Cuma Mayıs 24, 2024

Emperyalizm Belli Ülke ve Uluslara Mı Özgü?1

Emperyalizm,  kapitalizme özgü bir olaydır. Kapitalizm öncesi emperyalizm yoktu ve toplumlar kapitalizme geçtiğinde, önce serbest rekabetçi kapitalizmle ve peşinden, kapitalizmin gelişmesi ve uluslararası yönünün daha fazla öne çıkmasıyla emperyalizmle tanıştı.

Nasıl ki, serbest rekabetçilik, kapitalist ekonominin belli bir (ilk) aşamasına denk geliyorsa, emperyalizm de kapitalizmin, Lenin belirlemesiyle “son aşaması”na denk gelmiştir. Yani, emperyalizm burjuvazinin iradi olarak ortaya çıkardığı bir olgu değil, tersine, kapitalist ekonominin gelişmesiyle doğrudan bağlantılıdır ve kapitalizmin bir üst aşamasıdır.

Hiçbir toplum iradi olarak ortaya çıkmamıştır. Kendi nesnelliği içinde gelişmiştir. Burjuvazi de kapitalizmi, kendi iradi yapısıyla, aldığı siyasi kararlarla onun niteliğini değiştirme kabiliyetine sahip değildir. O, kendi nesnelliği içinde, üretim biçiminin karakteri içinde taşıdığı çelişmelerin yön vermesiyle gelişir. Kapitalist toplum burjuvazinin iradesi altında yürüseydi, burjuvazi, öncelikle, kapitalizmin devrevi krizlerini önlemek isterdi.

Burjuvazi kapitalizmin üst aşaması olan emperyalizmi, bilerek ve isteyerek geliştirmemiş, tersine, tek tek bireylerin isteklerinden bağımsız olartak kapitalist ekonominin nesnel diyalektiği, kapitalizmi emperyalist aşamaya getirmiştir. Toplumların gelişmesi tek tek bireylerin iradesi altında olsaydı, köleci toplum hala devam ederdi. Ya da burjuvazi, kapitalizmin yıkımını önleyerek sosyalizme geçişi engellerdi.  Lenin bu nedenle; “emperyalizm proletaryanın toplumsal devriminin eşiğidir” demiştir ve bu sosyalist devrimlerle doğrulanmıştır.

Hiçbir toplum, komplo teorileri ile doğmamış, gelişmemiş, yönetilmemiş ve yıkılmamıştır. Ama, sınıflı toplumlarda her zaman komplo teorileri olmuştur. Özellikle, bilgi ve ulaşım teknolojik ağının gelişmesiyle komplo teorileri daha da yaygınlaşmış ve gelişmiştir. En yakınından bunu Covid-19 pandemi sürecinde daha net görüldü.

Emperyalizm yalın anlamıyla, kapitalist ekonomin oldukça gelişmesi ve bütünüyle uluslararası bir hal alamasıyla ortaya çıkmıştır. Banka ve sanayi sermayesinin birleşmesi, finans sermayesinin öne çıkması, sermayenin daha az ellerde yoğunlaşması, yani üretim ve sermaye alanında yoğun tekelleşme ile olmuştur. Bu, Lenin deyimiyle, “sanayinin gelişimi ve üretimin muzzam ölçüde temerküzü” ile ortaya çıkmıştır. Tekelleşme bununla doğru orantılı olarak gelişmiştir. Bu tekelleşme ise üretimin her alanında daha da gelişmiş ve toplumu bütünüyle kendi kontrolü altına almıştır. Yani, tekeller, kitleler üzerinde, kapitalist devletler vasıtasıyla kendi brujuva diktatörlüklerini kurmuşlardır.

Lenin, emperyalizmin ekonomik temelini ortaya koyar ve sonra bunun siyasal etki ve yönelimlerini açıklar. Ekonomiyi elinde bulunduranlar ya da ekonomik olarak güçlü olanlar, siyaseti de belirlerler.

Lenin, kapitalizm ve emperyalizm olgusunu şöyle açıklar:

Kapitalizm:

Genellikle, kapitalizmin ayırdedici özelliği,  sermayenin mülkiyetine sahip olanlar ile sermayeyi üretime sokanları birbirinden ayırması, para-sermayeyi, sanayi sermayesinden veya üretken sermayeden ayırması ve yalnızca para-sermayeden sağladığı gelirle yaşayan rantiyeyi, gerek sanayiciden, gerekse sermayenin sevk ve idaresine doğrudan doğruya katılan tüm kişilerden ayırmasıdır.”

Para-sermaye ile sanayi sermayesinin birleşmesiyle kapitalizm emperyalizm aşamasına ulaşmıştır. Bu birleşme, ekonomi üzerinde, -Lenin'in “finans oligarşisi” olarak adlandırdığı-  finans sermayesinin egemenliğini yaratmıştır.

Emperyalizm:

Emperyalizm, ya da finans sermayesinin eğemenliği, kapitalizmin, bu ayrılığın geniş boyutlara ulaştığı sonuncu aşamasıdır. Finans sermayesinin, diğer bütün sermaye biçimleri üzerindeki hakimiyeti, rantiyenin ve finans oligarşisinin hegomanyası anlamına gelir; finans bakımından “güçlü” az sayıda devletin düğer tüm devletlere göre ayrıcalıklı konumu anlamına gelir.”[1]

Sanayinin ve üretimin alabildiğine gelişimi ve birikimi, kapitalizmin önceki dönemlerinden ayırt edici bir özelliği olarak; mal ihracının yanında sermaye ihracının yoğunlaşmasıdır. Sermaye ihracının mal (meta) ihracına göre öne çıkması kapitalizmin emperyalist aşamaya gelmesinin ayırt edici özelliği olmuştur.

Lenin'in 1916 yılında yazdığı Emperyalizm kitabı zamanında, incelediği çok az ülke vardı. İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Rusya, Japonya ve İsviçre. 1900'lerin başlarında bu bir avuç ülke, emperyalist aşamaya gelmişti.

O zaman, kapitalizm dünya ölçeğinde bugünkü gibi derinelemsine gelişmemişti. Ülkelerin büyük bir bölmüne kapitalizm yeni yeni giriyordu ve büyük bir bölümü de yarı-feodal durumdaydı.

Bugün ise kapitalizmin girmediği bir ülke kalmadığı gibi, hemen hemen bütün ülkeler kapitalist bir karaktere sahip hale gelmiştir. Kapitalizm o denli gelişmiş ve yayılmıştır ki, bir avuç yerli kabileleri bile kapitalist sistemin içine çekmek için vahşi uygulamlardan kaçınmıyor. Burjuvazi, kapitalist meta üretimini ve üretilen metayı dünyanın en geri bölgelerine kadar yaygınlaştırıyor. Deyim yerindeyse, ayak basmadığı, kontrolü altına almadığı bir alan bırakmazken, başta insan ilişkileri dahil her şeyi alınıp-satılan birer meta haline getirmiştir.

Özellikle 1980'lerden itibaren uluslararsı teklellerin eğemenliğinin esas hale gelmesi ve yagınlaşmasıyla, üretimin dünya ölçeğinde toplumsallaşmasını yagınlaştırmış ve hakim hale getirmiştir. Dünya ekonomisine ulsulararası tekeller egemen olmuştur. Bu üretimin uluslararasılaşmasının yagınlaşmasını ve esas hale getirmesini doğurmuştur. Ulusal tekeller uluslararası tekellerle içiçe geçmiş ve uluslararsı mali oligarşi doğmuştur.

Üretimin ve sermayenin temerküzü ve merkezileşmeleri birbirinden bağımsız değildir. Biri olmadan diğeri olamaz. Çünkü meta üretimi aynı zamanda sermaye üretimidir.

