Çarşamba Mayıs 1, 2024

Devrimimizin niteliği ve stratejisi üzerine (4.Bölüm)

“Devrim strajisi" üzerine:

MKP III. Kongresi’nin üzerinde; “Her şeyden önce MKP’nin Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi halk savaşını sulandırmaktadır” ve “aşırı sol sekter bir tutumdur.”1 diyeninden tutalım da, “Yarım fokoculuktan tam fokoculuğa bir geçiş teorisi”2 türünden fırtınaların en çok kopartıldığı bir diğer önemli görüş ve yaklaşımı da, kuşkusuz ki; “Devrimimizin Stratejisi, sosyalist halk savaşıdır.” Başlığı altında ortaya konanıdır.3

Kongre iradesinin ‘devrimimizin stratejisi’ adına ileri sürdüğü ‘Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi’ (SHSS) (kendilerinin de bir ilke imza atmış olmalarının gururuyla dile getirdikleri gibi) biline gelen Leninist devrim stratejisi olarak ‘Toplum Ayaklanma Stratejisi’ (TAS) ile Maoist devrim stratejisi olarak ‘Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi” (USHSS) şeklindeki bu iki klasik devrim stratejisine göre, evet bir bakıma ‘yeni bir devrim stratejisi’ sayılır. En azından kavramsal boyutu ve kendilerinin bir iddiası olarak böyledir. Tıpkı NKP(M)’nin, bizim belli yönleriyle formüle etmeye çalıştığımız, TAS ile USHSS’nin sentezinin bir ifadesi olan birbirinin içine geçirme tarzı bir devrim stratejisi gibi4,yeni bir devrim stratejisi olmuş oluyor.

Genel kabul gören bir olgudur Marksizm teorisinin bilimsel esasları üzerine oturan bir teori olduğu. Haliyle de değişen ve farklılaşan koşulara uyarlı olarak kendisini sürekli bir şekilde yenileyerek geliştirip zenginleştirerek ilerleyen dinamik bir teoridir de.

Bu bağlamda elbette Kongre iradesinin devrim stratejisi adına ileri sürdüğü yeni görüşlerine, sırf bilinen o iki klasik devrim stratejisine ters düşüyor, onlara uymuyor, ezber kalıplarımıza hitap etmiyor diye karşı çıkmak, Marksizm teorisinin bilimsel ruhuna aykırı, dogmatik bir yaklaşım olur.

Sorun, ‘yeni’ ve ‘farklı’ olmasında değil; ‘yeni’ ve ‘farklı’ olanın bilimsel normlar üzerine oturup oturmadığındadır. Sorgulanarak açıklığa kavuşturulması gereken en esas mesele bu olmalıdır.

MKP, en son 2002 yılında gerçekleştirmiş olduğu 1. Kongresi’yle, öznelciliğin ve de kaskatı bir dogmatizmin zirvelerine oturttuğu “Mao ve Halk savaşı” teorisiyle; kırk küsur yıldır savuna geldikleri devrim teorisini,yine en iyi kendilerinin teorize ettiklerini beyan ederek; ‘Halk Savaşı’nın bu son senteziyle, teoriyi nitel olarak geliştirdiklerini iddia etmişlerdi. Ancak III. Kongrelerinde “Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası” dedikleri ülkenin artık ‘yarı-feodal’ olmayıp, kapitalist olduğuna hükmetmeleriyle birlikte, haliyle, devrimin aşaması tespitinde de,

stratejisinde de değişikliğe gitme gereği duydular. Yani bir bakıma devrim teorisindeki bu esaslı değişiklik, denilebilir ki nesnel koşulların tahlili üzerinden geliştirilmiş oluyor ki; bu özelliğiyle, en azından görüngüsel olarak da olsa bir ‘bilimsel’lik payesi taşıdığı rahatlıkla söylenebilir. Fakat bu yönüne rağmen formüle edilen devrim stratejisinin kendisinin bilimsel normlar üzerine oturup oturmadığı, ayrı bir boyut olarak, sorgulanmaya muhtaç bir sorundur.

4-1) “KAYPAKKAYA’NIN KONUYU ELE ALIŞ TARZI” SORUNU:

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki; MKP’nin (ve de TKP/ML’nin) kırk küsur yıl boyunca savuna geldikleri devrim teorisi de, elbette Kaypakkaya tarafından bir ‘sosyo-ekonomik yapı tahlili’ üzerine oturtulmuştu. Ve bu bakımdan delinebilir ki bu teoride bilimsel esaslar üzerinden şekillendirilmiştir. Ancak dedik ya bu sadece sorunun biçimsel/görüngüsel boyutu itibariyle böyledir. Özünde ise Kaypakkaya’nın teorize ettiği ve ardıllarından TKP/ML ve MKP’nin savuna geldikleri devrim teorisinin bir bütün olarak bilimsel esaslar üzerine oturan bir teori olduğunu söylemek pek mümkün olamayacaktır. Çünkü sözkonusu teori her şeyden önce somut koşulların somut tahlili üzerine oturtulmamış olması yönüyle, ciddi şekilde kusurluydu.

Daha önceki bölümlerde de ifade ettiğimiz gib;i Kaypakkaya’nın hem somut nesnel veriler üzerinden bütünlüklü bir sosyo-ekonomik yapı tahlili yoktur, ve hem de farklı sosyo-ekonomik yapılara sahip olan Türkiye ve K. Kürdistan devrim teorisini, bu iki ülkenin toplam sonuçları üzerinden, ‘ortalamacı’ bir ele alışla, her iki ülkeyi de aynı gören ve her ikisinin devrimini, onların özgünlüklerini gözetmeyen tek bir devrim stratejisi üzerinden öngörmüştür. Açıktır ki bu tarz bir ele alış, bilimsel olarak ciddi şekilde kusurludur. Çünkü bir ülkenin devrim teorisi, o ülkenin kaba algısal ve de yüzeysel gözlemlere dayalı fikir yürütme yöntemiyle yapılmış olan sosyo-ekonomik yapı ‘tahlili’ üzerinden ortaya konamaz. Bu, herhalde ki bilimsel perspektifin abc’sidir. Ve ama yadsınamaz bir gerçektir ki Kaypakkaya’nın gerek sosyo-ekonomik yapı tahlili ve gerekse devrim teorisini oluşturma tarzı işte tam da bu olmaması gereken türdendir. ‘Bilimsel olarak ciddi şekilde kusurlu’ olması da zaten bu özelliğinden ötürüdür.

Ve Kaypakkaya devrim teorisini, “Türkiye” coğrafyasının değil, esasen bu coğrafyanın Kuzey Kürdistan kesiminin nispeten daha ağır basan feodal üretim ilişkilerini baz alarak kurgulamıştır. ‘Kurgulamıştır’ diyoruz, çünkü verilere dayalı somut nesnel gerçekler üzerinden ortaya konmayan şey, kaçınılmaz olarak bağrında öznel bir kurgulama olgusu taşıyor olacaktır. Nitekim Kaypakkaya, özellikle de devrim stratejisini teorize ederken, önemli oranda özgün nesnellikten kopmuştur. ‘Türkiye’ coğrafyasını 1930’lu – 1940’lı yılların Çin ülkesinin koşullarıyla aynılaştırmıştır. Ve aynı koşullara sahipmiş gibi Çin devrim teorisini, Türkiye ve Çin’in verili süreçlerinin arzettiği özgünlükleri es geçen bir indirgemecilikle, adeta birebir dinelebilecek bir benzeştirmeyle,‘Türkiye’ coğrafyasına uyarlamıştır. Şafak revizyonistleriyle kavgasının oldukça önemli bir kesitini, onların öngördüğü teori ve pratiklerinin, Çin’de uygulanan biçimiyle halk savaşına ne oranda uygun olup olmadığı oluşturur. Kaypakkaya’nın düşüncesinde, strateji ve taktikleriyle, Çin’de uygulanan devrim stratejisi bütünüyle ‘Türkiye’ coğrafyasına da uygundur, geçerlidir. Bu yüzden de Kaypakkaya elbet Şafak revizyonistleriyle Çin devriminin değil, ‘Türkiye’ devrimi stratejisini tartışır. İşte böylesine bir özdeşleşme hali söz konusudur, deyip tekrardan Kongre’nin görüşlerini değerlendirmesine geri dönelim.

Kaypakkaya’daki bu problemli ele alış tarzı, ardıllarınca sorgulanmaksızın, ‘en doğru teori’ mertebesinde bir dogma olarak sahiplenilip hayata uygulanmaya çalışıldı. Ve kırk yıl sonra kongresini toplama başarısı gösteren MKP, Kaypakkaya’daki bu öznelci-mekanik ele alış tarzını eleştiriyle aşacağına, tam aksi yönde, denilebilir ki geliştirerek(!) zirvesine vardırdı. Biz o gün bunun, biraz da sert bir üslupla, eleştirisini “MKP’nin ‘Tarihi Muhasebesi’nde öznelcilik ve dogmatizm” isimli çalışmamızın II. Bölümü’nde genişçe yapmıştık. Ancak aradan geçen on koca yıla karşın görüyoruz ki MKP, bizim bu eleştirilerimizin de üzerinden atlayarak, geçmiş dönem devrim teorisinin herhangi bir değerlendirmesini yapma gereği duymamıştır. Tam aksine: ‘halk savaşının sadece yarı-sömürge ve yarı-feodal ülkelerde geçerli olabileceği’ şeklinde bu tespitleri dışında, başkada herhangi bir yanlışlarının olmadığına hükmediyor.

Bu duruş ve ela alış tarzı, ister istemez bir şekilde, ellerine ayaklarına köstek olacaktı; nitekim olmuş da. Çünkü öne sürdükleri ‘yeni teori’lerindeki ‘yeni’, denilebilir ki meselenin esasen söylemsel boyutuyla sınırlı kalmıştır. Yani bir diğer ifadeyle ‘yeni’nin tüm orijinalliği; eski teorinin bozuma uğratılmış tekrarından ibaret olması, bunun ötesinde bir içerik kazanmamış olmasıdır: Ortaya çıka çıka koca bir eklektik teori daha çıkmıştır. Olanın-bitenin kısa özeti maalesef ki budur.

Kongre bilinci, ‘yeni’ bir şeyler söyleme adına, teoriyi haddinden fazla zora koşmuş görünüyor. Vardığı sonuçları, ya da kendilerinin beylik ifadeleriyle söylersek; sentezlerini nesnel olgular zemini üzerinden değil de, kendi öznelci-iradeci belirlemeleri üzerinden temellendirmeyi tercih etmiş olmaları, böylesi bir zorlamayı bir bakıma kaçınılmaz akıbet kılmış. Yani kurgulanan ‘yeni teori’yi bir şekilde ‘makul’ bir kılıfına-kitabına uydurarak sunma gayretine düşülmüş vs. vs. İşte sırf bu özellikleri dahi, ortaya sürülmüş olan bu ‘yeni teori’nin içeriğinin bilimsel esaslar üzerine oturup oturmadığını açığa vuran parametreleridir.

Kanaatimizce ‘yeni teori’nin temel açmazını şu üç esaslı husus oluşturmaktadır:

1-) MKP III. Kongresi mücadele biçimlerini verili tarihi koşulların ortaya çıkardığı veya çıkaracağı sınıf mücadelesinin somut ihtiyaçları üzerinden değil; kendi kurgusal öznel tercihleri üzerinden belirleme yoluna gitmiştir. Böyle olduğu için de öne sürdüklerinin gerekçelendirmesini mecburen zorlama-yapay nedenler üzerinden yapmak zorunda kalmış.

2-) MKP III. Kongresi ‘Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası’nın iki farklı sosyo-ekonomik yapı, iki farklı devrim aşaması ve haliyle de iki farklı ele alışı zorunlu kılan özgün gerçekliğini es geçip, ‘ortalamacı’ bir ‘üniter ülke’de karşı karşıya kaldığı demokratik devrim sorunları ile sosyalist devrimi nasıl bir devrim stratejisiyle ele alması gerektiğinin teorisini henüz oluşturamamış olmanın açık bocalaması içine düşmüş.

3-) MKP III. Kongresi gerek genel olarak Halk Savaşı teorisi, gerek Çin’de ve daha pek çok ülkede uygulanmış olan devrim stratejisi olarak USHSS ve gerekse Fransa, Rusya ve daha başka birçok ülkede uygulanmış olan devrim stratejisi olarak TAS konularındaki geçmişten beri süregelen o temel ve esaslı yanılgı ve yanlış kavrayışını hâlâ aşamamış olmasının getirmiş olduğu muazzam kafa karışıklığıyla, devrim stratejisi konusunda ‘yeni’ bir şeyler söylemeye kalkışmış.

Özetin de özeti olarak sunduğumuz bu kısa değerlendirmede ileri sürdüğümüz görüşlerimizi, Kongre bilincinin vardığı ‘teorik sentez’leri ve sonuç karar görüşleri üzerinden sorgulayarak somuta kavuşturalım.

Öncelikle devrim stratejisi olarak neyi nasıl ifade ettiklerine dair söylediklerini ele alalım. Şöyle demekteler:

“Türkiye-Kuzey Kürdistan sosyo-ekonomik yapı itibariyle kapitalisttir. Buna bağlı olarak devrim stratejimiz de Sosyalist Halk Savaşı Stratejisidir. (…)”5

Görüleceği üzere burada “Türkiye ve Kuzey Kürdistan” ülkesi bir bütün olarak ele alınıyor ve Kuzey Kürdistan’ın arzettiği farklı özgünlük ‘ortalama’ sonuç üzerinden, ona yedirilmek suretiyle es geçilerek Türkiye’ye eklemleniyor ve dolayısıyla da toplamdaki baskın kapitalist ilişkiler baz alınarak buranın da kapitalist olduğuna hükmediliyor. Ve dolayısıyla da bu her iki sosyo-ekonomik yapıda da gündemdeki devrimin sosyalist devrim olduğuna; Kuzey Kürdistan ülkesi için ayrıca bir ara aşamayı – bir geçiş evresine gerek olmadığına, burada da doğrudan sosyalist cumhuriyetin ilan edilebileceğine karar kılınmış. Varılan bu sonuçtan hareketle de bu her iki ülkede sosyalist devrimi gerçekleştirmenin ortak stratejisinin SHSS olduğu belirlenmiş.

Buradaki öznelci yaklaşım hem çok bariz ve hem de bir o kadar düşündürücüdür. Çünkü burada sırf nesnel olguların yanlış ve yanılgılı tahlili sonucuyla karşı karşıya kalmıyoruz; aynı zamanda oldukça belirgin bir biçimde bir olgunun inkarıyla, üzerinden atlanmasıyla karşı karşıya geliyoruz. Senin, Kuzey Kürdistan’ın gündemdeki devriminin ne olması gerektiğine dair düşünceni, daha en başından kadük kılan bir sosyal pratik söz konusu: Kuzey Kürdistan, bugün tüm dinamikleriyle, kendi somutunun baş çelişmesi olan ezen-ezilen ulus çelişmesinin çözümüne kilitlenmişken; tüm gücüyle ulusal demokratik devrimini bir şekilde ulusal hak kazanımlarıyla ‘zafere’ ulaştırmaya çalışıyorken; bu bariz olgusal gerçekliğin dahi es geçilerek, buraya sosyalist devrim projesinin öngörülüyor olması, gayet tabi ki sosyal yaşamın nesnel gerçekliğinin karşısına kendi öznel dünyasının ham-hayal kurgularıyla dikilmek olacaktır: İnkar ve es geçme dediğimiz şey, bu somutta işte tam da budur.

Kaldı ki Kuzey Kürdistan’ın özgünlüğü/özel durumu sadece ulusal çelişmesi dolayısıyla da değildir. “Demokratik devrimin görevleri-sorunları” kapsamında addedilen ve hâlâ ‘feodalizm ile geniş halk yığınları arasındaki çelişme’yi başlıca çelişmeler içinde baş sıralarda tutan söz konusu ‘feodal kalıntılar’ da esasen Kuzey Kürdistan’a ait olgulardır. Bunların Kuzey Kürdistan somutundaki gerçekliği ile, “Türkiye-Kuzey Kürdistan ülkesi’ geneline yedirilmiş ‘ortalamacı sonuç’ gerçekliği her haldeki aynı olmasa gerek. ‘Türkiye – Kuzey Kürdistan ülkesi’ geneline yedirilmiş haliyle önemsiz bir konumda kalacak olan söz konusu bu ‘feodal kalıntılar’ın Kuzey Kürdistan somutunda hiç de aynı ’önemsiz kalıntılar’ gerçekliliği arz etmediği, tam aksine hâlâ oldukça güçlü-etkili unsunlar olarak yaşamda yer tuttukları, yadsınamaz bir olgudur da.

Hal böyle olunca da Kongre iradesi hem Kuzey Kürdistan’ın devrim aşamasını doğru ve isabetli bir şekilde belirleyememiş oluyor ve hem de Maoist ve Leninist devrim stratejileri olarak da tanımladığımız USHSS ile TAS’ı, mekanik bir indirgemecilikle, devrim aşamaları üzerinden ele alan o eski sakat anlayışının açmazıyla bocalama durumuna düşmüş oluyor. Bu aleni açmazını da ‘kır-şehir diyalektiği’ ‘sihirli formül’üyle kapamaya çalışmış. Tabii nafile bir gayret.

4-2) “DEVRİM STARTEJİLERİNİN DEVRİM AŞAMALARINA KOŞULLANMASI” SORUNU:

Devrim stratejilerinin devrim aşamaları üzerinden böyle keskin kategorik tasniflenmesi her şeyden önce bilimsel bir ele alış tarzı olmadığı gibi, sosyal pratiğin tecrübeleriyle de örtüşük değildir. Nitekim biliyoruz ki örneğin Rusya’daki demokratik devrim çok açık bir görüngüyle TAS üzerinden yaşanmıştır. Keza Kongre bilincinin toplu ayaklanma örnekleri olarak sıralamış olduğu günümüz Tunus ve Mısır’ın gündemdeki devrim de her haldeki doğrudan sosyalist devrim kapsamında sayılabilecek bir devrim olmasa gerek. Tipik olan, ‘siyasal özgürlükler’i önceleyen, demokratik devrim zemininde duran toplumsal kakışmalar olduğudur.

Bilinir ki devrim stratejilerinin belirlenmesinde bir yığın tarihi-sosyal-siyasal-askeri ve kültürel özellikler etkide bulunmakla birlikte, ancak esas belirleyici unsur, verili tarihi anda devrim ile karşı-devrim güçleri arasındaki güç ilişkisi ve konumlanışlarıdır.

Tarihte bilinen iki devrim stratejisini geliştirip yetkinleştiren Lenin de, Mao da sorunu esasen bu unsur üzerinden ele almış ve devrimin fiili örgütlenmesini de bu unsurun arzettiği somut realiteye göre biçimlendirmişlerdir.

Böyle olunca da, Kongre bilincinin devrim stratejisinin, öncelikle bu yönlü bir açmazın kıskacında olduğunun altını çizmek gerekiyor. Çünkü bu açmazdır Kongre bilincine Kuzey Kürdistan’da toplu ayaklanma stratejisinin nesnel koşullarının bulunup bulunmadığını sorgulatmadan dışlatan ana unsur. Kongre her ne kadar Kuzey Kürdistan için ‘kapitalist ülke’ tespitinde bulunuyorsa da; ancak orası için öngördüğü devrim stratejisi aslında USHSS’dir. MKP’nin bu devrim stratejisini esasen demokratik devrim aşamasının bir stratejisi olarak öngördüğünün de bilindiği bir durumda, rahatlıkla ileri sürülebilir ki Kongre, öngörmüş olduğu bu devrim stratejisiyle, buradaki devrimin aslında hâlâ demokratik devrim dinamikleriyle varolabilecek bir devrim olarak görmektedir. Ve aslında ‘kır-şehir diyalektiği’ sihirli formülüyle, kendince, USHSS ile TAS’ı tek bir devrim stratejisine dönüştürmeyi kurkuladıkları teorilerini; eleştiriyle aşıp, yanlış ve yanılgılı ele alışlarını gidermedikleri için, sırf uluslararası/çok uluslu tekelci sermayeyle olan bağımlılık ilişkileri üzerinden teorize ettiği emperyalizm olgusundan ötürü, devrimin şehirlerde de tıpkı kırsalda olduğu biçimiyle örgütlenmesi gerektiğine hükmediyorlar. Yani aslında burada sentezi yapılan şey, tam olarak USHSS ile TAS’da olmuyor. Çünkü her ne kadar da eski klasik tarzda bir toplum ayaklanma değil; ‘yeni tarzda bir toplu ayaklanma stratejisi’ teorize ettiklerini söylüyorlarsa da; ancak bu söyledikleriyle, yeni tarzda da olsa, hiçte bir toplu ayaklanma stratejisinin tarzını öngörmedikleri, bilakis USHSS’ni şehirlere uyarlamaya çalıştıkları rahatlıkla söylenebilir. Söyledikleri aynen şöyle:

4-3) “HALKA SAVAŞI’NIN DEĞİL, USHSS’NİN ‘KIR ŞEHİR DİYALEKTİĞİ’ ADI ALTINDA ŞEHİRLERE UYARLANMASI” SORUNU:

“Bu bakımdan SHSS, klasik sosyalist devrim stratejisi olan toplu ayaklanma stratejisinden de farklıdır. Türkiye-Kuzey Kürdistan özgülünde, sosyalist halk savaşı stratejisi, sosyalist devrimin özgün yürütülüş biçimidir. Bu özgünlük halk kitlelerinin yoğunlaştığı şehirleri esas mücadele alanları olarak belirleyip devrimci savaş süreci içerisinden küçükten büyüğe doğru askeri bağlamda genel halk silahlanması ve halk ayaklanması geliştiren yürüten ve devrimin iktidar organlarının kurulmasını ve kurumsallaşmasını güvence altına alan Partizan Halk Güçleri (PHG) aracılığı ile yürütülecektir. (…)6

“Yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde genel ve emperyalizme bağımlı kapitalist ülkelerde ise, bazı özgünlükler içerisinde sosyal kurtuluş devrimlerinin tarihsel ve siyasal tecrübeleri proletarya ya bu ülkelerdeki siyasal iktidarların ancak küçükten büyüğe doğru bir hat izleyen Halk Savaşı yöntemiyle alaşağı edileceğini göstermiştir. Bu tür ülkelerde silahlı devrimle, silahlı karşı – devrim başından itibaren çatışma halindedir. (…)”7

“Silahlı mücadele başından itibaren stratejik olarak geçerlidir. (…)”8

Evet, MKP III. Kongresi gerek aktardığımız bu pasajlarda ve gerekse daha pek çok yerde söylemiş oldukları bu ve benzeri görüşleriyle, yukarıda altını çizdiğimiz ‘klasik sosyalist devrim stratejisi olan toplu ayaklanma stratejisi ‘emperyalizme bağımlı kapitalist ülkeler’in arz ettiği ‘bazı özgünlükler’i dikkate alarak yeni tarzda yorumlamış olduklarına dair savlarının böylece yeni bir fiil kendilerince boşa çıkarılmış olduğunu görmekteyiz.

Boşa çıkartılmıştır diyoruz; çünkü gerek öngörülen devrimci savaşın örgütleniş mantığı ve biçimi, gerek öngörülen temel örgütsel mekanizmalar, gerek öngörülen esas mücadele biçimleri, ve gerekse devrim ile karşı-devrimin ta başından itibaren silahlı olarak karşı karşıya durduğu savı üzerinden kurguladıkları silahlı mücadele anlayışları ile, Toplu Ayaklanma Stratejisinin öngörmüş olduğu tüm esasları geçersiz kılan, fantezisel bir strateji resmediliyor.

Ve yadsınamaz ki ileri sürülen tüm bu esaslar TAS’ın değil; ‘Halk Savaşı’ yerine ikame ettikleri USHSS’nin esaslarıdır. Bundandır ki Kongre iradesinin ‘emperyalizme bağımlı kapitalist ülke’ koşullarına uyarlamaya çalıştığı şeyin TAS olmayıp, USHSS olduğu bizce her türlü tartışmanın dışındadır.

Zaten böyle olduğunu aşağıya aktaracağımız şu sözleriyle bir bakıma bizzat kendiler de teyit etmiş oluyorlar.

“(…) Partimizin ideolojik belgesinde9 savunulan; Halk Savaşı sadece yarı feodal-yarı sömürge ülkeler için geçerlidir anlayışı eksiktir.Halk savaşı kapitalist ülkeler için de geçerlidir. Bu her kapitalist ülkede daha farklı biçimler de olabilir. (…) ulaştığımız teorik sentez sonucunda Türkiye-Kuzey Kürdistan bağlamında,dolayısıyla yeni bir biçim ve içerik temelinde Sosyalist Halk savaşı stratejisinde, gerilla savaşı da önemli ve temel bir güç olarak ele alınacaktır. Ancak toplu ayaklanma ile eş güdümlü bir şekilde ele alınarak yürütülecektir. (…)”10

Görüleceği gibi burada geçmiş dönem ‘halk savaşı’ görüşlerine ilişkin itirazları sadece onu yarı-feodal, yarı-sömürge ülkeler için geçerli olabilin bir strateji olarak sınırlamış olmalarına ilişkindir. Bunun ‘eksik’ bir yaklaşım olduğunu değerlendirmektedirler: Bu demektir ki dünün ‘halk savaşı’ teorileri/anlaşıları ve ele alışları her ne idiyse, o teori pekâlâ ‘kapitalist ülkeler için de geçerlidir.’ (Burada geçemeden, şunun altını çizmekte fayda var. Görüleceği gibi bu son aktardığımız pasajda ‘halk savaşı’nın kapitalist ülkelerde de geçerli olduğuna hükmedilirken herhangi bir sınırlama getirilemeden, genelme tüm kapitalist ülkeleri kapsayan bir ifade kullanılıyor. Oysa hatırlanacağı üzere birkaç paragraf yukarıda aktardığımız pasajda ise özel vurguyla ‘emperyalizme bağımlı kapitalist ülkeler de ve ayrıca bu ülkelerde de ‘bazı özgünlükler içerisinde’ ‘halk savaşı’nın uygulanabilir olabileceğine hükmedilmekteydi. Çelişki ve açmaz bariz!... Dedik ya; kongre iradesi bu çalışmaya gerektiği gibi hazırlanmadan, yeterince iç tartışmasını yaşamadan ve haliyle de kafası netleşmeden soyunmuş. Bu durumdan ötürü de böylesi bariz çelişki ve açmazlar bir bakıma kaçınılmaz da oluyor) peki Kongre iradesinin bugün kapitalist ülkeler için de geçerli olacağını ilan ettiği ‘halk savaşı’ neyin nesiydi, nasıl tanımlıyor ve içeriklendiriyorlardı bunu? Andıkları I. Kongre belgelerinde kelimesi kelimesine aynen şöyle tanımlamaktaydılar:

“Halk Savaşı; en özlü ifadesiyle yarı-feodal, yarı-sömürge ve sömürge ülkelerde anti-emperyalist, anti-feodal mücadelede ifadesini bulan işçi sınıfının Maoist komünist Partileri aracılığıyla politik olarak önderlik ettiği, özünde uzun süreli köylü savaşının ekonomik, politik iktidarlaşma ve askeri savaş stratejisidir.”

Evet, aynen böyle diyor ve bir savaşın ‘halk savaşı’ olarak tanımlanabilmesi için de ‘kapı gibi’ kuvvetli 8 temel kritere bağlıyorlardı. Bunlardan birkaçının değil, bir tanesinin daha eksik olması halinde o savaşın ‘halk savaşı’ sayılamayacağına hükmediyorlardı. Bu 8 koşulun içinde ‘olmazsa olmaz’lar vardı. Örneğin gündemdeki devrimin demokratik devrim olması ve ama bu demokratik devrimin de özünün toprak devrimi olması’ ilkesi vardı. Ve keza proletarya öncü güçtü, ama devrimin temel gücünün köylülük olması şarttı.Keza iktidarın illa ki parça parça alınması’, ‘kızıl siyasi iktidarlar’ perspektifiyle şehirlerin kırlardan kuşatılması gerekiyordu. Esas örgütlenme biçimi ordu, esas mücadele biçimi silahlı mücadele olmak zorundaydı. Vs. vs. İşte bunların tümünü kapsamayan hiçbir devrimci savaş ‘halk savaşı’ payesi kazanmazdı.

İşte MKP III. Kongresi bugün bu ele alış ve tanımlayışını yeni unsurlar üzerinden belirleme ve de güncelleme gereği duymadan; dünün bu ele alışındaki tek eksiğin ‘halk savaşı’nın kapitalist ülkeleri de kapsamayıp, sadece yarı-feodal, yarı-sömürge ve sömürgeler ile sınırlandırılmış olması olarak tespit ediyor.Hal böyle olunca da demek oluyor ki Kongre iradesi dünün bu ‘halk savaşı’ görüşünü aynıyla koruyor ve de savunuyor.

Fakat tam da bu durumda ortaya başka büyük açmazlar ve handikaplar çıkmış olur. Çünkü ‘halk savaşı’nın ‘olmazsa olmaz’ ilkeleri/kriterleri addedilen o 8 koşuldan birçoğu bugün otomatikman devre dışı kalmış durumda. Böyle olunca da kaçınılmaz olarak şu soru gündeme gelecektir: Siz acaba hangi halk savaşından bahsediyorsunuz? Öyle ya bugün; gerilla savaşını temel savaş biçimi olarak TAS ile birleştirmekle ve silahlı mücadeleyi baştan sona esas mücadele biçimi olarak belirlemiş olmakla ve keza kırda ve şehirde ta en başından itibaren ordu örgütlülüğü oluşturmayı hedeflemiş olmakla bu savaşın pekâlâ da ‘halk savaşı’ olabileceği sentezine varılabiliniyorsa; o halde dünün o iddialı ahkam kesmelerin esaslı bir özeleştirisinin yapılması gerekmez mi?

Gerekir, çünkü öngörülen ‘halk savaşı’ her şeyden önce hem ‘uzun süreli köylü gerilla savaşı’ olma vasfını, hem köylüyü temel güç varsayan olmazsa olmazını ve hem de yine en karakteristik belirleyenlerinden addedilen kızıl siyasi üsler kurarak iktidarın kırdan şehre parça parça ele geçirilmesi gibi son derece hayati bulunan temel stratejisini yitirmiş durumdadır. Hal böyle olunca da dünün yadsınan tüm bu yönlerine karşın bugün buna yine de ‘halk savaşı’dır denilecekse, o halde bu esaslı teorik özeleştiri yapılmak zorundadır.

Yaptığımız alıntılardan da anlaşılacağı gibi MKP, dün olduğu gibi bugün de, ‘halk Savaşı’nı Maoist devrim stratejisi dediğimiz ‘Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’yle özdeş saymakta ve öyle de ele almaktadır. Yani MKP ‘halk Savaşı’ derken, Çin’de uygulanan devrim stratejisini kastetmiş oluyor.11 Dün bunu özü toprak devrimi olan demokratik devrimle ve uzun süreli köylü gerilla savaşı ve kızıl siyasi üslerle tanımlıyorken; bugün bu tanımın o en karakteristik özelliklerini oluşturan dünün bu ‘olmazsa olmaz’larını dışta tutarak, ve de temel mücadele alanlarını ve devrimin temel gücünü ‘kapitalist ülke koşulları’ zemini üzerinden yeniden formüle edip ve ama ‘Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’nin diğer tüm unsurlarını ise ana hatlarıyla alıp, aynıyla yeni koşullara uyarlama dışında, ‘Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi’yle ortaya konabilmiş yeni ve farklı bir devrim stratejisi teorisinden bahsedilmek maalesef ki pek mümkün olamıyor.

Dediğimiz gibi, Kongre iradesinin ‘SHSS’ adını verdiği devrim stratejisi, asla ama asla TAS’ın özgün koşullara uyarlanmış hali değildir. Sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal ülkeler koşullarında geçerli olabilecek olan USHSS’ni ‘Halk Savaşı kapitalist ülkelerde de geçerlidir.’ buyurtusuyla, bunu kapitalist ülke koşullarına, empoze tarzıyla, uyarlamaya çalışmışlardır.

Ve haliyle de demokratik devrim aşaması üzerinden tanımlanan dünün ‘demokratik halk savaşı stratejisi’ bugünün sosyalist devrim aşamasında, devrimin değişen bu niteliği ve hedeflerine uygun olarak ‘sosyalist halk savaşı’ olmuş oluyor. Hikâyenin ana özeti maalesef ki tamamen bundan ibarettir.

