Cuma Mayıs 3, 2024

Diktatörler gölgelerinden korkarlar

Tarihin en büyük korkakları hiç şüphesiz diktatörlerdir. Çünkü onların dostları olmaz, yalakaları olur. Yalakaları ise diktatör zayıfladığı anda onu arkadan vurabilecek tipte kişiliklerdir. Bu nedenle diktatör, en yakın yalakasına da güvenmez.

Diktatörler, gölgelerinden korkarlar. Gölgelerinin dahi kendisini takip ettiğinden, her an eline bir silah ya da bıçak alıp kendini arkadan vuracağını sanırlar. Bu nedenle, Gölgesinin serbest kalmasına asla müsade etmez. Kendi gölgesinin üstünde de koruma gezdirir.

Diktatörler, her yönüyle en zayıf kişiliklerdir. Her şeyden korktuklarından ve  diktatör olarak kalabilmeleri için, herkesin kendisinden korkmasını ister. Özellikle halktan korkar. İşçilerin varlığı, onların en küçük direnişi onu hep ürkütür. Bu karınca gibi insanların birlik olup kendini yıkacağını düşünür ve onları ezmeye çalışır. Daha fazla çalışıp kendine ve kendi destekcilerine daha fazla sermaye sağlamalarını ister.

Bu nedenle, sermaye sahipleri de diktatörleri sever. En “demokrat” sermayedar gözüken, en korkak, en pespaye, kişiliksiz bir diktatörün halka kan kusturmasına ses çıkarmaz. Arada bir “demokrasi iyiydir” derselerde, yine işçi ve emekçileri aldatmak içindir. Oysa, en büyük karlarını bu tür diktatörlük dönemlerinde elde ederler. Palazlandıkça palazlanırlar. Kar üstüne kar katarlar. Sermayelerini büyüttükçe büyütürler. Diktatörde onlardan biraz pay ister ve “ben olmasam siz bunları kazanamazdınız” diyerek, rüşvetlerini aksatmamalarını buyurur.  Rüşvetlerde, diktatörün kasalarına akar, kasalar yetmezse ayakkabı kutularına istiflenir.

Diktatör, korkusunu hiç bir zaman ve hiç bir şekilde yenemez. Bu nedenle de durmadan yeni  zorba kanunları çıkarır. Uçan kuştan dahi korkar. Gürül gürül akan derelerden, özgürce güneşe doğru uzanan ağaçlardan, işçinin grevinden korkar.  Korktukça yasaların ardı arkası kesilmez. Korku yasaları birbirini takip eder. Ne yazık ki, yine de, her yeni çıkan korku yasası, diktatörün korkusunu dindirmeye yetmez.

Korkunun ecele faydası olduğunu sanır, diktatör. Ayakta kalmasının, saltanatını sürdürmenin yolu; kitleleri baskı ve şiddetle ezmek olduğunu, yaşamın her alanını asker ve polis ile kuşatmaktan geçtiğini düşünür. Bu nedenle de durmadan kendi koruyucularını çoğaltır. Halk üzerindeki baskıları artırdıkça artırır. Güvenlikçilerine her türlü yetkiyi verir. Bu da yetmez! ...

Her tarihsel dönemin diktatörleri, kendi dönemlerinin özgülüklerini taşırlar. Kapitalist toplumun diktatörleri de birbirine benzerler. Hangi ülkenin diktatörü olursa olsun, korku ve uygulamaları aynıdır. En büyük istemleri; sermayeyi korumak, onun semirmesini sağlamaktır. O büyüdükçe kendi sermayesini de büyütmek. Onun desteği olmadan ayakta kalamayacağını bildiği için, diktatör ile sermaye özdeşleşmiştir.

Diktatörlerin, en büyük korkusu, hiç kuşkusuz kitlelerdir. İşçi ve emekçi yığınlarıdır. Varlıkları, onların aşırı sömürülmesi  ve ezilmesine bağlıdır. Onların suskun kalması, şiddetle susturulması, diktatörün saltanatının ömrünü de uzatır. Bu nedenle de, çıkardığı her yeni kanun çalışanların aleyhine, burjuvazinin ise lehine olur.