Emperyalizm Belli Ulus ve Ülkeye Mi Özgü?

Kapitalizm ulusal doğmuştur, ama uluslararası karaktere sahiptır. O, ortaya çıkar çıkmaz ulusal çitlerin dışına çıkarak uluslararası bir karakter kazanmıştır. Eğer kapitalizm ulusal sınırlar içinde kalsaydı, kapitalizm kapitalizm olamazdı.

Kapitalizm ulusal olmadığı gibi, onun daha gelişmiş bir aşaması olan emperyalizm de ulusal değildir. Ve “emperyalist olmak” salt bir kaç ulusa ait bir özellik olmayıp, aynı kapitalizm gibi uluslararası bir nitelliğe sahiptir. Kapitalizmin ilk olarak daha hızlı ve güçlü geliştiği yer İngiltere'dir. Ama, kapitalizm İngiltere ile sınırlı kalmamıştır. Buradan bütün dünyaya hızlı bir şekilde yayılmış ve sanayi kapitalizmin gelişmesi İngiltere'yi dönemin “üzerinde güneş batmayan imparatorluğu” haline getirmiştir.

Emperyalizm belli bir ulusa özgü olmadığı gibi, esasta, güçlü-güçsüzlük ilişkisiyle de ilişkisi yoktur. Nasıl ki, daha emperyalist aşamaya gelmemiş kapitalist ülkeler arasında, kapitalizmin gelişmişlik boyutuna göre “güçlü-güçsüzlük” ilişkisi varsa, emperyalizm aşamasına gelmiş ülkelerde de durum aynıdır. Güç, kapitalist ekonominin gelişmişlik ve büyüklük boyutuyla doğru orantılıdır. Nüfusun ve ülkenin yüzölçümüne bakarak güç ilişkisi belirlenemez. 41.528 km2 yüzölçümüne sahip ve yaklaşık 17 milyonluk bir Hollanda ile 2.381.741 km2  yüzölçümüne ve 45 milyonluk bir Cezayir'in ekonomik güçleri aynı değildir. Burada denebilir ki, biri emperyalist diğeri değil. Ama, günümüzde ABD ile Hindistan'ın nüfüsü da aynı değil. Hindistan, ABD'den bir milyar daha fazla nüfusa sahip bir ülke. İkisi de emperyalist. Ama ekonomik güç olarak ABD ile -şimdilik- kıyaslanamaz.

Kapitalizm eşitsizlik demektir, aynı zamanda. Ülkeler arasında eşitlik olmadığı gibi, tekeller arasında da eşitlik olamaz.

Bu konuda Lenin'e baş vuralım:

“... kapitalist düzende, işletmelerin, tröstlerin, sanayilerin veya ülkelerin eşit oranda gelişmeleri olanaksızdır. Yarım yüzyıl kadar önceki Almanya, o zamanki  İngiltere'yle kıyaslandığında, kapitalizmin gücü bakımından zavallı ve önemsiz bir ülkeydi; Rusya'yla kıyaslandığında, Japonya'nın durumu da aynıydı. Bundan 10 veya 20 yıl sonra emperyalist devletler arasındaki güç oranının değişmeden kalacağı 'tasavur' edilebilir mi? Kesinlikle hayır.[2]

Demek ki, emperyalizm tanımlasında ya da bir ülkenin emperyalist olup olmamasında “güç” sorunu değil, ekonomik durumuyla, ülkenin kapitalist ekonomisinin emperyalist aşamaya gelmesiyle doğrudan ilişkilidir. Ayrıca emperyalist ülkeler arasında dengesizlik esastır. Güç dengeleri de stabilize değil, sürekli değişim içindedir. Bugün “güçlü” olan emperyalist ülke, yarın en zayıf emperyalist ülke konumuna gelebilir. Örneğin, 1. emperyalist dünya savaşı öncesi İngiltere'siyle 2. emperyalist dünya savaşı sonrası İngiltere'sinin gücü ve dolaysıyla da emperyalist paylaşım içindeki yeri aynı değildir.

