Perşembe Mayıs 9, 2024

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı. Kendiliğinden “tıpış tıpış” çöplüğe gitmedi. Büyük altüst oluşlardan sonra, kendini deviren sınıf tarafından atıldı.

“Yaşasın kral” devri bitmişti, “yaşasın sermaye” devri başlamıştı. Burjuvazinin egemenliği ele geçirdiği bir süreçte, hala “yaşasın kral”  diyenler vardı. Ama bunlar, yeni gelen sermaye sınıfı burjuvaziye göre oldukça gericiyidi. “Yaşasın feodal aristokrasi” diyenler, toplumların değişim diyalektiğinin karşısındaydı. Bu da doğaldır. Her sınıf kendi iktidarını yıkmak isteyenlere karşı savaşır. Bu sınıf savaşıdır.

2023 yılı TC cumhuriyeti'nin yüzüncü kuruluş yıldönümü. Burjuvazi bunu daha şimdiden kutlamaya başladı. Özellikle de burjuva liberaller, “sol” liberaller, yüzüncü yılında Türk burjuva cumhuriyetin “ilerici”liğinden, olmazsa olmazlığından ve her şeyden öncede AKP dinci yönetimine karşı kaçınılmaz “alternatif” olduğundan söz edeceklerdir. Hata sermayenin TÜSİAD kanadı da “cumhuriyetin ululuğun”dan söz edip duracaklardır.

Sermaye kesimlerinin, yani Türk egemen sınıfların “cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatacaklarını” söylemeleri, savunmaları anlaşılır. Çünkü bu cumhuriyet, kuruluşundan beri sermaye sınıfının, burjuvazi ve tüm gericiliğin hizmetinde olan ve yüzyıldır da onlara hizmet eden bir TC devletidir.

Son yıllarda AKP faşist gericiliğine karşı burjuva cumhuriyeti öne çıkranlar artmaya başladı. Kendine “sol” ve hatta “komünist” diyen partiler ve siyasi akımlarda var. AKP-MHP faşist iktidarının alternatifi olarak TC devletinin gösterilmesi ve hatta “kemalist cumhuriyet”in öne çıkarılması, kitleleri manipüle etme çabaları olarak değerlendirilmelidir.

Sermaye cumhuriyetinin “yaşamasını” isteyenlerin başında ise Kemal Okuyan başkanlığını yaptığı TKP gelmektedir. Bunların sloganı “Yaşasın Cumhuriyet Yaşasın Sosyalizm”. Esasında, birincisini, yani burjuva cumhuriyetini savunuyorlar. “Sosyalizmi” eklemelerinin nedeni ise gerçek niteliklerinin ortaya çıkmasını önlemek için olsa gerek.

Burjuva cumhuriyeti ile sosyalizm yanyana ve içiçe varolamaz. Birbirinin düşmanıdır. Biri sermaye sınıfını temsil eder, sosyalizm ise işçi sınıfını temsil eder. Bu iki sınıfın uzlaşması sözkonusu olamaz. Aralarındaki çelişme antagonistir. Ayrıca, tek başına “cumhuriyet” hiç bir şey ifade etmez. Hangi sınıfın cumhuriyeti olduğu önemlidir. Sosyalist cumhuriyet ile burjuva cumhuriyeti nitelik olarak birbirinden farklıdır. İki ayrı sınıf ve iki ayrı cumhuriyet. Komününistlerin savunduğu sosyalit cumhuriyettir.

'Yaşasın Cumhuriyet”, yani daha açıkçası “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti” sloganını sahiplenip savunanlar, sosyalizmi savunamazlar. Burjuva cumhuriyeti yaşıyorsa, onun yaşaması için mücadele ediliyorsa, sosyalizm için mücadele edilemez. TKP, bu konuda tam da burjuva cumhuriyet yanlısıdır.  Sosyalizm ise ağzında gevelediği, ama tercih etmediği bir sistemdir. TKP sınıf uzlaşmacı bir çizgi izlemektedir. Ancak, yaşatmak ya da kurmak istediği işçi sınıfının sosyalist cumjhuriyeti değil, Türk sermaye kesiminin burjuva cumhuriyetidir.

Burjuva cumhuriyeti, tarihsel olarak gerici ve karşı devrimci bir konuma gelmiştir. Özellikle kapitalizmin emperyalist aşamaya gelmesi ve sosyalist devrimlerin ortaya çıkmasıyla, burjuva cumhuriyetlerinin tarihsel ilericiliği çoktan sona ermiştir. Çünkü onun karşısında yeni bir toplumu temsil eden işçi sınıfı ve onun sosyalist devrimleri tarihsel olarak ortaya çıkmıştır.

Burjuva cumhuriyeti faşizme ya da dinci gericiliğin karşısında bir alternatif olarak göstermek ya da koymak, burjuva devletin niteliğini de bulandırmaktır. Burjuva devletinin bir yüzünde burjuva demokrasisi varsa öbür yüzünde de faşizm vardır. Bugün Türkiye'de, İran ve Körfez kırallıklarında olduğu gibi. Dincilik burjuvazinin kitleleri baskı altında tutma aracıdır ve kapitalizm karşıtı değildir. İran ve Körfez ülkeleri, kendilerini dinle maskelemeleri, o ülkelerin kapitalist sistemin birer parçaları olduğunu dıştalamaz. Bu ülkelerde emperyalist zincirin kopmaz birer parçalarıdır. İran''ın ABD ve Batı ile aralarının açık olması, emperyalist egemenlik ile doğrudan ilişkilidir. Aynı İran emperyalist Çin ve Rusya ile daha sıkı ilişkileri olduğu gibi, ekonomik sistemi kapitalisttir. Ya da İsrail, fanatik dinci -siyonist- bir devlettir. Ama, ekonomik sistemi ve üst yapı kurumları bütünüyle kapitalist sistemin ürünleridir. Adlarının  değişik olması biçimseldir.

Burjuva demokrasi ile faşizm arasında bir tercih yapmak gerekirse, elbette burjuva demokrasisi tercih edilir. Ama, komünistler bilir ki, bu her iki rejimde aynı madalyonun değişik yüzleridir. Yani burjuva devletinin koşulara göre uyguladığı yönetim biçimidir. Komünistler faşizme karşı mücadele ederken, faşzimin yerini burjuva demokrasisinin alması için değil, esas olarak faşizmin yıkılıp sosyalizmin kurulması için mücadele ederler ve etmelidirler. “Yaşasın cumhuriyet” adı altında  burjuva devletinin daha da sağlamlaşması için değil.

Demokratik hak ve özgürlüklerin gelişmesi ve kazanılması için verilen mücadele ile burjuva cumhuriyetin savunlması aynı şeyler değildir. Ayrıca, burjuva cumhuriyeti, faşizmden ayrı ya da günümüz Türkiye'sinin yönetiminden farklı olarak göstermek, tam bir burjuva sahtekarlığıdır. TC devleti içinde kurulduğu günden itibaren gerçek anlamda bir burjuva demokrasisi uygulanmamıştır. İşçi sınıfını ve tüm emekçileri ezen baskı altında tutan bir devlet olmuştur. Burjuva demokrasisin bazı kırıntıları bazı dönemlerde gerçekleşmiştir. Ama, hep baskıcı yönü, despoitk yönü ağır basmıştır. TC tarihi; “örfi idareler-sıkıyönetim-OHAL” tarihidir demek yerindedir.

Başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerinde kıyım, asimile ve katliamların olağan olduğu ve olağan karşılandığı bir burjuva cumhuriyetdir, TC cumhuriyeti. Ulusalcı TKP ve diğer “sol” liberaller ise, TC devletinin bu yanını unutturmak istiyorlar. Ya da ezilen ulusların haklarının gasp edilmesini ve zorla baskı altında tutulmasını normal görüyorlar. Yaşatmak istedikleri, kurulduğu günden beri Kürt ulsunu ezen ve zorla asimile etmeye çalışan  Türk egeme sınıflarının burjuva cumhuriyeti.

TC devleti, işçi sınıfı düşmanı olmasının yanında onun dünya görüşü olan komünizminde azılı düşmanı olagelmiştir. TC'nin tarihi aynı zamanda anti-komünizm tarihidir.

TC'nin 1925-1945 yıllları arasında burjuva demokrasisinin en küçük bir kırıntısına dahi izin verilmemiştir. “Tek şef”, “tek parti”, “tek vatan”, “tek bayrak”, “tek din”, “tek millet” savunusu dışına çıkılmamış, bunlardan birini eleştirenler anında hapishanelere atılmıştır. “Yaşasın cumhuriyet” sloganı atanların, özellikle ve ısrarla, bu faşist dönemi savunuyor olmaları, nasıl bir “demokrasi” ve hangi sınıf için “demokrasi” istediklerini gösteren ibret verici bir durum olsa gerek. Cumhuriyetin, dünden pek farklı olmayan, hatta komünist partilerin legal olarak kurulmasına izin verilen günümüz faşist diktatörlüğüne karşı çıkmaları ise tam bir ikiyüzlülüktür.

1925'ten 1992'ye kadar “komünizm propagandası” ve “komünist örgütlenmeler” yasaktı ve ağır cezalar veriliyordu. Sadece bu durum bile, bu cumhuriyetin, en hafif deyimle, gerici niteliğini ortaya koymaya yeter. Böyle bir cumhuriyet, işçi sınıfı komünistlerinin savunacağı değil, yıkıp yerine sosyalizmi kuracağı bir cumhuriyet olabilir. Gerici bir cumhuriyetin savunulması komünistlerin görevi olamaz olmamalıdır. Böyle bir cumhuriyetin savunulması, işçi sınıfının dünya görüşünün karşısında yer almak olduğu gibi, aynı zamanda antikomünizm saflarında yer almaktır.

Bayraklar, semboller sınıfsal bir nitelik taşır. Burjuvazinin “bütün ulusun bayrağı” dediği kendi sınıf bayrağı, işçi sınıfı ve emekçilerin bayrağı ve sembolü olamaz. İşçi sınıfının kendi bayrağı kızıl bayraktır ve başta işçi sınıfı olmak üzere bütün ezilen ve sömürülenler işçi sınıfı bayrağı altında burjuvaziye karşı toplanmalı ve birlik olmalıdır. İşçi sınıfı ve emekçileri burjuvazinin sınıf sembolü olan “ulusal bayrak” altında toplanmaya çağırmak ya da bu bayrağın savunulmasını istemek, işçi sınıfı ve sosyalizm düşmanlığıdır. TKP, burjuva cumhuriyet ve onun sembollerini savunmakla, işçi sınıfının özgürlük sembollerinin ve ideallerinin karşısında yer aldığını göremeyecek denli sosyalşovensit bir hatta kaymıştır.

Burjuvazinin bayrağında sermaye birikimi için özgürlük, işçi sınıfı ve emekçiler için ise sömürü ve baskı ve ücretli kölelik sisitemi vardır. İşçi sınıfının bayrağında ise; ücretlili kölelik olan sömürü sisteminin yıkıldığı, baskıların ortadan kaldırıldığı ve;  “herkesin yeteneğine ve katkısına göre”den “herkesten yeteneğine ve herkesin ihtiyacına göre” şiarının gerçekleştirmesi hedefi için mücadeleye devam yazılıdır.03.01.2023

Sosyalizm mücadelesini daha ileri götürmek dileğiyle, herkese iyi yıllar 

1560

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar