Pazar Mayıs 19, 2024

Devrime kendini adamak üzerine…

Adanmışlık, sınırsız katılım demektir. Koşulsuz bir bağlılığı, devrime dair en üst boyutta bir istenci ve engel tanımayan bir azmi koşullar. Ancak, adanmışlığı bir kavram olarak tarif edeceğimiz komünist devrimcilik olunca buna bir dizi kriteri daha dahil etmeliyiz.

Marksizm’in teorik gerçeklerini ve ideolojik çizgisini kavrama ve geliştirmedeki çaba, kitlelerle politik temelde kurulacak düzenli bağ, örgütlü yaşamda ve çalışma tarzında disiplin, faaliyete dair geliştirici ve yaratıcı pratik vb. şekilde özetleyeceğimiz kriterler, üstte bahsettiğimiz militan özelliklerle birleştiği zaman, devrimi somut bir güce dönüştürecek olan kadro gerçekliği açığa çıkmaktadır. Bu kadro gerçekliği kitlelerin bağrından çıkan ve ona dönecek olan kudreti ile yaşamı yönetir. Kadro bu özellikleri ile girdiği her alanda yeni bir kültür ile donanacak ve politik bir müfreze olarak üretim gücü güçlenecektir.  Ancak burada dikkate değer mesele, tüm bu tanımların “ideal olan” olarak tabir edilmesi ve güncel realite ile ciddi bir açı farkı barındırmasıdır. TDH’ın bütünü açısından yaşanan kimi yetmezliklere doğrudan işaret eden bu tablo, esas itibari ile önemli bir tartışma konusuna da kapı aralamaktadır.

Şöyle ki, Stalin yoldaşın ifadeleri ile “doğru siyasal çizgi bir kere belirlendi mi, her şeyi, hatta siyasal çizginin kendi kaderini de belirleyen” kadrolardır. Ancak geçtiğimiz sayılarda da tartıştığımız, politik çizginin silikleşmesi ve örgütlü çalışma tarzının yitimi meselesinin açığa çıkarttığı tasfiyeci ve bürokrat tarz, ilk ve en kapsamlı etkiyi kadro gerçekliği içerisinde üretmekte; bu da devrimci adanmışlık ve militan ruhun dejenerasyonunu, kadroların niteliksizliğini yaratarak son kertede devrimciliği içi boş küfeye çevirmektedir.

Dejenerasyon…

Kastettiğimiz içerik itibari ile ilk olarak altı çizilmesi gereken mesele, kadro niteliğinden yoksun kadrolar gerçekliğinin yarattığı dejenerasyona dairdir. Bahse konu dejenerasyon, temelde bir önderlik boşluğuna ve doğru bir kadro politikasının eksikliğine işaret etmekte, bunun yarattığı çarpık sonuç, kitle pratiğinden öğrenmeyen, yetersiz ve memur zihniyetli bir kadro yapısı doğurmaktadır. Bu temelde açığa çıkan tablo ise, devrimin ihtiyaçlarına uygun bir örgütsel esneklik yerine kitlelere karşı katı, sekter, değişime kapalı ve iç yapıda liberal, “adamcı”, apolitik bir kadro profili açığa çıkartmaktadır.

Mao Zedung’un  “Liberalizm ideolojik mücadeleyi reddeder ve ilkesiz barıştan yanadır; bu yüzden yozlaşmış ve bayağı bir tavra yol açar, Parti ve devrimci örgütler içindeki bazı birimlerde ve bireylerde siyasi soysuzlaşmayı doğurur” şeklinde ortaya koyduğu liberalizm teşhisi bahsini ettiğimiz dejenerasyona da işaret etmektedir. Komünist kadrolar her şeyden önce politik çizgide sebat eden, onu üreten-sınayan ve örgütlü güce dönüştürendir. Bu, Mehmet Demirdağ yoldaşın ifadesi ile Proletarya Partisi’ni devrime götürmenin formülasyonundan birisidir. Diğer bir ifadeyle bu “Partiyi korumak”tır. Liberalizm ve ortaya çıkan siyasal soysuzlaşma ayakları net bir ideolojik çizgi ve doğrudan kitle pratiğinde sınanmışlık temellerine basmayan bir örgütsel faaliyeti ortaya çıkarır. Hal böyle olunca devrimci teori ve politikayı anlamayan, dogmatik, ilkelere yaslanmayan, ancak tüm bunları da ahkam keserek savunan lümpen bireyler ortaya çıkar. Bu tür bireylerin kurutucu ve çürütücü etkisi vardır. Tüm niteliksizlikler burada toplanır ve bu niteliksizlik politika olarak devrim mücadelesini kurutur-çürütür. Son kertede bu durumun üreteceği neticenin, devrimciliği kitlelerin ihtiyacına göre şekillendirmek yerine kendi yetersizliğine göre revize ettiği, bu temelde kabul edilmelidir. Dolayısıyla bu tür bireylerin kendilerini devrime adamadıkları, aksine devrimi kendilerine adayarak devrim mücadelesini değersizleştirdikleri ve devrimci müfrezeyi çürüttüğü aşikârdır. Komünist kadroların “partiyi koruma” görevi kimi zaman bu temelde ortaya çıkar.

Fikirleri değiştirmek, kadrolardan yararlanmak

Burada kısaca çerçevelendirerek örneklendirdiğimiz kadro yapısı, kuşkusuzdur ki, belirli bir çalışma tarzına ve önderlik yöntemine işaret etmektedir. Tren yanlış yola gidiyorsa ya da bir türlü hedefine ilerleyemiyorsa, lokomotifin durumu bu temelde irdelenmelidir. Bu noktadaki öncelikle dikkate değer boşluk, kadro politikasında oluşmaktadır. Şöyle ki, devrimcilik, samimi bir bağı ve adanmışlığı gerekli kıldığı kadar, ideolojik, politik bir niteliği ve siyasal kapasiteyi de gerekli kılmaktadır. Mao’nun “Önderlik son tahlilde iki temel sorumluluğu içerir: fikirleri geliştirmek ve kadrolardan iyi yararlanmak” tanımı, sorunun hem bir ideolojik-siyasi gerilik sorunu olduğuna hem de soruna karşı müdahale edilememesinin, müdahale misyonuna sahiplerin sorunun merkezi olduğuna dikkat çekmektedir.

Bu temelde örgütsel demokrasiyi, eleştiri-özeleştiri mekanizmasını dinamik şekilde işletmeyen bir yapının, “profesyonel yöneticiler” ile “bireye örgütlenenler” ikilisinden ibaret olduğu açık bir gerçeklik olarak karşımıza çıkar. Net olan şudur ki, MLM ilkelere göre örgütlenmeyen, ideolojik donanımdan yoksun, kitle pratiğini örgütsel olarak dönüştürücü bir güç şeklinde kavramayan bir yapının ürettiği örgütlülüğün, son kertede örgütsüzlüğe dönüştüğü görülmelidir. Zira devrime hizmetini liyakatle yerine getiremeyen bir politik organizasyon, günden güne örgüt niteliğini kaybetmeye mahkumdur. Bu temelde sıkıntıya dair Stalin Kadrolar Üzerine adlı makalesinde, “Kurtulmak zorunda olduğumuz (…) çalışmamızı frenleyen, onu güçleştiren ve ilerlememizi engelleyen iki militan tipimiz daha var.  Bu militanların birinci tipi, geçmişte hizmet etmiş, şimdi de büyük adamlık taslayan kişilerdir; bunlar, parti ve Sovyet devleti yasalarının kendileri için değil, avanaklar için yapıldığını düşünürler. (…) Sovyetler iktidarının geçmişteki hizmetleri yüzünden kendilerine çatmayı göze alamayacağını umuyorlar. Bu kendini beğenmiş büyük beyler, kendilerini yeri doldurulamaz sanıyorlar ve ceza görmeksizin yönetici organların kararlarına karşı gelebileceklerini sanıyorlar. Bu militanlara nasıl davranmalı? Hiç duraksamadan, geçmiş hizmetlerine hiç bakmadan, bunları yönetici görevlerden almak gerekir. (…)  Şimdi de ikinci tipe bakalım. Gevezelerden söz etmek istiyorum, namuslu gevezeler de diyebilirdim, evet bu namuslu, dürüst, Sovyet iktidarına bağlı, ama ne olursa olsun bir şeyi düzenlemek, yönetmek ellerinden gelmeyen adamlardan (…)” şeklinde tanımlamakta ve saflarda yaratılan dejenerasyonu özetlemektedir.

Sonuç olarak, devrime adanmışlık, ihtiyaç duyulan militan kişiliğin temel kriterlerinden birisidir. Ancak, bu adanmışlık MLM ideoloji ile beslenmeyip, kitle pratiğinde sınanmadığında; örgütlü yapı, kadroların fikir ve inisiyatiflerini açığa çıkartabilecekleri demokratik kanallarla örülmediğinde, örgütlülük tekkeye dönüşmeye, faaliyet ise günü kurtaran pratiklerin dışına çıkamamaya mahkûmdur. Devrimin gerçek kılınabilmesi için, öncelikle bunu gerçek kılacak kadrolar üretilmek zorundadır. Bu temelde bir dönüşüm, “tarihin olumlu birikimine” havale edilemeyecek kadar önemli, özel politikaları ve yaklaşımı gerekli kılacak kadar acildir.

45735

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Sayfalar