Pazartesi Mayıs 20, 2024

Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Öğrettikleri

İlk defa yurt dışında yaşayan Türkiye vatandaşlarının da oy kullanabildiği Cumhurbaşkanlığı seçimi, beklenildiği gibi R.T. Erdoğan’ın kazanmasıyla sonuçlandı.

Bu seçimin diğer seçimlerden iki noktada farkı vardı. Birincisi yukarıda da belirttiğimiz gibi, yurt dışındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da oldukları ülkelerde oy kullanabilmeleri idi. İkincisi de yine ilk defa olarak Cumhurbaşkanını doğrudan halk oylaması ile “seçilmesi” idi.

T.C Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) yaptığı incelemeler sonucunda, Türkiye dışında  yaşayan ve oy verme yaşında olan  (18 Yaş ve üzeri) 2.780.757 seçmenin olduğunu açıkladı.  Tabii, bu rakamlar bizler açısından yeni bir istatistik olmasına rağmen, bu AKP açısından, seçimden önce böyle bir yasa çıkarmalarından da anlaşılacağı üzere bilinen bir gerçeklikti. Erdoğan’ın esasen hedefi yurtdışından gelecek oylarla HDP’ye giden oyları telafi etmekti. Aşağıda vereceğimiz istatistiklerden de anlaşılacağı gibi evdeki hesap çarşıya uymadı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde YSK’nın verilerine göre 54 ülkedeki 2.780.757 seçmenden 230.938 i oy kullandı. Bu oyların 1.857si çeşitli nedenlerden dolayı geçersiz sayıldı. Seçime katılım oranı belki de hiç kimsenin beklemediği oranda % 8.32 gibi çok düşük bir seviyede kaldı. Oyların genel dağılımı ise  şöyle olmuştur: R.T. Erdoğan %62.3 (143.873), E. İhsanoğlu %27.92 (64.483), S. Demirtaş %9.78 (22.582).

Avrupa‘da da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde ülkelere göre adayların aldıkları oy oranı ( % olarak).

Yurtdışı seçmenlerinin %49 u Almanya’da yaşamaktadır.

Seçim öncesinde yapılan tartışmalarda dinci olarak tanımlanan kesimin daha örgütlü olduğundan ve sandıkların burada açılmayacak olmasından (Türkiye’deki seçimlerde göz önünde yaşanan o kadar sahtekarlıklarda düşünülünce)  kaynaklı ciddi bir oyun AKP’nin hanesine yazılacağı düşünülüyordu, ama olmadı, olamadı. Yaşanan süreç bizlere, Gülen cemaatinin gücünü nasıl abarttığımızı gösterdiyse, dincilerin örgütlülüğünü de öyle abarttığımızı gösterdi.

ATİK olarak bu seçimlerde boykot kararı almıştık. Ve bundan kaynaklı başta yurtsever arkadaşlar olmak üzere birçok devrimci, demokrat ve ilerici çevreler ve kişilerden hiçte hakketmediğimiz eleştirilere maruz kaldık.

Boykot kararı konusunda gerekli ve yeterli çalışmayı yapamadığımızdan dolayı tüm kamuoyuna özeleştiri vererek iş başlayalım.  Hayat bizlere bir kez daha gösterdi ki, siz ne kadar doğru tespitlerde  bulunursanız bulunun o kararın gereğini yerine getirmediğinizde yaşam bunun hesabını sizden sorar.

Seçime katılım oranının bu kadar düşük olduğu bir coğrafyada gerekli çalışmalar yeteri kadar yapılsaydı, hem bu bahaneyle hedeflediğimiz insanlarla ilişkilenebilir, hem de kitlelere politikalarımızın doğruluğunu kavratabilirdik.

Ayrıca, katılımın %10 bile olmamasını bir kısım aklı evveller göçmenliğe bağlayabilir, ama onlar bize; bu insanların Türkiye’de yaşanan olaylara karşı bu kadar duyarlı olmalarını (Gezi, Köln, Berkin Elvan protestoları vb.), oradan hala mülk satın almaların ve en önemlisi Türkiye vatandaşlığından çıkmamalarını vb. açıklayamazlar. Oysa bizce bu veriler; halkımızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden bir beklentisinin olmadığının,  egemenlerin  düşündüğü kadar rahat onu manipüle edemediğini, kendine yurtsever, devrimci demokrat diyen çevre ve insanlardan daha ileride düşündüğünü  göstermiştir.

Tekrarlarsak hayat bize insanların bizim politikalarımıza yatkın olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bizlere düşen hatalarımızdan ders çıkararak çizgimize ve halkın gücüne inanmak ve bunu örgütlü bir güce çevirmek için daha fazla cesur ve özverili olmaktır.

87153

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

Sayfalar