Cumartesi Mayıs 4, 2024

Devlet AKP’dir, AKP Kontra’dır

Eğer bir parti on yıldan fazla bir süre iktidarda kalıyor ve devletin tüm imkânlarını bireysel ve zümresinin çıkarları için kullanabiliyorsa bu büyük ölçüde bir partiden çok devletin ta kendisidir. Eğer öyle değilse de Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen oto-mandater rejim ile yönetiliyor demektir.

Bir proje olarak kurulan AKP, MGK’daki Kırmızı Kitabın içerisinden çıkan ve Stratejik Derinlik ile de makyajlanan bir Kontra örgütlenmedir. Bu kuruluş, özünü Abdulhamid’in Yıldız İstihbarat Teşkilatından almakla birlikte, MİT’in geleneksel işleyişine de sahiptir. Kadrolarından olan Bülent Arınç ve Mehmet Ali Şahin, Efkan Âla’nın hocaları konumunda ve yine Hoca kod adlı Ahmet Davutoğlu’da “Davut” soyundan gelen bir başka devşirme olarak İsrail’in bu kontra örgütlenme içerisindeki Türk soslu temsilcisi konumundadır. Bugün eğer bir DAİŞ belası varsa bu belanın ilerleyiş ve Türkiye içerisinde cirit atması öyle Davutoğlu’nun bilgisi dışında da değildir.

Bilindiği üzere Barak Obama’yı ABD Başkanlığına getirenler ile zamanında Ahmedinejadı Tahran belediye başkanlığından ve Erdoğan’ı da İstanbul Belediye başkanlığından Başbakan ve Cumhurbaşkanlığına getirenler aynı güçlerdi. Bu güçler Ortadoğu’ya verilecek dizayn çerçevesinde bir çok kadro yetiştirdikleri gibi, bu kadrolara bağlanacak legal Parti ve silahlı örgütleri de hazırlamışlardı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde domino etkisiyle yaşanan halk ayaklanmaları bir tetikleyen ve de özünde bir planın parçası olarak işlevlerini yerine getirdiler. Geriye ise sadece kaos içerisinde düzen kaldı ki bu da yasal parti, bu partileri yönetecek kadro ve sırasıyla silahlı örgütler olarak sahneye alınacaktı.

Körfez savaşı ile işletilen süreç Irak, Tunus, Mısır, Fas, Ürdün, Libya, Lübnan ve Suriye ile devam ettirilmektedir. Sıralamada yer alan ülkelerde yerelden doğru milis, paramiliter ve kontra örgütlenmeler ile mevcut hükümetler zorlandı ve birçoğu devrilerek işletilen sürecin iskeleti inşa edilmiş oldu. Tam da bununla paralel olarak kökleri bin yıllar öncesinden olan ancak yakın tarih Körfez savaşı yıllarında ortaya çıkartılan ve iki binlerde omurgalandırılarak gövdelendirilen DAİŞ-ISIS-IŞİD terör örgütü bir bütün olarak geriye kalan ülkelerde faaliyete geçirildi. Sayın Öcalan’ın tanımlamasıyla Ortadoğu’nun Jitem’i olan bu örgüt Suriye ve Irak’ta etkili olarak büyük güçlere ulaşıp nitel ve nicel olarak kanlı eylemlerine başlayarak hedefine ülke yönetimlerini almaktan çok halk ve inançları alarak hizmetine devam etmektedir. Bunlardan Türkmen, Kürt, Asurî-Süryani, Şii-Arap ve Êzidiler katliamdan paylarını fazlasıyla aldı ve almaya devam etmektedirler.

Şüphesiz ki DAİŞ Irak ve Suriye’de kısmi yerleri ele geçirmiş ve ilerlemek istemiştir. Ancak DAİŞ’in Şengal ve Kobanê’ye olan vahşice saldırılarının altında başka sebepler yatmaktadır. Buraların kendileri için “vaad edilen topraklar” olduğunu her fırsatta dile getirmeleri öyle bir devlete değil de direkt olarak Kürt halkına karşı bir soykırım gerçeğini ifade ettiği görülebilmektedir. Hem Şengal’de ve hem de Kobanê’de istenilen başarıyı elde edemeyen DAİŞ bu güne kadar ki tüm desteğini, sözde Musul başkonsolosluk görevlilerini rehin alma ve Süleyman Şah Türbesini sarma olayı üzerinden Türkiye ve dolayısıyla AKP’den aldı. Yakalanan tırların içerisindeki silahların görüntülerinin yayınlanması, DAİŞ ile askerlerin video-foto paylaşımları ve son olarak MİT’in DAİŞ elemanlarına otobüs kiralamaları da bu organik bağa en iyi delil olarak verilebilir.
 
Peki son günlerde Amed’de yaratılmak istenen kaos ile seçimde hezimete uğrayan Erdoğan’ın sarf ettiği;“Akçakale sınırına koalisyon güçleri desteğiyle ‘terör’ örgütü PYD-PKK konumlandırılıyor” sözleri ne anlama geliyor!

Seçimlerden iki gün önce Amed HDP mitinginde patlatılan bombaların nedeni ve menşeisi üzerinde durulursa bir DAİŞ-AKP koalisyonu olduğu rahatlıkla görülecektir. Hatırlanacağı üzere aynı durum Kobanê katliamı sırasında yine Kuzey’de direnişe geçen kırkın üzerinde yurttaşın katledilmesiyle benzerdir. Girê Spî’de sıkışan DAİŞ, Amed’de kaos yaratılarak nefes aldırılmak isteniyor. AKP’nin kontra faaliyetleri için seçimi bekleyememesinin nedenlerinden biri de Rojava güçlerinin ilerleyişinin kırılmasına dönüktü. Seçim sonrasında bir taş ile birkaç sonuç almak isteyen AKP bir taraftan DAİŞ teröristlerini ülke sınırları içerisinde alırken, diğer taraftan Hizbullah-PKK savaşını hortlatmak için karşılıklı infazlara başlıyor ve diğer taraftan da Kontra birliklerini Amed sokaklarına salarak tahriki fazlalaştırmak istiyor. Amed’deki kaosu yaratanlar ile DAİŞ’e Gire Spî’de alan açmak isteyen güçler aynı güçlerdir. Adı her ne kadar da Hizbullah, Tevhid ve/veya başka paravan Kontra birlikler olsa da özünde AKP’den başkası değildir. Çünkü hiçbir devlette, o devletin güvenlikli bir alan yaratımı sonrası o alana ne bir bomba yerleştirilebilir ve ne de bir çivi konulamaz. Nasıl Davutoğlu’nun soyadının “davut” olması bir tesadüf ise, İsrail’i ilk tanıyan ülkenin Türkiye olması o kadar tesadüftür. Nasıl Sakinelerin katledilmesinde Fransız istihbaratının bilgi ve parmağı var ise, Amed saldırısında da MİT’in öyle parmağı vardır. Amed eski valisi Efkan Âla’nın olay sabahı Amed’de bulunuşu ne kadar tesadüf ise Sabiha Gökçen’in Dersim semalarında olması o kadar tesadüftür.

Türk Devleti ve dolayısıyla bir kontra örgütlenme olan AKP, son HDP zaferinden sonra Kuzey’i kaybettiğinin bilincindedir. Onun için; “Ya Rojava ve Kuzey Kürdistan bizim olur, ya da bizim olmayan, kara toprağın olur” diyerek ileriki günlerde kendisine bağlı kontra birliklerle Kuzey Kürdistan’da kaosu daha fazla derinleştirecektir.
12.06.2015
 

71638

Mehmet Serhat Polatsoy

Özellikle Kürt Ulusal Hareketi üzerine ve kürtlerin sorunları üzerine makaleler yazmakta olan yazarımız 2011 sonlarından beri yazılarıyla sitemizde yer almaktadır.

serhatpolatsoy@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Mehmet Serhat Polatsoy

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar