Cuma Mayıs 3, 2024

Ekim Devrimi'nin yüzüncü yılında,öğretileri ve kazanımları (3)

Tek Ülkede Sosyalizm

Paris toplarının gürlemesi, proletaryanın en geri katmanlarını derin uykulardan uyandırdı ve sosyalist devrimci propagandaya her yerde yeni bir atılım verdi. Bu nedenle Komünün yapıtı ölü değil; şimdiye değin herbirimizde yaşadı o. Komünün davası, toplumsal devrim davasıdır, emekçilerin bütünsel siyasal ve iktisadi kurtuluş davasıdır, dünya proletaryasının davasıdır. Ve bu anlamda ölümsüzdür o.”1

Lenin, Paris Komünü’nü böyle değerlendiriyor. 

Komün yenildi, ama onun öğretileri yaşadı. Ekim Devrimi’nde, Çin Devriminde ve başka ülkelerin devrimlerinde yaşadı. Sosyalist ülkelerin yenilmesi ve geriye dönüşler, onların öğretilerinin yanlışlığını ya da yaşamadığını değil, tersine, hala canlılığını koruduğunu ve yaşadığını gösterir. Kapitalist-emperyalist dünya sistemi, sosyalist ülkelere karşı bir zafer kazanmasına karşın, bu “zafer” geçicidir. Geçicidir, çünkü proletarya burjuva çelişmesi ortadan kalkmadığı gibi, çelişmeler her geçen gün daha da keskinleşmektedir. Emperyalizm ile ezilen halklar ve ezilen uluslar arasındaki çelişme ortadan kalkmamış ve keskinliğini korumaktadır ve emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişme ortadan kalkmamış, zaman zaman daha da keskinleşmektedir. Kapitalizmin krizi ortadan kalkmadığı gibi, eskiye oranla daha sık krizler yaşanmaktadır. Dünya’da barış hiç bir zaman inşa edilememiş ve kapitalizm yeni yeni savaşlar çıkarmaktadır

.Kapitalizm, işçi ve emekçileri iliğine kadar sömürdüğü gibi, doğayı da iliğine kadar sömürmektedir ve doğanın ekolojik dengesini geri dönüşümü olamayacak şekilde bozmaktadır.

Dünyanın zenginliği giderek daha az ellerde toplanırken, yoksullaşma oranı genişleyip derinleşmektedir.

Çalışabilecek yaştaki nüfusun büyük bir bölümü çalışmaya devam etmektedir. Ve burjuvazinin her geçen gün daha fazla çalışana gereksinimi vardır. Artı-değer elde etmenin, yani sömürüyü artırmanın başkaca bir yolu yoktur. Burjuvazi, işçiden artı-değer elde etmeden, yani, çalışanın hakkının büyük bir bölümünü gasp etmeden varlığını sürdüremez. Teknolojik gelişmeler, burjuvazinin üretimini artırır, ama karını yükseltmez. Ayrıca, robortik gelişmeler, burjuvazinin pazara süreceği metanın satışının garantisi yoktur. Alım gücü düşen, işsiz kalan kitlelerin pazara sürülen malları tüketmesi düşünülemez ve tüketim giderek azalacaktır. Sermaye ise, daha fazla üretim ve daha fazla tüketimi zorlayacaktır. Sermaye birikimi ve tekrar gelişmesi bu döngüye bağlıdır.

Kısacası, sermayenin geleceği karanlık bir çıkmaz içindedir. Bu durum, onu sürekli krizlerle karşı karşıya bırakacak ve savaşları, işgalleri, bölgesel savaşları, etniksel savaşları körüklemesine hizmet etmektedir. Hatta, Afganistan, Irak, Suriye, Yemen ve daha bir çok ülkede, birbirlerini alt etmek ya da egemenliklerini pekiştirmek için vekalet savaşlarıyla, birbirlerine karşı savaşlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Ancak, bu uygulamlarda onları tatmin etmeyecektir ve etmemektedir. Çünkü, çelişmelerin esas yönü emek-sermaye çelişmesidir. Değişik alanlarda değişik görünümlerle ortaya çıksada, bu çatışmaların temelinde emek-sermaye çelişmesi vardır. Bunun çözümü ise sosyalizmdir.

İşçi sınıfı ve emekçiler, kapitalizmin çok yönlü yıkım-kaos sistemi karşısında örgütlenmesini ve kendi gücünün farkına vararak bu yıkım-kaos toplumsal sistemine karşı baş kaldırmaya devam edecektir. Bu baş kaldırıların yükseleceğini ummak subjektif bir düşünce değildir, tersine kapitalist toplumsal yapının gelişiminin bu umudu daha da yükseltiğini söylemek gerekiyor.

Tek ülkede sosyalizm sorunu, sosyalizmin teorik tarihinden beri tartışılan bir olgudur. Paris Komünü dönemi dahil, sonrasında da, Komünü’ün yenilgisi gösterilerek, Rusya’da Ekim Devrimi’ne karşı çıkılıyordu. Revizyonist-oportünist kesimlerin bir kısmı, sosyalizmin yaşamayacağını, çünkü kapitalizmin güçlü olduğunu ileri sürüyorlardı. Bazıları ise, geri bir ülkede sosyalizmin kurulamayacağını ileri sürüyordu. Ve burjuvazi ta öteden beri, sosyalizmin bir “ütopya” olduğuna karar vermişti. Korkak oportünizm ise bunu ondan kapmış ve teorisini yapmıştı. Küçük burjuvazinin ürkek ve korkak ruh halini yansıtan teorisi bugünde çeşitli görünüm altında işçi sınıfı saflarına sokulmaya çalışılıyor.

Sosyalizmin tek ülkede yaşayamayacağı” teorisini en çok benimseyen, hiç kuşkusuz burjuvazidir. Özellikle tekelci burjuvazidir. Sosyalizmin adını duyar duymaz tüyleri diken diken olan burjuvazi, oportünizmin bu korkak teorisine dört elle sarılıyor. “Aman ha aman deneme girişiminde dahi bulunmayın!” dediği kesin. Çünkü, sosyalizm düşüncesi ve idealiyle yola çıkan, kalkışan, ayaklanan, direnen işçi sınıfı ve emekçiler, bu direnişlerden bir şey öğrenecektir. Sosyalizm idealini güçlendirmeyi ve giderek burjuvaziden iktidarı almayı.

Burjuvazinin en büyük korkusu da bu. Sosyalizm idealinin yaşayan bir olgu olması ve bunun kitleler tarafından benimsenmesidir. 

Geriye dönüşler sonrası, burjuvazi, sosyalizm idealine daha fazla saldırdı ve işçi sınıfının umudunu bitirmek için tüm gerici, karşı-devrimci ideolojik argümanları kullandı. “elveda proletarya” vb. gibi küçük burjuva ideologlarına yazdırılan burjuva düşünceleri ve teorilerinin yoğun propagandası ve saldırısı yapıldı. Amaç, işçi sınıfının elinden kapitalizmin alternatifi olan sosyalizmi alıp işe yaramaz hale getirmekti. Yani, sınıfın beynini boşaltmaktı. Umutlarını, direncini ve kararlılığını yıkmaktı. Bu da ancak, sosyalizmin boş bir hayal olduğuna kitleleri inandırmakla olabilirdi.İşte, küçük burjuvazi burada imdadina yetişti, büyük burjuvazinin. “Tek ülkede sosyalizm yaşamaz!”

Tek bir ülkede sosyalizmin zaferi, o ülke ile sınırlı kalmayacak ve diğer ülkeler sıçrama eğilimi gösterecek, en azından diğer ülkeledeki işçi ve emekçilere ve ezilen uluslara cesaret verecek, devrimci dinamizmi hareketlendirecektir. Ekim Devrimi bunu yapmıştır. Tek ülkede sosyalizmin yaşayamayacağını söyleynler, sorunun bu yanına hiç bakmakata, emperyalist burjuvazi ile ağız birliği yapan oportünizmin korku sesine kulak vermektedirler.

Mao Zedung, “Çin Devrimi proleter sosyalist dünya devriminin bir parçasıdır” ve “Ekim Devrimi, dünya tarihinin bütün gidişini değiştirmiş ve yeni bir çağ aşmıştır2 dedikten sonra, Stalin yoldaşın Ekim Devrimi’nin birinci yılında yaptığı bir konuşmayı yazısına atıfta bulunur:

1)Milli meselenin ufkunu genişletmiş ve bunu Avrupa’da milli baskıya karşı mücadele gibi özel bir sorun olmaktan çıkarıp ezilen halkları, sömürgeleri ve yarı-sömürgeleri emperyalizmden kurtarmak gibi genel bir sorun haline getirmiştir.

2)Onların kurtuluşları için geniş olanaklar yaratmış ve kurtuluşa giden doğru yolu açmıştır; böylelikle Batının ve Doğunun ezilen halklarının kurtuluş davasını büyük ölçüde kolaylaştırmış ve hepsini, emperyalizme karşı verilen müzaffer ortak mücadele akımı içine çekmiştir.

3) Ekim Devrimi, dünya emperyalizmine karşı, Batının proleterlerinden başlayıp, Rus Devriminden geçerek Doğunun ezilen halklarına kadar ulşan, yeni bir devrimler cephesi yaratarak sosyalist Batı ile köleleştirilmiş Doğu arasında bir köprü kurmuştur.”3

Ekim Devrimi’nin açtığı yolu, yeni devrimlerde açacaktır. Ve devrimler, dün olduğu gibi, bugünde, emperyalist halkanın en zayıf olduğu yerden başlama olasılığı güçlüdür. Küçük bir ülkede de olsa gerçekleşecek bir devrim, emperyalist dünya sistemi içinde ezilen halklar ve işçi sınıfı üzerinde devrimci bir kıvılcım yaratacaktır. Yeni bir devrim, kapitalist sistemin iç çelişmelerini artıracak, işçi sınıfyla burjuvazi arasında, ezilen halklar ile emperyalizm arasındaki çelişmelerin keskinleşmesini, enternasyonal proletarya lehine gelişmesine yol açacaktır.

Kurttan Korkan Ormana Gitmesin”

Stalin, Leninizmin İlkeleri adlı yapıtında, “Tek ülkede sosyalizmin zaferi sorunu” başlığı altında bu sorunu tartışır. SBKP(B) içinde, tek ülkede sosyalizmin zaferinin başarılamayacağına inananların başında Troçki ve Zinovyev gelir. Zinovyev, başından beri Bolşeviklerin safında yer almasına karşın, devrime inanmış bir kişilik değildi. Ekim Ayaklanmasına karşı çıktığı gibi, burjuvaziyle uzlaşılmasından yanaydı. Bu düşünceler onu, Troçkinin yanına ve sonunda ise sosyalizme ihanete kadar götürdü.

Lenin, daha 1915 yılında, “Avrupa Birleşik Devletler Sloganı Konusunda” adlı makalesinde, tek ülkede sosyalizmin zaferinin mümkün olduğunu yazar.

İktisadi ve siyasal gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bundan şu sonuç çıkar ki sosyalizmin zaferi, ilkin küçük bir sayıdaki kapitalist ülkede ve hatta yalnızca tek bir kapitalist ülkede olanaklıdır.”4

Lenin’in belirttiği, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası değişmemiş ve eşitsiz ve dengesiz gelişme kapitalist üretim biçiminin ve onun üzerinde şekillenen sistemin değişmez karakteristiğidir.

Sosyalizm tek ülkede yaşamaz” diye ürkekçe çığlık atanların, buna getirdikleri esas gerekçenin başında; kapitalizmin bir dünya sistemi olması, kapitalist üretimin global(küresel)leşmesi, bu nedenle ekonomik olarak yaşayamayacağı, emperyalizmin devrimi boğacağı vb. vb. düşünceler gelmektedir.

Kapitalizmin bir dünya sistemi olması yeni değil. Ekim Devrimi’nden önce bu gerçekleşmişti. Üretimin küreselleşmesi ise, esasta yeni olmayıp, ama özellikle 1980’lerden sonra daha fazla uluslararasılaşması, kapitalist tekellerin arasındaki rekabeti kaldırdığı ya da yumuşattığı anlamına gelmiyor, tersine, sermayenin merkezileşmesine oranla rekabetin de ölümcül bir hal aldığını ortaya koyuyor.

Emperyalist ülkeler ve emperyalist tekeller tek bir bütün değil, aralarındaki çelişme derinleşmekte ve gelişmektedir. Emperyalist bloklar arasındaki mücadele, emperyalist tekeller arasındaki mücadele, aynı ülkenin tekelleri arasındaki mücadele ve emperyalist ülkeler arasındaki bloklaşmaların artması, değişmesi ve farklı bloklaşmaların ortaya çıkması ve aynı blok içindeki emperyalist ülke ve tekeller arasındaki mücadele, yani ölümcül rekabet bitmiş değil, gelişme göstermekte ve derinleşmektedir. Kapitalizmin kendi iç çelişmeleri salt sınıfın sınıfa karşı çelişmesi olmayıp, aynı sınıftan burjuvalar arasında da çelişmelerin olduğu ve bunun emperyalist ya da bölgesel savaşlara kadar vardığı bilinen ve yaşanan gerçeklerdir.

Emperyalizmin içinde bulunduğu bu olgular ortadan kalkmış mıdır? Hayır! Bu çelişmelerin varlığı, işçi sınıfi önderliğinde gelişen bir devrimin yaşaması için bir nedendir. İşçi sınıfı burjuvalar arasındaki çelişmeden yararlanabilir ve yararlanır. Ekim Devrimi bunu başarmış ve öğretmiştir. 

Bolşevikler, daha iktidarı almadan ittifak devletleri ( Almanya önderliğindeki blok) ile müttefik devletleri (Britanya İmparatorluğu, Fransa, Rusya) arasında bir barış antlaşmasının olmamasına çalıştılar. Özellikle Almanya ile Rusya arasındaki antlaşma olmadan iktidarın işçiler tarafından alınmasını istediler. Ve koşullar buna yardım etti. Ama, Bolşeviklerin ilk yaptığı ise Alman emperyalizmi ile uzlaşarak onlara taviz vermek oldu. “Brest Litvoski Barış Antlaşması.” Küçük burjuvazi ve özellikle troçkistler buna karşı çıktı. “Emperyalizm ile uzlaşılıyor” diye. Oysa, sosyalizmin yaşaması için bu geri adım gerekliydi. Aynı günlerde İngiliz ve Fransız emperyalistleri, Rusya’da gelişen sosyalist devrimi boğmak için can atıyorlar ve Rus burjuvazisine her türlü desteği veriyorlardı. Almanya ile Bolşeviklerin antlaşmasına ise karşı çıkıyorlardı. Ancak, Bolşevikler usta bir taktik geri adımla, emperyalistler arasındaki çelişmeden yararlanmasını bilerek, sosyalizme soluk aldırdılar.

Bu tarihsel örneğin gösterdiği olgu, emperyalistler arası çelişmeden yararlanılabilinir. Emperyalist ülke ve tekeller arasındaki savaşım, bugünde devam etmekte ve düne oranla çelişmeler daha da keskinleşmiştir. Ve bir ülkede sosyalizme karşı, bütün emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmeyi bir kenara attıkları da görülmemiştir. Bu olasılık olmasına karşın yine de çıkar çelişmesi, egemenlik alanlarını elde tutma ve genişletme kaygısı ve amacı, sosyalist devrimin soluklanması ve yaşaması için bir fırsat bırakmaktadır.

Sosyalizmin yaşayabilirliğinin birinci nedeni ve esası; uluslararası işçi sınıfı ve ezilen halkların sosyalist ülke ile dayanışması iken, ikinci nedeni ise, emperyalistler arası çelişmenin varlığıdır. Bu küçümsenemez. Ekim Devrimi uluslararası işçi ve emekçilerin desteğini almıştır. Sosyalist ülkeye karşı saldırı ya da çeşitli ambargolar, enternasyonal proletarya ve ezilen halkların desteği ile aşılabilir, kırılabilir. Sosyalist devrimi başaran muzaffer proletarya ve emekçiler bu desteği, enternasyonal proletarya ve ezilen halklardan alacaktır. Bu desteğin olmaması için hiç bir neden yoktur, tersine, işçi sınıfı ve ezilen halklar, yeni bir sosyalist ülkenin varlığıyla umutlanacak, devrimci motivasyonu ve sosyalizme olan güvenleri artacaktır.

Sovyetler Birliği dönemindeki “tek ülkede sosyalizm” tartışmalarına Stalin yanıt verir:

Eskiden devrimin tek ülkede başarıya ulaşması olanaksız sayılmaktaydı, çünkü burjuvaziyi yenmek için bütün ileri ülkelerin, hiç değilse bu ülkelerin çoğunluğunun proletaryasının, ortak eyleminin gerekli olduğuna inanılıyordu. Şimdi bu görüş artık gerçeğe uymamaktadır. Şimdi, devrimin tek bir ülkede zaferini olanak dahilinde görmek gerekir, çünkü emperyalizm koşulları içinde çeşitli kapitalist ülkelerin birbirine eşit olmayan sıçramalı gelişmesi; emperyalizmin bağrında kaçınılmaz savaşlara neden olan felaketli çelişkilerin gelişmesi, bütün dünya ülkelerinde devrimci hareketin büyümesi, bütün bunlar, proletaryanın tek tek ülkelerde zaferini yalnız olanaklı değil, hatta zorunlu kılmaktadır.”5

Stalin’in bu görüşleri eskidi mi? Sosyalist ülkelerin geriye dönüşleri bu görüşleri geçersiz mi kıldı? Hayır! Sosyalizmin restorasyonu, sosyalist devrimlerin yanlışlığını ya da tek ülkede sosyalizmin yaşayamayacağını değil, tersine, sosyalist devlet bürokratizmini yıkmanın, bürokratizmi önlemenin teorisini ve pratiğinin geliştirilmesi gerçeğini, ücretler sistemindeki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, işçi sınıfının daha fazla devlet yönetimine katılması, yöneticilerin anında kitleler tarafından görevden alınması gerçeklerini ortaya koydu. Ama, sosyalizmin başarılamayacağını, tek ülkede yaşayamayacağını değil. 

Üretimin uluslararasılaşması” olgusu, toptan devrimi koşullamaz. Çünkü, hala eşitsiz gelişme söz konusu ve bir ülkede üretim durduğunda, emperyalist tekeller o eksikliği başka bir ülkeden karşılayabiliyorlar. Hala ülkeler arasında ciddi eşitsizlik söz konusu ve bu eşitsizliğin ortadan kalkmasının kapitalizm koşulları içinde ekonomi-politiği yoktur. Kapitalizm eşit gelişme sağlayan bir ekonomik sistem değil, eşitsiz gelişmeleri derinleştiren bir üretim biçimine sahiptir.

Ayrıca, “Üretimin uluslararasılaşması”, enternasyonal proletaryanın aleyhine değil, lehine bir durumdur ve proleter dayanışmayı güçlendirecek bir somutluktur. Burjuvazi bunu bilerek değil, istemeden yapmak zorunda kalmaktadır. Sermaye birikimi için bütün pazarlara egemen olma anlayışı ve dürtüsü, onu buna zorlamaktadır. Marx’n, “kapitalizm kendi suretinde bir dünya yaratır” dediği olgu budur. Bu kaçınılmaz olarak dünya işçi sınıfının birliğini kolaylaştıran, birbiriyle dayanışmasını güçlendirmeye yarayan gelişmelerdir. “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” bu gelişmelerin sonucunun bir sloganıdır. Bir ülkede bir devrim gerçekleşirse, bu devrimin yaşaması, emperyalist burjuvaziye karşı korunması için, uluslararası işçi ve emekçilerin yüzyıl öncesine oranla dayanışma ve birlikteliklerini güçlendiren gelişmelerdir.

Avrupa Birliği ülkeleri içinde bile ciddi bir eşitsizlik ve dengesiz gelişim söz konusudur. Bir yerdeki grev ve direniş diğer bir ülkede ortaya çıkmayabiliyor. Sık sık Fransa’da gelişen direniş ve işçi grevleri, Almanya ya da İngiltere’de olmayabiliyor. Otomobil grevleri, bütün otomobil üreticisi ülkelere yayılamıyor. Destek grevleri, dayanışmalar söz konusu olabilir. Bunlar yer yer olmaktadır. Ama, devrim sorunu daha başka ve bir çok iç çelişmenin bir araya gelmesi ve kitlelerin büyük bir çoğunluğu tarafından kaçınılmaz görülmesini gerektirir. Bu da bütün ya da bir çok ülkede bir anda olmasını doğurması oldukça zor ve bir çok tesadüfün biraraya gelmesine bağlıdır. Emperyalist-kapitalist sistemin dengesiz ve eşitsiz gelişme olgusu içinde bunların bir çok yerde bir araya gelmesi hiç olmaz değil, ama zor. Olması kötü mü, elbette iyi olur. Ancak, niyet ile nesnel koşulları birbirine karıştırmamak gerekiyor. Tek tek ülkelerde devrimci dalgaların yükselmesi daha hızlı gelişme ve oluşma olasılığına sahiptir. Kapitalist sistemin iç çelişmeleri bu gelişmelere uygundur. Birincisini reddedip ikincisini beklemek, ayaklanan kitlelere, “şimdi sırası değil” demek gibi devrim karşıtı ve devrim engelleyici duruma düşmek demektir.