Ama, bütün diktatörler, kendilerini “halktan yana”, “halkın dostu”, zenginlerin ise düşmanıymış gibi gösterir. Arada bir zenginlere çıkışır. Ancak, böyle bir “azarlamayı” neden yaptığını sermaye sahipleri de diktatör de bilir. Bu azarlama, sermayenin büyümesine, kitleleri ise oyalamaya hizmet eder. Kapitalist toplumun gelmiş geçmiş sivil ya da askeri diktatörleri bu tür “azarlamaları” yer yer yaparlar.

Bütün diktatörler çok konuşur. Yakın tarihimizin diktatörlerini alın inceleyin, her gün her konuda konuşurlar. Hiç kitap okumazlar, ama, bilmedikleri hiç bir konu da olmaz ve her işin uzmanı gibi ahkam keserler. Uzayın derinliklerinden tutunda, doğum kontrolüne, oradan sanata kadar her bir şeyi bilirler.

Ve hepsi de yalancıdır. Kendi yalanlarına da inanırlar. Etrafı da yalancı doludur. Ve kitleler üzerinde koca bir yalan imparatorluğu oluştururlar. Yanlışlıkla doğru söylediklerini, ertesi gün yalanlarlar. Onlar için kitleler aptaldır. Hiç bir şey anlamaz ve onlar ne derse inanır! Aynen böyle düşünürler.

Bütün diktatörlerin, en çok kullandığı sözcük “hain” olur. Kendilerinin dışında herkes haindir. Bazan vatan hainleri bazan ise din düşmanlarıdırlar. Ama mutlaka “hain”dirler. Diktatörlerin kimi, din üzerinde kitleleri oyalamaya çalışırken, kimi “vatan-millet-bayrak” üçlemesi üzerinden nutuk çeker. Ama, istisnasız hepsi, din de dahil, bu üçlemeyi kullanır. Kitleleri bunlarla oyalamanın bilincindedirler. Bu nedenle de aptal değildirler. Aynı Erdoğan gibi.

Bazı liberaller, Erdoğan’ın “ruh hastası” olduğunu ileri sürüyorlar. Emperyalist burjuvazi de Hitler için aynısını söylüyor. Bu aldatmacadır. Bunun anlamı, kitlelere; “bu delidir, ne yapsa yeridir”, “idare edelim” diye işi yumuşatmanın, diktatörü hoş göstermenin bir yöntemidir.

Mussolini, Hitler, Franco, Salazar, Pinochet, Evren, Mübarek ve diğerleri ne kadar deliyse, “ruh hastasıysa”, Erdoğan’da onlar kadar hastadır. Yani, bunların hepsi ne yaptıklarını bilen kişilerdir. Yaptıklarını bilerek yaparlar ve burjuvazinin kitleler üzerindeki baskı araçlarıdır. İçinde bulundukları ekonomik ve siyasal koşullardan bağımsız değillerdir. Onları halkın tepesine bir zulüm aracı olarak diken kapitalist sistemin ta kendisidir.

Baskıların artış oranıyla sermayenin artış oranı aynıdır. Bu bağlamda, diktatörün “demokratlık” seviyesi ile sermayenin “demokratlık” seviyesi birbirine eşittir. Ne zaman ki, sermayenin artış oranı baskı oranının gerisinde kalırsa, burjuvazi, diktatöre “süren doldu” der. Sermayenin artış oranının düşmesi, ise kitlelerin sokaklara dökülmesi ve işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesiyle direkt ilgilidir.

Kitlelerin susması, sinmesi, diktatörlüğün baskılarını azaltmaz. Tersine, her suskunluk, her örgütsüzlük, her sinme arkasından daha büyük baskı ve sömürüyü koşullar. Diktatörde bunu bilir ve baskıyı artırdıkça artırır.

Diktatörler yıkılmaz değildir. Bütün diktatörler ve onu ayakta tutan sermaye, aslında bir kağıttan kaplandır. Kitlelerin örgütlenip ayağa kalkmasıyla kaçacak delik ararlar. Önemli olan, işçi sınıfının örgütlenmesi, üretim alanlarını ve sokakları zapt etmesidir. O zaman, ortada, ne Erdoğan kalır ne de onu yaşatan sistem.

03.03.2015

 

60630

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

Sayfalar