Pazartesi Nisan 29, 2024

Ermeni yiğidi LEVON EKMEKÇİYAN yıldızlara uçtu..Sarkis Hatspanian

Bugün, 29 ocak 1983’te Ankara Mamak Cezaevi’nde idam edilerek ölümsüzleşen Ermeni halkının yiğit evlâdı Levon Ekmekçiyan’ın sonsuza uçmasının 32.inci yıldönümü…

Bugün, 7 ağustos 1982’de, uçağı Ankara Esenboğa havaalanına inmesi beklenen dönemin başbakanı Oramiral Bülent Ulusu’ya suikast düzenlemek için beklemedeyken, onun Etimesgut havaalanına inişi nedeniyle ertelenmesi gereken askeri operasyon hazırlığındaki Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu-ASALA intihar komando birimi komutan yardımcısı, havaalanı güvenlik güçleriyle çıkan çatışmada ağır yaralı olarak faşist cunta iktidarınca tutsak edilen Ermeni devrimciyle altı ay boyunca aynı mahpusanede politik tutuklu olarak bulunan Karslı bir devrimcinin kalemine ait tarihsel bir tanıklığın ilk kez yayınlandığı gündür de aynı zamanda !

 32 yıllık anlaşılmaz bir suskunluktan sonra, eminim vicdan uğruna, gerçek devrimcilere özgü namuslu ve dürüst bir duruş sergilemeye karar veren bu değerli insanla sosyal medyada başlayan yaklaşık iki senelik tanışıklığım var. Doğu Ermenistan’a sınır şehri olan yapışık, eski bir Ermeni yerleşkesinde yaşamını sürdüren bu dost, 2015’in ilk günlerinde kendi kişisel girişimiyle beni bularak, “Ermenilere yapılan soykırımın 100.üncü yılında, ben de kendi vicdanımla yüzleşerek, 1982-83 döneminde Mamak Cezaevi’nin aynı koğuşunun, iki ayrı hücresinde bulunduğumuz zaman Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan’la görüşmelerimle ilgili anılarımı yazmaya karar verdim” deyince, ona “Levon’la ilgili bildiği gerçekleri açıkça yazmasının, öncelikle kendisini solcu gören kesimler olmak üzere, aynı topraklarda yaşayan tüm toplumların insani duyarlılığa sahip kesimlerinin de Ermeni davasına dürüst bir yaklaşımda bulunmasına ve onların yüz yıllık bir adalet mücadelesiyle yüzleşmesine de, vicdani muhasebe yapmasına da önemli katkısı olur” deyip, onurlu duruşu için teşekkür ettim.

 Günler sonra ondan aşağıda okuyacağınız yazısını edindim. Şanlıbey’in yaşanmışlıkları oldukça açık yüreklilik ve sade bir dille anlatan yazısındaki samimiyeti günümüz dünyasında “az rastlanır” olduğundan beni duygulandırdığı gibi, onu okurken, aynı duyguları sizlerin de yaşayacağından hiç kuşku duymuyorum.

 ERMENİ DEVRİMCİ LEVON EKMEKÇİYAN’IN ANISINA SAYGIYLA

«Ülkemizde sokakların Yemen türküsüne dönüştüğü, bir tek ceylanın su başına inemediği bir suskunlukta… çok çok uzaklarda bir-iki çoban ateşi görülüyorsa da, halkların çiçekleri faşizmin ayakları altında çiğneniyordu. Kendilerini güçlü sanan insan korkuluğu beş general ülke yönetimine el koymuştu. Zulümler boy boy yağıyor, zindanlar 'başka bir dünyanın var olduğuna inanan' insanlarla dolup-taşıyordu. Sesimize ses vermiyordu lâkin taş duvarlar !..

İşte tam da bu noktada, iki Ermeni yiğit her şeye hakim olduklarını sanan cunta yönetimine karşı “Faşizmin ayakları altında ezilen, işgal edilmiş bu topraklar bizim de anavatanımızdır, bizim de baba yurdumuzdur, bu döngüyü kırmalıyız” diyerek sesimize ses katmıştı.

Ankara Esenboğa havaalanı askeri eyleminin etkisi ve sonuçları o kadar büyüktü ki, 50 No’lu hücrede ellerim bağlı olduğu halde, yapılandan haberimiz olmasın kaygısıyla günlerce gazete verilmemişti.

 Eylemi, sadece kendi imkânlarımızla, mahpusane askerlerinden öğrenmiştik. Onlar, askeri eylemi gerçekleştirenlerden faşizme ağır yaralı olarak tutsak düşen Levon Ekmekçiyan ölmeyip yaşaması halinde yanımıza getirileceğini söylüyorlardı. Ve öyle de oldu… birgün, bir bölük asker ve subay tarafından itile-kalkıla getirilerek, 34 No’lu hücreye konan oydu.

 Üstü açık, lambası sadece dışardan açılıp-kapanan, tek ranzalı ve çaputtan bir yatağı olan bu hücreye idam edilecekler konuluyordu. Anladık ki, Levon için ölüm kararı daha en başından verilmişti !...

 Mahpusaneye getirildiği o günden, idam sephasına çıktığı güne kadar, hastahane, mahkeme, emniyete götürüldüğümüzde ve havalandırmaya çıktığımız hergün onun hücresinin önünden geçiyorduk.

 Bugün, o günlerden 32 küsür yıl sonra geriye dönerek baktığımda, kendi Ermeni kimliğiyle, bir hücrede, tek başına olmanın ne kadar zor olduğunu çok daha iyi anlıyorum. Ermeni olmanın zaten sırf hakarete layık suç sayıldığı bir yerde, psikolojik ve her türlü fiziki işkence edilirken, Levon’u düşünmek çok zor ve zor olduğu kadar da yürekli olmayı gerektiren bir şeydi !..

 Devletin koyduğu hiç bir kuralı kabul etmememe rağmen, benim, bizlerin çektiğinin kat be katını Levon’un da çektiğinden hiç kuşku duymuyorum. Kafayı bulmuş subayından tut, canı sıkkın bir nöbetçi gardiyan, kendi ırkçı duygularını tatmin etmek için Levon’u hedef alıyor, kapısını dövüyor, NEFRET DUYGULARINI ona döküyor, hırslarını Levon’dan alıyorlardı. Her seferinde iki asker koltuğuna girmiş halde hücresine getiriliyordu.

 Kendisine ‘muhalif devrimciyim’ diyen sol cenahtan birçok örgüt üyesi, Levon’un kendi ulusal davası ve inandığı değerler için ortaya koyduğu ‘mangal gibi yürek isteyen’ tavrını görmezden gelip, Ermeni ulusuna karşı varolagelmiş ve şimdi de süregelen nefret suçunun birer ortakları, İttihad ve Terakki’nin mirasçı torunları olduklarını belli ediyorlardı. Bundan dolayı da Ermeni devrimci Levon’dan nefret ediyorlardı. Bugün bile onu devrimci görmeyen zihniyetin temsilcileri, Mamak’ta düşmana kolayca teslim olmuş ve bu suçlarını sırtlayagelip, şimdiye kadar da taşıyanlardır aslında !

 Bugün de, aynı dedeleri gibi İttihad ve Terakki geleneğinden gelen bu solun yandaşları, yanı başlarındaki Kürtleri de farkedip göremeyen, 1915 Ermeni soykırımını görmezden gelen anlayışın asıl mirasçılarıdır.

 Onların bu tavrının nedeni ise, “Levon’un ağzından yazılmış” 10 sayfalık bir öğüt ve pişmanlık dilekçesinin mahpusane tutuklularına sunulmasıydı (!) Acaip olan, “kim tarafından yazıldığı belli olmayan” bu metnin bizlere günde iki saat “Bir teröristin pişmanlığı” adı altında zorunlu bir ders olarak okutulmasıydı.

Ben, Levon arkadaşın hücresinden 14 hücre ötedeydim, ama altı ay boyunca onunla defalarca karşılaştım ve imkânsız denecek kadar zor olsa da, dost olan dedelerimizin iki çocuğu olarak onunla konuşmaya çalıştım. Bu teşebbüsüm nedeniyle defalarca ağır hakaretlere uğrayıp, insafsızca dövüldüm, ancak birçok kez ağır cezalara mazur kaldıktan da çok sonra, önemli bir tarihe tanıklık ettiğimi anladım. Bu da benim ve Levon’un çektiği acıların üstesinden gelerek, hiç ama hiç pişmanlık duymadığımızın resmiydi.

 Birgün, el yazılarımla ilgili olarak davamın görüldüğü mahkeme tarafından çağrılmıştım. Beklemede, benden başka duvara dönük biri daha vardı ve o gün ikimizi birlikte kelepçeyip ring aracına bindirdiler. Kelepçe ortağım, yoldaşım Levon Ekmekçiyan’dı. O gün, farkında olmadan belki de bir tarihe tanıklık ediyordum. Hal-hatır sorduk birbirimize.. Nereli olduğunu sordum. O, iri siyah gözlerini bana dikerek “Adanalıyık” dedi. Ben de Karslı ve dede dostu olduğumuzu söyledim. Elimi sıkıca sıktı ve bana Ani’yi sordu. Safça, davasının ne aşamada olduğunu sordum. Gözlerini yüzüme dikerek “Bunlar beni asacaklar arkadaş, niyetleri bu !” dedi. Ben de ona saf-saf uluslararası ilişkilerden, bu cezanın ertelenebileceğinden vs. bahsettim. Beni dinledikten sonra, kendi tarihine sahip çıkma bilinciyle şunları söyledi: “Şanlıbey, olur da yaşarsan ve birgün sana beni soran olursa, onlara benim yaşadıklarımı, bana verdiğin selamın insani değerini ve anamı, bacımı ne kadar sevdim ve seviyorsam, halkımı, vatanımı ve tarihimi de o kadar sevdiğimi söyle soranlara !... Zaten bunun için buradayım ve İDAMI bekliyorum !..”

Aramızda uzun, bir tarih kadar uzun bir sessizlik oldu. Kısık bir sesle “Söz Levon, yaşarsam halkına ve akrabalarına seni, seninle yaşadıklarımı anlatacağım” dedim, usulca ellerimi tutarak gözlerime baktı. Aslında bu, yüz yüze konuştuğumuz ikinci görüşmemizdi.

İlk görüşmemiz doktor kontrolü için revire götürüldüğümüz gündü. Betona oturmuş, başımız önümüze eğik, duvara bakar durumdayken, gözaltından yanıma baktığımda hemen yanımdakinin Levon olduğunu farkettim ve nöbetçi duymasın diye kısık sesle hal-hatır sorduktan sonra, “Aileden bir dede dostu olarak, kendisine çok kızgın olduğumu” söyleyerek, aklımdaki soruyu ona bir solukta sordum. “Sana çok kızgınız, bunca büyük bir şehir gerilla eylemine imza atmış biriyken, neden bizlere okutulan böyle bir pişmanlık dilekçesi yazdın, bu yüzden sana selam bile vermek istemiyoruz” dedim. Sözümü hiç kesmeden beni sabırla dinledi, ama tam o esnada onunla konuştuğumu farkeden nöbetçi hırsla yanımıza gelip konuştuğumuzu gördüğünü söyleyerek “açın ellerinizi” dedi, o zamana kadar ellerimi faşizmin askerlerine hiç uzatmamıştım, ama o anda ‘olur da uzatmasam onun subayını çağıracağını ve Levon’un yanıtını duyamayacağımı’ düşünerek, Levon’a göz kırpıp öne geçtim ve ellerimi askere uzattım. Her elimize 9’ar cop vurdu… ellerimiz kara tarla hagosu gibi şişse de, yere oturmamızdan sonra Levon’un yanıtını dinledim. “Arkadaş, ben ne doğru-dürüst Türkçe, ne de okuma-yazmayı bilirim. Onlar kendi yazdıklarını sizlere okutuyorlar demek” dedi. Ondan özür diledim ve bunu arkadaşlarıma söyleyeceğimi söyledim, dağlar onun olmuştu.

 Bunu kim anlayabilir ki şimdi ?!..

 Revirden 50 No’lu hücreme dönünce, Raşit Batan ve Ali Alfatlı arkadaşlara Levon’un söylediklerini anlattım. Onlar da bunu Dev-Yol davasından tutuklu olanlarla tartışıp, konuştular. Ali arkadaş hatta, ona hak vererek, diğerlerine “bu ülkede Ermeni olmanın ne kadar zor olduğunu” anlatmıştı. Her havalandırmaya, mahkeme, emniyet, revir ve benzeri yerlere gittiğimizde, onun 34 No’lu hücresinin önünde bekletilir, orada aranır-taranır, orada kelepçelenirdik. Hiç ama hiç kimseyle görüştürülmeyen Levon bizleri görür görmez, iki eliyle hemen hücresinin demir parmaklıklarına sarılarak, sanki o uzak, yasaklı ülkesinden ona haber getirmişiz gibi, gülecen gözlerle bizlere gülümser, başıyla selam verirdi. Bugün de iyi biliyorum ki, ben ne zaman oraya gelsem, sırf bana selam vermek ve benden selam alma hali, hem onun, hem de benim için bulunmaz bir değerdi. Şimdi bu anlattıklarımı herkesin anlayacağını da sanmıyorum zaten. Bu, sadece insan olma bilinciyle ve yürek-yüreğe yaşanan bir değerdir. Sonucu hep dayak ve falakaya yatırılmak da olsa, ona her seferinde, inadına selam verdim. O da her seferinde selamımı alıp, onaylayıp, gülen gözleriyle karşılık verdi hep. Birgün de bana “Bana her selam verdiğinde, hep dayak yiyorsun” demişti de, ona “olsun, sana selam vermek, tarihsel bir komşuluktan geldiği gibi, bir yoldaş selamıdır da” dediydim.

 Levon’un her selamını 50 No’lu hücreme taşıyarak, dedemin bana Ermenice öğretmeye çalıştığı çocukluğuma gittim ve ondan dinleyerek büyüdüğüm güzelim hikâyeleri anımsayarak, aynı duyguları yeniden yaşadım.

 O’nun hücresinin üstü açık, lambasının yakılması ve traş jileti dahi, dışarıdaki askerin iznine bağlıydı. İzin alsa bile, onun başkalarıyla konuşması yasaktı. O, daha mahkeme kararı olmaksızın idama mahkûmdu ve bunu herkes biliyordu zaten.

 Levon’un idam kararının Danışma Meclisi’nde onaylandığı gün, onunla ilgili gazetelerde çıkan haberler bize ulaşmasın diye bizlere gazete verilmesi yasaklanmıştı yine. Ama biz durumu anlamıştık ve benle Raşit arkadaş onu darağacına götürdüklerine tanık olalım diye nöbet tutuyorduk. O kahrolası gece, Raşit beni hızla sarsarak uyandırdı ve “Kalk, Levon’u götürüyorlar” dedi. Sessizce hücre kapısına kulak koyup, uzaktan gelen sesleri dinlemeye çalıştık. O meşhur işkenceci, Mamak cezaevi müdürü Raci Tetik ve eşliğinde bir bölük askerle istihbaratçı Tuna Yüzbaşı gelip, Levon’un hücresini usulca açarak, onu neredeyse bir baba şefkatıyla uyandırdılar.

 Aralarında şöyle konuşmalar geçti;

 Levon - Hayırdır, gece gece geldiniz, dedi.

 Raci - Yetkililer seni çağırıyor Levon, görüşeceklermiş, diye cevapladı.

Gece karanlığının olanca sessizliği çökmüştü ortalığa…

Levon - Biliyorum, beni asmaya götürüyorsunuz komutan, elbiselerimi giyeyim bari, bir de bacım ve aileme yazdığım mektuplarım var, onları yanıma alayım diyerek, bir yandan giyinerek, mektuplarını bulmaya çalışır.

 O’nun yavaş yavaş giyindiğini Raci celladının “Haydi, çabuk ol, yetkililer bekliyor” deyişinden anladık. On-onbeş dakika sürdü Levon’un hazırlığı ve son sözünde “Biliyorum, sonuna geldik, sizin devletiniz asacak beni, pişmanlık duymuyorum, bu mektubumu bacıma, aileme verin !” dedi. Aralarında başka konuşmalar da geçse de, onun ayaklarıyla, ellerine vurulan zincir şakırtılarından ne söylendiğini iyice duyamadık. Bunun akabinde istihbaratçı subayın, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan’ın ölüm sehpasına doğru teredüt etmeden yürüyüşüne eşlik ettiğini farkettik. Altı aydan beri idamını bekleyen Levon ölüme yürüyüp, bizleri öksüz bıraktığında, artık kime selam vereceğimi bilemez durumdaydım.»

 Şanlıbey Alabay

 Ocak, 2015


70488

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Sayfalar