‘Halk Savaşı’ üzerine gerek bizim söz konusu daha önceki çalışmamızda ortaya koyduklarımız ve gerekse o dönemlerin NKP(M)’sinin ortaya koyduğu, ‘Komünist hareketin tarihinde genel olarak Halk Savaşı’nın iki biçimini gördük. Yoldaş Mao TseTung tarafından geliştirilen uzun süreli halk savaşı yöntemi ve yoldaş Lenin tarafından geliştirilen kitlelerin silahlı ayaklanması yöntemi’ şeklindeki bu son derece yalın ve kolay anlaşılır perspektifler Kongre bilinci tarafından sorgulama vesile yapılıp da sorun enine boyuna tartışılmış olsaydı; kuvvetle muhtemeldir ki hem genel olarak ‘Halk Savaşı’ teorisi ve hem de iki farklı devrim stratejisi olan USHSS ile TAS konularında bunca kafa karışıklığı bir Kongre kararı/performansı olarak ortalığa boca edilmeyebilirdi. Çünkü o zaman bilinebilirdi ki genel geçerliliği olduğu söylenen ‘Halk Savaşı’, USHSS değil, daha başka devrim stratejilerini de kapsayan genel üst başlıktır. Ve keza USHSS konusunda, bu safhası komünist parti, kızıl siyasi iktidar, özü toprak devrimi olan demokratik devrim ve köylü temel gücü, vb. koşuluna kilitleyen o malum yanılgı ve yanlış kavrayışı düzeltmiş olabilseydiler, USHSS’ni hem toprak devrimine indirgenmeyen demokratik devrim koşullarında, hem devrimin temel gücünün işçi ve köylüler tarafından oluşturulduğu koşullarda da rahatlıkla geçerli olan bir strateji olduğu sonucuna varabilirlerdi. Keza TAS’ı da götürüp sadece sosyalist devrim aşamasındaki kapitalist ülkelerde geçerli olabilecek bir devrim stratejisi prangasına hapseden o fevkâlâde yanılgılı anlayış ve ele alışlarını sorgulamış olabilseydiler ve keza bu stratejinin “(…) Bitkin, mecalsiz, düzen içi tasfiyeci oportünizm”cileri kesimler elinde ‘tarihte ve bugünde devrimci savaşın zora ve şiddete dayalı olduğunu ve gerekliliğini anlayamamıştır. Özellikle kapitalist-emperyalist ülkelerde kitlelerin devrimci savaş ruhuyla eğitilmemesi, devrimci savaşın kendiliğinden –bir gün- belki olabileceği, baştan bu şekilde bir perspektifle yol açılmasının gereksizliği üzerine fikriyat oluşturulmuştur. Bu fikriyat legalist, sendikalist, nicel birikimcilik ya da evrimcilik çerçevesinde kitleleri devrimden alıkoyma rolü ve işlevi görmüştür, hâlâ da bu rolü oynamaktadır.”12 şeklinde, sokulmuş olduğu bu hali üzerinden değil de, gerçek manada Lenin’in tekrardan kazandırdığı devrimci ruhu üzerinden kavramış olsaydı; muhtemelen hem devrimciliği böyle bariz bir şekilde mücadelenin sadece silahlı şiddet içeren biçimine indirgenmez ve hem de gerilla savaşının ya da mücadelenin ‘partizan savaşları’ tarzının hem TAS içindeki yer ve önemini ve hem de bunun ‘kır-şehir diyalektiği’nin değil, devrimci mücadelenin çeşitli biçimlerinin aynı devrim stratejisinin farklı unsurlarının diyalektiği olduğunu daha kolay kavrayabilirdi.

Bütün bunlar yapılmadığı ve sorunlar doğru temelde ele alınmadığı için hem bir yığın kavram kargaşasına neden olunmuş ve hem de hem kapitalizm koşullarında neden TAS’nin ve keza kapitalist ülkelerde de geçerli olduğunu ilan ettikleri ‘halk savaşı’ stratejisinin yetersiz kaldığının ve hem de bunlara alternatif olarak ileri sürdükleri ve ‘yeni teorik sentez’ dedikleri SHSS’nin gerekliliğinin olgulara dayalı makûl bir izahatı yapılamamış oluyor. Yapılamadığı için de mücadele biçimlerini yapay ve zorlama gerekçeler üzerinden iradi olarak belirleme pozisyonuna düşülmüş.

Mesela tıpkı yukarıda örneklemiş olduğumuz TAS yerine SHSS’yi geçirirken dayanak yaptıkları gerekçelendirmede olduğu gibi. Ya da silahlı mücadele ve silahlı örgütlenmenin neden esas olması gerektiğinin bir diğer temel gerekçesini de oportünist-reformist-revizyonist ve diğer türden sınıf uzlaşmacı ideolojik yaklaşımların TAS’ni kendiliğindenci evrimciliğin kıskacında devrimci özünden soyutlayıp, ‘barışçıl geçiş’ teorisi biçimine büründürmüş olmaları üzerinden oluşturmaya ç alışmalarında olduğu gibi.

Bilindiği gibi, silahlı mücadelenin ve silahlı örgütlenmenin kapitalist ülkelerde de neden ta en başından itibaren esas mücadele ve örgütlenme biçimi olması gerektiğine dair temel argümanlarının neler olduğunu son attığımız ara başlıktan hemen sonra aktardığımız üç pasajda görmüştük.

Bu pasajlarda dile getirilen görüşler, besbelli ki TAS’ın değil, daha önce de ifade edip altını kalınca çizdiğimiz gibi, doğrudan doğruya USHSS’nin temel argümanlarıdır. Hal böyle olunca da Kongre iradesinin SHS’nin temel unsurlarından addettiği TAS, aslında ta en başından devre dışı kalmış oluyor. Hani diyorlar ya: “(…) Sosyalist Halk Savaşı Stratejisinde, gerilla savaşı da önemli ve temel bir güç olarak ele alınacaktır. Ancak toplu ayaklanma ile eş güdümlü bir şekilde ele alınarak yürütülecektir. (…)”13

Devam edecek..

2049

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Halil Gündoğan

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Sayfalar