Devrim hala, emperyalist-kapitalist zincirin en zayıf halkasının parçalanmasıyla olabilecektir. Ekim Devrimi emperyalist-kapitalist zincirin en zayıf halkası olan Rusya’da gerçekleşmiştir ve bugünde bu olasılık, yani zayfı halka teorisi hala geçerliliğini korumaktadır. 

Proletarya, en enternasyonal bir sınıftır. Amacı, bütün ülkelerde sosyalist devrimi gerçekleştirmek ve Mao’nun da belirttiği gibi, “insanlık için en ileri, en devrimci ve akla en uygun” olan komünist sistemin toplumsal sistem haline gelmesini başarmaktır. Ancak, bunu başarmak için, proletarya somut koşulların somut analizinden hareket ederek, buna uygun mücadele stratejisi ve taktikleri belirlemek durumundadır. Tersi, ütopyacılık olur.

Tek ülkede sosyalizmin yaşayamayacağını söyleyenler, emperyallistlerin kendi aralarındaki çelişmeleri, birbirleriyle ölesiye rekabeti, savaşları, kapitalizmin sıkça derinleşen krizini ve kitlelerin hoşnutsuzluğunu, giderek yoksullaşmanın genişlemesini ve derinleşmesini, ekolojik dengenin bozulmasını ve doğanın tahribatını, artık sıradan orta halli insanları rahatsız ettiğini ve bunlara ek olarak işçi sınıfı ve ezilen halkların dayanışmasının gücünü görmezden geldikleri anlaşılıyor.

Tek ülkede sosyalizm yaşamaz”, “bölgesel devrim şart” gibi, anlayışların sahibi Nepal Komünist Partisi (Maoist), 2006 yılında, devrimi gerçekleştirme koşulu varken, bundan vazgeçip burjuvaziyle uzlaştı. Ülkenin %80’ni elinde olan devrimci bir partinin, devrimi yapmaktan kaçınmasının nedeni ne olursa olsun, devrime, işçi sınıfına ve halka ihanet etmiştir. Ve sadece Nepal halkına değil, enternasyonal proletarya ve ezilen halklara ihanet etmiştir. NPK(M) başındaki önderlik, emperyalizmin saldırısından korkmuştur. Nepal işçi ve emekçilerine ve dünya işçi sınıfı ve emekçilerine güven yerine, emperyalist burjuvazinin tehditlerine boyun eğerek, devrime ihanet etmiştir. Şu anda gelinen durum ise bunu net olarak ortaya koymuştur.

Nepal’de devrim olsaydı, yaşayabilir miydi? Hiç kuşkusuz yaşardı. Nepal halkı kendi devrimini koruyabilirdi. Dışarıdan gelen gerici ve emperyalist saldırılara enternasyonal proletarya da karşı koyardı ve bölgede ezilen halkların ve işçi sınıfının büyük bir desteğini ve sempatisini kazanırdı. Nepal’in Hindistan tarafından işgaline, Çin, Çin’in işgaline ise Hindistan ve Batılı emperyalistler karşı çıkacaktı. Yani, emperyalistler arası çelişme, devrimin yaşama şansını güçlendiren bir somutluktu. Bunu NKP(M) göremedi ve küçük burjuva oportünizmi partiye egemen olarak, devrimi burjuvaziye bir tepside sundu. 6

Küçük burjuvazinin korkularını, Ekim Devrimi arifesinde eleştirir Lenin;

Beşinci kanıt, bolşevikler iktidarı koruyamayacaklar, çünkü ‘durum son derece karmaşık...’ demeye dayanıyor.

Hey gidi bilgeler! Belki devrimle bile barışmaya hazırlar, yeter ki ‘son derece karmaşık durum’ olmasın.