Petrol üreticisi ülkeler içinde Suudi Arapistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BEA)'nin sahip oldukları finans sermayesi, diğer emperyalist ülkelerin finans sermayesinden farklı mı? Elbette olamaz. Bu ülkelerin, ABD, Japonya, Almanya vb. gibi gelişmiş emperyalist ülkelerdeki sanayi kadar güçlü sanayileri olmasa da, söz konusu Körfez ülkelerin sahip oldukları finans sermayesi, uluslararası sanayi ve finans sermayesi ile birleşmiştir. Finans sermayesinin kaynağının oynadığı rolle fazla bir ilişkisi yoktur. Sermaye olarak varlığı ve oynadığı rol önemlidir. Ayrıca, söz konusu Körfez ülkelerinin sahip oldukları sermaye, en gelişmiş ülkelerden en geri ülkelere kadar yayılmıştır ve emperyalist bir rol oynamaktadır. Ve bu finans sermayesi, salt Körfez ülkelerindeki sanayi ile değil, uluslararası sanayi ile de birleşmiştir. Öte yandan, adı geçen Körfez ülkelerinin finans sermayesi,, uluslararası finans sermayesinin -adeta- can simidi olarak görev yapar.

Gelişmiş Batılı emperyalistlerin sermayesini “emperyalist” kabul ederken, aynı rolü oynayan Körfez krallıklarının sermayesi neden “emperyalist” olmasın? Buradaki anlayış, emperyalizmi, kapitalizmin en üst aşaması olarak değil, belli ülke ve uluslara özgü olarak değerlendirmekten kaynaklanıyor.

Bir ülkenin emperyalist aşamaya gelip gelmediğinin kıstasları var mı?

Lenin bunu net olarak belirtmiştir.

1-Üretimin ve sermayenin temerküzünün ekonomik yaşamda belirleyici bir rol oynayan tekelleri yaratacak kadar yüksek bir gelişme derecesine ulaşması. Yani, bütün alanlarda tekelleşmenin olması...

2-Banka sermayesi ile sanayi sermayesi kaynaşmış ve bu “finans sermayesi” temeli üzerinde bir finans oligarşisi doğması...

3- Mal ihracından farklı olarak sermaye ihracının son derece önemli hale gelmesidir.

Lenin, 4. ve 5. özellikler olarak belirttiği, “uluslararası tekellerin birleşerek dünyayı aralarında bölüşmeleri ve dünyanın en büyük emperyalist devletleri tarafından paylaşılmış olması...” kapitalizmin önlenemez çelişmeli karakterinden kaynaklanmaktadır.[3]

Dünyanın paylaşılmış olması yeniden paylaşılmayacağı ya da her an bu paylaşımın ölesiye mücadelesinin verildiğini yadsımıyor. Her emperyalist ülke, her tekel kendi sermaye gücü oranında bu paylaşıma katılıyor, pay alıyor ya da almaya çalışıyor.

Bunu, şöyle de tanımlıyabiliriz: her tekel, bir başka ülkede yaptığı sermaye yatırımı, dünya pazarından pay almadır. Emperyalist tekeller, kapitalizmin daha az geliştiği ülkerlere sermaye yatırımları yapmalarına karşın, esas olarak  kapitalizmin daha çok geliştiği ülkelere daha büyük sermaye yatırımları yaparlar. Örneğin, en çok sermayeyi, başta ABD olmak üzere, sırasıyla Çin, Japonya, Almanya, İngiltere ve diğer emperyalist ülkeler çeker. Sermaye, yoğun meta üretimi ve yoğun tüketimin olduğu yerleri severler.

ABD ve İngiltere net sermaye ithalatçısı ülke konumundayken, diğerleri esasta sermaye ihracatçısı konumundadır. Yani, ABD ve İngiltere'ye dış ülkelerden gelen sermaye yatırımları, içerden dışarıya giden sermaye yatırımlarından azdır. ABD'ye 2000-2021 yılları arası toplamda 13 trilyon 600 milyar dolar dış sermaye gelirken, aynı yıllar içinde ABD'nin dış ülkelerdeki toplam sermaye yatırımı (ya da ihracı) 9,8 trilyon ABD doları civarındadır.[4]

Sermaye gittiği yerlerde kapitalizmi de geliştirir. Bu bir niyet olgusu olmayıp, sermayenin karakteri gereğidir. Kapitalist gelişmenin olmadığı yerde sermaye birikimi olamaz. Bunu Lenin şöyle açıklıyor:

Sermaye ihracı, yöneltilmiş olduğu ülkelerde kapitalizmin gelişmesini, onu güçlü bir biçimde hızlandırarak etkilemektedir. O halde sermaye ihracı, ihraç  eden ülkelerin gelişmesinde belli bir noktaya kadar bir yavaşlamaya yol açmaktaysa da bu, bütün dünyada kapitalizmin genişliğine ve derinliğine geliştirme uğruna olmaktadır.”[5]

Kapitalizm gitiği yerlerde kaçınılmaz olarak kapitalizmin gelişmesine hizmet eder. Kapitalizmin olmadığı yerlerde sermaye de olamaz. İlk girdiği yerde de sermaye birikimini sağlayacak kapitalist gelişmeyi yaratır. Kapitalist, sermaye ihracını, sermayesini daha da büyütmek için yapar. Bu nedenle de kaçınılmaz olarak, sermaye geldiği ülkelerde kapitalizmin gelişmesini sağlar. Kapitalizm meta üretimi olduğuna göre, meta üretimin olmadığı yerde sermaye birikimi de olamaz.

Emperyalist dünya sisteminde son 50 yıllık gelişmeler dikkate alındığında, kapitalizmin genişliğine ve derinlemesine ne kadar geliştiği gözlemlenebilir. Bu gelişme, dünya (Gayri Safi Hasıla) GSH'ın toplamında görülür. Sadece son 2000 yılı baz alınsa bile, son 22 yılda dünya  GSH'nın katlanarak geliştiği, yani kapitalizmin katlanarak büyüdüğü görülecektir.

2000 yılında dünyanın GSH'ı 33,8 trilyon ABD doları iken, 2021 yılında yaklaşık üç kat artarak 96,1 trilyon ABD doları olarak gerçekleşmiştir. 1960 yılında ise bu rakam 1,39 trilyon ABD doları kadardı.[6]

 

Dünya GSH'ının katlanarak büyümesi, salt birkaç eski emperyalist ülkedeki büyümenin bir sonucu değil, yeni emperyalist ülkelerde büyüme oranlarının, eskilere oranla daha büyük olmasının yanısıra, bütün kapitalist ülkelerdeki büyümeden kaynaklanmaktadır. Kapitalizmin bu gelişmesi, varolan çelişmeleri daha da keskinleştirmektedir.

 

Sonuç olarak, kapitalizm derinlemesine ve genişlemesine geliştikçe, yeni emperyalist ülkelerde ortaya çıkmaya devam edecektir. Kapitalizmin gelişmesi, geliştirilmesi niyet sorunu olmadığı gibi, yeni emperyalist ülkelerin gelişmesini engellemekte tek tek ülke ya da kapitalist tekellerin iradesi altında değildir. Bu, kapitalist gelişmenin nesnel diyalektiğinin bir sonucudur. 21.08.2022


[1]    Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin Sonuncu Aşaması, sf. 82, Sosyalist Yayınları

[2]    Lenin, age, sf. 143

[3]    Lenin, age, sf. 112

[4]    Veriler, UNCTAD'ın 2022 yılı Raporu'ndandır. /https://unctad.org/webflyer/world-investment-report-2022

[5]    Lenin, age, sf. 87

[6]    Rakamların alındığı kaynak:  https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.CD

 

2430

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sayfalar