..gibi kürt illerinde yaşanan kırımlardan PÖH-JÖH gibi,eli kanlı Akp'nin özel savaş birlikleri sorumludur.Tehcir edilen,evleri ocakları yıkılan 7'den 70'e herkesin uğradığı zulüm Ermeni soykırımında yaşanılanları aratmamak- tadır.Henüz yaralar sarılmadan,travma atlatılmadan Mehmet Ağar'ın ekibinden hızlı İçişleri bakanı Süleyman Soylu'nun kan kokan ''baharda görecekler'' sözlerinden sonra kırımlar uygulamaya konuldu.Dün ''hendek-barikat'' ı mana ederek kürt illerini yakıp yıkanlar,bugün ne gerekçe gösterecek- ler doğrusu merak konusudur.İlkin Xerebe Bava köyünü Özel harekatçılarla kuşatan elleri kanlı çeteler,köyleregiriş ve çıkışları yasaklamış,elektrik su telefon gibi doğal ihtiyaçları kesmiş,köylüleri köy meydanında toplayarak işkenceden geçirmiş,kaç ölü ve yaralı olduğu henüz belli değilken do - zerlerle köy yıkılmış,yaralılar sağlık ihtiyaçlarından mahrum bırakılarak ölüme terkedilmişlerdir. Herşeyin yasaklanması,engellenmesi özel harekatçıların yüzlerini maske ile kapatması ''acaba İŞİD'çiler de operasyonlarda yer mi aldı ?'' sorusunu sormadan edemeyeceğiz.Şimdiden basına yansıyan halkın açıklamaları ''sakallı,arapça konuşan kişiler'' bunu doğrulamaktadır.Suriye'de yaşanan acı ve göz yaşının arkasında da bu kanlı eller bulunmaktadır.Yüz yıl önceden bugün aynı bölgelerde Der Zor'da,Halep'de,Fırat havzasında,Meskene (Emar)'da,Res ül Ayn'da,Rakka'da...Ermeni'lerin acıları halen sanki dün olmuş gibidir.Teşkilat-ı Mahsus'a çetelerinin yerini bu sefer İŞİD çeteleri almıştır.

Ah Mama...Bu kadın kendi çocuğunu öldürdü...

Soykırımın bir diğer yüzü el konulan kadınlar ile çocuklardır.Kadınlar sadist ve kirli emelleri için kullanılıyor ve satılabiliyordu.Evlerinde 2 veya 3 kadına kadar görülebiliyor,işine gelmeyince öldürülüp atılabiliyordu.Kafilelerin mayıs ayından itibaren Halep'e ulaşması ile birlikte çocukların ne olacağı önemli sorun olarak kendini gösteriyordu.İlkin Halep'te yetimhaneler kurulmuş olsa da sonradan burda bulunan çocukların akıbeti de ebeveynlerinden farklı olmamıştır.Talat Paşa'nın emri ile yetim çocukların Sivas'a gönderileceği söylenmiş ama para bulunamamıştır.Yetimhanelerin açılmasında yabancı misyonerler,konsolosluk yetkilileri üstlenmişler kamplar açılmıştır.4.ordu komutanı Cemal Paşa bu konuya şiddetle karşı çıkmış '' İstanbul ve Anadolu'ya nakillerini istemiştir'' Bugün Cemal Paşa'nın Talat ile Enver'den farklı olduğunu savunan görüşler burada yanılmışlardır. Cemal'in de onlardan farklı kalan bir yanı olmamıştır.Sivas'a bir türlü para bulunup gönderilemeyen çocukların sayısı her geçen gün yükselmiş,2500'e varmıştır.Talat çocukların kesinlikle istan bul'a gelmemeleri için talimat verirken.Koya,İzmit,Balıkesir ve Adapazarı'na dağıtıldılar.Yabancı' ların,konsolosluk'ların açtıkları kamplar da 1917'ye kadar kapatıldılar.

Ankara,Kayseri,Şam,Halep ve Beyrut'ta açılan yetimhaneler çocukları korumak,kollamak için değil çocukları bir Türk gibi yetiştirmek ''devşirmek'' amaçla kurulmuştur.Görevliler arasında Halide Edip Adıvar gibi aydınlar bu işe seve seve aday olmuşlardır.Eğitim ve kültür alanında çalışmalarda bulunan İttihatçılar,Cemal Paşa'nın emir subayı Falih Rıfkı Atay,Nakiye Hanım,Hamdullah Suphi gibi edebiyatçılar Türk-İslam sentezinin mimarları olmuşlardır.Halepte kapatılan yetimhane- ler için Talat Paşa telgrafında şöyle diyordu ; ''Duygularımıza boyun eğip bu çocukları besleyerek ömürlerini uzatmaya harcayacak vaktimiz yoktur. 26 Eylül 1915 '' diyerek çocukların kafilelerle Der-Zor'a gönderilmesini emretmiştir.Talat'ın dikkat çeken başka bir telgrafında ise ''ebeveynlerine uygulanan zulümleri hatırlayamayacak yaşta olan çocukların bakım için toplanmasını diğerlerini sürgün kafileleri ile birlikte gönderin 25 Aralık 1915 '' talimatını vermiştir.Günümüze ulaşan görün- ce insanları şaşkına çeviren fotoğrafları ise Alman Sağlık Misyonu görevlisi Armin Wegner tarafından 8 bin adet çekilmiştir.

Yetim kalmış çocukların dramını anlatırken Hrant Dink'in ölümü ile sonuçlanan Atatürk'ün manevi kızı olarak gösterilen Sabiha Gökçen (Hatun Sebilciyan) yetimhaneden alınmış,Ermeni'dir. Annesi ve babası kardeşleri ile beraber Halep'e Tehcir edilen ailelerden G.Antep'li Cibin köyündendir. 700 kişilik kafile gurubunda bulunanAnnesi Maryam dört çocuğu ile uzun yola dayanamayacağı için iki çocoğunu Amerikan Koleji Yetimhanesine bırakır.Diruhi (6),Hatun(2) yaşındadır.Cibin kilise papazı da sürgünün içindedir.Ölümlerden geçerek Halep'e sığınırlar.Mondros Mütarekesinden sonra Papaz Nerses bazı ailelerle birlikte geri dönerler.Maryam kampta kızlardan Diruhi'ye ulaşır. Fakat Hatun kayıptır.Maryam hanım çocuğunun acısı içerisinde hayatını kaybeder.Fakat yeğeni Abraham Garabedyan izini sürer Hatun'a ulaşır.Atatürk'ün kızı olduğu ortaya çıkar.Yanına gelir ziyaret eder.Hatta fotoğraf bile çekilir.Sabiha yüklü bir miktar para verir geri Halep'e döner.Yine tanınmış halk ozanı Ruhi Su'da Van'da yetimhanede büyümüştür.Ailesinden hiç bir kimse yoktur bugüne kadar da bulunamamıştır.Yine Ortadoğu ve Kafkaslar'da en çok dinlenen Dengbej müziğinin yorumcusu Garabete Xaço da yetim kalmış tüm ailesini kırımlarda kaybetmiştir.

Halep'te bulunan yetimlerin ölmesinden sorumlu Sevkiyat Müdürü Hakkı Bey'dir.Bütün cinayetlerden Meskene'den (Emar) Rakka'ya oradan Der-Zor'a tüm hat boyu çocukları kapsamaktadır.Hakkı Bey İçişleri Bakanı Talat Paşa'nın telgrafına göre hareket etmektedir.Telgrafta ''İçişleri bakanlığından Halep valiliğine şifre telgraf:Harbiye Nezareti emriyle ordugahlar tarafından toplanarak beslenen belli şahısların (Ermenilerin) çocukları Göçmen Müdürlüğü tarafından beslenecekleri bahanesiyle guruplar halinde alınarak şüpheye mahal verilmeden yokedilmesi ve sonucun bildirilmesi 7 Mart 1916 İçişleri Bakanı Talat '' telgrafını alan Hakkı Bey ''Meskene Der Zor yolu üzerindeki son sürgün kalıntılarını katlettikten sonra bütün yetimleri toplayarak Der Zor'a sürdü.Orada kıtallar durmuştu.Çünkü katledilecek kimse kalmamıştı.Toplanan yetimler 300 kişiden fazlaydı.Ancak onlardan yaklaşık 100 kişi Der Zor'a gidemedi '' diye Aram Andonyan anılarında aktarmıştır. Raymond Kevorkian'ın Soykırım'ın II.Safhasında Aram Andonyan'ın kamplarda yaşayan tanıklar- dan Mesken kampındaki vahşeti anlatırken Ermeni'lerin haberleşmek için kullandıkları ''gizli gazetelerden'' alınmıştır.Hayatta kalan insanlar yaşadıklarını bulabildikleri kağıt parçalarıyla anında kayda alıyor,gizlice diğer bölgelere gönderiyordu.Bu haberleşmede dikkat çekmemek için en çok çocuklar kullanılmıştır.

Tanıkların anlatımına göre ''Hakkı bey Meskene güzergahının güneyindeki çocukları son bir kere topladığı ve bütün kamplardan alınmış çocukları sıraları geldikçe Zor'a gönderdiği sırada sekiz yüzden fazla küçük çocuk,çoğu hasta ve sakat olarak,hayatın bu şartlarında tükeniyor,yok oluyorlardı.Sekiz yüz yetim onyedi arabanın içinde...gönderildi.Der Zor'daki yetimlerle beraber aynı anda canlı olarak yakıldılar '' bir başka tanık Krikor Ankut'un '' Hamam kampında sağ olarak...takriben üçyüz erkeği ve genci özel bir kafileyle güneye sevk etti.Rakka'da onlar hakkında,Sebka'nın güneyin'de katledildiklerini bildiren kesin bilgiler ulaştı.Diğer taraftan,Şamiye yöresinde,üç yüz çocuğun mağaranın bir oyuğunun içine atılmış,üzerlerine gaz dökülmüş ve canlı olarak yakılmış olduklarını kesin bir şekilde öğrendik '' diye anlatmıştır.

Fırat boyunca sürgünler Der Zor'a yaklaştıkça ölümlerin en acısına aileler ve çocuklar tanık olmuştur.Habur ırmağı kıyılarında Suvar,Şeddadiye,Mergadeh'de yaşanılanlara tanıklık eden Pipe Karademirciyan'ın anlattıkları sözün bittiği noktayı göstermektedir. ''...Bu kadınlar arasında,bir elinde İncil,öbür eliyle Yervant'ın karısını gördüm.Beni görür görmez,ağlamaya başladı ve bana :''İşte üç gündür ki bu atın toynağıyla hayatta kalıyorum.Benim sevgili tek çocuğum öldü.Onun yok olmasına üzülmüyorum,fakat diğerleri ben görmeden,gizlice onun cesedini çaldılar,pişirdiler ve sonra yediler.İşte bu bana çok acı veriyor.kıvrandırıyor,aklımdan hiç çıkmıyor '' dedi.

İkinci gün,oradaki Arapların yanında bir parça ekmek üzerine elimi dokundurabildim.Bu ekmeği,açlıktan ağlayan kızıma verdim.Küçük bu ekmeği eline aldığı zaman,bana bakarak ağlamaya başladı.Ona niçin ağladığını,neden ekmeğini yemediğini sordum;Bana aynı anda hem enfes,çok güzel ve hem de dokunaklı içlendirici bir bakış attı ve dedi : ''Ahh...Mama,sen burada yok iken,bu kadın kendi çocuğunu öldürdü ve şu anda onu yemeleri için pişiriyor.Sen de benimle aynı şeyi mi yapacaksın ? ''.Bunun üzerine gözlerimgöz yaşlarla dolu kendimi benim sevgilime güç vermek onun toparlanmasını sağlamak için zorlandım.Bunu çok zorlukla başarabildim.Ve ona ekmeği yedirdim..''

Der Zor : '' Mama ben de ölürsem sen de benim etimden onlara verme ''

Der Zor,Ermeni halkının hafızasında önemli yer tutmaktadır.Çünkü İttihat ve Terakki Merkez komitesinin,eli kanlı teşkilat üyelerinin ölüm için seçtiği son nokta ve çevresidir.Marat,Suvar,Şeddadiye ..arkasından Musul istikametgahında hayatın olmadığı çöller toplu ölümlerin en ağırlarının yaşandığı Ermeni'ler için bugün dahi anmaların eksik olmadığı,kutsal mekanların olduğu hafızalardan silinmeyen yerlerdir.Bu yüzden Ermeni'ler arasında ölümün, yaşama tercih edileceği cehennem olarak bilinmekteydi.Der Zor ve çevresinde işlenen katliamlarla Ermeni soykırımının tamamlanmış olduğunu artık diyebiliriz.Bütün sürgünlerin geçiş güzergahı burası olduğu için ''temizlik'' artık tamamlanmıştır.İlkin 15000 civarında olan nufüs kafilelerin gelmesiyle değişik transit kamplar bu yüzden kurulmuştur.İlkin Der Zor kaymakamı, Ali Suat Bey'dir.Rakka'da olduğu gibi Ermeni'ler şehrin sanaatkar,ticaretle uğraşan kişileri olarak ekonomiyi canlandırmışlar diğer halklar da Ermeni'lerin gitmesinden yana değillerdi.Kaymakam Ali Suat Bey gibi insanlara İttihatçılar arasında bazen rastlamak mümkündü.Fakat 1916 Temmuz'undan sonra atanan Salih Zeki'yle herşey bir anda değişti.

Der Zor, Osmanlı yöneticilerine göre elverişli bir bölge değildir.1914 yılında muhacirlerin bölgeye iskanı gündeme geldiğinde Talat Paşa ''muhacirleri oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi ölecekti '' dedikten on ay sonra Ermeni'leri ölüme buraya göndermiştir.Cemal Paşa ,Talat Paşa'ya gönderdiği şifreli telgrafta '' itimat edilecek cüretkar birisinini gönderilmesini rica ederim '' diye talepte bulunmuştur.Der Zor'a atanan Salih Zeki, gelmeden önce Kayser'i Develi /E – verek kaymakamı idi.Göreve başlayınca Meskene,Rakka ile Der Zor arasında gidip geliyor.Kontrol ediyordu.Meskene kampında Aram Andonyan ile de karşılaşan Sali Zeki '' sakın Der Zor tarafına gelme '' uyarısında bulunarak,deyim yerindeyse katliam uyarısını yapmıştı.Bu yüzden Ermeni'ler arasında yayılan bu haberden sonra,sevkiyat amirlerine rüşvet vererek aşağı inmekten,yani ölümden kurtulan olmuştur.Durumu iyi olan Konya Ermeni'leri buna dahildir.Bunu üzerine Ermeni aydın Aram Andonyan,Naim Efendi'ye rüşvet vererek Halep'e sevk edilmeyi sağlamış,5 günlük yolculuktan sonra kazasız belasız Halep'e varmış,ölümden kurtulmuştur.

Der Zor'a ulaştığı gün çarşıları gezen Salih Zeki Ermeni'lerin gelişen durumunu görünce öfkesin den yerinde duramamış,yaşadıkları şehirleri ''Ermenistan yapmışlar'' demiştir.Şam,Hama,Humus'ta olduğu gibi çarşı onların elindeydi.İlkin çarşıda herkes tarafından sevilen,halkın doğal önderi konumunda olan Levon Şaşyan'ı öldürdü.Emirler vererek ''buradaki Ermeni'lerin ikametgahı değiştirilecek ve başka yere gönderilecektir.'' diyerek,aşiret reislerinden ve Çerkes'lerden oluşan silahlı milisler kurarak katliamlara giriştiler.Der Zor'da soykırım sorumlusu Salih Zeki katliamlarda en gaddar,en zalim yönleri ile arkadaşları ve çevrede tanınıyordu :''Artık merhaba demeye hiç bir Ermeni kalmamalıdır.Herhangi bir damarın Ermeni'lere karşı acıma duygusu ihtva ettiğini öğrendiğim zaman onu keserim ve dışarı çekip çıkarırım.'' sözlerinden ne olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz.Der Zor'dan çöllere sürgüne gönderilen Ermeni'ler Marat'a,Savar,Şeddadiye'de.. hayatlarını kaybettiler.Bu kadar insanı öldürmek kolay olmadığı için,aç bırakılarak,çöllerde yürütülerek,susuz doğa ko -şullarında insanlar ölme noktasına gelince '' sürgünler önce eşek,köpek ve kedileri kesmişler daha sonraları ise at ve deve leşlerini yemişlerdir.Yiyecek bir şey kalmadığında ise yamyamlık baş gösterdi.Cesetleri özellikle de küçük çocuk cesetlerini kemiriyorlardı.Bu acınacak haldeki kurbanlar akıllarını yitirmişlerdi '' diye aktarıyor Andonyan.

İttihat'çılıktan,Komünist'liğe...

Ermeni'leri yok etmek,öldürmek üzere görevlendirilen Salih Zeki görevde kaldığı süre boyunca 192 750 kişinin ölümünden sorumlu olmuştur.Katliamlar bittikten sonra Ermeni'lerden elde ettiği altınları sandıklarla dönüşte İstanbul'a beraberinde getirmiştir.Mondros mütarekesinin ardından ülkeyi terk eden İttihatçılar arasındadır.Divan-ı Harp Mahkemelerinde yargılanan Salih Zeki ve çeteler 1920 yılında idam cezasına çarptırıldılar.Bunlardan Halil (Kut) Paşa,Küçük Talat,Bahattin Şakir,Nuri(Kıllıgil) Paşa,Salih Zeki ..kaçarak Almanya'ya sonra Bakü'de toplandılar.1920 yılları komünist'ler açısından zor ve karmaşık olarak tarihe geçmiştir.Çünkü Ermeni'leri Türkiye'de yok eden,tarih sahnesinden silen İttihatçılar bu sefer yurt dışında boş durmayan yeni hile ve entrikalar için planlar kurmaya başladılar.

1917 Ekim devriminin etkisi bütün dünya'ya yayılırken Almanya'da Komünüst Partisi'nin bir güç haline geldiğini gören burjuvazi Part önderlerini cezaevlerine atmışlerdır.Bunlardan en önemlisi Radek'tir.Kendilerini gizleyen bu sefer ''komünist'' maskesi altında kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyetine kendisi de bir İttihatçı olan Atatürk'e destek olmaya başladılar.İlişikilerini koparmayıp gizli gizli yazışarak sürdürdüler.Talat Paşa Hollanda'da toplanan II.Enternasyonal Kongresi sırasında sosyalist Enternasyonal'in liderleriyle görüşmelerde bulunur.1919 yılında Talat Paşa ile Enver Paşa cezaevinde Bolşevik Partisi Merkez komite üyesi Radek ile cezaevinde görüşürler.1920 yılında Karl Radek'in davetiyle Rusya'ya giderler,burada SBKP yöneticileri ile görüşmelerde bulunurlar.Bakü'de boş durmayan ittihatçı'lar Türkiye Komünist Fırkasını kurarlar.Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Bakü'ye gelmesiyle fesh edilen TKF yerine,1920 yılında 75 delegenin katılımıyla Komünist örgütlerin katılımıyla gerçekleştirilen I.kongresi ile TKP'nin kuruluş 1920 yılında ilan edildi.MK üyeleri arasında 200 000'e yakın Ermeni'nin katili Salih Zeki de bulunmaktadır.Kendilerini gizleyen Eli kanlı ittihat'çılar 1920'de Bakü'de Komünter'nin düzenlediği Doğu Halkları Kurultayı'na Türkiye delegesi olarak Salih Zeki de katılmıştır.''Komünist'' olduğunu iddia eden Salih Zeki ile bir mülakatta ortaya çıkan gerçek ise çok şaşırtıcıdır.''senin için 10 000 Ermeni imha ettin diyorlar'' demesine karşılık '' benim namusum var 10 000'e tenezül etmem,daha çık bakalım '' diye yanıt vermiştir.

Ankara Hükümeti'nin gizli bürosu şeklinde yurt dışında halen faaliyetlerde bulunan İttihat'çılar Türk-İslam Projesi ile Almanya'nın bölgesel çıkarlarını hayata geçirmek için Kafkaslar'da bulunmaktadırlar.Enver Paşa'nın amacı Rusya'ya darbe vurmak,Türk cumhuriyetlerine ulaşarak buraları ele geçirmek amacındadır.Çok değil,1915 yılında Ermeni'lerin soykırıma uğrayarak yok edilmelerini göremeyen Mustafa Suphi ve arkadaşları,onların devamı olan Kemalist hükümet ile iyi ilişkiler kurmakta geri kalmamıştır.Topraklarının bir bölümünü kaybeden Ermenistan'ın işgalci Türk orduları,Kazım Karabekir tarafından Taşnak burjuva hükümeti diyerek işgalini desteklemiş...bu politikalar kendisinin ölümüyle sonuçlanmıştır.Karadeniz'de şehit olmadan önce görüşmelerde bulunmak üzere Salih Zeki,Kazım Karabekir ile Erzurum'a gelerek görüşmüş,Atatürk'ün Mustafa Suphi ve arkadaşlarını davetinden sonra bir komployla Kardeniz'de hunharca öldürülmüşlerdir.

Ermeni'lere mezar olan ölüm kamplarında yaşananlar...

Marat Kampı : Konya'lı bir makinist olan Kevork ve karısının bizzat tanık oldukları bir olay artık pes doğrusu dedirtmişti.Öyle ki çocuklar yaşadıkları sırada ebeveyenlerinin kendilerini yemeleri düşüncesine alışmışlardı : '' Bir çadırın altında aç bir yetişkin ve küçük bir kız,küçük kız ölüme yakın bir durumda uzanmış pişmekte olan etin kokusu kıza kadar gelmektedir.Bu kıtlık günlerinde bu büyük bir ayrıcalıktı.Yetişkin ve küçük kız birbirlerine bakmaktadırlar.Bir süreden beri artık eşek eti satılmıyordu.Artık hiç öldürecek eşek kalmamıştı.Muhtemelen yine küçük bir çocuk ölmüştü ve şüphesiz onun etini pişiriyorlardı.Küçük kız annesine :''Anne,artık dayanamıyorum onlardan bir parça bir parça istemeye git '' der.O çadırı terk eder ve bir müddet sonra çok kırgın ve kızgın bir şekilde kızının yanına döner.Küçük kız ona ondan vermediklerini anlar, fakat ümidinden ve arzusundan çok çabuk vazgeçmek istememektedir.Ve sorar ''Ondan vermediler mama '',''Hayır kızım...kör olsunlar''.Küçük kız o zaman yazgısına boyun eğerek annesine öğütte bulunarak talep eder .''Mama,ben de ölürsem,sen de onlara benim etimden verme...'' Sözün bittiği yerdir.

Meskene Kampı:Halep ve Fırat üzerinden gelen yolların arasında kavşak noktasında bulunan,ilk önemli istasyondur.1916 kış süresi boyunca kampın nufüsu yüz bin'e ulaştı.Kamp yöneticiliğine kör olarak adlandırılan ,Karlık kampında Kafile şefi olan kör Hüseyin'i '' orada caniliğiyle vahşetiyle ürkütücü bir ün bırakmıştı.Şişman kör ve kısa ve tıknaz son derece sefil rezil ve adi biriydi '' diye aktarıyordu Aram Andonyan.Daha önce kamp yöneticisi olan Hüseyin Avni'nin tanıklığına göre ''..tifüsten,koleradan diğer hastalıklardan ve açlıktan burada ölen Ermeni'lerin resmi rakamı 88 000 olarak değerlendirilirken,gerçek sayı mezarcı başının tuttuğu ünlü çetele (rakamları hatırlayabilmek için değneğin üzerine kertikler konulurdu ) 'nin gösteremediklerinden çok daha önemli,daha fazlaydı.Bu adam tamamen okur yazar değildi.Ve ele aldığı her ceset için bir kertikatmakla yetinmekteydi.Bir çok insan olağan bir şekilde gömülen cesetlerin sayısının Fırat'a atılan cesetlerin sayısını kapsadığını ondan öğrendi.Takriben en az 100 000 insan '' ölürken 1917 başlarında kampta 2100 kişinin kaldığını konsolos Rösler raporlarında belirtmiştir.

Meskene kampı aynı zamanda bir transit geçiş özelliği taşımaktaydı.Arkasından kafilelerin ölüm yolculuğu Der Zor'da son bulacaktı.Meskene baştan sona iskeletlerle dolmuş,bir kemik tarlasını andırıyordu.Halep'ten Res ül Ayn ve Meskene üzerinden 200 000 Ermeni gönderildi.Bu büyük gurupta sadece 5-6 000 kişi sağ kurtuldu.Çocuklar Fırat nehrine atıldı.Kadınlar yollarda jandarmalar ve çetelerin barbarca ve vahşi hucümları sonucu süngülünerek,üzerlerine ateş edilerek öldürüldüler.Meskene'de İzmit'ten gelen dini bir Papaz da bulunuyordu.Papaz'lar hakkında verilen kararlar ise daha korkunçtu '' doğrudan öldürün '' deniyordu.Göçmen Sevkiyat memuru olarak Meskene'ye gönderilen Naim Efendi'yi yola çıkmadan önce yanına çağıran Göçmenler Müdürü Eyüp Bey ''Naim Efendi,Meskene'ye gönderdiğimiz sevkiyat memurlarının hiçbirinin bize faydası olmadı.Sen işin içinde bulundun gelen emirleri de biliyorsun,bu adamları (Ermeni'leri) sağ bırakma,gerekirse kendi ellerinle öldür.Unutma bunları öldürmek bir eğlencedir '' nasihatında bulunmuştur.Ermeni aydını anılarını,burada kamplarda yaşayan tanıkların anlatımlarından kaleme almıştır.5 ay kendisi sürülme den önce Meskene'de kalmıştır.Rüşvetle Halep'e gitmiş,ölümden kurtulmuştur.

Res ül Ayn kampı:Bağdat Demiryolu hattında bulunduğu için önemli konuma sahipti.Çeçen'lerin daha çoğunlukta olduğu yerleşim alanları vardı.Kaymakam Yusuf Ziya Bey katliam görevini yerine getirmediği için görevden alınmış,Çeçen göreve getirilmişti.Naim Efendi,Meskene (Emar)'ye gelmeden önce Res ül Ayn'da reji katibi görevinde bulunuyordu.Naim Efendi kamp'taki durumları şöyle aktarıyordu.''..o geceyi hiç unutmayacağım...Ama kışın bu iş zordu nitekim gecenin derin sessizliğinden soğuktan ve açlıktan can çekişenlerin iniltileri duyulmaya başladı.Köyün çeçen sakinleri bu iniltileri duymalarına karşın hiçbirinin vicdanı rahatsız olmuyordu....onların ölümü trajikti,ama cesetlerin aç köpekler tarafından parçalanma manzarası daha da can acıtıyordu.Bunlar Sivas,Diyarbakır ve Harput'tan orda kalan göçmenlerdi.5-6 vilayetin yaklaşık 1 milyona varan sakinleri sürülmekteydi.Sürgün noktalarına varana kadar her bir kervandan ancak 100-150 kadın ve çocuk kalmaktaydı.Bu da onların yol boyunca kırılmakta olduklarının deliliydi...''

Halep'te Abdulahad Nuri Bey göreve atanınca aynı zamanda ben de onun baş katibi görevine atandım.Res ül Ayn'da bulunduğum sırada gözlerimle gördüğüm halde o cinayetlerin amacını anlayamamıştım.Ancak işin aslını daha sonra idrak edebildim..Bütün bir millet kendi kadın ve çocuklarıyla ölüme mahkum edilmişti.Ermeni'ler için yerleşim bölgesi olarak Halep'in Mara,Bab ve diğer bölgelerini belirleyen hükümet kararı Habur nehri çevresi Der Zor olarak değiştirince durumun basit bir dram olmadığını daha korkunç şeyler olacağını algıladım,diye durumun vahametini sevkiyat memuru olan Naim Efendi hatıratında belirtmektedir.

1915 Kasım ayında gelen telgrafta ''...onlar nerede iskan edilirlerse edilsinler lanet olası ve musibet fikirlerinden vazgeçmeyecek olduklarından sayıları mümkün mertebe azaltılmalıdır '' emri üzerine Göçmenler müdürü Eyüp Bey,Abdülahad Nuri Ermeni'lerin nasıl yokedileceği üzerine görüştüler.Eyüp doğrudan imhadan yanaydı.Çok kurnaz bir kişi olan Abdülahad Nuri bey bu teklife karşı çıktı.Ona göre en iyi yöntem,Ermeni göçmenlerin mahrumiyet ve kış hava şartlarına karşı korumasız bırakarak ölmelerini sağlamak ve böylece de onların doğal ölümle öldükleri tezini güçlendirecek en uygun yoldu.10-15 000 Ermeni'nin bir haftada toplanmaları kısa sürede mahrumiyeti açlık ve hastalığı da beraberinde getirecek ve aniden yerlerinden kaldırılınca doğal olarak nakil aracı bulamayacaklarından yürümek zorunda kalacaklar ve yol boyunca telef olacaklardı.Sonuçta Abdul-ahad Nuri Bey'in fikri galip geldi.

Gerçekten de tam düşündükleri gibi oldu.Bizlere hergün açlık soğuk ve hastalıktan yüzlerce insanın ölüm haberi ulaşıyordu.Azaz,Bab dolmuştu.Ölüm,Ermeni'leri değil yerli halkı da etkiliyordu.Kaymakam Abdulahad'a ölümler Mezopotamya'yı tehdit ediyor,bu gidişle bölgede develerden başka kimse kalmayacak denilince,Nuri Bey de gülerek ; '' oğlum dedi,iki zararlı elemanı bir seferde imha ediyoruz.Ermeni'lerle birlikte geberenler Arap'lar değil mi ? Fena mı?Böylece Türk'lüğün istikbali için yol açılmış oluyor '' diye hatıratında Naim Bey anlatıyordu.Çeçen'leden oluşan silahlı çeteler,güvenlik içinde çıkış adı altında kafileleri soydular ve öldürdüler.Bu katliamların çıkış noktası olan Cırcıb kıyıları ile Şeddadiye'ye inen yolda katliam planları uygulamaya kondu.Sonuç'ta Abdulahad Nuri bey katliamların sonuçları istenen telgrafa 7 Mart 1916 tarihinde şöyle cevap gön-dermiştir : '' Alınan bilgilerden anlaşıldığına göre şimdiye kadar Bab Meskene yöresinde 30 000, Halep Sevkiyat yönünde (Kadlık) 10 000,Dipsi,Abuharar ve Hamam yöresinde 20 000,Res ül Ayn'da 35 000 olmak üzere toplam 95 000 kişi çeşitli sebeplerden ölmüşlerdir.Genel Müdür vekili 7 Mart 1916 Abdulahad Nuri '' diye,Talat Paşa'ya bildirmiştir.

Dipsi kampı:Meskene (Emar)'den 5 saat uzaklıkta bulunan kamp öldürme yeri vazifesi görüyordu.Çok kötü sürgünler buraya gönderiliyordu.6 ay faaliyet gösteren kampta 30 000 insan hayatını verdi.Meskene'de ölüme mahkum edilmişlerin hepsi biraz daha acı çekmeleri için Dipsi'ye gönderilmişlerdi.Dipsi'yi,Meskene'nin mezarı olarak kabul edebiliriz.Kasım 1915 ile Nisan 1916 sonlarında kapanan kampta artık yürüyemeyecek zor durumda olanların da içinde bulunduğu çadırlar ateşe verildi.Son kafile de Abuharar'a doğru ölüme gönderildiler.

Munbuc kampı:Cemal Paşa'nın özel isteği üzerine papazları halktan izole etmek için 1915 yılında kurulan bu kamp,binden fazla evli papaz ailelerini burada tuttu.Bu kampın durumu çok özeldir.Çünkü kampın kuruluşunda esas alınan en yüksek psikoposlardan en sade köy papazlarına kadar bütün kilise adamlarının burada toplatılması planlanmıştır.

Rakka Kampı:Fırat nehrinin sol kıyısında yayla üzerinde bulunan önemli şehirlerden birisidir.Buraya ilk ulaşan sürgünler Sivas'ın Zara,Yenihan,Koçhisar sürgünleridir.Urfa ile Tokat Ermeni'leridir.Buraya gelebilen7/8 bin civarında Ermeni'ler resmi görevlilere rüşvet vererek burada kalabildiler.Rakka,Ermeni nufusunun yerleştirilerek nufüslandırılması için ayrılan bölgelerden biriydi.ayrıca buraya sürgünlerin yerleştirilmesi için yardım da geliyordu.Birkaç ay içerisinde ticaretin,sanatın gelişmesinde önemli katkıları olmuştur.Bu yüzden Rakka'ya gelmek ölümden kurtulmak anlamına geliyordu.Fakat nehrin karşı yakası olan Sebka kampı'nda durum hiç de öyle değildi.Hergün cesetler kaldırılırken insanlar açlıktan yamyamlığa soyunmuşlardı.Bu yüzden Ermeni'ler Rakka'ya gelebilmek için sevkiyat memurlarına rüşvet veriyorlardı.Sebka kampı kapanınca hepsi ölüme Der Zor'a gönderilmekten kurtulamadılar.1916 Sonbahar'a kadar burada 3000 civarında Ermeni kalmıştı.Rüşvet vererek yaşama tutundular.Geri Urfa'ya,Antep'e dönen ailelerin nerede nasıl öldürüldüklerinden haber alınamamıştır.

...Ve İntikam , ''Ben yatağımda ölmeyeceğim,Talat Paşa ''

Her eli kanlı diktatör yaptıklarının hesabını birgün verecek olmasının korkusuyla yaşar.Bu yüzden her gün,ölür ölür dirilirler.Talat-Enver,Cemal Paşa'lar bu korku içerisinde ülkelerini terk ederek kaçmışlardır.Kurtulacaklarını sanmışlar ama yanılmışlardır.Yaptıklarının hesabını vermekten kaçanlar nerede olurlarsa olsunlar birgün bedelini en ağır şekilde ödeyeceklerdi.Ermeni halkına bu acıyı yaşatan İttihat ve Terakki eli kanlı ekipi,de Ermeni halkının elinden kurtulamamışlardır.1 Kasım 1918 gecesi bir Alman denizaltısı ile ülkelerinden kaçan eli kanlı,katiller Almanya'ya sığınmışlardır.Hanımına ''ben yatağımda ölmeyeceğim'' diyen Talat Paşa ölümü ensesinde hissetmiştir.Türkiye'den kaçıran altı İttihat-Terakki Merkez Komite üyesini ülkesinde ağırlayan Almanya,uşaklarına sahip çıkarak vefalı olduğunu göstermiştir.Bugünkü köklü ilişkiler yüz yıl öncesine dayanmaktadır.1919 yılında Ermeniler tarafında kurulan ''Suikast Bürosu'' tarafından takibe alınan İttihat'çılardan Talat Paşa Berlin'de,Enver Paşa Batum'da,Cemal Paşa Tiflis'te,Teşkilat-ı Mahsus'a lideri Bahattin Şakir ile Trabzon valisi Cemal Azmi yine Berlin'de intikam kurşunları ile öldürüldüler.Bir çok elikanlı katil ise 1934 yılında Atatürk döneminde çıkarılan soyadı kanunu ile kimliklerini değiştirerek toplumun arasında kayboldular.Sali Zeki, Der Zor'daki katliamlarından sonra Salih Zeki Zor olarak soyadını değiştirdi.İzine halen bugün rastlanılmadı.

Katillerin Ermeni Fedai'ler tarfından cezalandırılması dünyanın dört bir tarfına dağılan Ermeni'ler arasında Halep'te Paris'te,Los Engeles'te,Erevan'da..günlerce sevinç naralarıyla karşılanmıştır.

48582

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Agop Ekmekciyan

Rahat uyu ey ihtilalin oğlu, halkların kardeşliğinin komünist yoldaşı!

2005 yılında Ermeni Soykırımı’nın 90. yılında Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK) heyeti olarak Nubar yoldaşın Ermenistan’daki evinde yaklaşık 2 hafta konaklama şansına sahip oldum. Her ne kadar Ermenistan devlet bakanları bizleri Ararat Hoteli’nde ağırlamak için bu oteli tahsis etmek etseler de, bizler heyet olarak Nubar yoldaşın evinde kalmaktan yana tercihimizi kullandık. Kaldığımız bu iki hafta içinde kendisiyle birçok konuda kapsamlı sohbet etme şansına sahip olduk ve orada yürüteceğimiz faaliyetler noktasında birlikte plan yapma imkanı bulduk.

TKP/ML TİKKO Rojava Komutanlığı: “Nubar yoldaş’ın mücadelesi sınırsız ve ölümsüzdür”

“Devrimin mütevazı sessiz generali”

“Sizler ki o kadar gözyaşı ve acı görmüşsünüz

Nasıl da başardınız yüzyıllar boyunca

Kalmayı bu kadar tatlı bu kadar güzel

Dünyaya bu kadar güzel bakmayı”

Silva Kaputikyan                              

“TKP/ML üyesi ve TİKKO Rojava Komutanı Orhan Bakırcıyan( Nubar Ozanyan) yoldaş, 14 Ağustos tarihinde hayatı boyunca savaştığı gibi savaşarak şehit düştü.

Kırdalyan: Armenak Bakır'ın bir emaneti daha aramızdan göçtü

Rojava'da şehit düşen TKP/ML TİKKO Rojava komutanlarından Nubar Ozanyan'ın (Orhan Bakırcıyan) mücadele arkadaşları adına Kristin Kırdalyan, Ozanyan'ı anlattı.

Kırdalyan "Armenak Bakır'ın bir emaneti daha aramızdan göçtü. Bütün ömrünü adadığı sınıf mücadelesi uğrunda azimle çalışan Fermun Çırak yoldaşı Rojava'da kaybettik" dedi.

“Hizipçi” ve “Bölücü” Olan Kimdir?

Hizipçi ve bölücü olanlar, revizyonist çizgide ısrar edenlerdir. Bütün eleştirilere rağmen hatalarını düzeltmeyenler, düzeltmemekte ısrar edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, samimiyetle öz eleştiri yapmak yerine, sadece çok sıkıştıkları zaman, revizyonist özü kamufle edenlerdir. Hizipçi olanlar, kendilerine eleştiri yöneten kadrolardan örgütün imkanlarını esirgeyenler, kendi yağcılık ve dalkavukluk yapanlara bütün imkanları sergileyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt sıvazlamayı teşvik edenlerdir.

TKP/ML Ortadoğu Parti Komitesi “TKP/ML-TİKKO Rojava Komutanı Orhan Yoldaş ölümsüzdür!”

TKP/ML-TİKKO Rojava Komutanı Orhan Yoldaş ölümsüzdür!

Katledilgimiz suruçla çoğaldık(*)

“Başkaları için kendinizi unutun, o zaman sizi de hatırlayacaklardır.”[1]

Emekçiler işsizler yoksullar nerede?[1]

“Başkasının hayallerine tutsak olursanız belanızı bulursunuz.”[1]

Maltepe sahilindeki miting alanına açılan yollardan birinin kenarında durmuş, önümüzden akan kalabalığı izliyoruz. Kadın-erkek, çoluk-çocuk, İnsan seli. Etkileyici… Ellerinde Türk bayrakları, “adalet” pankartları, Mustafa Kemal’li sancaklar. Bulutsuz, sıcak bir yaz günü, bir pikniğe, deniz kenarında hava almaya gidiyormuşça bir gamsızlık, bir neşe… Arada bir - bizim gibi miting kıdemlilerinin hemen fark edeceği bir acemilikle- slogan atıyor, hemen ardından aralarında koyulttukları ikişerli-üçerli sohbete dönüyorlar.

''MML Yolunda Partizan''ın Yalanları Ve Gerçekler!

''MML Yolunda Partizan'' sitesinde ''Bir Partizan Okuru'' imzasıyla ''Şiddet ve küfür dili sizin devraldığınız bir mirastır'' başlığıyla bir yazı yayınlandı. Yazının konusu; 26 Şubat 2017 tarihinden bu yana Özgür Gelecek Gazetesi'ne yönelik büro işgalleri ve Antakya'da bir Özgür Gelecek Gazetesi çalışanın dövülmesine ilişkin.

Mahmut Özkan'a Verilen Merkezi Görev: ''Karıştır, Güvensizlik Yay, Payına Düşeni Alacaksın''!

Mahmut Özkan'ı bu saflarda olan herkes tanır. Herkesin bildiği ve tanıdığı bu şahsiyeti uzun uzun anlatmaya gerek yok. Yapılması gereken, sadece bazı şeylerin bu haddini bilmeze hatırlatılmasıdır.

Devrimci bir gazeteyi hedef almak kimin işi, kimin görevi?

Gazetemiz Özgür gelecek’e dönük uzun süredir devam eden saldırı furyasına ilişkin birçok açıdan değerlendirmeler yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Bu konuda ben de düşüncelerimi kaleme alma gereksinimi duydum.

Aslı Ceren Aslan:Aşksız dirilmiş, iradesi güçlenmiş kadınlarız biz!

“ Sesim belki zayıf ama iradem hayır Aşksız, dirilmiş hissediyorum kendimi.” ( Ahmet Ahmatova )

Sayfalar