Bu türlü devrim yoktur ve böyle bir devrimi özleyen kimselerin iç çekinmelerinde de, burjuva aydınların gerici ağlayıp sızlamalarından başka bir şey yoktur. Hatta bir devrim görünüşte pek karışık olmayan koşullar içinde başlasa bile, gelişmesi içinde her zaman ortaya son derece karmaşık koşullar çıkarır. Çünkü Marx’ın deyimine göre gerçekten derin bir ‘halk’ devrimi, inanılmaz derecede karmaşık ve acılı bir süreçtir; eski bir toplumsal rejimin can çekişmesi ve yeni bir toplumsal rejimin doğuşudur bu süreç, on milyonlarca insan yeni bir yaşama başlar. Devrim demek, en sert, en zorlu, en umutsuz sınıf savaşımı, iç savaş demektir. Tarihte iç savaşsız yapılabilmiş bir büyük devrim yoktur. Ve savaşın ‘son derece karmaşık bir durum’ dışında tasarlanabileceğini de, o yalnızca kendi kabukları içinde yaşayanlar düşünebilir.

Son derece karmaşık bir durum olmaksızın devrim olmaz. Kurttan korkan, ormana hiç gitmesin.”7

Tek ülkede devrim olabilir ve işçi sınıfı ve emekçiler o devrimi, sosyalist devrimi, uluslararası burjuvaziye karşı koruyabilir, yaşatabilir. Her şeyden önce devrimin olgunlaştığı koşullarda, burjuvaziden iktidarı almak için cüret etmek gerekiyor. Bütün devrimler bunu kanıtlamıştır. Lenin, “Kurttan korkan ormana gitmesin” diyor. 

Stalin, kurt vardır diye ormana girmekten korkanlara, şu yanıtı verir: 

O zaman kendimize şunu sormamız gerekir: Sosyalizmi kurmayacak idiysek, 1917 Ekiminde iktidarı ele geçirmekteki amacımız ne idi?”8

Bugün devrimlerin olmaması ya da başarılamamasının nedenlerini, “tek ülkede sosyalizm yaşamaz” ya da “toptan devrim olmalıdır” vb. anlayışlarda değil, başka yerlerde aranmalıdır. Proletaryaya güvensizlik, halka güvensizlik, MLM teoriye güvensizlik ve emperyalizmin gücünü abartma bir araya gelince, devrimlerden kaçınmayı da beraberinde getiriyor. 

Enternasyonal proletaryanın dövüşmediğini düşünenler, emekçilerin direnmediğini düşünenler yanılıyor. Ve bugün çoğu ülkede bu sınıf savaşımları sürmesine karşın, bu savaşımı doğru yere kanalize edecek sınıf bilinçli örgütlülük ya yok ya da büyük eksikliklere sahip.

Bu ayrı bir konu olmasına karşın, sosyalist ülkelerin ardından, burjuvazinin, özellikle 1980’lerden bu yana “sol”u liberalleştirme çabaları, MLM’leri de derinden etkiledi ve Bolşevikleşme yerine menşevikleşme yaşandı. Bu aşılabilirse, yeni devrimlerin ortaya çıkması ve yaşanması kaçınılmazdır. Ayrıca, emperyalist-kapitalist sistemin içinde bulunduğu kaos ortamı, krizleri ve ezilen-sömürülen yığınların yeni arayışlara girmesi, devrim dinamiklerini güçlendirmektedir. Bu önümüzdeki yıllarda daha net olarak olgunlaşacaktır. Süreç o yana doğru gitmektedir.

Ekim Devrimi’nin en temel öğretilerinden biri, bütün emperyalist kuşatmalara rağmen, “tek ülkede sosyalizm yaşayabilir”dir. Yüzyıl sonra, bugün de bunun koşulları fazlasıyla vardır.

Devam edecek...

1 Lenin, Komün Dersleri, sf. 60

2 Mao Zedung, Seçme Eserler II, “Yeni Demokrasi Üzerine”, sf. 405, II. Baskı, Aydınlık Yayınları

3 Stalin, C. 4, sf. 158, İnter Yayınları

4 Lenin, Ekim Devrimi Dosyaysı, sf. 16

5 Stalin, LS, sf. 173

6 Bkz. Bu konudaki yazım. www.kaypakkayahaber.com/kose-yazısı/nepal

7 Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, sf. 233

8 Stalin, LS, sf. 181 

42643

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar