Cumartesi Nisan 27, 2024

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Burada ulusların nasıl ortaya çıktığıyla ilgilenmiyeceğiz. Ancak, ezilen ulus sorununa yaklaşımda hala liberal burjuva ve de liberal sol yaklaşımlar var. Emperyalist burjuva egemenliği döneminde bu tür anlayışların  yeşermesi ve güç kazanması doğal. Hatta öyle bir anlayış var ki; sorunu ML dünya görüşü temelinde değil, ezilen ulus burjuvazisinin dünya görüşü temelinde, komünistlerin önüne „doğru, berrak bir tavır“ diye anti-ML yaklaşımlarını koyabiliyor. Soruna burjuvazinin ulusculuğu temelinde yaklaşanların, ML'i de ağızlarına aldığı pek görülmemiştir.

Bu yazı, Muzaffer Oruçoğlu'nun, Gazete Patika'da çıkan, „Milli Hareketler Karşısında Tavır Sorunu[1] adlı makalesindeki anlayışların bir eleştirisi olacaktır.

Ulusal Sorun ve Oruçoğlu'nun Gerici Ulusalcılık Hayranlığı

Oruçoğlu, devrimci saflara katılmasından bu yana MLM olamadı ve böyle bir derdi ve kaygısı da hiç olmadı. Kaypakkaya ile birlikte PDA'dan ayrıldığında da gönlü orada kaldı dense yeridir. Zaten bir çok konuşma ve anılarında, Kaypakkaya'nın „ısrarı“ sonucu ve onu „kıramayışı“ nedeniyle TKP-ML saflarında yer aldığını da belirtir, kendisi. Bunun konumuzla ilgisi,  Marksizmi-Leninizmi içten benimsememiş, onu burjuvazinin dünya görüşüne karşı işçi sınıfının dünya görüşü olarak ele almamasıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle, Oruçoğlu'nun bugünkü görüşleri, salt bugüne ait değil, PDA saflarından kalma düşünce yapısını, kendi içinde tutarlı ve de kararlı bir şekilde sürdürmeye devam etmektedir. Çelişki gibi gözüken şey, kendini,  ideolojik içeriğine temelden karşı çıktığı saflarda göstermeye gayret ediyor olmasıdır. Bu, onun çelişkisi değil, onu böyle görmek ve de göstermek isteyenlerin ideolojik tutarsızlıklarıyla doğrudan ilgilidir.

Oruçoğlu'nda işçi sınıfına bakış açısı,  reformist sol liberal ve sınıf uzlaşmacıdır. Ancak, sınıf uzlaşmacılığında, Oruçoğlu'nun terazisinin kefesinde proletaryanın sınıf çıkarları yer almaz, esas olarak gerici ulusal burjuvazinin çıkarları yer alır. Onun “haklı”, “haksız” kavramları içinde, sınıf bakış açısı ve devrimci sınıfın genel çıkarları, dünya sosyalist devrimin genel çıkarları yoktur. Böyle olunca da, onun “komünistliği”, ayakları yere basmayan, toplumsal sınıf çatışmalarından soyutlanmış bir küçük burjuva hayalci -bu, Avrupa'nın bazı şehirlerine serpiştirilmiş ve burjuvaziye hiç bir zarar vermeyen, tersine, burjuvazinin hoşgörüsünü kazanan- anarşist komünalciliği olarak kendini göstermektedir. Mülkiyete karşı gibi yapar, ama mülk sahibi, ya da bütün ülkenin mülküne el koymak amacıyla hareket eden ezilen ulus burjuvazisinin bu amaçlı mücadelesini, sınıfsız toplum mücadelesi veren sınıftan daha üstün tutuğu için, kutsar. Bu bağlamda da Oruçoğlu, proletaryanın devrimci istemlerine karşı, adeta, arkaik dönemlerin kararlı savunucusu durumuna düşmüştür.

Önce, Oruçoğlu'nun adı geçen makalesindeki bazı iddialarını alıp işçi sınıfının dünya görüşü olan MLM penceresinden değerlendirelim. Komünistler açısından orta bir yol yoktur. Orta gibi gözüken yollar da genelde burjuva sınıfı tarafına meyil eden düşünce ve buna bağlı olan tavırlardır. Bu nedenle ML nettir. Ve sorunlara tarihsel materyalizm ve diyalektik materyalizm temelinde yaklaşırlar.

Oruçoğlu şöyle diyor:

Bizim desteğimizi tayin eden şey, harekete önderlik eden sınıfın niteliği değil, hareketin demokratik içeriği ve haklılığıdır. Bu önderlik, kendi direniş sahası içinde komünist partisinin örgütlenmesine müsaade etsin veya etmesin, emperyalizme darbe vursun veya vurmasın bu gerçek değişmez.”[2]

Oruçoğlu için, uluslararası proletaryanın büyük öğretmenleri olan Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao bir referans kaynağı olmadığından, onların düşünceleri ve onlardan aldığımız alıntılarla onun görüşlerini eleştirmek, onun kale alacağı düşünce sistematiği olmayacaktır. Buna rağmen, elbette onların düşünceleri ışığında soruna yaklaşacağız. Bizim referans kaynağımız,  ne emperyalist burjuvazinin “yeşil kuşak projesi”yle besleyip büyüttüğü gerici, dinci, faşist örgütlerin ideolojik izleri olabilir ne de ezilen ulus burjuvazisinin burjuva ideolojisi olabilir.

Oruçoğlu, ezilen ulus burjuvazisinin esas derdinin “mülk sahibi” olmak için ülkesinin bağımsızlığını istediğini bilir. Ama, onun mülk sahibi olma isteğini herşeyin üstünde ve haklı bir istem olduğuna karar vererek, onun bu eylemin içinde yer alan en gerici istemlerini dahi; özel mülkiyeti ortadan kaldırmak için mücadele eden sınıf bilinçli proletaryayı, her koşul altında, bu burjuva ulusalcılığı desteklemeye çağırır. Onun anlayışında, komünistlere yaşam hakkı tanıyıp tanımaması, emperyalizme darbe vurup vurmaması ya da sosyalist mücadeleyi geriletip geriletmemesi hiç önemli değildir. Bu, Taliban gibi dinci-faşist örgütlerde olsa ya da en saldırgan emperyalist burjuvazinin kukla hükümeti  (Ukrayna) de olsa “desteklenmesini” zaruri görmektedir.  Proletaryanın, özellikle de sınıf biliçli proletaryanın kendine ihanet etmesini, kendi davasını değil, ezilen ulus burjuvazisinin davasını savunmayı önermektedir. Onun görüşleri buraya çıkmaktadır.

Bu görüşleri, tescilli gerici bir burjuva entellektüelin savunması kendisiyle uyumlu olabilir. Ancak, kendini ilerici saflarda gören bir sol liberal aydının kendini göstermek istediği siyasi kimlikle de çelişmektedir. Her şeyden önce de bu tür görüşlerin yanlışlığı ve vahimliği, toplumsal gelişmenin daha geriye çekilmek istenmesinde yatmaktadır. Bu bağlamda da, Oruçoğlu şahsındaki bu anlayış, gericiliğin savunusundan başka bir anlama gelmemektedir. Ancak, yazar açısından bu bir çelişki değildir. Çünkü o, sosyalizme inanmamaktadır. Toplumların devrimci gelişmesine ve herşeyden önce de tarihsel materyalizme inanmadığı için, kendisi açısından bir çelişki oluşturmuyor.

Marksist-Leninistlerin Ulusal Sorunu Ele Alış Biçimi

Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH), ML ile oportünistler arasında, Marx'tan bu yana tartışılmaktadır. Ancak, Marksistler soruna, esas olarak proletaryanın genel sınıf çıkarları temelinde  yaklaşırlar. Emperyalizm öncesi Marx'da soruna aynı bakış açısıyla yaklaştı. Marks, Polonyalıların ve Macarların ulusal hareketlerini desteklerken, Çekleri ve Güney Slavları desteklememesinin temelinde de yine bu bakış açısı vardı. Gericiliğe karşı ileri olanı, devrimci olanı desteklemek ve güçlendirmekti. Çünkü, Güney Slavlar ve Çekler, Avrupa'nın en gerici devleti olan Çarlık Rusya'sının yanındaydılar ve çarlık Rusya'sının Avrupa'ya açılan  “ileri karakolları”ydılar.

Marx ve Engels'de o zaman ulusal soruna, burjuva ulusalcılığının haklılığı temelinde değil, ezilen halkların ve özellikle de işçi sınıfının genel çıkarları açısından soruna yaklaşmışlardır. Marx'ın bu tavrı yanlış mıydı?  Oruçoğlu'na göre “yanlıştı.”

Bana öyle geliyor ki Lenin ve Stalin’in bu hataları, Marx ve Engels’in hatalarına dayanıyor. Marx ve Engels, Çarlık Rusya’sını Avrupa mutlak yetini kalesi, dolayısıyla Avrupa’daki demokratik gelişmenin, kıpırdanışların, mücadelelerin ve hakların baş düşmanı olarak görüyorlardı.”(agm)

Oruçoğlu, soruna, burjuva ulusalcılığının hakları ve burjuva reformist hukuku çerçevesinde  yaklaştığı için Marx ve Engels'i hatalı ve bunların izinde giden Lenin ve Stalin'i de hatalı görüyor. Çünkü yazar için burjuva hukuku ve burjuva uluscu reformizmi proletaryanın çıkarlarının üstündedir ve bu bağlamda ona göre “burjuva ulusculuğunun sınıf içeriğine, devrimci olup olmadığına bakılmaksızın  o hareket desteklenmelidir.” Bu yaklaşım, burjuva ulusculuğunu proletaryanın sınıf çıkarlarının ve genel devrimci çıkarların üstünde gören ve bunu kutsama gerici anlayışından ileri gelmektedir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:  Yazar, “burjuva ulusalcılığının hukuku her şeyin üstünde” yaklaşımıyla, en gerici, en bağnaz ulusalcılığın yanında yer aldığını göremeyecek denli toplumun genel devrimci gelişiminin karşısında yerini almıştır.

Oruçoğlu'nun bu gerici yaklaşımı, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısında, NATO, ABD ve AB emperyalistlerinin desteklediği ve kuklası olan faşist Ukrayna hükümetinin yanında yer almasında da göstermiştir. Bir emperyalist kampa karşı başka bir emperyalist gücü dolaylı da olsa destekleme derecesine kadar inmiştir. Proleter sınıf bakış açısından yoksunluk, iki emperyalist kamp arasındaki savaşta ya da herhangi bir egemenlik çatışmasında, birinden birinin yanında yer almak... Burjuva anavatan savunusu budur. Ve bu emperyalist anavatan savunuculuğudur.

ML'ler (Oruçoğlu, “Marksist-Leninist” kavramını kullanmaz), marksizmi bir doğma değil, bir eylem kılavuzu olarak ele alırlar. Bu nedenle de her doğru her yerde doğru olmayacağı gibi, dün doğru olan  koşulların değişmesi nedeniyle bir başka doğru ortaya çıkar. Marx ve Engels zamanında  kapitalizm serbest rekabetçi bir dönemdeydi. O zaman ulusal hareketler, proletaryanın genel davasına bağlanmıyordu ve hala burjuva ulusalcılığın devrimci barutu bütünüyle bitmemişti. Bu bağlamda “gerici uluslar” ile “ilerici uluslar” arasında bir ayrım yapılıyordu.

MLM'lerin tereddütsüz referans aldığı Stalin'in bu konuyla ilgili görüşlerine başvurmadan olmaz. Çünkü Lenin ve Stalin'in bu konudaki görüşleri, SSCB'de ulusal sorunu en doğru bir şekilde çözmüş ve pratikte bu ispatlanmıştır. Emperyalist burjuvazi, kararlı bir şekilde sosyalizmin bu deneyimine karşı çıkmıştır. Emperyalist burjuvaziden etkilenen küçük burjuva sol liberalleri de, Lenin ve Stalin'i aynı ağızdan eleştirmekten geri durmamışlardır. Uluslararası proletarya ve uluslararsı komünist hareket bu deneyimi her zaman örnek almak durumundadır.

Eskiden Ulusal sorun, reformist bir bakış açısıyla, ayrı, bağımsız bir sorun olarak; sermayenin iktidarı, emperyalizmin devrilmesi, proleter devrim genel sorunuyla bağlantısız ele alınırdı.  ... Leninizm tanıtlamış ve emperyalist savaş ile Rusya'daki devrim doğrulamıştır ki, ulusal sorun ancak proleter devrim ile  bağlantı içinde ve proleter devrimin zemini üzerinde çözülebilir; Batıdaki devrimin zaferinin yolu, sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin emperyalizme karşı kurtuluş hareketiyle devrimci ittifaktan geçer. Ulusal sorun proleter devrimin genel sorunun bir parçası, proletarya diktatörlüğü sorunun bir parçasıdır.[3]

Sorun ML'ler için çok nettir. Son yüzyıl da göstermiştir ki, ulusal sorunlar proleter devrimle çözülebilmiştir. Hala var olan ezilen ulus sorunu ise, devam etmektedir. Kapitalizm varoldukça da devam edecektir. Ezilen ulus hareketleri, proletarya ile ittifak kurduğunda onlarla daha sıkı dayanışma içine girdiğinde ilerleme sağlamaktadırlar ve genel olarak, emperyalizme karşı bir duruş sergileyen ulusal hareketler, emperyalizmi ve burjuva gericiliğini geriletmektedirler. Devrimci proleter hareketten uzak duran ulusal hareketler, emperyalizme karşı mücadele yürütemezler. Proletaryanın desteğini almayan ezilen ulus hareketleri ise başarı sağlayamazlar. Bunun örneklerini yaşıyoruz.

Lenin'de, Stalin'de ezilen ülkelerin ulusal hareketlerin bağrında devrimci olanakların olup olmadığı sorusuna, “var diye” olumlu yanıt verirler. Günümüz de de ezilen ulus hareketlerinin bağrındaki devrimci olanaklar tükenmiş değildir. PKK ve PYD somutunda bunu görebiliyoruz. Proletarya, bu devrimci olanaklardan yararlanmalıdır. Sınıf bilinçli  proletarya, sözkonusu bu hareketleri, ezen ulus burjuvazisinin ve emepryalizmin yedek gücü olmaktan çkarıp, uluslararası proletaryanın yedek gücü, proleter devrimin müttefiki haline getirmelidir. Sınıf bilinçli proletaryanın bu tür ezilen ulus hareketlerine yaklaşımı bu temelde olmalıdır. Emperyalizme ve gerici burjuvaziye doğrudan ya da dolaylı hizmet eden, özellikle de emperyalist burjuvaziyi güçlendiren ezilen ulus hareketleri  desteklenemez.

Komünistler,  proletaryanın genel dünya görüşü temelinde ezilen ulus sorununa yaklaşır. Proleter sınıf çıkarları bir kenara itilerek sorunlara yaklaşmak, proletaryanın genel devrimci davasına, sosyalizm mücadelesine zarar verir. Bu bağlamda, proletarya, her ulusal harekete iki yanağını uzatan papaz gibi hareket etmez ve edemez. Böyle davrandığında, proleter devrimler için değil,  ezilen ulus burjuvazisinin gerici sınıf çıkarları için mücadele etmiş olur. Marksist-Leninist-Maoistler, soruna, her ezilen ulus hareketini değerlendiriken, proletaryanın sınıf çıkarları ve de Oruçoğlu'nun eleştirdiği, tam da bu sorunun nirengi noktası; “emperyalizme darbe vurup vurmaması, proleter devrimlerin genel çıkarlarına zarar verip vermemesi” açısından yaklaşırlar. Tersi, burjuva humanizminden öte, bütünüyle burjuva ulusalcılığının en  gerici yanında yer almak olur ki, bunun MLM literatüründeki adı: Sınıf uzlaşmacılığıdır! Çünkü bu sınıf uzlaşmacılığı, dünyanın iki kampa ayrıldığını, emperyalizm ile proleter devrimler kampına ayrıldığı gerçeğini kabule yanaşmıyor.

UKKTH Desteklemek Ne Anlama Geliyor

Lenin'den bir alıntı ile başlayalım:

Lenin, ezen ulusun komünistlerinin tavrının ne olması gerektiğine ilişkin şunları söyler:

Ezen ülkelerdeki işçilerin enternasyonal eğitiminin ağırlık noktasıda, kayıtsız koşulsuz, ezilen ülkelerin ayrılma özgürlüğünü propaganda etmek ve savunmak zorundadır. Bu olmaksızın enternasyonalizm olmaz. Bu propagandayı yapmayan bir ezen ulusun sosyal-demokratını (komünistini -YK-), emperyalist ve alçak saymak hakkımız ve görevimizdir. Sosyalizmin gerçekleşmesinden önce ayrılma olayı binde bir olayda bile mümkün ve 'gerçekleştirilebilir' olsa da, bu mutlak bir taleptir.[4]

Lenin vurguladığı, “binde bir de olsa”, olayı, sosyalizm dışında (Finlandiya'nın ayrılması örneği) olmamıştır. Emperyalizm çağında ezilen ulusların ayrılma istemleri kanlı bir şekilde bastırılmış, Filistin, Kürdistan, Tamil ve daha bir çok yerde bastırılmaya da devam ediyor. Buna rağmen ayrılma özgürlüğü savunulur ve aynı zamanda bu, ezilen ulus sorunun proleter devrimler sorunuyla doğrudan bağlantılı olduğunun tarihsel bir kanıtı olarak durmaktadır.

Aynı paragrafın devamında Lenin, ezilen ulus komünistlerinin görevlerini ise şöyle belirtir:

Öte yandan, küçük bir ulusun sosyal-demokratı, ajitasyonunda ağırlık noktasını genel formülümüzün ikinci kelimesine vermelidir: ulusların 'özgür birliği'. O bir enternasyonalist olarak yükümlülüklerini zedelemeksizin,  hem kendi ulusunun siyasi bağımsızlığından, hem de komşu devlet X,Y,Z, vs.ye katılmasından yana olabilir. Ama o, her durumda, ulusal dargörüşlülüğe, içe kapanıklığa ve yalıtlığa karşı, ve bütünün ve genelin hesaba katılması, parçanın çıkarlarının, bütünün çıkarlarına tabi kılınması için mücadele etmelidir.”

Bütün ve parça konusunda Oruçoğlu, proletaryanın genel sınıf çıkarlarının; burjuvazinin, hatta  emperyalizmin işbirlikçisi ve kuklası olan en gerici burjuvazinin çıkarlarına feda edilmesinden yanadır. Bu anlayışa göre, parça, proletaryanın sınıf çıkarları, bütün ise burjuvazinin sınıf çıkarlarıdır. Sınıf bilinçli proletarya açısından, bu derece düşünce zavallığının bir başka açıklaması yoktur.

Lenin devam eder:

Sorunu derinlemesine incelememiş kişiler, ezen ulusların sosyal-demokratları 'ayrılma özgürlüğü' üzerinde ısrar ederken, ezilen ulusların sosyal-demokratlarının 'birleşme özgürlüğü' üzerinde direnmelerinin 'çelişkili' olduğunu düşünüyorlar. Ama üzerinde biraz düşününce, enternasyonalizme ve ulusların kaynaşmasına giden bir başka yol, verili durumdan bu hedefe giden bir başka yol  olmadığı ve olamayacağı görülecektir.”(açL)[5]

Lenin sorunu hiç tartışmaya yer vermeyecek şekilde açık olarak ortaya koymuştur. Sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız  birleşik bir sosyalist dünya kurmak için, ezen ve ezilen ulusa mensup komünistlerin yapacağı propaganda böyle olmak zorundadır. Tersi, işçileri ulusal ve etnik alt kimliklerine bölerek burjuvaziye hizmet etmek, burjuvazinin tam istediğini yapmak olur. Böyle bir anlayışla, işçi sınıfını kendi sınıf örgütü içinde birleştirerek sosyalist devrimi, nihayetinde, komünist toplumu gerçekleştirmeleri sözkonusu olamaz. Gerisi, burjuva “demokrasisi” adı altında ücretli kölelik sisteminin devamını sağlamak ve pekiştirmek isteme sahtekarlığıdır.

Ezen ulusun komünistleri, ezilen ulusun ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı özgürlüğünü savunur. Ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı, ezilen ulusun demokratik muhtevasıdır. Komünistler bu muhtevayı destekler. Tartışılan nokta burası değildir. Bu hakkın “ne yönde kullanılacağının” her koşul altında desteklenmesinin bir zorunluluk olarak ortaya konmak istenmesidir. Ezilen ulus burjuvazisinin ayrılığı, emperyalizmi güçlendiriyor ve sosyalist mücadeleyi zayıflatıyorsa, bu ayrılık “kayıtsız şartsız” desteklenmez. Ayrılığın aleyhine, birliğin lehine propaganda yapılır, ama buna rağmen ezilen ulus burjuvazisi ayrılıyorsa, onun ayrılığı zorla bastırılmaz.

Bunu biraz daha somutlarsak;  Ezilen ulusların demokratik muhteva dediğimiz olayın, her koşulda ayrılmasının desteklenmesi anlamına gelmiyor. Ayrılma hakkının olduğu, özgürce ayrılabileceği hakkının olması ve bunun desteklenmesiyle, pratikte, her koşul altında, ayrılmak isteyen ezilen ulus burjuvazisinin “ayrılmasını kayıtsız şartsız desteklemek” aynı şeyler değildir. 1917 Sovyet Devrimi gerçekleştiğinde, Finlandiya'nın ayrılma hakkına zorla engel olunmadı ve ayrılma hakları olduğu açıklandı, ama, ayrılma istekleri desteklenmedi.  Buna rağmen ayrılmalarının önüne de zor engeli çıkarılmadı. Eğer zor engeli çıkarılsaydı, bu “ayrılma hakkı özgürlüğünü ne yönde kullanacağı, ezilen ulusun (Finliler) elinden alınmış olurdu. Bu, Rusya işçileri ile Finli işçilerin enternasyonal birliğine zarar verirdi. Ve dünya halklarının gözünde, komünistlerin söz ve eylemlerinin bir olmadığı güvensizliğini doğururdu. Komünistlerin ezilen ulus sorunundaki bu hasas tavırları, esas olarak, ezilen uluslardan halkların (işçi ve emekçilerin) komünistlere olan güvenini pekiştirmeyi amaçlar.

Oruçoğlu için, “ezilen ulus hareketinin sınıf niteliği, emperyalizme darbe vurup vurmaması “hiç önemli değil”dir, “her koşulda desteklenmeli”dir. İşte bu yaklaşım, burjuva ulusalcılığını ve onun ücretli kölelik sistemini kutsamaktır. Oruçoğlu'nun savunduğu görüş, Fin burjuvazisinin ayrılık  isteğinin haklı olduğunu ve desteklemeyi gerektirir. Oruçoğlu, yazılarında ve edebi eserlerinde çatışmayı, çelişmeyi çok kullanır. Ama, tam da zurnanın zırt dediği yerde, yani, proletaryanın sınıf çıkarlarının olduğu yerde, tersini, burjuva ezilen ulusculuğundan yana burjuva sınıfının çıkarlarını esas alan düşünce diyalektiğini işletir. Çünkü o, proletarya diktatörlüğüne karşıdır ve elbette bu onu, suskunluk içinde sosyalizm karşıtlığına kadar götürmektedir.

Finlandiya'nın ayrılması SSCB'ne zarar vermiştir. Bir ülke, bir halk ve işçi sınıfının bir kısmı burjuva dünyasının içinde kalmıştır. Genelde sosyalizm zarar görürken, emperyalist sistem bundan yarar görmüştür. Çünkü ayrılık gerici bir ayrılıktır. Bu bağlamda, her ezilen ulusun ayrılığı “ilerici” olur diye bir doğru yoktur. İlerici olmayanları komünistlerin desteklemesi de söz konusu olamaz. Gericiliği, gericiliğe hizmet eden, emperyalizme hizmet eden, şeriatçılığı güçlendiren, halkları köleleştirici ve burjuva özgürlüklerini ve en asgari burjuva hakkını bile elinden alan “ezilen ulus hareketi”ni desteklemek, Komünistlerin dünya görüşüyle terstir. Uğruna mücadele ettiği normlara karşı çıkan bir hareketi güçlendirmek, işte kendi kendine ihanet, kendinle çelişme böyle olur.

Ezilen bir ulusun ayrılma ve ayrı devlet kurma özgürlüğünün koşulsuz desteklenmesiyle, ayrılmasının proletaryanın genel sınıf çıkarlarına zarar veriyorsa, ayrılma isteğinin desteklenmemesi, birbiriyle çelişkili gibi gözükse de, soruna, ezilen dünya halklarının ve proleter devrimin çıkarları açısından yaklaşıldığında, bu çelişme, ezilen ulusun burjuvazisinin lehine değil, doğru olarak, proletaryanın genel sınıf çıkarları lehine tavır almaktan kaynaklanır. Çünkü, dünya işçilerinin ve ezilen halkların çıkarları; ulusal çitler ve burjuva zorbalığıyla örülü kapitalist sistem içinde kalmaktan değil,  burjuvaziye karşı birleşerek, sınıfsız topluma giden sosyalist bir dünya  kurmakla gerçekleşebilir.

Proletarya, belli bir ulusun ya da ulusların zorla bir devlet sınırları içinde tutulmasına karşı savaşımı ne kadar zorunlu ve doğru ise, ezilen ulus burjuvazisinin gerici emellerine ve kendi sınıf çıkarlarını o ezilen ulusun işçi ve emekçilerin çıkarı olarak göstermek istemesine karşı çıkması, teşhir etmesi de bir o kadar zorunlu ve doğrudur.

Oruçoğlu, Stalin'den aşağıdaki alıntıyı aktarıyor ve ekliyor:

 “Öyle durumlar olabilir ki, ezilen belirli bir ülkenin ulusal hareketi, proletarya hareketinin gelişmesinin çıkarlarına aykırı düşebilir. Böyle bir durumda, desteğin hiç söz konusu olmadığı açıktır,”[6]

Oruçoğlu'nun Marksist-Leninist ustalara getirdiği eleştiriler, elbette, burjuva ulusal haklarını esas alan liberal burjuva eleştirileridir. Birincisi, bu eleştiri de  zaman ve mekan kaybolmuş ve metafizik bir yöntemle soruna yaklaşılmıştır. Çünkü o, Marx-Engels ile Lenin ve Stalin dönemi arasında bir çağ değiştiğinin  kabulüne yanaşmıyor. Yazarı, anti-emperyalist olmayan hareketleri desteklemeye götüren anlayış; emperyalizm ve proleter devrimler çağını kabule yanaşmadığı, bu evre ile önceki evre arasındaki toplumsal nitel farkı yok saymasıdır. Ve bu aynı zamanda tarihsel materyalizmin reddidir.

“Bizim desteğimizi tayin eden şey, harekete önderlik eden sınıfın niteliği değil, hareketin demokratik içeriği ve haklılığıdır. Bu önderlik, kendi direniş sahası içinde komünist partisinin örgütlenmesine müsaade etsin veya etmesin, emperyalizme darbe vursun veya vurmasın bu gerçek değişmez."[7]

Oruçoğlu, görüşlerini net ortaya koyuyor. Kıvırma gereksinimi duymadan, en gerici ulusalcılığın desteklenmesinden yanadır. Bu nedenle de yazarın Taliban ve Talibanvari örgütlerle ve Zelenski vb.leri ile bir sorunu yoktur. Yeter ki dirensin. Oysa, İŞİD de direniyordu, biraz daha direnseydi ABD ve AB'nin “ulusal kurtuluş kahramanları” olacaktılar. Ve “Esed diktatörüne” karşı desteği “hak” edeceklerdi... Tabi, bu tür düşünce sahibi liberal sol aydınlarımız, büyük bir olasılıkla, bu “hak desteğini” esirgemezlerdi... Nitekim İdlip'de Batı emperyalizmin ve özellikle de emperyalist Türk devletinin açıktan desteklediği “Esed diktatörlüğüne karşı demokrasi savaşı veren ulusal hareket” (Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ) varlığını sürdürüyor. Oysa, HTŞ paramiliter faşist bir örgüttür.

Yazar, Marx'ın, “ezen bir ulus özgür olamaz” sözünü kullanarak, ezilen ulus gericiliğini (önderliğin niteliği ne olursa olsun) desteklenmesini sağlık veriyor. Marx'ın o sözündeki esas gerçeği, özgürlüğün ancak proletarya önderliğinden devrimlerle, yani sosyalizmle gerçekleşebileceğini es geçiyor.

Yukarıda da belirtildi. Proletaryanın her koşul altında ezilen burjuva ulus hareketini desteklemek gibi bir zorunluluğu yoktur. Ezilen ulus hareketlerinin emperyalizme darbe vurması önemlidir. Çağın en gerici sistemine karşı darbe vurmayan ya da onu güçlendiren bir ezilen ulus hareketi desteklenemez.  Bu tavır, “demokratik muhteva” ile karıştırılmamalıdır. Bu yukarıda açıklandı. Eğer Bolşevikler Oruçoğlu'nun ulusalcı reformist görüşlerinden hareket etseydi SSCB gerçekleşemezdi. Daha devrim öncesi ya da devrim anında -emperyalistlerin her türlü destek verdiği- ortaya çıkan ulusal hareketlere izin verilirdi ya da onlara ulusal devletlerini kurmalarına gözyumulurdu. Proletarya, burjuva ulusalcılığı için değil, ücretli kölelik sistemini, kapitalizmi ortadan kaldırmak için mücadele ediyor. Yazar ise, proletaryanın genel davasının çıkarları ve de sosyalizm yerine, ezilen ulus burjuvazisinin haklarını aradığı ve savunduğu için, alenen burjuva gericiliğini savunuyor.

Yazarın örnek verdiği, Bolşeviklerin, Kemalistleri ve Afgan Emirliği'ni desteklemesi; o günün koşullarında, 14 emperyalist ülke tarafından kuşatma altına alınmış, yeni sosyalist devletin daha kurulmadan bütün büyük haydut emperyalist cephe tarafından boğulmak istenmesi, bunun için her yolun denendiği bir ortamda, Türkiye ve Afganistan'da gerçekleşen ulusal hareketlerin kısmen de olsa emperyalizmi zayıflatığı gerçeğinin yanında, en asgarisinden, yeni sosyalist devlete bu cephelerden saldırıların önlenmesi söz konusu olmuştur. Afgan Emiri ve Kemalistler, sovyet devriminin ilk yıllarında “dost” olmuşlar, doğrudan Rus devrimine  saldırmamışlardır. Bu ulusal hareketlerin sovyet devrimine karşı bu dostane tavırları, onları,o süreçte sosyalizmin dolaylı müttefikleri haline getirmiştir.[8] Yazar ne kadar çaba harcarsa harcasın, Talibanvari hareket seviciliğini ve destekciliğini Bolşeviklerin ezilen uluslara ilişkin tavrına bağlayamaz. Arada,  dünya kadar görüş  farklılığı var.

Her şey kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir doğru önermesi, o günün koşullarında, Bolşeviklerin, ulusal kurtuluş savaşı veren ve emperyalizme şu veya bu oranda darbe vuran hareketlerle olan ilişki ve tavırlarını belirleyen temel kıstas; gerici ulusalcılığın mutlak olarak desteklenmesi penceresinden değil, emperyalizmi zayıflatması ve sosyalizmle olan dostane ilişkileri olmuştur.

Ayrılma Her Koşulda Desteklenir Mi

Lenin'den bir alıntı:

“'Demokrasinin tek tek talepleri', diyor Lenin, 'bunlardan biri olarak kendi kaderini tayin hakkı, mutlak bir şey değildir, tam tersine, genel-demokratik (şimdi genel sosyalist) dünya hareketinin küçük bir parçasıdır. Tek tek somut durumlarda parçanın bütünle çelişmesi mümkündür, o zaman parça atılmalıdır.[9]

Demek ki, UKKTH da mutlak bir şey değilmiş. Sosyalizmin genel çıkarları yanında rahatlıkla feda edilebilecek bir burjuva demokrasi hakları içinde kalan bir ulusal haktır. Burjuvazinin ulusal çıkarlarını sosyalizme yeğ tutan Oruçoğlu, elbette Lenin’in bu görüşüne katılmayacak ve “anti-demokratik” görecektir. Leninistler ulusların ortadan kaldırılması amacıyla mücadele ediyor. Çünkü uluslar ortadan kalkmadan komünist toplum gerçekleşemez. Yazarın, böyle uzun vadeli bir derdi ve amacı olmadığı için, ulusalcılığı kutsamayı birinci görevi olarak kabul ediyor.

1917 Bolşevik devrimi döneminde de Menşevikler, Sosyalist Devrimciler ve Rus Burjuvazisinin doğrudan temsilcileri Kadetler ve Karayüzler, “demokrasi” diye bağırıyorlardı, kurucu Meclis'in dağıtılmasına karşı çıkarlarken. Hatta, başta Kautsky olmak üzere  Alman sosyal-demokratları da, “böyle devrim mi olur, demokrasiyi yok ediyor” diye yüksek perdeden itiraz ediyor, Bolşevikleri  “anti-demokratik” davranmakla suçluyorlardı. Bütün burjuvazi ve revizyonistler, proletaryanın devrimi sırasında “demokrasi”yi anımsıyorlardı. Ve unuttukları ya da unutturmaya çalıştıkları burjuva demokrasisinin, işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde bir burjuva diktatörlüğü olduğu gerçeğiydi.

Yazarın, savunduğu görüşler ve bu konuda Marksist ustalara getirdiği eleştirilerden çıkan sonuç; “bütün parçaya feda edilsin” diyor. Daha açıkcası, sosyalizm burjuva ulusalcılığına feda edilsin demek istiyor. Çünkü, ezilen ulus burjuvazisi “kendi kültürünü, dilini vs.” yaşamalıymış. Onlar ne zaman lütfederse, sosyalistler o zaman onların iktidarına son verir gibi ve sınıflar arası mücadeleden bi haber biri gibi hareket ediyor. Elbette o da biliyor, sınıflar arası çatışmanın ne demek olduğunu, ama, gönlü proletaryanın genel sınıf çıkarları ve sosyalizmden yana olmadığı için burjuva ulusalcılığın hukukunda kendine yer ediniyor.

Oruçoğlu, şeriatçılığın yanında yer almakta bir sakınca görmüyor:

“Bir ulusun dilini, kültürünü, tarihini ve bir bütün olarak uzamsal ve mekansal varlığını baskı altından kurtarma hareketi, onun erime ve yok olma politikalarına karşı direnme, var olup olmama hareketi yani böylesine haklı bir hareket doğası gereği ileri bir harekettir. Hangi sınıfın, zümrenin veya inancın önderliğinde olursa olsun, onun bu doğasıdır tayin edici olan. Şeriatçı ise gelir kendi şeriat devletini kurar, sınıfı ve cinsi baskı altına alır. Bununla beraber, erimeyi ve yok olmayı yaşayan dil, kültür, tarih ve bir bütün olarak toplumun kendine özgü yaşamı ise baskı altından kısmen kurtulur, canlanır, şu veya bu şekilde gelişme sürecine girer.

Oruçoğlu'nun burada kendiliğindenciliğine girmeyeceğim. Çünkü onda proletar sınıf hareketinin ve proletarya önderliğinde, sosyalizmin geliştirilmesi temelinde, toplumsal gelişmelere devrimci müdahale yoktur. Ondaki anlayış, “burjuva demokrasisi” içinde iktidar mücadelesine katılmak vardır. Burjuvazinin asla seçimlerle iktidarını vermeyeceğini bile bile bu tür görüşler ileri sürülebiliyor. Bu tavır: Devrimci değil, proletarya ile burjuvazi arasındaki keskin sınıf çatışmasından kaçan ve ürken, tipik bir küçük burjuva entellektüel vurdum duymaz kendiliğindenciliğidir. Burjuvazi müdahalecidir. Çıkarlarına saldırıldığında, bütün güçlerini ve olanaklarını ve bütün kolluk güçlerini devreye sokar. Ancak, yazarın burada savunduğu görüşlere bakılırsa, “reformist” demek bile, kendisine haksız bir niteleme olur. Tipik bir anarşizmdir. Anarşizm yanlış olarak “hareketlilik” gibi algılanır, oysa, kendiliğindenci bir ideolojidir. “Vurdu-kırdıları” kör kendiliğindenciliğin sınırları içindedir.

Yazar, yukarıdaki paragraftaki düşünceleriyle; açıktan en gerici, faşist ve şeriatçıların desteklenmesinden yanadır. Bu alıntıdaki görüşlerin ifade ettiği yer burasıdır. Ve böyle bir ulusal hareketin önderliğinden, ilericilik beklemek, ulusun özgürce gelişmesini beklemek olsa olsa Oruçoğlu gibi sol liberal aydınlara özgü olmalıdır. Örneğin Taliban. Taliban, Afgan ulusunun gelişmesini mi sağlıyor yoksa ulusal gelişmesi önünde engel mi? Yazarın düşüncelerine bakarsak, Taliban Afgan ulusunun ulusal kültürünü yaşatacak ve geliştirecektir. “Yazar, bir de bu düşüncelerini, Kabil'in orta yerinde şeriatçı Taliban faşistlerin saldırısı altındaki, ölüm de dahil her türlü belayı göze alıp, burjuva demokrasisi içindeki en asgari düzeydeki özgürlüklerini isteyen Afganlı kadınlara da anlatsa”, diyesi geliyor insanın...

Taliban'ı “anti-emperyalist” ulusal bir hareket görmek, düpe düz insanların gözünün içine baka baka “şeriat iyidir” korosuna katılmak olduğu gibi, Talibanı besleyen emperyalist ve bilimum gerici ülkeleri şeriat karşıtı “ulusalcı” kabul etmektir. Bu tür gerici siyasi zırvalar, olsa olsa, kitleleri aldatmak için, başta ABD olmak üzere, diğer emperyalistlerin yanı sıra, petrol kuyuları üzerine oturmuş Körfez kralcıkları, İran mollaları ve Erdoğan gibi dinbaz sahtekarların argümanlarına ortak olmaktır. Ve bu anlayış, emperyalizmin, komünizme karşı oluşturduğu “yeşil kuşak” gerici siyasi projesine doğrudan övgüler dizmektir.

Rus sosyal emperyalizminin Afganistan'ı işgali ve peşinden ABD ve diğer Batılı emperyalistlerin büyük emperyalist rakipleri olan Rus sosyal emperyalistlerini orada zayıf düşürmek için, en gerici “ulusal” hareketleri nasıl ortaya çıkardıkları bilinir. Hiçbir ilerici Afgan ulus hareketi desteklenmez, tersine en koyu şeriatçılığı savunan hareketlere doğrudan her türlü destek verilir. ABD ve Batı merkezlerinde din dersi (islamın “muhteşemliği” üzerine) kitaplar bastırılır ve Afgan topraklarına ulaştırılır. Kısmen burjuva anlamda ilerici olan Afgan hareketlerinin hepsi yenilir ve en gerici,  şeriatçı-faşist Talibanın ayakta kalması sağlanır ve sonunda ülke bu şeriatçı-faşist örgütlenmeye teslim edilir. Taliban gerçeğinin özü budur.

Bir de Kaypakkaya'yı dinleyelim:

“Türkiye'nin Sınıf Bilinçli Proletaryası, Kürt ulusal sorununda, Kürt Ulusunun Ayrılmasını Ne Zaman Destekler, Ne zaman Desteklemez” başlıklı bölümde, Kaypakkaya şöyle diyor:

“Hangi ulustan olursa olsun,  sınıf bilinçli Türkiye proletaryası, Kürt ulusunun ayrı bir devlet kurması sorununa, devrimin gelişmesi, güçlenmesi açısından bakar. Eğer Kürt ulusunun ayrı bir devlet kurması, Türkiye Kürdistanı'nda  proletarya önderliğinde demokratik halk devriminin gelişmesi ve başarıya ulaşması olanağını artıracaksa, hangi ulustan olursa olsun, sınıf bilinçli Türkiye proletaryası bizzat ayrılmayı destekleyecektir.”

Devamında, Kaypakkaya, desteklemenin koşulunuda şöyle sıralıyor;

“Eğer ayrılma, Türkiye Kürdistanı'nda proletarya önderliğinde demokratik halk devriminin ve başarıya ulaşmasını geciktirecekse, zorlaştıracaksa, hangi ulustan olursa olsun, sınıf bilinçli Türkiye proletaryası ayrılmayı desteklemeyecektir.” [10]

Kaypakkaya ML düşünceye sahip olduğu için böyle ulusal sorunda, sorunu doğru olarak koyuyor. Ezilen ulus konusunda, esas olarak proletaryanın sınıf çıkarlarına göre soruna yaklaşıyor. Ama, Kaypakkaya'nın bu görüşü, “Şehy Sait İsyanı”nda takındığı tavırla çelişmiyor. “Demokratik muhteva” reddedilmiyor. Aynı, Lenin ve Stalin’in sorunlara yaklaştığı gibi yaklaşıyor. UKKTH ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını bir hak olarak destekliyor, ama ayrılma pratik bir sorun haline geldiğinde, destekleme-desteklememe  sorunu, sınıf bilinçli proletarya tavrını, proletaryanın genel çıkarlarına göre belirliyor. Yani, yazarın yaptığı gibi, mutlak bir şekilde ezilen ulus burjuvazisinin çıkarlarına göre değil!

Kaypakkaya'nın Türkiye Devrimci Hareketi'nin en önünde yer almasına neden olan düşüncelerinin ilklerinden biri de, Kürt ulusal sorunu konusundaki ML düşünceleridir. O'nu, bütün sosyal şovenist ve ezilen ulus reformistlerinden ayıran bu düşünce, hala canlılığını korumaya devam etmektedir.

Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağında Ulusal Sorunun Ele Alınış Biçimi

Önce burada, ML'lerin ulusal sorunu, emperyalizm ve proleter devrimler çağında nasıl ele aldıklarını, Stalin'den bir aktarımla netleştirelim:

1- Ullusal sorun ile sömürge sorunu, Sermaye iktidarından kurtuluş sorunundan ayrılamaz sorunlardır.

2- Emperyalizm (kapitalizmin en yüksek biçimi), tüm haklarından yararlanmayan ulusların ve sömürgelerin siyasal ve  iktisadi uyruklaştırılması olmaksızın varolamaz.

3- Tüm haklarından yararlanamayan uluslar ile sömürgeler, sermaye iktidarı yıkılmadıkça kurtulamazlar.

4- Tüm haklarından yararlanamayan uluslar ile sömürgeler, emperyalizm boyunduruğundan kurtulmadıkça, proletaryanın zaferi sağlam olamaz.[11]

Burada da net olarak belirtilmiştir. Emperyalizm ve proleter devrimler  çağında, ezilen ulus sorunu proleter devrimler sorunudur. Ondan bağımsız ve ona bağlanmayan ezilen ulus sorunu ele alınamaz.

Oruçoğlu'nun sorunu ortaya koyuş biçimi, Marksist Leninist dünya görüşü temelinde değil, tamamiyle ezilen ulus burjuvazisinin bakış açısıdır ve elbette ki, ezilen burjuvazi de sorunu kendi sınıfsal çıkarları açısından ele aldığı için, “kurtuluşu” sadece bağımsız bir devlet olmakta görüyor.

Bir kere daha anımsatalım:

Leninizm ve Rus sosyalist devrimi tanıtlamıştır ki;

“...Ulusal sorun, proletarya devriminin genel sorunun bir parçasıdır, proletarya diktatörlüğünü sorunun bir parçasıdır.[12]

Bugün, İrlanda, Kürdistan, Tamiller, Batı Sahra, Filistin ve daha bir çok ulusal sorun çözülebilmiş değildir. Ve emperyalizmin, bağımsız devletleri (Örneğin, Panama, Haiti, Afganistan, Irak, Suriye, Yemen vd.)  işgalleri ve açıktan silahlı saldırıları da devam ediyor. Kürdistan'daki mücadelenin yakından tanığıyız ve biliyoruz. PKK, bu sorunu çözmek için yaklaşık 40 yıldır savaş yürütüyor. Filistin Meselesi daha eski ve 1946'lardan beri, Filistin ulusunun Siyonist İsrail devletine karşı mücadelesi devam etmektedir. Şunu net olarak ortaya koymalıyız: Türkiye'deki Kürt sorunu, Türk işçi sınıfı ve emekçilerin açıktan desteği ve mücadelesi olmadan çözülemez. Bu bağlamda, Kürt sorununun çözümü, Türkiye'deki sosyalist devrime doğrudan bağlıdır.

Barzani hareketinin ise, geldiği nokta açıktır, emperyalist müdahale sonucu belli bir özerklik almasına karşın, emperyalizmin boyunduruğundan kurtulabilmiş değildir ve Türk emperyalist devletinin desteği ile PKK'ya saldırmaktadır. Yani, bölge gericiliğinin ve emperyalizmin piyonu durumundadır. Ve ayrıca, Irak Kürdistanı emperyalist sermayeye peşkeş çekilmekte, özellikle de emperyalist Türkiye'nin bir nevi fiili denetimi altına girmiştir. Türkiye'nin Barzani bölgesinde onlarca askeri üssü vardır. Barzanilerin denetimindeki petroller Türk devletinin kontrolü altında, uluslararası pazara sürülmektedir. Ve Barzani bölgesi, Türk tekellerinin açık ve doğrudan meta pazar alanıdır.

Suriye Kürtleri (PYD), emperyalist Türk devletinin bütünüyle işgalinden korunmak için ABD'nin çıkarlarını bölgede özerk (federasyon) varlığını sürdürme durumunda kalmıştır. İki emperyalist kamp arasındaki çelişmeden yararlansa da, emperyalistler arasındaki bu çelişmeden bağımsız olarak varlığını sürdürememektedir.[13]

İran Kürdistan'ındaki durumda farklı değildir. Buradaki Kürt ulusunun kurtuluşu da İran proletaryasının mücadelesinden ayrı ele alınamaz.

Tamiller, Filistin, Kürdistan ve İrlanda sorunu, doğrudan proleter devrimlerin sorunu olmuştur. Her ezilen ulus, ezen ulus proletaryası ile ortaklaşa ve birlikte, emperyalizmle ve işgalci güçlere, daha doğrusu ezen ulus egemenlerine ve emperyalizme karşı mücadele ederek kurtuluşlarını gerçekleştirebilirler. Bu mücadele, sosyalizm mücadelesinden ayrı ele alınamaz. Komünistler, ezilen ulus sorununda esas olarak bu ML perspektifi gözönünde bulundurmalıdırlar.

Tamiller gerçeği ise, çok acı bir gerçektir. Orda da dünyanın gözü önünde açıktan Tamil soykırımı yapılmıştır. Hindistan emperyalizminin açık desteği ve koruması altında, Sri Lanka faşist devleti tarafından 70-100 bin arası Tamilli katledilmiştir. Bugün, bütün Batılı emperyalist devletleri tarafından desteklenen emperyalist siyonist İsrail devletinin Filistin ulusuna yönelik soykırımı da içerik olarak aynıdır. Ne var ki, Sri Lanka devletinin yaptığı Tamil soykırımı gündeme dahi alınmamış ve hızlıca unutulmaya bırakılmıştır.

Sonuç Olarak

Bütün bu gerçekler, biz Marksist-Leninist-Maoistlere; ezilen ulus sorununun proleter devrimler sorunu olduğu gerçeğini net olarak göstermektedir. ML dünya görüşü temelinde sınıf bilinçli proletarya partileri tarafından işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenmesi ve sosyalizmi gerçekleştirmesinin aciliyetini ve başka da bir kurtuluş yolu olmadığını gösteriyor.

Gerici örgütlerden “ulusalcılık”, “devrimci direniş”, “anti-emperyalizm” ve genel bir devrimci gelişme beklemek, düpe düz gerici burjuva sahtekarlığıdır. Emperyalizmin, islam ülkeleri için oluşturduğu “yeşil kuşak projesi”nin ürünü dinci-faşist örgütlenmeleri “devrimci” olarak lanse etmek, bunların “ezilen halkların kurtuluşu için savaşıyor” argümanlarını ileri sürmek, olsa olsa saf devrimcilikten öte, emperyalist ideolojik manipülasyonun aracı durumuna düşmektir. Bir zamanlar İran'ı, ABD emperyalizmine karşı çıktığı için “anti-emperyalist” sananlar, bedellerini ağır bir şekilde ödediler ve hala ödemeye devam ediyorlar.

Komünistlerin, gericiliği, gerici ulusal burjuvaziyi,  belli emperyalist güçlere bağlı dinci-faşist örgütlenmeleri “her koşulda” destekleme gibi bir görevleri asla olamaz. Ya da iki emperyalist kamp arasındaki savaşta birinden birinin yanında yer alan bir gücü destekleme durumuna düşemez ve emperyalist anavatan savunusu yapamaz. Proletaryanın kendi bağımsız sınıf tavrı vardır ve bu davayı güçlendirecek devrimci olanakları doğru bir şekilde değerlendirip ona göre politikalar belirlemelidir.

Sınıf bilinçli proletaryanın esas perspektifi; sosyalist dünya devrimini geliştirmek için, uluslararası proletaryanın devrimci birliğini sağlamak, mücadelesini geliştirmek ve anti-emperyalist ulusal hareketleri destekleyerek, proletaryanın sosyalizm davasında devrimci ve ilerici müttefiki haline getirmek olmalıdır. Dünyanın en gerici, faşist, şeriatçı-faşist ve komünizm düşmanı hareketlerine arka çıkmak, onlardan “anti-emperyalist” bir tavır beklemek, uluslararası burjuvazinin saldırıları karşısında paniğe kapılıp, proletaryanın sosyalizm davasına güvenmemekle ile doğrudan bağlantılıdır.

17.01.2024


[1]           https://gazetepatika22.com/milli-hareketler-karsisinda-tavir-sorunu-147751.html 20 Aralık 2023

[2]     Oruçoğlu'nun “Afganistan (Sovyet İşgali) Kitabından haberim yoktu ve 1980'de Partizan dergisinde de yayınlanmış. O zaman'da okumamışım. Çünkü 1980'nin Ocak ayında tutuklanmıştım. Bu kitap'tan, U. Töre Sivrioğlu'nun “ “Afganistan Tartışmaları Üzerine (M. Oruçoğluna Yanıt)” 12 Ocak 2024 (https://gazetepatika22.com/u-tore-sivrioglu-yazdi-afganistan-tartismalari-uzerine-m-orucogluna-yanit-148675.html) yazısını okuyunca haberim oldu. Oruçoğlu'nun bu kitaptaki anlayışları TKP-ML'nin görüşleri olarak mı yayınlandı bilmiyorum. Böyleyse çok geri bir yaklaşım. Sivrioğlu'nun kitaptan aldığı alıntılara bakılırsa, Oruçoğlu, daha o zamandan talibanvari örgütleri övmekte ve hatta “anti-emperyalist” görmekteymiş. Bu görüşleri yayınlayan Partizan dergisi de mi bu görüşteydi bilmiyorum. Böyleyse Kaypakkaya ile ters düştükleri açık.

[3]     Stalin, Bütün Esreler C VI, sf. 137, İnter Yayınları

[4]

[5]              Lenin'den aktaran Stalin, agC, sf. 143-144

[6]     Stalin, Eserler, C VI, sf. 138, Leninizmin Sorunları, sf. 63, Birinci Baskı, Sol Yayınları

[7]     Oruçoğlu, agm

[8]           Bu tür tartışmalarda, ÇKP-Komuntang “ittifakı” sık sık örnek verilmektedir. Oysa, Çan Kay Şek, ÇKP’nin bütün önerilerini kabul etmiştir. Bugün bazıları, dinci-şeriatçı gerici örgütlerine “şanlı direniş” ve “anti-emperyalizm” övgüleri dizerken, ÇKP'nin bu anlaşmasının içeriğini değil, sadece lafzını dikkate alıyorlar.

                Çan Kay Şek’in kabul ettiği koşullar:

                “(1) Guomindang’ı ve milli hükümeti yeniden örgütleyerek, Japon yanlısı grubu atmak ve Japon aleyhtarı unsurları kabul etmek;

                (2) Şangahay’daki yurtsever önderleri ve diğer bütün siyasi tutukluları salıvermek ve halkın özgürlüklerini ve halklarını güvence altına almak;

                (3) ‘Komünistleri bastırma’ siyasetine son vermek ve Japonya’ya karşı direnmek için Kızıl Orduyula ittifak yapmak;

                (4) Japonya’ya karşı direnme ve ülkeyi kurtarma siyasetini saptamak için, bütün partilerin, grupların nüfusun bütün kesimlerinin ve orduların temsil edildiği bir milli kurtuluş konferansı düzenlemek;

                (5) Çin’in Japonya’ya karşı direnmesine yakınlık duyan ülkelerle işbirliğine girmek; ve

                (6) Ülkeyi kurtarmak için diğer özel yöntem ve araçları benimsemek.Mao Zedung, Seçme Eserler C.1, sf. 327, Aydınlık Yayınları

[9]     Lenin'den aktaran Stalin, Eserler, C VI, sf. 138

[10]    İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf. 252,  Ocak 1992, Umut Yayımcılık

[11]    Stalin, Esreler, C VI, sf. 132-133, İnter Yayınları

[12]    Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, sf. 220, Dördüncü Baskı, Sol Yayınları

[13]    PKK ve PYD ile, Taliban, Hamas vb. dinci, şeriatçı örgütlenmeler asla aynı kefeye konamaz. Birinciler komünistlerin ve uluslararası proletaryanın müttefiki ilerici ve demokrat hareketlerdir. Duruşları, uluslararsı proletaryanın mücadelesine katkı sunmaktadır. İki farklı siyasi yapılanma arasında ideolojik ve siyasal olarak nitelik bir fark vardır.Oruçoğlu, kıyaslama yapmaya çalışırken bu (devrimcilikle-karşı devrimcilik arasındaki) nitel  gerçeklerin görülmesine, gönlünün razı olmadığı görülüyor ve elmalarla armutların aynı kefeye konulmasını, okuyucularına salık veriyor.

 

1578

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Sayfalar