Perşembe Mayıs 2, 2024

Dersimin Büyük Bilgesi: Firik Dede

Seni sevenlerin can içinde canısın / Aşıklar katredir sen ummanısın / Gönül bir gemidir sen dümenisin   / Yelken açmak ister bu dervişlerin” Virani                                                                                            Aslen Dersim Ovacık’lı ve Devreş Cemal ocağının bir bireyi, asıl adı Seyfi Firik Dede olan Firik Bava yaşamı boyunca Alevi Kızılbaş geleneğine, yol’una, ritüellere ve öğretisine göre yaşayan ve bu öğretiyi topluma da sözleriyle, şiirleriyle ileten bir bilgedir. O, Alevi Kızılbaş sözlü geleneğinin en önemli temsilcilerinden biridir ve her Kızılbaş gibi devletin, sistemin, egemenlerin zulüm dünyasındaki acılardan tatmış, bu büyük acılarla sayısız kere yüz yüze gelmiştir.

Hem belki de dünyanın en büyük acısını yaşamıştır Firik Dede. Oğlu Behzat Firik, abisiyle birlikte evlerinden ‘aranmakta olan teröristlerin yerini göstermeleri” gerekçesiyle evlerinden alınırlar. Aranan kişilerle ilgili herhangi bir bilgileri olmadığını söylediklerinde de bir ormanda işkenceye tabi tutulurlar. Behzat Firik abisinin gözleri önünde bir ağaca bağlanır, ağacın etrafında ateşler yakılır ve sonra bizzat “kulaksız yüzbaşı” diye tanınan faşist işkenceci, katil Aytekin İçmez tarafından gözlerine kasatura ile mil çekilerek ve diri diri yakılarak öldürülür. Ve Firik Baba bu acıyı son nefesine kadar asla unutmadı, unutamadı. Oğlunun ölümünden sonra yas tutup sakallarını hiç kesmedi. Yaşadığı süre boyunca Firik Dede’nin bir kez bile olsun gülümsemediği bilinir.

Firik Dede ve babası, 1925 yılındaki “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu” ile sadece Alevi Dergâhlarının kapatıldığı, Alevi Kızılbaş “Ana”, “Baba”, “Dede” ve “Pir”lerinin üfürükçü, muskacılarla aynıymış gibi kabul edildiği, bu yol önderlerinin yakalanıp gözaltına alındığı, mahkemelerde yargılandığı, Cem törenlerinin yasaklandığı dönemlerde de Cem düzenlediler. Defalarca gözaltına alınırlar. Ama asla kararlılıklarından, yol’dan ödün vermezler.

Ben, Firik Baba’yı tanımadığım, görmediğim halde yaşamımda çok ayrı ve değerli bir yeri vardır. 2004 yılında İstanbul’da düzenlenen bir gecede sunuculuk yaparken, Grup Munzur’un sound check işlemi birkaç dakika süreceğinden ben de Haydar Oğur’un “Dersim Kaç Behzat’ça Yangındır” şiirini okuyarak sunumu sürdürdüm. Şiir Behzat Firik’in nasıl yakılarak öldürüldüğünü anlatıyordu. Şiir hüzünlüydü, acı yüklüydü ve uzundu. Ancak binlerce kişinin olduğu salondan sadece 15-20 kişi birkaç kişi bu şiiri dinlemek, bitmesini beklemek yerine, saygısız bir tavırla Grup Munzur’un bir an önce sahneye çıkması için ıslıklar çalmaya başladılar. Israrlı ıslıklar ve alkışlar devam edince de, şiiri okumayı bırakarak bu düşüncesiz birkaç kişiye gerekli tepkiyi verdim ve sonra şiiri sonuna kadar okuyup bitirdim. Zira şairin dediği gibi “her ölüm erken ölümdü”, ama abisinin gözlerinin önünde ağaca bağlandıktan sonra yakılarak katledilen Behzat Firik’in katledilmesi bambaşka bir ölümdü. Evet, “her ölüm kalleşçeydi”, ama Behzat’ı öldürenler tarifsiz kalleştiler. Onların kalleşliklerinin tarifi yoktu, olamazdı. Ve böylesine bir acıyı anlatan şiir dinleme sabrını göstermeyenlere asla toleranslı davranmam söz konusu olamazdı. Sanırım o ıslıkları çalanlar sonra yaptıklarından  utanmışlardır.. Zira tanrılar, tanrıçalar bile Behzat Firik’in ölüm şeklinden utanmışlardır. Ve Firik Bava oğlunu yitirdikten sonra konuşmayarak, susarak en büyük direniş derslerinden birisini vermiştir.

Firik Dede salt bir Alevi Kızılbaş halk bilgesi, dedesi değildir. O aynı zamanda 106 yıllık ömrü boyunca gördüğü, yaşadığı sevinçlerin, direnişlerin ve acıların da tarihi şahididir. Dersim tarihinin belleğidir. O, Dersim soykırımını yaşayan ve bunu sonraki kuşaklara da aktarandır. O’nun söylediği her söz, hayata bakışı bile birçok derslerle doludur. Bunu kendisiyle ilgili yapılan belgesel filmde görüp, kendisiyle sohbet eden ve tanıyanlardan dinleyince daha iyi anlıyoruz. Firik Dede için “İnsan-ı Kamil” adında bir belgesele imza atan yönetmen Buket Aydın, Firik dedeyi anlatırken “Bir kat yatak, bir kuzine, bir saz ve dört duvar” tanımını yapar. Bu tanımla,  hem yaşamının, hem yaşamını sürdürdüğü mekanın dünya mallarından nasıl arınmış bir yaşam sürdürmüş olduğunu anlıyoruz.

Firik Dede’nin oğlu Behzat Firik’in katledildiği günkü acı haykırışları, çığlıkları 1938 Dersim soykırımındaki acının çığlıklarıyla birleşir, o acılarla özdeşleşir, içine kapanır ve o günden sonra Firik Dede hep susar.

Firik Dede, geride sadece acılarını, suskunluğunu bırakıp gitmedi. O giderken bize tüm bilgeliğini, şarkılarını ve Dersim’deki bir Cem törenindeki görüntüleri ve "değerlerinizi samancılara, tenekecilere satmayın, sarraflara satın" sözleriyle de Kızılbaş yolu ve öğretisini sözde değil, gerçek anlamda içselleştirmemizin gerekliliğini gösterip anlattı bize. 

10 Temmuz 2007 tarihinde Hak’ka uğurladığımız ve koskoca, görkemli, aynı zam hüznün, acının, direnişin hiç eksilmediği bir tarihin tanığı, önemli bir yol önderi bu büyük bilgenin ve insan-ı kamil sayılan Firik Dedenin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Erdal YILDIRIM

10 Temmuz 2014 

98136

Erdal Yıldırım

2012 yılı sonlarından itibaren sitemize yazılarıyla yeni bir soluk katan yazarımız genellikle Aleviler ve sorunları üzerine makaleler yazmaktadır.

erdalyildirim@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Erdal Yıldırım

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar